/

Kualia (Stanford Felsefe Ansiklopedisi)

5876 görüntülenme
107 dk okuma süresi
Onur Göksel Yokuş

Onur Göksel Yokuş

Zihin felsefesi, etik ve siyaset felsefesi ağırlıklı bir çalışma alanına sahiptir.

Hisler ve deneyimler geniş bir alanda farklılık gösterirler. Mesela, gün içinde zımparanın üzerinde parmağını gezdirip, bir kokarcanın kokusunu duyabiliyor, parlak morumsu bir renk görüyor ve inanılmaz sinirli olabiliyorum. Bu durumların hepsinde, oldukça ayırt edici öznel karaktere sahip zihinsel bir ifadenin öznesiyimdir. Deneyimler her bir durumda “bir şey gibi” olmaklık içerirler ve hepsinin sahip olduğu bir fenomenoloji vardır. Filozoflar kualia (tekili olarak kuale) terimini sıklıkla iç gözlemsel olarak erişilebilir ve zihinsel yaşantımızın fenomenal bir yönü olarak kullanmaktadırlar. Terimin bu geniş kullanımıyla, kualia diye bir şeyin olduğunu inkar etmek zordur. Anlaşmazlıklar hangi zihinsel ifadelerde kualianın olduğu, kualianın kendi içsel niteliklerine dayanıp dayanmadığı ve kualianın fiziksel dünya ile kafamızın içinde ve dışında nasıl ilişkilendirilebileceği merkezinden hareketle vuku buluyor. Kualianın statüsü geniş çevrelerce yoğun bir şekilde tartışılmaktadır çünkü bilincinin doğasına dair makul bir anlayış geliştirmemizde merkezi bir konumda yer almaktadır. Kualia, zihin beden probleminin tam da kalbinde yer alır.


Makalenin devamı on kısma ayrıldı. İlk kısım “kualia” teriminin farklı kullanımlarını ayırt ediyor. İkinci kısım hangi zihinsel ifadelerin kualiaya sahip olduğunu ele alıyor. Üçüncü kısım kualianın indirgenemez ve fiziksel olmadığını ileri süren bazı argümanları sunuyor. Geriye kalan kısımlar fonksiyonalizme ve kualiaya, açıklayıcı boşluğa, kualia ve iç gözleme, kualianın temsilci teorilerine, içsel olarak kualiaya, temsilci olmayan özellikler olarak kualiaya, kualianın ilişkisel teorilerine ve son olarak kualia ve basit zihinler sorununa odaklanıyor.

1. Kulia Teriminin Kullanımı


(1) Fenomenal karakter olarak Kualia. Bir boyacı dükkanında parlak turkuaz rengi parçaya baktığınız zamandaki görsel deneyiminizi değerlendirin. Öznel olarak yaşadığınız bu deneyim bir şey gibi olmaklık denen duruma sahiptir. Bu deneyime sahip olmak ise mat kahverengi parçaya baktığınızdaki deneyimden çok farklıdır. Bu farklılığa sıklıkla “fenomenal karakter” denmektedir. Bir deneyimin fenomenal karakteri o deneyimin öznel olarak nasıl bir şey olduğudur. Eğer dikkatinizi deneyimin fenomenal karakteri üzerinde toplarsanız, belirli niteliklerin farkına vardığınızı göreceksiniz. İç gözlem yapıldığında erişilebilen ve bir araya gelerek deneyimin fenomenal karakterini oluşturan bu nitelikler “kualia” diye isimlendirilmektedir. C.S.Pierce da görünüşe göre “kuale” terimini tanıttığında aklında bu türden bir kullanım vardı ( 1866/1982, para 223).


Bununla birlikte kualia teriminin daha dar kullanımlarından bahsedilebilir.


(2) Duyum verilerinin özelliği olarak kualia. Bir dalmaçyalının resmini düşünün. Resmi görenler sadece içeriği algılamakla kalmaz ama aynı zamanda renkleri, şekilleri ve tuvalin üstündeki resimdeki lekelerin arasındaki uzamsal ilişkiyi de kavrarlar. Bazen görsel bir deneyimin bilincinde veya farkında olmak içsel, fiziksel olmayan bir resmi veya duyu verisi görmekmiş gibi düşünülmüştür. Bu düşünüşte, mesela, bir dalmaçyalı gördüğünüzde, dalmaçyalının resim benzeri zihinsel bir temsiline tabi oluruz (duyu- verisi), iç gözlem hem içeriğini hem de içsel temsilci olmayan özellikleri ulaşılır kılar. Bu içsel, temsili olmayan özellikler duyum-verisi teorisi savunucularınca, özne için deneyim altına girmenin nasıl bir şey olduğunun tek belirleyicisi olarak görülmüşür. İkinci, daha dar kualia anlayışında, içsel, bilinçle erişilebilir, duyum-verisinin temsilci olmayan özellikleri ve fiziksel olmayan diğer fenomenal nesneler fenomenal karakterlerini kurmak kaydıyla kualiaya ilintilidirler. Tarihsel olarak, kualia terimi duyu-verisi teorisiyle ilk kez 1929 senesinde C.I Levis tarafından kullanıldı. Levis’in terimi kullandığı şekilde, kualia duyum-verisinin kendisinin özellikleriydi.

(3) İçsel, temsilsel olmayan özellik olarak kualia. Kualia teriminin bir başka kullanımı daha var ki, daha öncekine benzer ama kualia avukatlarınca duyu-verisi teorisini desteklemelerini gerektirmeyen bir kullanımdır. Ne var ki, bu teoride, duyumsal deneyimler en nihayetinde çözümleniyor- mesela, duyumsal objeler ile bağ kurup kurmadıkları veya nöral ifadelerle tanımlanıp tanımlanamayacakları, fiziksel olarak indirgenebilir ifadeler olup olmadıkları- çoğu filozof bu tarz yapılandırılan kualianın içsel, bilinçle erişilebilir temsili olmayan özelliklerin olduğunu ve sadece kendi fenomenal karakterinden mesul olduğunu düşünmektedir. Bu özellikler, kendi nihayi doğaları ne olursa olsun, fiziksel olsun veya olmasın, “kualia” olarak isimlendirilmektedir.


Görsel deneyim durumunda örnek olarak, görsel kualia alanının görsel deneyim alanının içsel özellikleri olarak alındığı sıkça farz edilir, bu özellikler; (a) iç gözlemle erişilebilir oluşu, (b) temsilsel içeriğinde herhangi bir değişim olmadan çeşitlenebilir oluşu, (c) direkt gözlenebilen nesne özelliklerinin zihinsel karşılığı olması (bkz.renk), (d) deneyimlerin fenomenal karakterlerinin yegane belirleyicisi olması. Son yıllarda kualia en çok bu anlayış içinde değerlendirilmiştir. Bu anlayış içerisinde, kualiayı savunan veya kualianın olduğunu söyleyen isimlere örnek olarak; Neagel (1974), Peacock (1983) ve Block (1990) verilebilir.

(4) İçsel, fiziksel olmayan tarifsiz özellik olarak kualia. Bazı filozoflar (bkz. Dennett 1987,1991) kualia terimi deneyimin içsel özelliği olarak daha da dar şekilde tarifsiz, fiziksel olmayan ve özneye verili halinin anlaşılmaz olduğu şeklini kullanırlar. Kualianın olmadığını söyleyen filozoflar terimi yukarıdaki daha dar anlayışla kullanmaya (veya benzeri şekilde) meyillidir. Aynı zamanda kualia teriminin kimi zaman tanım itibariyle salt duyumsal deneyime sınırlandırılabilir olmasından da bahsetmek gerekir, eğer içinde duyumsal deneyim varsa düşünce ve bilişsel ifadelerin de fenomenal karaktere sahip olması sorunu olmaz, böylelikle kualiaya da sahip olmuş olur. Bu ölçüde, kendisinin kualiaya karşı olduğunu beyan eden filozofların bir miktar temkinli davranması gereklidir. Birisi son üç anlayışça kualianın olmadığına katılabilirken, hala kualianın ilk anlayıştaki şeklini destekleyebilir.

Makalenin devamında, makalenin başında kualia terimini oldukça geniş şekilde kullandığım gibi kullanacağım. Dolayısıyla kualianın var olduğu kabul edilecektir. Devamında, sekizinci kısımda, özellikle içsel, temsilsel olmayan özellikler olarak kualiayı tartışacağız.

2. Hangi Zihinsel İfadeler Kualiaya Sahip?


Devam eden kısım benim listeme dahil edilmiştir. (1) Algısal deneyimler, örnek olarak, yeşili görürken dahil olan deneyimler, yüksek sesli trompetler, likörün tadı, deniz havasının kokusu, bir parça kürkü ellemenin verdiği his. (2) Vücutsal duyumlar, mesela, acının sancısını hissetmek, kaşıntı hissi, açlık hissi, karın ağrısı, sıcak basması ve sersemlik hissi. Burada ayrıca orgazm boyunca veya tüm gücünü harcayarak koşarkenki hislerin eklenmesi düşünülebilirdir. (3) Reaksiyon, tutku ya da duygu hissetmek, örnek olarak, keyif, şehvet, korku, aşk, keder, kıskançlık ve pişmanlık hissi. (4) Durum hissi, örnek olarak, mutlu, depresif, sakin, sıkılmış, gergin, berbat hissetmek (daha da fazlası için Haugeland 1985, pp.230-235).


Listeye daha başka zihinsel ifadeleri dahil etmeli miyiz? Galen Strawson’ın (1994) iddiasına göre bir cümleyi anlamanın deneyimi, aniden bir şeyi düşünüyor olmanın deneyimi, aniden bir şeyi hatırlamanın ve daha başka şeyler gibisinden deneyimler vardır. Dahası, kendi görüşünce, bu tarz deneyimler alakalı duyusal deneyim veya imgelere indirgenebilir değildir. Burada Strawson’ın pozisyonunca düşünce-deneyimleri ayrı bir deneyim olarak görünmektedir. Kendi ifadesinden örneklendirirsek: “ Her duyumsal modalite bir deneyimsel modalitedir ve düşünme deneyimleri (anlama deneyimleri de dahil edilebilir) diğer deneyim modaliteleri arasında sayılacak bir deneyim modalitesidir” (p.196). Böylelikle Strawson’ın görüşünce kimi düşünceler de kualiaya sahiptir. ( Bu aynı zamanda Horgan ve Tienson’ın düşüncesinde de mevcuttur (2002))


Bu görüş tartışmalıdır. Verilecek bir cevap anlamanın fenomenal taraflarının çoğunlukla öznenin ana dilinde dilsel imgedeki itemlerin fonolojik ve sentaktik yapısından kaynaklandığını iddia etmektir. Bu imgeler sıklıkla vurgu ve tonlamadaki detaylarla tamamlanır. Okuduğumuz zaman eğer kendimizle konuşursak bu da fenomenaldir (Aynı şekilde bir şey okumadan herhangi bir şey hakkında düşündüğümüzde de.). Sıkça içsel bir ses duyarız. Yukarıdaki pasajın içeriğine dayanarak, çeşitli duygu ve hislerinde yaşantısına girebiliriz. Gergin, sıkılmış, meraklı, huzursuz, kızgın hissedebiliriz. Tüm bu reaksiyonlar, iç sesin imgeleri ve okuma tarafından üretilebilen görsel duyumlar, ortadan kalktığında, bazıları (ben de dahil) geriye fenomenoloji namına bir şeyin kalmadığını söyleyecektir.


