Ev Hayvanları Meselesi – Gary L. Francione, Anna E. Charlton

2072 görüntülenme
32 dk okuma süresi
Öznur Kaptan

Öznur Kaptan

Ankara Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümünde öğrenimini sürdürmektedir. Ingiliz ve Amerikan edebiyatı bağlamında batı edebiyatı çalışmakta, dilbilim ve felsefeyle ilgilenmekte.

Sokaktan kurtarılan altı köpek ile birlikte yaşıyoruz. Hamile köpekler için yapılan bir kurtarmada doğan biri hariç, hepsi şiddetli istismar vakaları da dahil olmak üzere çok üzücü durumlarla geldi. Bu köpekler evimizi paylaştığımız insan olmayan mültecilerdir. Onları ne kadar çok sevsek de, her şeyden önce hiç var olmamaları gerektiğine  inanıyoruz.

Evcilleştirme ve evcil hayvan sahipliğine karşı çıkıyoruz çünkü bunlar hayvanların temel haklarını ihlal ediyorlar.

‘Hayvan hakları’ terimi büyük ölçüde anlamsız hale gelmiştir. Kafes tavuklarına kafes alanında küçük bir artış yapmamızı, ya da süt danalarının sürüklenip kesilmeden önce izolasyon yerine sosyal ünitelere yerleştirilmesi gerektiğini düşünen herkes genel olarak ‘hayvan hakları’ pozisyonu olarak kabul edilen bir şeyi ifade ediyor. Bu, büyük ölçüde yaygın olarak ‘hayvan hakları hareketinin babası’ olarak kabul edilen Hayvan Özgürleşmesi (1975) nin yazarı olan Peter Singer’la nitelendirilebilir.

Bu babalık atfının yapılmasındaki sorun, Singer’ın ahlaki hakları tümüyle reddeden ve acıyı azaltacağını düşündüğü her türlü önlemi destekleyen bir faydacı olmasıdır. Başka bir deyişle ‘hayvan hakları hareketinin babası’ hayvan haklarını tümüyle reddediyor ve kafessiz yumurtalara, sandıksız domuz eti ve hemen hemen her büyük hayvan refahı hayır kuruluşunun desteklediği ‘mutlu sömürü’ önlemlerine onay vermektedir. Singer hayvan haklarını desteklemez, hayvan refahını destekler. Hayvanların insanlar tarafından kullanılmasını reddetmez. Yalnızca cefalarına odaklanır. Örneğin 2006’da The Vegan dergisine verdiği bir röportajda insanların çoğunlukla bitkisel gıdalar tükettikleri bir dünya hayal edebildiğini, fakat kendilerini ara sıra açık alanda yemlenen tavukların yumurtaları ya da mümkünse türleri için doğal koşullar altında güzel yaşamlar süren ve sonra çiftliklerde insanca öldürülen hayvanlardan gelen etlerin lüksüne bırakarak ödüllendirebileceğini söylemiştir.

‘Hayvan hakları’ terimini, kendi türümüzün temel çıkarları söz konusu olduğunda ‘insan hakları’nın kullanıldığı gibi farklı bir şekilde kullanıyoruz. Örneğin, bir insanın yaşama hakkının olduğunu söylersek, onu rızası olmayan bir organ bağışçısı olarak kullanmak 10 insanın hayatını kurtarmakla sonuçlanacak olsa bile, yaşamaya devam etmedeki temel çıkarının korunacağını kastediyoruz. Hak, bir menfaati korumanın bir yoludur; sonuçları ne olursa olsun çıkarları korur. Koruma mutlak değildir; belirli koşullar altında kaybedilebilir. Ancak koruma sadece dolaylı nedenler yüzünden ortadan kaldırılamaz (feshedilemez).

İnsan olmayan hayvanlar, muamelenin ‘insancıl’ olup olmadığına bakılmaksızın ve hatta insanlar, insan olmayanlara yalnızca değiştirilebilir kaynaklar olarak muamele yaparak arzu edilen sonuçlardan zevk alsalar bile, yalnızca insan kaynağı olarak kullanılmama hakkına sahiptirler.

Hayvan hakları hakkında konuştuğumuzda, öncelikli olarak bir haktan bahsediyoruz: mülkiyet olmama hakkı. Bunun nedeni ise, eğer hayvanlar ahlaken değerli ise, eğer hayvanlar sadece nesneler değillerse, mülkiyet olamazlar. Eğer mülkiyet iseler, yalnızca nesne olabilirler. Bu konuyu insan bağlamında düşünün. Hepimiz genel olarak tüm insanların, özelliklerinden bağımsız olarak, köle olarak davranılmama temel ve öncül yasal hakkına sahip olduğuna katılmaktayız. Hepimiz insan köleliğini reddediyoruz. Bu hala mevcut olmadığı anlamına gelmez. Hala var. Fakat kimse bunu savunmuyor.

