Hayvanların ne düşündüğünü gerçekten bilebilir miyiz ?

1982 görüntülenme
12 dk okuma süresi
Sevim İrem Alkılınç

Sevim İrem Alkılınç

Hacettepe Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı mezunu, noter yeminli mütercim tercüman. Dergiye yaptığı çevirilerin yanı sıra çeviri kalite kontrolünden sorumludur. Analitik ve evrimsel psikoloji okumayı sever.

“Dünyanın en küçük şempanzesi” Sarah, 60. doğum gününden hemen önce Temmuz 2019’da öldü. Yaşamının büyük çoğunluğunda bilim insanlarına homo sapiens’in yaşayan en yakın akrabalarının düşüncelerine dair bilgi sağlan bir araştırma deneği olarak çalıştı.

Sarah’nın ölümü oldukça temel bir soruyu düşünmemiz için bir fırsat sunuyor: insan olmayan hayvanların ne düşündüğünü gerçekten bilebilir miyiz? Felsefeci geçmişimden faydalanarak cevabın hayır olduğunu iddia ediyorum. Hayvanların düşüncelerini anlama becerimizin temel sınırları var.

Hayvanların Düşünceleri

Hayvanların düşünebildiğine dair çok az şüphe var. Davranışları aksi düşünülemeyecek kadar incelikli. Ama hayvanların tam olarak ne düşündüğünü bilmek son derece zor. Bizim insan dilimiz onların düşüncelerini ifade etmeye uygun değilmiş gibi görünüyor.

Sarah bu bilmeceyi örneklendirmişti. Meşhur bir çalışmada belirli bir davranış dizisini tamamlamak için hatasız bir şekilde doğru parçayı seçmişti. Muzlara uzanmakta güçlük çeken bir insan gösterildiğinde, anahtar yerine sopayı tercih etmişti. Kafeste kalmış biri gösterildiğindeyse sopa yerine anahtarı seçmişti.

Bu da çalışmadaki araştırmacıları, Sarah’nın kasıtlı, inançlı ve bilgi dolu bir “zihin teorisi” olduğu sonucunu çıkarmaya yönlendirmişti. Ancak diğer araştırmacılar hemen itiraz etti. Sarah’nın bakış açısını kendi insan kavramlarımızla doğru bir şekilde anlayabileceğimize dair şüpheleri vardı. Arada geçen onyıllar boyunca yüzlerce başka çalışma yapılmış olsa da şempanzelerin zihinsel kavramlarının doğru bir şekilde nasıl tanımlanabileceğine dair fikir ayrılıkları hala devam ediyor.

Hayvanların düşüncelerini nitelendirmenin zorluğu dili kullanamamalarından kaynaklanmıyor. Sarah’ya gelişmemiş bir dil öğretildiğinde ne düşünüyor olabileceği sorusu basit bir şekilde kelimelerinin ne anlama gelebileceği sorusuna dönüştü.

Kelimeler ve Anlamları

Kelimelere anlam yükleme sorununun 20. yüzyıl felsefesine yol gösteren bir saplantı olduğu görülmüştür. Birçok felsefecinin yanı sıra o yüzyılın ikinci yarısının muhtemelen en etkili felsefecisi W.V.O. Quine’ı da meşgul etmiştir.

Bir Harvard profesörü olan Quine, yabancı bir dilden çeviri yapmak için neler gerektiğini hayal etmesiyle ünlüdür – bu projeye radikal çeviri adını vermiştir. Bunun sonucunda Quine, her zaman birbiriyle eşit derecede iyi olan çeviriler olacağı sonucuna varmıştır. Bu yüzden dildeki kelimelerin anlamını asla tam olarak nitelendiremeyiz.

Quine yabancı dili tüm insan dillerinden tamamen bağımsız olarak hayal etmişti ama ben burada örnek olarak Almancayı kullanacağım. Yabancı dili konuşan kişinin şu cümleyi kurduğunu düşünün: “Schnee ist weiss.” Arkadaşları cümleyi doğru kabul ederek gülümsüyor ve kafa sallıyorlar. Bu ne yazık ki cümlenin anlamı konusunda bir şey söylemiyor. Doğru olan birçok şey var ve cümle bunların herhangi birini kastediyor olabilir.