Her halükarda, yukarıdaki türden imge ve duyumlar her zaman düşüncede sunulmaz. Düşünceye içkin değillerdir. Mesela, günlük görsel tanıma sistemimize dahil olan düşünceleri değerlendirin ( veya dilleri olmayan canlıların düşüncelerini düşünün).


Arzular hakkında mesela Venedik’teki bir haftalık tatil arzum hakkında ne diyebiliriz? Bazı vakalarda, ilintili bir fenomenal karakterin olduğu kesinlikle doğrudur. “Çekilme” veya “sürüklenme” hissini sıklıkla bir şeyleri arzuladığımızda deneyimleriz. Ayrıca çeşitli modelitelerde birbirine eşlik eden imgeler de olabilir.


“Evin soyulmuş olması” veya “bilgisayarın kaybolduğunun anlaşılması” gibi kızgınlık hissi uyandıran türde önermesel tutumları listeye dahil etmeli miyiz? Bunlar en iyi şekilde, birinin fenomenal diğerinin ise olmadığı, hibrid veya kompleks ifadeler olarak değerlendirilebilir. Böylelikle iki örnekte de, ilitili kuale veya kualianın dayanağı olduğu kurucu bir deneyim vardır.

3. Kualia İndirgenebilir, Fiziksel Olmayan Entite midir?


Kualia üzerine literatür pek çok düşünce deneyi ile doludur. Bunlardan belki de en ünlüsü, başarılı renk bilimci olan Mary ile ilgili olandır. Mary, hikayenin ilerleyişinde ( Jackson 1982) siyah beyaz bir odaya hapsedilmiştir. Hiçbir zaman çıkmasına izin verilmemiş olup, dünya hakkında onu esir tutanların verdiği siyah beyaz kitaplardan, dışarıdaki kameraya bağlı kurulmuş siyah beyaz televizyondan ve siyah beyaz fligranın takıldığı bilgisayardan bilgi edinmektedir. Zaman geçtikçe Mary, rengin ve renk görüşünün fiziksel yönüyle alakalı daha da çok bilgiye ulaşır. (Gerçek hayattaki örneği için (Knut Nordby) akromotope görsel bilimciye bakılabilir bkz. Sacks 1996, bölüm 1.) En sonunda, Mary bu alanda dünyanın önde gelen otoritesi olur. Hatta renkler ve renk görüşüyle alakalı bütün fiziksel bilgileri bilir hale gelmiştir.


Yine de kendisine sormaktadır: Dışarıdaki insanlar çeşitli renkleri gördüğünde ne deneyimliyorlar? Onlar için yeşil veya kırmızı görmek demek ne demektir? Bir gün esir tutanlar Mary’i salıverir. En sonunda şeylerin üzerindeki renkleri görebilecektir (ve vücudunu kaplayan korkunç siyah beyaz boyaları da yırtacaktır.). Kendi odasından çiçeklerle dolu bahçeye doğru dışarı çıkar. Kırmızı güle baktığında “Demek, kırmızıyı deneyimlemek böyle bir şeymiş.” der. Aşağı doğru çimenlere baktığındaysa “Yeşili deneyimlemek de böyle bir şeymiş.” diye ekler.


Mary burada önemli keşifler yapmış gibi görünmektedir. Daha önce bilmediği şeyleri açığa çıkarmış gibi görünmüştür. Eğer bu hiç değilse prensipte olası görünüyorsa, sahip olduğu renk ve renk görüşüyle alakalı bilgilere rağmen bu durum nasıl olabilir- eğer alakalı tüm fiziksel olguları biliyorsa?


Olası bir cevap öznel bir alemin, renklerle alakalı fenomenal niteliklerin, Mary’nin salınması üzerine yaşadığı yeni renk deneyimlerindeki özelliklerin içsel doğasını keşfetmesidir. Odayı terk etmeden önce, sadece objektif, öznel özelliklerin fiziksel temelini, onların neden ve etkilerini ve çeşitli benzerlik ile farklılıklarını bilmekteydi. Kendi içlerindeki öznel bilgiye sahip değildir.


Bu açıklama fizikalistlerce uygun değildir. Eğer birinin kırmızı deneyimlemesi gibi bir şey bazı fiziksel özelliklerle aynıysa, Mary’nin zaten odadayken bunları bilmesi gerekir. Benzer olarak, diğer renklerin deneyimlenmesi için de söz konusudur. Mary ilgili tüm fiziksel bilgileri biliyorsa, o zaman, fizikalistler nasıl bir savunu geliştirebilirler?


Bazı fizikalistlerce “bir şey gibi olmaklık” nasıl bilgisidir ve dahası değildir. Mary kesin yetilere sahip olur, özellikle kırmızıyla karşılaşma vakasında, kırmızı şeyleri görüşle tanıma yetisine, kırmızıyı uzamda hayal etmeye, kırmızı deneyimini hatırlama yetisine sahip olur. O yeni herhangi bir bilgiye, renkle ilişkin yeni bir olguya, yeni özelliklere erişmez. Bu görüş David Lewis (1990) ve Lawrence Nemirow (1990) tarafınca savunulmuştur.


Çoğunlukla Yeti Hipotezi adını alan bu savunu pek çoklarının sandığından daha dayanıklıdır ( Tye, 2000, bölüm 1). Fakat belirli türden tonları, o tonları deneyimlerken, ton deneyiminin nasıl bir şey olduğuyla ilgili uygun temellendirme sorununa sahiptir. Mesela, o türden kırmızı bir güle baktığım zaman kırmızı-17 tonunu deneyimlemenin nasıl bir şey olduğunu biliyorum. O tonun konsepti tam da o tona uygun düşmektedir. Fakat o ton bana sunulduğu esnada o tonla ilgili kesin bir bilgiye sahip olmaktayım. Ne yazık ki, Lewis’in aktardığı şekildeki yetilere ve Mary’nin mahrum kaldığı yetilere sahip değilim. Mary, kırmızı-17 tonunda olan şeyleri görerek kırmızı-17 olarak tanımlayamıyor. İnsan hafızasının çalışma şekli ve limitlerini ele aldığımızda, Mary kırmızı-17 konseptini hatırlayamamaktadır. Mary’nin tekrar karşılaştığında kırmızı-17 tonunu hatırlamasına izin verecek kadar ince düzenekli zihinsel bir şablonu yoktur. Mary birisi kırmızı-17 diğeri de kırmızı-18 olarak sunulan, belirli araştırmaların da gösterdiği şekilde, obje deneyimlerinden hangisinin önceki kırmızı-17 deneyimiyle eşleştiğini başarıyla söyleyemez. Bazen birini öbür zaman da diğerini seçecektir. Ve tam olarak aynı sebeple odasına döndüğünde ne bir takım şeyleri kırmızı-17 tonuna sahip olarak hayal edemeyecek, ne de gülü tam olarak sahip olduğu o tonla hatırlayamayacaktır.


Yeti hipotezi sıkıntılı bir durumdaymış gibi gözükmektedir. Fizikalistlerin önerdiği alternatif bir cevaba göre, Mary kendi odasında belirli fenomenal konseptlerden, dolayısıyla renkler ve deneyimlerini düşünme veya zihinsel temsiller oluşturmaktan yoksundur. Odasından bir kez ayrıldığında, çeşitli renkleri deneyimleyerek bu yeni düşünce şekillerine sahip olmaktadır. Aslında yeni konseptlerin işaret ettiği nitelikler Mary’nin odasında diğer tüm fiziksel ve fonksiyonel özelliklerin işaret ettiği bilgilerin farklı yorumlanmış hallerinden başka bir şey değildir.

Bu yaklaşımın yaşayacağı bir zorluk, karılaşması üzerine, “Demek kırmızı deneyimi böyle bir şeymiş.” dediğinde Mary’nin aslında yeni bir keşif yapmadığını ima etmesidir. Ne var ki, bunun gerçek bir sonuç olduğu bariz olmaktan uzaktır. Yaygın olarak kabul edildiği haliyle konseptler veya sunum kipleri düşünce içeriklerinin ayrımlanmasına dahil olurlar, “içerik” teriminin verili bir anlayışında düşünce-içeriği, işaret cümleleri için gerekli ama rasyonelize etmesi en zor açıklamaları sağlar. Bu anlayışça, benim Çiçero’nun hatip olduğunu düşünürken ne düşündüğüm, Tully’nin hatip olduğunu düşündüğüm zamanki düşünceyle aynı değildir. Bu nedenle Tully’nin Çiçero olduğu keşfedilebilir. Çiçero’nun hatip olduğu düşüncesi, Tully’nin hatip olduğu düşüncesiyle doğruluk değeri bağlamında farklılaşmaz- aynı tekil önerme iki içeriğinde kurucusudur. – ama konsept veya temsil şekli olarak farklılaşır. Bir düşünme şekli Çiçero iken öteki Tully’dir. Konseptlerin işaret ettiği aynıdır, fakat işaret ettikleri şeyi farklı şekille temsil ederler ve böylece açıklamaları rasyonelize etmede farklı rol oynayabilirler.

Böylelikle salınması üzerine Mary’nin yeni şeyler öğrenmesinde, hali hazırda gerçek dünyayla alakalı tüm fiziksel olguları bilmesine, hatta yeni deneyimler altına girmesine ve iç gözlemsel nitelikleri tamamen fiziksel olmasına rağmen zorluk yok gibi görünmektedir. Olağan, gündelik anlayışımızca Mary’nin bilgisi artar. Ve bu, tartışmalı olmakla birlikte, fizikalistlerin bilgi argümanını açıklaması için tek gereken şeydir (“Olgu” terimi, bahsedilmesi gerekir ki, kendi içinde belirsizdir. Bazen kendi başına gerçek dünya hallerini işaret etmek için kullanılır; bazen belli koşullardaki durumlar için kullanılır. Yukarıdaki fiziksel olguları konuştuğumuzda, fiziksel durumların kendilerini veya salt fiziksel kavramsallaştırmaları işret etmemiz gereklidir. Daha fazla olgu tartışması için, Tye 1995).

Bazı filozoflar bu vakada eski ve yeni konseptler arasındaki farkın konseptlerin temsil veya işaret ettiği özellikler alemi olması gerektiği konusunda ısrarcıdır ( Jackson 1993, Chalmers 1996). Mary bazı özellikleri odasında biliyorken; diğer özelliklerin salıverilmesinden sonra farkında olmuştur. Mary’nin gerçek bir keşif yapması için gereken şudur: Mary’nin odasında ilişkilendiremedikleriyle kırmızıya ait yeni özelliklerin deneyimini ilişkilendirebilmesi gerekir. Yeni özelliklerin fiziksel olmamasından ötürü fizikalistler bu iddiayı reddetme eğilimindedir.

Buradaki sorun komplekstir. Fizikalistlerin ihtiyacı olan fizikalizmle uyumlu olan bir fenomenal konsept teorisi üretmektir (Belirli subjektif türde olan deneyimlerimizin farkına vardığımızda birincil kişi bakış açısınca kullanılan özel türden konseptler). Teklif edilen bazı öneriler vardır (Örnek olarak Hill 1991, Loar 1990, Levine 2000, Sturgeon 2000, Perry 2001, Papinau 2002, Tye 2003). Fakat teorinin yapısı üzerine varılmış ortak kanı yoktur ve bazı filozoflar tatminkar bir cevap bulunamayan Mary’nin odası örneğine uygun bir fenomenal konsept teorisi üretmek için çabalamaktadır (Chalmers 1999). Öteki bir olasılık diğer alanlara uygulanan konseptlere göre fenomenal konseptlerin epey farklı işliyor olarak tasarlanmasının kafa karıştırıcılığıdır. Bu görüşçe, Mary’nin odası örneğiyle baş etmek için fenomenal konsepte başvuran fizikalistler yanılgı içindedir ( Tye 2009).

Bir diğer ünlü anti-indirgemeci düşünce deneyi zombi olasılığını dahil ederek kualiayı ele alır. Felsefi veya felsefe zombi tasavvuru en ufak parçasına kadar duyarlı bir canlının, mesela, bir insanın kopyasıdır. Fakat eş olduğu o canlıdan fenomenal bilinçten yoksun olmasıyla ayrılır. Benim açımdan bakıldığında, plajda uzanıp, mutlu bir şekilde şarap içip dalgaları izlerken çeşitli görsel, kokusal ve tatsal deneyimlerin altına giriyorum. Fakat benim zombi ikizim bunların hiçbirini yaşamıyor. Onun herhangi bir fenomenal bilinci yoktur. İkizim kendimin birebir fiziksel kopyası olduğundan ikimizin içsel psikolojik durumları (fonksiyonel) olarak benimki ile eş yapılı olacaktır (benzer bir çevrede konuşlandığını farzedersek). Hangi fiziksel uyarıcı uygulanırsa uygulansın, ikizim uyarıcıyı benim işlediğim şekilde işleyecek ve tam olarak aynı davranışsal karşılığı üretecektir. Hatta, fenomenal olmayan psikolojik hallerin fonksiyonel ifadeler olduğu varsayımınca (durumlar, oynadıkları rol veya fonksiyonlarınca uyarıcı ve davranış arasında bağdaştırıcı olarak tanımlanabilirler.), zombi ikizim tam olarak aynı inançlara, düşüncelere ve arzulara tıpkı benim sahip olduğum gibi sahip olacaktır. Benden deneyim bazında ayrılacaktır. İkizim için, dalgalara bakarak dalıp gitmek veya şarap yudumlamak gibi bir şey yoktur.

Felsefe zombilerinin olabileceği hipotezi bu zombilerin gündelik hayatta da olası olduğu değil, bu türden zombilerin varlığının doğa yasalarıyla uyumlu olduğu şeklinde kullanılır. Bu türden zombi kopyaların ihtimali en azından düşünülebilirdir ve bu nedenle metafiziksel olarak olasıdır.

Felsefi zombiler kualianın fizikalist formdaki herhangi bir şekline ciddi tehdit teşkil etmektedir. Evvela, zombi kopyalar metafiziksel olarak olası ise, böylelikle fenomenal ifadelerin içsel, objektif ve fiziksel ifadelerle eş olmadığını gösteren temel bir argümanımız var gibi görünmektedir. Şimdi objektif, fiziksel ifade olan P’nin fenomenal ifade olan S’den bağımsız olarak bazı uygun zombi kopyalarda gerçekleştiğini farzedelim (Yukarıda dendiği metafizik haliyle). Sezgisel olarak S, S olmadan gerçekleşemez. Mesela, acı, acı olmadan hissedilemez. Yani, P, S’de olmayan kipsel özelliğe, ismen çoklu gerçekleşme özelliğine S olmadan sahiptir. Böylelikle, Leibniz kuralı uyarınca (X olan ve Y olan her şey için, X, Y ile aynı kimliğe sahipse, böylelikle X ve Y’nin tüm özellikleri aynıdır) S, P ile aynı kimliği paylaşmaz.

İkincil olan, benimle mikrofiziksel olarak eş olan bir insan, aynı çevrede yaşamış (hem şu an hem geçmişte) herhangi bir fenomenal deneyimden mahrum olabiliyorsa, böylelikle deneyim ve hislerle ilgili olgular, kualia ile ilgili olgular, objektif mikrofiziksel olgularca zorunlu olarak sabitlenmemiş veya belirlenmemiştir. Ve bu fenomenal olarak bilinçli ifadelerin katı bir şekilde içsel objektif fiziksel ifadelerle eş olmadığını kabullenen fizikalistlerce bile kabul edilemez. Fizikalistler açısından, hangi çizgide olursa olsun, en azından mikrofiziksel olguların tüm olguları belirlediğine katılmalıdır, bizim dünyamızla mikrofiziksel açıdan tıpatıp aynı herhangi bir dünya (en ufak ayrıntısına inildiğinde, tekil her bozonun pozisyonunu katarak) bizim dünyamızla tüm açılardan aynı olmak zorunda olurdu (eş dağlara, göllere, ağaçlara, kayalara, duyarlı varlıklara, şehirlere ve devamına sahip olurdu.).

Ünlü fizikalistlerden birisi zombi vakasına (Loar 1990) zombilerin konseptsel olarak olası olabileceği veya zombi fikrinde hiç değilse bariz bir çelişkinin olmadığını söyler, zombilerin metafizik olarak olası olduğunu reddeder. Anti-fizikalist argüman metafiziksel olasılığı gerektirmesiyle- salt konseptsel olasılık yeterli değildir- birlikte çöker. Elimizdeki konseptsel olasılığın anti-fizikalist amaçlar için çok zayıf olduğu (hiç değilse ileri kalifikasyon veya argümanlar olmadan) benim Michael Tye olmama olasılığım olgusunca gösterilmiştir (sahtekar birisi olduğum veya geçmişi hakkında yanlış bilgilendirilmiş biri olmam), hatta, verili gerçek olgularca, metafiziksel olarak olanaksızdır.

4. Fonksiyonalizm ve Kualia


Fonksiyonalizm ayrı ayrı kualiaların hepsinin fonksiyonel doğası olduğu, örneğin acının fenomenal karakterinin belirli türden nedensel veya teleofonksiyonel özelliklerin fiziksel girdiler (vücut hasarı) ve fiziksel çıktılar (çekilme hareketi) arasında yönlendrici olmasıyla aynı şey olduğunu söyler. Bu görüşte (Lycan 1987) kualia pek çok fiziksel şekilde gerçekleşebilir. Fiziksel olarak epey farklı içsel ifadeler yine de aynı hissettirebilir. Bir şey gibi olmaklıkta kilit nokta fonksiyonel roldür, altında yatan donanım değil.

Kualianın fonksiyonel teorilerine iki meşhur itiraz yöneltilmiştir: Tersine spektrum ve mevcut olmayan kualia. Önceki itirazdaki ilk varsayım karşımdaki kişi kırmızı görürken benim yeşil görmem ve tam tersinin de olabileceğidir, ayrıca diğer renkler de dahildir yani renk deneyimimiz fenomenal olarak döndürülmüştür. Bu eleştiri şimdilik fonksiyonaliste sıkıntı yaratmak için yetersizdir. Karşımdaki ve benim çevreyi temsil edişimiz illa ki farklı olacaktır: Mesela, sizin yaşadığınız görsel deneyim kırmızıyı temsil edecekken benimki yeşili temsil eder. Ve temsildeki farklılık dışsal şeylerle nedensel etkileşimimizdeki farkla birlikte gelir (böylelikle fonksiyonel fark oluşur).

Bu cevap tersine spektrum savunucularınca her iki kişinin aynı temsilsel içeriğe aynı ortamda sahip olup fenomenal olarak ayrıldığı vakaya dönüştürülerek bertaraf edilebilir. Ne var ki bu tarz vakaların metafiziksel olası olup olmadığı tartışmaya açıktır. Bariz olarak, kualia hakkında temsilci olan filozoflar (bölüm 7) bu olasılığı reddedecektir. Hatta bu vakaların konseptsel olarak mümkün olduğu net değildir (Harrison 1973, Hardin 1993, Tye 1995). Bunu bir yana bırakırsak, hepimizdeki ortak fonksiyonel kimliğe karşın bazı ince ayarlı fonksiyonel farklılıkların olmayabileceği bariz olmaktan uzaktır.

Bilgisayımsal bir örneği değerlendirelim. M ve N olan herhangi iki numerik girdi için, verili bilgisayar her zaman M ve N’nin ürünü olan çıktıyı üretecektir. Aynı şeyi tam olarak aynı yapan bir bilgisayar daha vardır. Buradan bakılırsa bilgisayarlar fonksiyonel olarak aynıdır. Peki bu tıpatıp aynı programı işlettiklerini beraberinde getirir mi? Tabi ki, hayır! İki girdiyi türetecek cinsten programlar vardır. Bu programlar çarpıcı şekilde değişebilir. Kaba haliyle makineler aynı fonksiyonlara sahipken, bu fonksiyonlar daha alt katmanlarda değişebilirler.

Karşımdaki kişi ve benim durumumda, böylelikle, tersine spektrum karşıtı kaba olarak eş olduğumuzu söylese bile- ikimiz de “kırmızı” şeylere kırmızı deriz, ikimiz de deneyimlerimizin zemininde bu şeylerin kırmızı olduğuna inanır, ikimiz de kırmızı şeyleri görerek nedensel olarak bu deneyimleri yaşarız vb.- içsel fonksiyonel organizasyonumuzda ince ayarla ayrılan farklar vardır. Ve bu deneyimlerimizin fenomenal farklılığının nedenidir.

Bazı filozoflar karşımdakinin ve benim tüm açılardan eş olduğumuzu yine de fenomenalce ayrıldığımızın hala düşünülebilir olduğu şeklinde cevaplandırılacaktır. Fakat bu iddia fonksiyonalizme karşı olup fizikalizmi kabul edenlerce bir problem barındırır. Molekülüne kadar aynı kopyalarda (Aynı dışsal, fiziksel kurulumda) tersine kualiayı hayal etmek ne kadar kolaysa aynısı fonksiyonel kopyalarda tersine kualiayı düşünmek kadar kolaydır. Eğer önceki kopya metafiziksel olarak gerçekten imkansızsa, fizikalistlerin iddiayı destekleyeceği şekilde, sonraki niye olmasın? İki vakanın alakasız olduğunu göstermek için bazı ilave, inandırıcı argümanlar gereklidir. Şu ana kadar, hafızamı yokladığımda, böyle bir argüman sunulmamıştır (Tabi ki, bu cevap kualianın indirgenemez, fiziksek olmayan bir entite olduğunu savunan filozoflara uygulanamaz. Ne var ki, bu filozofların kendi ağır problemleri vardır. Özellikle, fenomenal nedensellik problemiyle yüzleşirler. Nedensel kapalılık kabul edildiğinde, kualia nasıl herhangi bir fark yaratabilir? Daha fazlası için Tye 1995 ve Chalmers 1996)

Mevcut olmayan kualia hipotezince duyarlı varlıkların fonksiyonel kopyası mümkün olup, kopya kualiadan tamamen yoksundur. Mesela, bir filozof (Ned Block 1980) bir milyar Çinli’ye verilen her biri birbiriyle iletişim kuracak iki yönlü radyoyu ve yapay (beyni olmayan) vücutları hayal etmemizi ister. Bedenin hareketi radyo sinyallerince kontrole edilir ve sinyallerin kendisi gökyüzünden görünen sürü halinde talimatlar ile uyumlu tutulmuştur. Talimatlar Çinli insanların bireysel nöronlar gibi işlemesi ve radyoların sinaps gibi işleyerek, Çinli insanların hep birlikte bir insan beyninin nedensel organizasyonunu canlandıracağı şekildedir. Bu sistemin, eğer gerçek olsaydı, gerçekten herhangi bir his ya da deneyim altına girip girmeyeceğini, görünürde ise girmeyeceğini farzetmek tutarlıdır. Fakat bu gerçek bir metafizik olasılıksa, kualianın fonksiyonel özü yok demektir.