Ama yabancı dili konuşanların onayladığı (“Schnee ist kalt”, “Milch ist weiss”, vb.) ve reddettiği (“Schnee ist nich weiss”, “Schnee ist rot”, vb.) başka cümleler de olduğunu ve bunların bazen duruma göre değiştiğini (örneğin yalnızca kar yağarken “Schnee!” dediklerini) varsayalım. Şimdi elinizde daha çok kanıt olduğundan ve aynı kelime farklı cümlelerde ortaya çıkmış olduğundan tahmininiz daha sınırlı olacaktır. “Schnee ist weiss”ın ne anlama geldiğine dair bilgiye dayalı bir tahminde bulunabilirsiniz.

Buradan genel bir ders çıkarılabiliyor: bir dilin cümlelerini yalnızca kelimelerini diğer bir dile çevirebildiğimiz ölçüde o dile tercüme edebiliyoruz.

Ama şimdi yapısı temel anlamda diğer tüm insan dillerinden farklı olan bir dil düşünün. Bunu nasıl çevirebiliriz? Eğer cümleleri tercüme etmek için kelimeleri tercüme etmek gerekiyor ama “kelimeleri” bizim kelimelerimize denk gelmiyorsa cümlelerini de kendimizinkilere uyduramayız. Cümlelerin ne anlama geldiğini bilemeyiz.

Bilinmeyen dilbilgileri

Hayvanların düşünceleri bilinmeyen bir dilin cümleleri gibidir. Bizim dilimizin kelimelerden oluşmasından tamamen farklı bir biçimde parçalardan oluşur. Bu sebeple hayvanların düşüncelerinde bizim kelimelerimize denk gelen unsurlar yoktur yani düşüncelerini cümlelerimize çevirmenin kesin bir yolu yok.

Bu argüman bir benzetmeyle daha da güçlendirilebilir.

Mona Lisa’nın doğru tercümesi nasıl olur? Eğer cevabınız, Mona Lisa bir tablo olduğu ve tabloların cümlelere tercüme edilemeyeceği için bunun kötü sorulmuş bir soru olduğuysa… aslında ben de tam olarak bunu söylüyorum. Tablolar kanvas üzerindeki renklerden oluşur, kelimelerden değil. Dolayısıyla eğer Quine tercüme için kelimelerin kelimelere çevirilmesi gerektiği konusunda haklıysa tabloların cümlelere tercüme edilmesini beklemememiz gerekir.

Peki Mona Lisa gerçekten tercümeye karşı dayanıklı mı? “Bu tablo sinsice gülümser gibi bir kadın olan Lisa del Giocondo’yu tasvir ediyor” gibi kaba bir tanım yapmayı deneyebiliriz. Buradaki sorun sinsice gülümsemenin birçok yolu olması ve Mona Lisa’nın bunlardan yalnızca biri olması. Onun gülümsemesini elde etmek için daha çok detaya ihtiyacımız var.

Bu nedenle tabloyu renkli piksellerden oluşan binlerce parçaya bölerek “1. konum kırmızı; 2. konum mavi; …” gibi bir mikro tanımlama oluşturmaya çalışabiliriz. Ama bu yaklaşım tercüme yoluyla yeniden oluşturma yönergelerini karmaşık bir hale getiriyor.

Buna karşılık New York Times’ın bugünkü sayısının ilk sayfasını yeniden oluşturacak talimatları verebilirim: “Önce T tuşuna bas, sonra H tuşuna, sonra E tuşuna, … .” Ama bu talimatlar sayfanın içeriğinden çok farklı bir şey söyleyecektir. Bunlar hangi tuşlara basılacağını gösterir; gelir eşitsizliğini, Trump’ın son tweet’lerini ya da kreşe giden çocuğunuzu Manhattan’ın elit anaokullarına nasıl gönderebileceğinizi gösterir nitelikte olmayacaktır. Aynı şekilde Mona Lisa, gülümseyen bir kadını tasvir eder, bir grup renkli pikseli değil. Yani mikro tanımlama, çeviri olmayacaktır.

Düşüncenin doğası

Bu durumda benim önerim hayvanların düşüncelerini Mona Lisa’yı tanımlar gibi kategorize etmek olacaktır. Tahmin yürütmek mümkün, ama kesin konuşmak mümkün değil.