Çin ulusu sistemi benzeri vakalarda gelen bir standart fonksiyonalist cevap zorluğu kabul etmek ve ne kadar tuhaf göründüğü tartışıla dursun, Çin ulusu sisteminin kualiaya sahip olma konusunda başarısız olmayacağıdır. Bu görüşün tuhaflığı, kimi fonksiyonalistlerce ( Lycan 1987) görece durumumuzdan türer. Çin ulusu sisteminden çok daha küçüğüzdür ki bu ağaçlara bakarken ormanı görmemize engel olur. Tıpkı nöron ebatında insan kafası içine sıkışmış yaratıkların burada bilincin olmadığı yanılgında olmaları gibi, biz de Çin ulusu sistemini tasavvur ederken yanlış sonuca varıyoruz. Aynı zamanda herhangi bir sistemin içimizden birinin tamamen fonksiyonel kopyası olması sistemi, içsel ifadelerini de kapsayacak şekilde aynı inançların öznesi yapıp yapmayacağı da tartışılmıştır ( bkz. Shoemaker 1975). Böylelikle Çin ulusu sisteminin acı çektiğine inanması ve bu türden inançları varsa, bir takım deneyimlerin öznesi olması gereklidir (Ve böylelikle fenomenal karakterde olmalıdır). Eğer bu cevap geçerliyse (Cevabın güncellenmiş versiyonu ve yeni düşünce deneyleri için Tye 2006), gösterdiği şey sahip olunan bazı fenomenal karakter veya öteki özelliklerin fonksiyonel özü olduğudur. Fakat tekil kualianın kendi başına fonksiyonel olduğunu göstermiştir. Böylelikle biri mevcut olmayan kualianın imkansız olduğunu kabul ederken tersine spektrumu olası bulabilir ( Bkz. Shoemaker 1975).

5. Kualia ve Açıklayıcı Boşluk


Fenomenal deneyimin nasıl bir şey olduğunu kavramamız iç gözlem ile sağlanmıştır. Aynı zamanda beyin ve vücudumuz içinde nelerin döndüğüne ilişkin kavrayışımız görece eksiktir. Fakat, görüldüğü üzere, ikisi arasında derin bir yarık vardır. Anlayışımızda bu yarığın kapatılabilir olduğunu görmek epey zor bir iştir. Nöronların fiziksel yapısına ne kadar derinden indiğimiz ve ateşlendiklerinde ortaya çıkan kimyasal iletime bakmamız, ne kadar objektif bilgiye ulaşırsak ulaşalım, hala açıklayamayacağımız bir şeyle kalmış, şöyle ki filan objektif ve fiziksel değişimin niyesi ve nasılı, ne olursa olsun yarattığı belirli türden öznel hisleri veya herhangi bir öznel hissi açıklanamaz bir şeymiş gibi kılmaktadır.

Bu kualia için olan meşhur “açıklayıcı boşluk”tur ( Levine 1983, 2000). Bazıları açıklayıcı boşluğun doldurulamayacağı ve uygun sonucun dünya içinde de alakalı bir boşluk olduğunu çıkarsamamız gerektiğini söyler. Deneyim ve hislerin indirgenemez, öznel ve fiziksel olmayan özellikleri vardır ( Jackson 1993; Chalmers 1996. 2005). Diğer felsefeciler boşluk hakkında temelde aynı pozisyondayken bu pozisyonun salt fizikalist deneyim ve his görüşlerini gözden düşürmediği konusunda ısrarcıdır. Daha ziyade gösterdiği şey bazı fiziksel özellik ve durumların indirgenemez öznel entiteler olduğudur (Searle 1992). Diğerleri açıklayıcı boşluğun günün birinde kapatılabileceğini ama şimdilik subjektif ve objektif perspektifleri birleştirecek konseptlerden mahrum olduğumuzu belirtmektedir. Bu görüşçe, kualianın fiziksel olduğu açığa çıkabilir, fakat bunun nasıl olabileceğiyle ilgili açık kavramsallaştırmamız yoktur (Nagel 1974). Bir başka taraf halen kararlı şekilde açıklayıcı boşluğun, prensipte, kapatılabileceğini fakat bunun bizim veya bize benzeyen herhangi bir canlı tarafından yapılamayacağı konusunda ısrarcıdır. Deneyimler ve hisler hayatın, sindirimin, DNA’nın veya şimşeğin doğal dünyanın parçası olması gibi fizikselin parçalarıdır. Sadece elimizdeki ve üretmeye muktedir olduğumuz konseptlerle bilişsel olarak tam, birleştirici açıklamaya zihinlerimizin yapısı nedeniyle kapalıyız ( McGinn 1991).

Son zamanlarda taraftar kazanıyor olan bir başka görüşçe boşluk gerçek, kapanamaz, fakat bunun bilincin doğası için, fiziksel veya fonksiyonalist teori için olumsuz sonucu yoktur. Bu görüşe göre, boşluğun, bizi deneyim ve his dünyasıyla, fiziksel ve fonksiyonal fenomenler dünyasının farklı taraflarda olduğu bir çatallaşmaya götüreceği hiçbir nedeni yoktur. İndirgenemeyen türden öznel ve objektif iki ayrı doğal fenomen yoktur. Açıklayıcı boşluk fenomenal konseptin özel karakterinden ortaya çıkar. Bu konseptler boşluğun olduğundan daha derin ve daha zorlu olduğunu düşünme yanılgısına iter.

Bu görüşün bir türünde, fenomenal konseptler sadece iç gözlem yoluyla fenomenal ifadelere uygulanmış indeksikal konseptlerdir (Lycan 1996). Görüş içindeki bir başka alternatif de, fenomenal konseptler son derece özel, diğer tüm konseptlerden ayrı birincil kişi bakış açısına dayanan konseptlerdir (Tye 2003). Açıklayıcı boşluğa karşı bu cevap, üçüncü bölümde Bilgi Argümanı’na karşı getirilen ikinci cevaba yakınlık göstermektedir. Ne yazık ki, fizikalistler yanlış bir şekilde fenomenal konsepte başvurursa, boşluk sorunuyla başa çıkamayacaklardır.

Boşluğun nasıl oluştuğu ve ne gösterdiği konusunda bir fikir birliği yoktur.

6. Kualia ve İç Gözlem


Geçmişte, filozoflar kualianın içsel, yönelimsel olmayan, deneyim nüveleri olması adına sıklıkla iç gözleme başvurmuştur. Son zamanlarda belirli başlı kimi filozoflar iç gözlemin böylesi özellikleri ortaya çıkarmadığı görüşüne vardılar (Harman 1990, Dretske 1995, Tye 1995, 2000). Beyaz bir duvara bakmış olalım, bu beyaz duvarda yuvarlak şekilde, parlak kırmızı renginde bir çizim bulunmaktadır. Bu çizimin rengine ve şekline arka planına da dahil olacak şekilde, yakından dikkat verelim. Şimdi dikkatinizi karşıdaki baktığınız şeyden baktığınız şeyin görsel deneyimine çevirin. Farkında olduğunuz çizimden ziyade çizimin farkındalığı üzerinde dikkatinizi toplayın. Kendizi aniden kırmızılığın ve yuvarlaklığın çizime içkin olan özellikler olması gibi, görsel deneyiminize içkin yeni özelliklerle karşı karışa gelmiş buldunuz mu? Bazı filozoflara göre bu soruya verilen cevap kulakta çınlayacak şekilde bir “Hayır” dır. Çizime baktığınızdaki gibi, gündelik hayatta var olan belirli özelliklerin farkında olursunuz. Dikkatinizi deneyiminizin özelliklerine doğru çevirdiğinizde, belirli türden kesin bir deneyime sahip olduğunuzu fakat aynı özelliklerin farkında olduğunuzu fark edersiniz; deneyiminize dair iç gözlemce ortaya çıkmış yeni özellikler bulamamışsınızdır. Bu haliyle, görsel deneyiminiz saydam veya yarı saydamdır. İncelemeyi denediğinizde, deneyimlediğiniz özellikleri, deneyimin bağlı olduğu deneyim öznesi olmanızla birlikte, olduğu gibi, dolaysız kavrarsınız.

Bu nokta yukarıdaki filozoflara göre halisünatif bir durundaysanız ve duvarda asılı gerçek bir resim yoksa bile yürürlüktedir. Yine de orada belirli şekil ve renkteki çizimin deneyimine sahipsinizdir. Bu sadece deneyiminizin yanlış bir temsil ürünü olduğu durumudur. Ve dikkatinizi deneyimin içerisine doğru yöneltirseniz, aynı özellikleri dolaysız olarak görürsünüz.

Bu gözlemlerce, dikkatinizi onlara doğru yönelttiğinizde aniden hissetiğiniz deneyimlerin özellikleri olarak kavranan kualia, aslında yoktur. Farkında olduğumuz özellikler hiç de deneyimlerin özellikleri değildir, fakat onun yerine, herhangi bir şeyin özellikleri olacaklarsa, dünya içindeki şeylerin (algısal deneyimde olduğu gibi) veya vücut kısımlarımızın (vücutsal algı veya duyumda olduğu gibi) özellikleridir. Bunu demek deneyimlerin kualiaya sahip olmaması demek değildir. Vurgulanan nokta kualianın deneyim özelliği olmamasıdır. Sonraki bölümde geliştirilecek bu iddia tartışmalıdır ve bazı filozoflar kualiayı değerlendirmelerince saydamlık tezini açık şekilde reddeder (Block 1991,2000; Stoljar 2004; Nida-Rümelin 2007). Örnek vereceksek Block için, kualia bize iç gözlem tarafından deneyimimizin içsel, yönelimsel olmayan özellikleri olarak sunulmaz. Fakat buradan iç gözlemle ulaştığımız kimi özelliklerin olmadığı sonucu çıkmaz. Örnek olarak, iç gözlem temelinde mavinin görsel deneyimi altına girmenin nasıl bir şey olduğunu biliriz. Öyleyse, bir ifadenin ne gibi olduğunun önemi içsel, yönelimsel olmayan özelliklerin işaret ettiği şeydir, böylelikle bariz şekilde bu türden özelliklerin iç gözlemsel olarak farkında oluruz (“-ın” ekinin de re anlamıyla). Bu görüşçe, kualianın deneyimin özelliği olup olmadığı (spesifik olarak, içsel, yönelimsel olmayan özellikler) teorik bir konudur. İç gözlem şöyle ya da böyle bir çözüm sağlamaz.