Mona Lisa benzetmesi gerçek anlamda algılanmamalı. Buradaki düşünce hayvanların “resimlerle düşündüğü” değil, basitçe insansı cümlelerle düşünmedikleri. Ne de olsa Sarah gibi gelişmemiş dilleri çalışarak öğrenmeyi başaran hayvanlar bile üç yaşındaki insanların rahatlıkla öğrendiği o zengin, yinelemeli sözdizimini asla kavrayamıyorlar.

Sarah ve diğer hayvanların düşünüyor olduklarına dair pek çok kanıta rağmen tuhaf bir şekilde tam olarak ne düşündüklerini söyleyemeyecek durumdayız. Onların düşünceleri bizim dilimizden çok farklı bir yapıda.

Kaynak:

Jacob Beck, “Can we really know what animals are thinking?”, The Conversation, 5 Eylül 2019, https://theconversation.com/can-we-really-know-what-animals-are-thinking-122678 (erişim: 18 Ekim 2019), çev. Sevim İrem Alkılınç

1 Comment

  1. Katılmıyorum. Hayvanları evrim zincirinde bizim daha önce geçtiğimiz bir noktada takılmış kalmış durumdalar.

    Dolayısıyla onların beyinleri bizim düşünce ifade etme tarzımızı yorumlayabilecek kısımlardan yoksun olabilir ama bizim beynimizde sürüngen beyni denilen ilkel kısım hala aktif, yalnızca ilkel beynin dürtüleri onun üstüne gelişmiş olan diğer bölümler tarafından filtrelenmekte ve yorumlanarak topluma ve ortama uygun çıktılara dönüştürülmekte.

    Hayvanlarda bu üst filtreleme yok ya da bizdeki kadar gelişmiş değil. Ama bizdeki ilkel yapı, onlardaki ilkel yapı ile aynı prensipte çalışmakta zira atalarımız ortak. Dolayısıyla hayvanların ne düşündüğünü anlayabilmek için önce kendimizin hayvanlaşması lazım.

    Beynimizin hayvani bölümünü aşırı uyaracak (aç/susuz bırakma vb. yollarla) ya da üst kısımları uyuşturarak ya da zayıflatarak hayvani kısmın filtresiz şekilde ön plana çıkmasına imkan verecek yöntemlerle hayvansal algı düzeyine dönersek, onların düşünme tarzının nasıl olduğunu anlayabiliriz, ancak bunun için üst kısımların bunları algılayabilecek/hatırlayabilecek minimum faaliyet seviyesinde olması lazım.

    Ayrıca beyninin hayvani kısmı kendiliğinden aşırı aktif insanlar da bulunmaktadır. Bunlar genelde dürtü kontrolü zayıf ve dolayısıyla toplumsal hayatta kuralları çiğnemeye ve suç işlemeye meyilli insanlardır. Bunların davranış ve düşünme tarzları incelenerek hayvanların da nasıl düşündüklerine dair modeller geliştirilebilir.

    Özünde hayvan/sürüngen beyni, hayatta kalmak için oportünist dürtü ile hareket eder ve yiyecek bul, tehditlerden uzak dur, çiftleş vb. temel dürtüsel patlamalar (excitation) halinde düşünmektedir.

    Toplumsallaşmış hayvanlar bunun üzerinde empati ve yardımlaşma tarzı dürtüleri yorumlayabilecek üst katmanlar geliştirmişlerdir. Maymunlarda bu kısım gelişmiştir. Belli ki karmaşık dil dizgisi geliştirmelerini gerektirecek bir dış etkenle karşılaşmadıklarıdan bu yönde evrimleşememişlerdir.

    İnsan karmaşık dil dizilimi geliştirmenin, iletişim, eşgüdüm ve örgütlenmenin ona evrimsel avantaj sağladığı bir dış stressor ile karşılaşmış olsa gerek, belki neanderthaller ile yaşanan mücadelede dil geliştirerek daha iyi örgütlenme kabiliyeti ihtiyacı buna yol açmış olabilir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Önceki Makale

Kıta Felsefesine Karşı Analitik Felsefe