7.Kualianın Temsilci Teorileri


Şeylerin görünümü ve hissedilmesiyle ilgili konuşma biçimlerimiz içlemseldir. Eğer, flaş ampulünün sönmesi sonucu oluşan kırmızı sonrası imgeye sahip isem, böyle bir nokta olmamasına rağmen fotoğrafçının yüzünde kırmızı gözüken bir noktayı görürüm. Eğer tüm ve sadece mor olan şeylerin zehirli olduğu bir dünyada yaşıyorsam, yine de bu, mor görünen nesnelerin aynı zamanda zehirli gözükeceği anlamına gelmez (fenomenal “görünme” anlamını kullanacaksak). Bacağımda bir ağrı hissetmem, bacağımın olması gerektiği anlamına gelmez. Acım bir tür hayalet ağrı olabilir. Bu türden olgular kimi türden temsilci görüşlerin kualia için uygun olduğu tartışmasına ileri destek sağlaya gelmiştir.

Kimi filozoflarca iç gözleme başvurma temelinde sürdürüldüğü gibi, kualia, deneyimin özelliği değilse ve iç gözlem ile ortaya çıkan özellikler sadece deneyim tarafından temsil edilen özellikler ise (mesela dışsal şeylere ait özellikler), doğal temsilci görüş önerince kualia, temsil edilmiş özelliklerin deneyime dahil olduğu deneyimin temsili içeriklerinden başka bir şey değildir. Bu aynı zamanda deneyimlerden konuştuğumuzda niye kualiaya sahip olma veya fenomenal karaktere sahip olma şeklinde ibareler kullandığımızı açıklar. Anlamın kelimeler içindeki bir şey olması gibi deneyimin temsilsel içeriği de deneyimin içindedir. Dahası, kelimenin anlamı kelimenin niteliği anlamına gelmiyorsa, aynı şekilde deneyimin fenomenal karakteri deneyimin sahip olduğu özellik değildir.

Kualia deneyimsel içeriklerse, bu içerikler tam olarak hangileridir? Deneyimin temsili içeriği açıkça, herhangi bir fenomenal farklılık olamadan değişebilir. Örnek olarak, ben ve karşımdaki kişi aynı açıdan bir teleskop görürsek ve gördüğüm şeyi karşımdaki kişi gibi teleskop olarak tanımlayamasam bile (böylelikle bu seviyede deneyimimiz temsili olarak farklılaşır), teleskopun ikimize de görünme şekli epey aynıdır (fenomenal anlamla “görünme” den bahsediliyor). Benzeri şekilde, bir çocuk aynı bakış açısından aynı iteme bakarsa, çocuğun deneyimi bizimkiyle epey benzer olacaktır. Fenomenal olarak deneyimlerimizin benzerliği, üstel düzey temsili farklara rağmen çok yakındır. Bu, kimi temsilcilere göre, deneyimimizde bize temsil edilen aynı 3-D yüzeylere, kenarlara, renklere ve yüzey şekillerine ek olarak çok sayıda yüzey detayından kaynaklanmaktadır.

Burada paylaştığımız temsil içeriği David Marr’ın (1982) ileri düzey renk ve şekil bilgilerinin ekli olduğu ünlü Görme Teorisi’ndekine oldukça benzerdir (detaylar için Tye 1995). Bu içeriğin kavramsız bir içerik olarak görülmesi uygundur. Erken çıktıları, geniş modüler duyumsal işlemleri ve üst düzey bilişsel işleme sistemleri arasındaki girdileri şekillendirir. Temsilci görüş mensupları kimi zaman kualianın bu içerik düzeyinde bulunduğunu iddia etmiştir (Dretske 1995, Tye 1995, 2000; karşı görüşteki temsilci görüş için McDowell 1994).

Bu görüş için var olan sakıncalardan birisi temsili içerik olarak alınan kualianın doğrulanmış görsel deneyim ve onun halüsinatif eşinde ortak içeriğinin olması gerektiğidir. Ayrıkçı (disjunctivist) görüş mensupları, paylaşılan genel bir içerik olduğu varsayımını tartışmışlardır (Hinton 1973, Martin 1997, Snowdan 1990). Belki doğrulanmış deneyimlerde sadece tekil bir içerik ve halüsinatif deneyimlerde de eksik bir içerik vardır veya herhangi bir içerik yoktur bile (görsel deneyim ve içeriği hakkında genişletilmiş bir tartışma için Pautz 2010, Siegel 2011).

Alternatif bir olasılıkta kualia deneyim tarafından temsil edilen özelliklerdir. Bu görüşte, doğrulanmış deneyim ve onun halüsinatif eşince paylaşılan ortak bir içerik yoktur. Aynı özelliklerin temsil edilmesi yeterlidir. Tabi ki, bir deneyimce temsil edilen özelliği neyin kualia yaptığıyla ilgili ileri tartışmalar gerekmektedir.

Bazı filozoflar kualiayı deneyimdeki temsili içerikçe hazırlanan temsil modu içerisine yerleştirmeyi denemiştir. Bu görüşün bir versiyonunda, görsel deneyim dış dünyayı temsil etmekle kalmaz ama aynı zamanda kendisini de temsil eder (bu konu üzerine toplanan kaynak olarak Kriegel ve Williford 2006). Örnek olarak, kırmızı objeye ait anlık görsel deneyimim sadece objeyi kırmızı olarak temsil etmez (bu odaksal farkındalığımdır) ama aynı zamanda kırmızının kendisini de kırmızı olarak temsil eder (bu normalde sahip olduğun çevresel türden bir farklılıktır). İç gözlem yaptığımda, deneyimin kendi farkındalığın kendisini sağlar. Herhangi bir üstel düzey düşünce gerekli değildir. Deneyimin benim için ne gibi olduğu onun kırmızılığı olarak varsayılmış, bu da gerçek dünyadaki kırmızılığı temsil etmek için kullanılan deneyimimin temsil modu olarak alınmıştır.

Bu görüş saydamlık fenomeni ( bölüm 6) ve klasik kualiafil görüşün yakın olduğu, öznenin iç gözlem yaptığı esnada deneyim belirtecinin ve fenomenal özelliklerinin farkında oluşuyla uyumsuzdur. Bu yeni ayrımca elimizdeki farkındalık durumu deneyim belirtecinin kendisini ve içeriklerinden birisini kullanır.

Kualia ile ilgili temsilci görüşü savunanlar aynı zamanda sıklıkla zihin içeriğinin dış kaynaklı olduğunu savunmaktadır (istisnalardan birisi olarak Chalmers 2004). Bu görüşte, verili deneyimin neyi temsil ettiği, kısmen, dış çevrenin faktörlerince belirlenmektedir. Böylelikle mikrofiziksel olarak özdeş olan ikizler, deneyimlerinin temsili içeriğince ayrılabilirler. Eğer içerikteki farklılıklar doğru şekildeyse, geniş temsilcilerce, mikrofiziksel olarak özdeş ikizlerin deneyimlerinin fenomenal karakteri bağlamında farklılaşmadan duramazlar. Özdeş ikizlerde temsil içeriği farkını yaratan şey kimi dışsal farklılıklar, özne ve itemler arasındaki bağlantı farklılıklarıdır. Bu genel bağlantıların, tam olarak neleri kapsadığıyla ilgili fikir birliği olmasa da bu bunlara “patika “ denir.

Geniş temsilcilikte, kualia kafanın içerisinde yer almaz. Klasik, kartezyen temelli deneyim tasviri ve dünya ile ilişkisi böylelikle alt üst edilmiştir. Kualia, bağlı olduğu öznelerin içsel durumlarının özelliği değildir, bununl birlikte içsel özdeşlerin zorunlu olarak paylaştığı özelliklerde çevreleri aynı olabilir. Daha doğrusu, temsili içerikler içsel ifadelerin sahip olduğu, öz yapıları önemli ölçde özne ve çevresi arasındaki bağlantılarda sabitlenen içeriklerdir (Byrne ve Tye 2006; karşı ama yine temsilci olan görüş için Pautz 2006).

Temsilcilik, sunulduğu şekliyle, kualia için bir kimlik tezidir: Kualia düşünüldüğü üzere belirli temsili içeriklerle bir ve aynı şeylerdir. Bazen az önceki görüş yerine kualianın deneyimin temsili özellikleriyle bir ve aynı olduğu düşünülür (veya deneyimde temsil edilen özellikler olduğu) ve bu temsil özelliklerinin indirgenir olması tartışmalıdır (Siewart 1998). Aynı zamanda temsilciğin zayıf bir versiyonuna göre kualianın temsili içeriğe, temsili içeriğin de deneyime benzer olması metafiziksel olarak zorunludur. Buradan anlaşılacağı gibi bu benzerlik ilişkisi kualinın özüne ilişkin açık kapılar bırakır.

İleri tartışma için bilincin temsilsel teorisi makalesinin üçüncü bölümüne bakılabilir. Eleştiriler bir sonraki bölümde verilmiştir.

8. İçsel Deneyimin Temsilsel Olmayan Özellikleri Olarak Kualia


Birinci kısımda not edildiği gibi kualia kimi zaman içsel temsili olmayan, deneyimin bilinçli erişilebilir özellikleridir. Temsilciler bu haliyle tasvir edilen kualia anlayışına karşıyken, kualiayı geniş anlamıyla (yani fenomenal karakter olarak kualia) temsilsel özellikler ile tanımlarlar. Bununla birlikte kualia terimini deneyimin içsel, temsili olmayan özelliği olarak savunan filozoflar vardır. Bu filozoflar temsilciliği reddeder ve geniş anlamıyla deneyimin içsel temsili olmayan özelliğiyle kualiayı tanımlarlar. Bu görüş sonraki kısmın konusudur.

Daha önce söylendiği gibi, kimi filozoflar deneyimin saydam olduğunu reddetmiştir. Onlara göre iç gözlem deneyimin iç gözlemsel, içsel, temsili olmayan özelliklerden mahrum olduğunu göstermez. Dahası, temsilciliğin belirli itirazlara maruz kaldığını belirtirler. Bu itirazlar deneyimin kualiaya sahip olduğunu savunmada destekleyici sütunlardan biridir, bu sayede kualia içsel ve temsilsel olmayan özellikler olarak görülebilir. İkinci sütuna ise kimi zaman “genel kanı” denmiştir, bu kanı doğrulanmış ve halüsinatif deneyimin aynı fenomenal karakteri paylaşabilmesinden (aynı kualiaya sahip olmasından) hareket eder. Şu ana kadar tartışılan bu konu görüş savunucularınca desteklenmiş ama kualianın ilişkisel teorisini savunanlarca reddedilmiştir (bölüm 9).

Kualianın temsilci savunusuna gelen itirazlar sıklıkla tartışmalı karşı örnekleri izler. Bu tür itirazlar aynı temsili içeriği paylaşan ama fenomenal karakterde farklılaşan durumları kapsar. Christopher Peacocke, 1980 senesinde bu türden örnekler vermiştir. Bazılarına göre (Block 1990, Shoemaker daha çıkmadı) tersine spektrum bu kategoriye dahil olan itirazlardan birisidir. Başka türden bir itiraz deneyimin temsili içeriğinin farklı ama fenomenal karakterinin aynı olması üzerinden hareket etmektedir. Ned Block’un tersine çevrilmiş dünya örneği bu alana dahildir. Sonraki durumlar sadece güçlü temsilciliği tehdit ederken, önceki durumlar temsilciğin hem zayıf hem güçlü formunu tehdit etmektedir. Bazen karşı örnekler herhangi bir tür veya başka bir deneyim mevcut ama temsili içerik durumunun olmaması üzerinden kurulur. Bataklık adam ( Davidson 1986),- İçimizden herhangi birisinin molekülüne kadar kopyasıdır, belirli miktar batmış kütüğe şimsek çarpınca kimyasal reaksiyon ile kazara oluşmuştur.- bazı filozoflarca bu tarz örneklerden birisidir. Fakat gündelik yaşamdan örnekler de vardır. Depresyon hissinin dışsallığını değerlendirin. Bunda, görüldüğü üzere, temsili içerik bulunmamaktadır. Aynı şekilde, mutluluk hissinin dışsallığı da böyledir. Yine de bu deneyimler kesinlikle fenomenal olarak farklıdır.

Bütün bu itirazları değerlendirmek için yer yok. Kısaca bir tanesini tartışabiliriz: Tersine Çevrilmiş Dünya. Tersine Çevrilmiş Dünya, şeylerin üzerinde dünyadaki karşıtlarının renklerine tümleyici renklerin olduğu hayali bir dünyadır. Gökyüzü sarı, çimler kırmızı, olmuş domateslerin yeşil olduğu ve devamının da böyle geldiği bir dünya. Tersine dünya sakinleri dünyadaki insanların aksine psikolojik tutumların ve deneyimlerin altına tersine yönelimsel içeriklerle giriyorlar. Gökyüzünün sarı olduğunu düşünüyor, çimenin yeşil olduğunu görüyor ve pek çok şeyi karşıt tutumla yaşıyorlar. Bununla birlikte, tıpkı bizim dediğimiz gibi gökyüzüne mavi, çimene yeşil, olmuş domatese kırmızı demektedirler. Hatta bütün farklılıklar göz ününe alındığında, tersine dünya bizim dünyamıza olabildiğince benzemektedir.

Hikayenin Block’daki orijinal versiyonunda, çılgın bilim insanı gözlerinize renk dönüştürücü lensleri sokar ve sizi tersine dünyaya, tersine dünya ikizi veya tıpatıp benzerinin yerini alacağınız yere götürür. Uyandıktan sonra herhangi bir değişiklik fark etmezsiniz çünkü tersine lensler tersine renkleri nötralize etmektedir. Hala daha önce bulunmuş olduğunuz yerde olduğunuzu düşünürsünüz. Sizin için gökyüzünü veya bir başka şeyi görmenin yaşattığı tıpkı orijinal dünyadaki ile aynıdır. Fakat yeterince vakit geçtikten sonra, tersine dünyanın diline ve fiziksel çevresine yeterince girmiş olduğunuzda yönelimsel içerikleriniz tersine dünya sakinleriyle eşleşecektir. Örnek olarak, tıpkı onlarınki gibi, gökyüzünün sarı olduğuna inanmaya başlayacaksınız. Benzer şekilde, gökyüzünü sarı gibi temsil eden deneyime de sahip olacaksınız. Gökyüzünü görerek girmiş olduğunuz deneyimsel ifade, sizde, şimdi normalde sarı şeyleri deneyimlediğinizdeki ifadedir. Öyleyse, deneyiminizin fenomenal durumları aynı kalırken, sonraki sizin tersine yönelimi olan içsel ifadeleriniz önceki sizin içsel ifadelerine görece karşıttır.

Belki de bu itiraza verilebilecek en basit cevap en azından deneyiminiz devam ettiği müddetçe renk bağlamında deneyiminizde gerçekten bir değişikliğin olacağını reddetmektir. Sonuç olarak, “normal” in, hem teleolojik hem teleolojik olmayan kullanımları vardır. Eğer bir deneyimin uygun olduğu şey doğanın ona uyması için tasarladığıysa, biyolojik amacı için uygunsa, o zaman dünyadan tersine dünyaya geçiş normal uymada herhangi bir fark yapmayacak ve böylelikle deneyiminizin temsilsel içeriğinde farklılık olmayacaktır. Türünüzün evrimleştiği ortamda doğanın türünüzün maviyi deneyimlemesi için tasarladığı algısal durum, yabancı bir çevre olan tersine dünyada sarı şeylere baktığınızda sizde nedensel olarak gerçekleşmeye devam edecektir.

Nedensel izlemenin karakterde teleolojik olduğu önerisi, hiç değilse basit deneyimlerce, acı hissi veya kırmızı duyumunun evrimsel kökende olduğu görüşüyle ortak gitmektedir (Dretske 1995). Ne var ki, yukarıda bahsedilen bataklık adam örneği bağlamında ciddi itirazlarla karşılaşır. Türlerin kladistik konseptince bataklık adam bir insan değildir. Hatta, evrimsel geçmişten muaf olarak herhangi bir türe bile dahil olamaz. Bataklık adamın içsel ifadeleri herhangi bir teleolojik rol oynamamaktadır. Doğa onlardan herhangi birisini bir şey yapmaları için tasarlamamıştır. Böylelikle, fenomenal karakter bazılarının da savunduğu şekilde teleotemsilsel içerik ise bataklık adamın herhangi bir deneyimi ve kualiası yoktur. Bu duruma inanmak pek çok filozof için oldukça zordur.

Tersine dünya problemine verilmiş başka cevaplar bulunmaktadır. Bunlara tersine dünyaya geçildiğinde kualianın sabit kalacağı veya kualianın yine aynı kaldığı duyumsal içeriğin teleolojik olmayan görüşünün özenli tartışılması dahil edilebilir.

Yukarıda belirtildiği gibi, görüşün desteklenmesinde ikinci sütunda kualia genel kanı içerisinde içsel, deneyimin temsili olmayan özelliğidir. Bu tutumu benimseyen filozoflar özneye bazen birebir aynı görünen doğrulanmış algı ve halisünasyonun en basit ve iyi açıklamayı sağladığını düşünürler. Tabi ki buradan hareketle, halisünasyon ve doğrulanmış davranışın birbirine benzemesinden aralarında ortak olan bir şey olduğu direkt çıkarsanmaz. Yine de bu algıya karşı olanlar için daha iyi bir açıklama sağlamak zorlayıcıdır.

9. Kualianın İlişkisel Teorileri


Kualianın ilişkisel teorileri, tipik olarak normal şartlarda algılayanların etraflarındaki objelerin ve sahip olduğu özelliklerin direkt farkında olduğu naif gerçekçi tez ile başlamıştır. Algılayanların, böylelikle, deneyimlerinin direkt farkında olduğunu önerilmiş, deneyimlerinin fenomenal karakteri alakalı obje ve obje özellikleri gözlenen görüş açısıyla da birleştirilerek alınmıştır. Daha açık olarak, fenomenal karakter algılayanın gördüğü obje özellikler ve obje konumunun algılayanla ilişkisi üzerinden kurulmuştur (Campbell 2002).

Sonraki çalışmalarında, Campbell (2009) algılayanın konumunun da fenomenal karaktere dahil edilmesine onay vermiştir. Bir algılayıcının konumu algılayıcının benmerkezci çerçevesinden daha fazlasını içerir. Algılamak için kullanılan anlam modalitesini, zaman ve mekân kadar algılanan objeye olan uzaklığı, objeye görece algılayanın oryantasyonunu ve deneyimin zamansal dinamiklerini de içerir. Bir objenin bilinci, Campbell için, algılayan, bir obje ve konum ile üç kısımlı bir ilişkiden ibarettir. Fenomenal karakterin, hangisiyle eşleştirileceği, bu görüşçe, kesin değildir.

Bill Brewer (2011), Campell’a naif gerçekçi algısal deneyim görüşünde üçüncü ilişkiselliğin gerekli olduğuna katılır; üçüncü ilişkisellik, deneyimin duyusal kipini, mekansal-zamansal bakış açısını ve diğer ilgili algı koşullarını içerir, ancak bu koşulların tam olarak ne olduğunu belirtmez. William Fish (2009) benzer konumdadır, üçüncü ögenin algılayanın görsel sistemine has farkları kadar algılayıcının dikkat durumunun da dahil edilmesini savunur, çünkü görüşlerinin ne kadar iyi olduğuna ve dikkatlerini ne kadar kullandıklarına bağlı olarak aynı objeyi aynı konumdan gören iki sıradan algılayıcının görsel deneyiminin karakteri farklılaşabilir.

Tabi ki, birisi tamamen halüsinatif haldeyken gördüğü herhangi bir obje yoktur. Böylelikle, ilişkiselcilik doğrulanmış deneyimdekiyle aynı fenomenal karaktere izin vermez. İlişkisellik görüşü mensuplarını bu nedenle geçen bölümde bahsedilen, genel türden kanıyı reddederler. Temsilciliğin bazı versiyonlarında iddia edilen ilişkiselcilikle uyumlu bir görüşte, halisünatif durumlardaki fenomenal karakter deneyimin temsili içeriği ile alakalıdır. Bazı ilişkiselciler tarafından savunulan öteki görüşte bir halüsinatif deneyimin- mesela, kırmızı bir üçgen deneyiminin- fenomenal karakterinde doğrulanmış bir kırmızı üçgen deneyiminden ayrılabilir veya ayırt edilebilir daha başka bir şey yoktur (Martin 2004, Fish 2009). Bu görüşte, halisünatif deneyimin verili zihinsel kategorizasyonunda, kesin ilişkisel ve epistemolojik özelliğe sahip olduğunu söylemekten başka bir şey yoktur, yani alakalı algısal deneyimden ayrı olamaz.

Bazen ilişkiselciler kendi görüşlerini, görülen objelerin doğrulanmış görsel deneyimin kurucusu olması ve halüsinatif deneyimde böyle bir şart olmadığı için, iki vakadaki deneyimlerin kendisinin farklı olduğunu tartışarak motive etmeyi denerler. Ne var ki bu doğru olsa bile, iki vakanın aynı fenomenal karakteri paylaşamayacağı sonucu çıkmaz. Çıkarsanacak şey daha çok eğer ortak bir fenomenal karakter paylaşıyorlarsa, bilinçli deneyim (sadece) bu fenomenal karakter tarafından ayırt edilemez.

Halüsinatif karakterin Martin’in ilişkiselci teorisinde karşılaştığı bir problem bilişsel olarak basit algılayıcılardır. Köpekler halüsinasyon görebilirler. Fakat bir kemiğin halüsinatif deneyiminin bir sincabın doğrulanmış deneyimiyle aynı veya farklı olduğu hükmünü verecek bilişsel gereçlerden yoksundurlar. Hiç değilse bir “ayırt edilemez” anlamıyla, kemiğin halüsinatif deneyimi onlarca sincabın doğrulanmış deneyiminden ayırt edilemezdir. Ancak bu deneyimlerin fenomenal karakteri kesinlikle farklıdır (Bu problemle ilgili tartışma ve cevaplar için Martin 2004, eleştiriler için Siegel 2009).

İlişkiselci görüş için bir diğer problem Müller- Lyer ilizyonu gibi yanlış algılama durumlarından kolayca sıyrılamamasıdır. Campell algılayıcıların münhasırlıklarının fenomenal karakteri etkileyeceğini söylemiş fakat normal şartlarda normal gözlemciye bile olduğundan farklı gözüken şeyler için bir önerisi yoktur. Burada sahne gözden önceyken fenomenolojiyi yakalamakta başarısız olmuştur. Brewer ilizyonların, durum olmayan algılanan obje türünden paradigmalara görsel olarak alakalı benzerlikler yoluyla açıklanabileceğini söylemiştir. Müller- Lyer durumunda paradigma biri düzlemden uzakta ve uzun olan diğeri de düzleme yakın ve kısa olan çizgilerdir. Bu öneri çeşitli potansiyel zorlukları barındırır (Pautz 2010). Örnek olarak, şelale ilüzyonunda akan su aynı anda hem durağan hem de hareket ediyor olarak gözükmektedir. Gerçek dünyada buna uygun benzer paradigmalar yoktur (Algının ayrıkçı teorisi makalesine bakınız).

10. Hangi Canlılar Kualia İçeren Durumları Yaşarlar?


Kurbağaların kualiaları var mıdır? Ya da balıkların? Peki ya bal arılarının? Filogenetik skalada aşağılara giderken bir yerde fenomenal bilinç kaybolmaktadır. Ama nerede? Bazen, bir kere bizden çok daha basit –mesela salyangozlar- canlılar üzerine düşündüğümüzde onların fenomenal bilince sahip olup olmadıklarını belirten ne fiziksel ne yapısal herhangi bir ipucunun olmadığı düşünülür ( Papinau 1994). Gerçekten örümceklerin ağlarını ördüklerindeki gibi veya balıkların denizde yüzdüğü kesinlikteki gibi bu canlıların bilinçli olup olmadığına karar verme yolu yoktur.

Temsilciliğin yukarıdaki sorulara yönlendirecek cevapları vardır. Bir zihinsel ifadenin (kabaca) fenomenal ifadeye sahip olması için bu ifadelerin (i) içsel veya dışsal, kesin özellikler hakkında bilgi taşıması ve (ii) bu bilginin hazır duran ve inanç ve isteklerde (inanç benzeri ve istek benzeri ifadelerde) direkt değişiklik yapmaya uygun türden olması gerekir, böylecek muhakemeden yoksun, tahminler doğrultusunda rastgele davranışında değişiklik yapan varlıklar kendilerine belirli veya başka türden algısal uyaranla sağlanan bilgiye dayanarak, fenomenal olarak bilinçli değildir. Bu görüşte tropistik organizmalar hiçbir his ve deneyim yaşamazlar. Kualiaları yoktur. Onlar tamamen bilinçsiz otomatlar veya zombilerdir, çeşitli görsel uyaranlar bağlamında kör görü öznesi olarak kısıtlanmış bilinçsiz otomatlar veya kısmi zombilerdir denebilir.

Mesela bitki örneğini ele alalım. Pek çok türde bitki davranışı vardır. Bazı bitkiler sarmaşık gibi tırmanır, bazıları sinek yer, kimileri tohumlarını mancınık gibi fırlatır. Pek çok bitki gece vakti yapraklarını kapatır. Bu çeşit ani tepkilerin sebebi bitkilere içsel olan bir şeydir. Tohumlar tohumların hücre duvarındaki hidrasyon veya dehidrasyon nedeniyle fırlatılırlar. Yapraklar kapanır çünkü hücrelerdeki ve yaprak saplarındaki su hareketi, sıcak ve ışıktaki değişimlerce tetiklenmiştir. Bu tarz içsel olaylar veya ifadeler kesinlikle fenomenal değildir. Venüs sinek kapanı veya gündüz sefası olmak gibi bir şey yoktur.

Bitkilerin davranışları esnek değildir. Genetik olarak belirlenmiş ve öğrenmeyle modifiye edilebilir değildir. Doğal seçilim tarihsel olarak bitki türlerine faydalı olduğu için bitki davranışlarını es geçmiştir. Fakat şimdi böyle bir şeye gerek yoktur. Mesela, sinekler kanatlarında Venüs sinek kapanlarını birkaç gün hasta edecek bir madde taşısa bu bitkilerin davranışlarında sineklerin sebep olduğu bir değişim gözlenmez. Her Venüs sinek kapanı yapabildiği müddetçe sinek yakalamaya devam eder.

Bitkiler aynı zamanda deneyimden öğrenmez. Başlarına gelen şeyler ışığında belirli inançları oluşmaz veya kendilerini değiştirmezler. Ya da herhangi bir arzuları olmaz. Elbette, bazen bunlara muktedirlermiş gibi konuşuruz. Solan nergislerin su için yalvardığını söyleriz. Fakat bunun tamamen kurgu bir konuşma şekli olduğunu biliriz. Tam olarak kast ettiğimiz nergislerin suya “ihtiyaç” ı olduğudur. Hedef-güdümlü bir davranış, bir amaç, öğrenme sonucu davranış veya su için arzu yoktur.

Bitkiler, temsilci görüşte, herhangi bir kualiaya sahip değildirler. Onların içinde olanlar, hali hazırda inançları ve istekleri olmadığı için bunlarda bir değişiklik yapmaz.

Yukarıdaki türden akıl yürütme, kualia bitkilere ve terliksilere genişletilemese bile kullanılabilir, kualia doğanın içinde epey yaygındır (Tye 1997, 2000). Tabi ki, bu tarz bir durum çok daha basit canlılara inanç ve isteklerin atfedilmesi kararının verilmesini gerektirir. Ve bu tarz akıl yürütmeler pek çok durumda oldukça tartışmalıdır. Hatta temsilciliğin kendisi tartışmalı bir pozisyondur. Kualianın kökeni filozofların çok üzerinde durdukları bir konu değildir (Genel, geniş çaplı bir tartışma için Tye 2016).

KAYNAK

  • Block, N., 1980, “Troubles with Functionalism,” in Readings in the Philosophy of Psychology (Volume 1), N. Block (ed.), Cambridge, MA: Harvard University Press, 268–305.
  • –––, 1990, “Inverted Earth,” Philosophical Perspectives (Volumes 4), J. Tomberlin (ed.), Atascadero, CA: Ridgeview Publishing Company.
  • –––, 1996, “Mental Paint and Mental Latex,” Philosophical Issues (Volume 7), E. Villenueva (ed.), Atascadero, CA: Ridgeview Publishing Company.
  • –––, 2000, “Mental Paint,” Essays in Honor of Tyler Burge, M. Hahn and B. Ramberg (eds.), Cambridge, MA: MIT Press.
  • Brewer, B., 2011, Perception and its Objects, Oxford: Oxford University Press.
  • Byrne, A., 2001, “Intentionalism Defended,” Philosophical Review, 110: 199–240.
  • Byrne, A. and Tye, M., 2006, “Qualia ain’t in the Head,” Noûs, 40: 241–255.
  • Campbell, J., 2002, Reference and Consciousness, Oxford: Clarendon Press.
  • Campbell, J., 2009,“Consciousness and Reference,” in The Oxford Handbook of Philosophy of Mind, B. McLaughlin, A. Beckermann & S. Walter (eds.), Oxford: Oxford University Press.
  • Chalmers, D., 1996, The Conscious Mind, Oxford: Oxford University Press.
  • –––, 1999, “Materialism and the Metaphysics of Modality,” Philosophy and Phenomenological Research, 59: 473–493.
  • –––, 2004, “The Representational Character of Experience,” The Future for Philosophy, B. Leiter (ed.), Oxford: Oxford University Press.
  • –––, 2005, “Phenomenal Concepts and the Explanatory Gap,” in Phenomenal Concepts and Phenomenal Knowledge: New Essays on Consciousness and Physicalism, T. Alter and W. Walter (eds.), Oxford: Oxford University Press.
  • Churchland, P., 1985, “Reduction, Qualia, and Direct Introspection of Brain States,” Journal of Philosophy, 82: 8–28.
  • Davies, M. and Humphreys, G., 1993, Consciousness, Oxford: Blackwell.
  • Davidson, D., 1986, “Knowing One’s Own Mind,” Proceedings and Addresses of the American Philosophical Association, 60: 441–458.
  • DeBellis, M., 1991, “The Representational Content of Musical Experience,” Philosophy and Phenomenological Research, 51: 303–324.
  • Dennett, D., 1990, “Quining Qualia,” in Mind and Cognition, W. Lycan (ed.), Oxford: Blackwell, 519–548. [Preprint available online]
  • –––, 1991, Consciousness Explained, Boston: Little, Brown and Company.
  • Dretske, F., 1995, Naturalizing the Mind, Cambridge, MA: MIT Press, Bradford Books.
  • Fish, W., 2009, “Disjunctivism, Indistinguishability and the Nature of Hallucination,” in Disjunctivism: Perception, Action and Knowledge, A. Haddock and F. Macpherson (eds.), Oxford: Oxford University Press.
  • Garcia-Carpintero, M., 2003, “Qualia that it is right to Quine,” Philosophy and Phenomenological Research, 67: 357–377.
  • Gibbons, J., 2005, “Qualia: They’re not what they seem,” Philosophical Studies, 126: 397–428.
  • Harman, G., 1990, “The Intrinsic Quality of Experience,” in Philosophical Perspectives (Volume 4), J. Tomberlin (ed.), Atascadero, CA: Ridgeview Publishing Company.
  • Hardin, C., 1993, Color for Philosophers, Cambridge: Hackett.
  • Harrison, B., 1973, Form and Content, Oxford: Blackwell.
  • Haugeland, J., 1985, Artificial Intelligence: The Very Idea, Cambridge, MA: MIT Press, Bradford Books.
  • Hinton, J.M., 1973, Experiences. Oxford: Clarendon Press.
  • Hill, C., 1991, Sensations: A Defense of Type Materialism, Cambridge: Cambridge University Press.
  • Horgan, T., 1984, “Jackson on Physical Information and Qualia,” Philosophical Quarterly, 34: 147–83.
  • Horgan, T. and Tienson, J., 2002, “The Intentionality of Phenomenology and the Phenomenology of Intentionality,” in Philosophy of Mind: Classical and Contemporary Readings, D. Chalmers (ed.), Oxford: Oxford University Press, 520–33.
  • Horgan, T. and Kriegel, U., 2007, “Phenomenal Epistemology: What is Consciousness that We may Know it so Well?” Philosophical Issues, 17: 123–144.
  • Jackson, F., 1982, “Epiphenomenal Qualia,” Philosophical Quarterly, 32: 127–136.
  • –––, 1993, “Armchair Metaphysics,” in Philosophy of Mind, J. O’Leary-Hawthorne and M. Michael (eds.), Dordrecht: Kluwer.
  • Kriegel, U. and Williford, K. (eds.), 2006 Self-Representational Approaches to Consciousness, Cambridge, MA: MIT Press, Bradford Books.
  • Kripke, S., 1972, “Naming and Necessity,” in Semantics of Natural Language, D. Davidson and G. Harman (eds.), Dordrecht: D. Reidel, 253–355.
  • Levine, J., 1983, “Materialism and Qualia : The Explanatory Gap,” Pacific Philosophical Quarterly, 64: 354–361.
  • –––, 2000, Purple Haze: The Puzzle of Conscious Experience, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Lewis, C. I., 1929, Mind and the World Order, New York: Charles Scribner’s Sons.
  • Lewis, D., 1990, “What Experience Teaches,” in Mind and Cognition: A Reader, W. Lycan (ed.), Oxford: Blackwell.
  • Loar, B., 1990, “Phenomenal States,” in Philosophical Perspectives (Volume 4), J. Tomberlin (ed.), Atascadero, CA: Ridgeview Publishing Company.
  • –––, 1998, “Phenomenal States (Revised Version)” in The Nature of Consciousness, N. Block, O. Flanagan, and G. Guzeldere (eds.), Cambridge, MA: MIT Press.
  • –––, 2003, “Qualia, properties, modality,” Philosophical Issues, 1: 113–29.
  • –––, 2003, “Transparent experience and the availability of qualia,” in Consciousness: New Philosophical Perspectives, Q. Smith & A. Jokic (eds.), Oxford: Oxford University Press.
  • Lycan, W., 1987, Consciousness, Cambridge, MA: MIT Press.
  • –––, 1996, Consciousness and Experience, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Mandler, G., 2005, “The consciousness continuum: From ”qualia“ to ”free will“,” Psychological Research/Psychologische Forschung, 69 (5–6): 330–337.
  • McDowell, J., 1994, “The Content of Perceptual Experience,” Philosophical Quarterly, 44: 190–205.
  • McGinn, C., 1991, The Problem of Consciousness, Oxford: Blackwell.
  • McKinsey, M., 2005, “A refutation of qualia physicalism,” in Situating Semantics: Essays on the Philosophy of John Perry, M. O’Rourke & C. Washington (eds.), Cambridge, MA: MIT Press.
  • Marr, D., 1982, Vision, San Francisco: W.H. Freeman and Company.
  • Martin, M., 1997, “The Reality of Appearances” in Thought and Ontology, M. Sainsbury (ed.), Milan: Franco/Angeli.
  • –––, 2004, “The Limits of Self-Awareness,” Philosophical Studies, 120: 37–89.
  • Moore, G. E., 1922, “The Refutation of Idealism,” in his Philosophical Studies, London: Routledge and Kegan Paul.
  • Nagel, T., 1974, “What is it like to be a Bat?” Philosophical Review, 83: 435–456.
  • Nemirow, L., 1990, “Physicalism and the Cognitive Role of Acquaintance,” in Mind and Cognition: A Reader, W. Lycan (ed.), Oxford: Blackwell.
  • Nida-Rümelin, M., 2007, “Transparency of Experience and the Perceptual Model of Phenomenal Awareness,” Philosophical Perspectives, 21: 429–455.
  • Papineau, D., 1994, Philosophical Naturalism, Oxford: Blackwell.
  • –––, 2002, Thinking about Consciousness, Oxford.
  • Pautz, A., 2006, “Sensory Awareness is not a Wide Physical Relation,” Noûs, 40: 205–240.
  • Pautz, A., 2010, “Why Explain Visual Experience in terms of Content,” in Perceiving the World, B. Nanay (ed.), Oxford: Oxford University Press.
  • Peacocke, C., 1983, Sense and Content, Oxford: Oxford University Press.
  • Peirce, C. S., 1866/1982, “Lowell Lecture” (ix), Writings of Charles S. Peirce: A Chronological Edition, M. H. Fisch (ed.), Bloomington, Indiana: Indiana University Press.
  • Perry, J., 2001, Knowledge, Possibility, and Consciousness, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Raffman, D., 1995, “On the Persistence of Phenomenology,” in Conscious Experience, T. Metzinger (ed.), Paderborn: Schöningh.
  • Rey, G., 1992, “Sensational Sentences Switched,” Philosophical Studies, 68: 289–319.
  • Sacks O., 1996, The Island of the Colorblind, New York: Alfred A. Knopf.
  • Searle, J., 1992, The Rediscovery of Mind Cambridge, MA: MIT Press.
  • Siegel, S., 2009, “The Epistemic Conception of hallucination,” in Disjunctivism: Perception, Action and Knowledge, A. Haddock and F. Macpherson (eds.), Oxford: Oxford University Press.
  • –––, 2011, The Contents of Experience, Oxford: Oxford University Press.
  • Siewert, C., 1998, The Significance of Consciousness, Princeton, NJ: Princeton University Press.
  • Shoemaker, S., 1975, “Functionalism and Qualia,” Philosophical Studies, 27: 291–315.
  • –––, 1982, “The Inverted Spectrum,” Journal of Philosophy, 79: 357–381.
  • –––, 1990, “Qualities and Qualia : What’s in the Mind,” Philosophy and Phenomenological Research (Supplement), 50: 109–131.
  • –––, 1998, “Two Cheers for Representationalism,” Philosophy and Phenomenological Research, 58: 671–678.
  • Shoemaker, S., 2007, “A case for qualia,” in Contemporary Debates in Philosophy of Mind, Brian McLaughlin & Jonathan Cohen (eds.), Oxford: Blackwell.
  • Snowdon, P., 1990, “The Objects of Direct Experience,” Proceedings of the Aristotelian Society (Supplementary Volume), 64: 121–150.
  • Stoljar, D., 2004, “The Argument from Diaphonousness,” Canadian Journal of Philosophy (Special Issue: Language, Mind and World), 34: 341–390.
  • Strawson, G., 1994, Mental Reality, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Sturgeon, S., 2000, Matters of Mind, London: Routledge.
  • Thau, M., 2001, Consciousness and Cognition, Oxford: Oxford University Press.
  • Tye, M., 1986, ‘The Subjective Qualities of Experience’, Mind, 95: 1–17.
  • –––, 1995, Ten Problems of Consciousness, Cambridge, MA: MIT Press.
  • –––, 1997, “The Problem of Simple Minds: Is There Anything it is Like to be a Honey-bee?”, Philosophical Studies, 88: 289-317.
  • –––, 2000, Consciousness, Color, and Content, Cambridge, MA: MIT Press.
  • –––, 2003, “A Theory of Phenomenal Concepts,” Philosophy, 53: 91–105.
  • –––, 2006, “Absent Qualia and the Mind-Body Problem,” Philosophical Review, 115: 139–168.
  • –––, 2009, Materialism without Phenomenal Concepts: A New Perspective on the Major Puzzles of Consciousness, Cambridge, MA: MIT Press.
  • –––, 2016, Tense Bees and Shell-Shocked Crabs: Are Animals Conscious?, Oxford: Oxford University Press.
  • White, S., 1995, “Color and the Notional Content,” Philosophical Topics, 22: 471–503.
  • Van Gulick, R., 2007, “Functionalism and qualia,” The Blackwell Companion to Consciousness, Max Velmans & Susan Schneider (eds.), Oxford: Blackwell.

2 Comments

  1. Bu metinden anladığım: Rastlantısallık ve öznellik

    Aynı toprağa yan yana dikilen aynı tür fidanlar, birbirinden az da olsa hem toprak üstüne hem de toprak altına farklı yapıda ve desende büyüyecektir.

    Aynı şekilde aynı uyaranlara beyinin verdiği tepki ve oluşturduğu nöral yollar/dallanmalar, kişinin nörokimyasal yapısına bağlı olarak birbirinden az da olsa önemli değişiklikler oluşturacaktır.

    Zaman içinde bu değişiklikler o kadar farklılaşır ki herkes kendine özgü kişilik yapısını geliştirmiş olur ve bu kişilik yapısını dışarıdan gelen uyaranları yorumlayan bir analiz aracı olarak düşünürsek, aynı uyaranın algılandıktan sonra kişinin iç dünyasında (beyin nöral topoğrafyasında) yaratacağı tepkime (his, düşünce vb.) genel hatlarıyla aynı olsa da ayrıntısına inildiğinde kişiye has (öznel) olacaktır.

    Sanırım kualia ve fenomenel farklılık kavramları yukarıdaki şekilde açıklanabilir. Herkes büyürken maruz kaldığı deneyimlere göre kendine özgü kualisını (analizörünü) oluşturmakta.

    Yani, beynimizde doğuştan gelen temel yapılar, dış dünyayı algılamak, öğrenmek ve hayatta kalmak üzerine kurulu olduğundan, dış dünya ile etkileşimimiz sonucunda beynimizde dış dünyanın bir izlenimi (kualia) oluşmaktadır. Bu izlenim (referans nesneler ağı/modeli) üzerinden hayatta kalma odaklı karar verme mekanizmamızı/modelimizi sürekli olarak geliştirmiş/güncellemiş olmaktayız.

    Merak ettiğim bir husus, beynimizdeki dış dünyayı öğrenme ve referans sistemi oluşturmaya yarayan ve doğuştan gelen komutlar, mekanizmalar ve yazılım nasıl kalıtsallaştı? Rastlantısal olarak mı?

    Kualisı birebir aynı gelişmiş insanlar da bile aynı anda aynı uyaranın aynı yoruma yol açacağının garantisi de olmayabilir zira o anda içsel ve dışsal diğer etkenler, ortaya çıkan yorumu etkileyebilecek önemde olabilir.

    Ayrıca nöral/bilişsel yorumlamada kullanılan sinirsel tepkimeler, bünyesinde rastlantısallık barındırıyor da olabilir ki bu determinist olarak modellenmesini/benzeşiminin yapılmasını zorlaştırabilir. Özgür irade dediğimiz şey belki de bu rastlantısallığın ürünüdür.

    Aynı nesneye bakan kişiler, nesne ile ilgili birden fazla katmanda bilgi edinirler, örneğin, rengi, kokusu, şekli, hareketli olup olmadığı, tehdit olup olmadığı, adlandırmasının ne olduğu vb. Bu farklı katmandaki bilgiler, kişinin beyin yapısına ve beyninde kaydedilmiş referans bilgilere göre kıyaslanıp yorumlanarak kişiye özgü bir düşünce/duygu çıktısı oluşturur. Bu çıktı anlık olarak yenilenen/güncellenen bir çıktıdır ve karar verme mekanizmamız buna dayanır.

    Beyninde kayıtlı referansları farklı ya da eksik olan kişiler, bazı katmanlardan gelen veriyi anlamlandıramayacaktır çünkü beyinde kayıtlı, kıyas yapılacak referans nesne yoktur. İlk defa elma ya da ağaç gören biri, daha önce hiç meyve/sebze/ağaç görmemiş ise yeni nesneyi daha önce deneyimlediği gördüğü nesnelere benzeterek çıkarım yapmaya ve karar vermeye çalışacaktır. Burada hayal gücü ve metafizik/olasılık dünyası devreye girmektedir.

    Önemli bir husus da algı mekanizmamız nihayetinde gerçekliğin kısıtlı bir bölümünü/katmanını duyumsayarak yorumlayabilmekte olduğudur. Yani dış/gerçek dünya (fenomen) özellikleri aslında nesnel ve sabit, ancak bizim algılarımız bunun yalnızca bir kısmını yakalayabilmekte ve bu algı yorumlandığında kişiden kişiye ufak farklılıklar arz etmektedir (özneldir). Yani gerçeğin bir kısmı algılanıp, çarpıtılmaktadır. Bu çarpıtma, olasılıklar evreninin (metafiziği) doğurmakta olup, mevcut gerçeklikte var olmayan ya da var olsa da duyularımızla algılayamadığımız olguları hayal/tahmin etmemizi sağlamaktadır.

    Çinlilerin beyni simüle ettiği farazi deneyde bireyler (sinapslar) fark edemese bile sistemin genelinde tekil bir kualia ortaya çıkmış olabilir. Bireyler/sinapslar bunu algılamaktan aciz olabilir.

    Benim merak ettiğim kualia diye bir kavrama/araca felsefede neden ihtiyaç duyulmuş?

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Kozmopolitanizm (Stanford Felsefe Ansiklopedisi)

Önceki Makale

Fransız Devriminin Ölüm Meleği – Marisa Linton