Köleliği reddetmemizin nedeni, köle olan bir insana artık kişi olarak muamele edilmemesi, yani bununla kölenin artık ahlaki olarak önemli bir varlık olmadığını kast etmemiz. İnsan köle, ahlaki topluluğun tamamen dışında var olan bir şeydir. İnsan kölenin sahip olduğu tüm çıkarlar, köleye ailenin bir üyesi olarak değer verebilen ya da köleye asgari besin sağlayabilen ancak köleye korkunç bir şekilde davranan başka biri, sahibi, tarafından değerlendirilebilir. Kölenin temel çıkarları sıfır değerinde olabilir.

Amerikan Birleşik Devletleri ve İngiltere’de ırk temelli insan köleliğini sözde düzenleyen birçok yasa vardı. Bu yasalar işe yaramadı çünkü düzenleyici yasaların geçerli olduğu tek zaman, köle ve köle sahibi arasında bir çatışmanın olduğu zamandır. Ve eğer köle sahibi her zaman önemli ölçüde üstün gelmezse, o halde artık bir kölelik kurumu yoktur. Sahibinin mülkiyet haklarının kullanılması konusunda anlamlı bir zorluk olamaz.

Aynı sorun, insan olmayanlar söz konusu olduğunda da mevcuttur. Eğer hayvanlar mülkse, doğal ya da içsel bir değere sahip olamazlar. Onlar sadece dışsal veya dış değere sahip olmaktadır. Onlar bizim değer verdiğimiz şeyledir. Hiçbir hakları yok; bizim mülk sahipleri olarak onlara değer verme hakkımız vardır. Ve onlara sıfır değer vermeyi seçebiliriz.

İnsan olmayan hayvanları kullanımımızı düzenleyen sözde birçok yasa var. Aslında, bu tür yasalar, insan köleliğini düzenleyen yasalardan daha fazladır. Ve insan köleliğini düzenleyen yasaların işe yaramadığı gibi, bunlarda işe yaramıyor. Bu yasalar sadece insan çıkarları ve hayvan çıkarları çatıştığında geçerlidir. Ancak insanların mülk edinme ve kullanma hakkı da dahil olmak üzere hakları vardır. Hayvanlar mülktür. Kanun, insan ve insan  dışı çıkarları dengelemeye çalıştığında, sonuç önceden belirlenmiştir.

 

Hayvanlara ne kadar ‘insancıl’ davransak ta, insanları dahil edecek olsaydı, işkence olacak bir davranışa maruz kalmaktadırlar.

 

Dahası, hayvanlar taşınır mal olduğundan, hayvan refahı standardı her zaman çok düşük olacaktır. Hayvan menfaatlerini korumak paraya mal olur, bu da bu çıkarların büyük bir kısmının sadece ekonomik yarar sağlandığı durumlarda korunacağı anlamına gelir. Hayvan sömürüsünü daha verimli hale getirmeyen bir refah önemli bulmak çok zordur. Kesimden önce büyük hayvanların sersemletilmesini gerektiren yasalar karkas hasarını ve işçi yaralanmalarını azaltır. Buzağıları yalnız kasalar yerine küçük sosyal birimlerde barındırmak, stresi ve sonuçta ortaya çıkan hastalıkları azaltarak veteriner maliyetlerini düşürür.

Hayvan refahı önlemlerinin üretim maliyetlerini artırdığı ölçüde, artış genellikle çok küçüktür (örneğin, Avrupa Birliği’nde eski batarya kafesinden “zenginleştirilmiş kafeslere” geçilmesi gibi) ve talep esneklikleri göz önüne alındığında ürüne olan genel talebi nadiren etkiler. Her halükarda, gıda için kullanılan ‘insancıl’ davranılmış hayvanlar, insanlar dahil olsaydı, işkence olurdu. ‘Mutlu’ sömürü diye bir şey yoktur.

Mülkiyet olmama hakkı olumsuz bir hak olsa da ve insan olmayanların sahip olabileceği herhangi bir olumlu hakka değinmese de, bu bir olumsuz hakkın tanınması, ahlaki bir yükümlülük olarak, hayvanların sadece bizim amaçlarımız için kullanabileceğimiz ve öldürebileceğimiz şeyler olduğunu varsayan tüm kurumsallaşmış sömürüleri reddetmemizi gerektirme etkisine sahip olacaktır.

Burada kısa bir sapma yapmak ve söylediklerimiz radikal gibi görünse de, gerçekten öyle olmadığını belirtmek istiyoruz. Gerçekten de, hayvanlar hakkındaki geleneksel bilgeliğimiz öyle ki, hiçbir hak göz önünde bulundurulmadan hemen hemen aynı sonuca varıyoruz.

Hayvanlar hakkındaki geleneksel bilgelik, insanların onları kullanmasının ve öldürülmesinin ahlaki olarak kabul edilebilir olması, ancak hayvanlara gereksiz acı ve ölüm dayatmamız gerektiğidir. Bu bağlamda gereklilik kavramını nasıl anlarsak anlayalım, önemsiz amaçlar için herhangi bir acı ya da ölüme izin vermek olarak anlaşılamaz. Bunu belirli bağlamlarda açıkça kabul ediyoruz. Örneğin, birçok insan hala 2007 yılında bir köpek dövüşü operasyonunda yer alan Michael Vick’e karşı güçlü bir olumsuz tepkiye sahip. Neden neredeyse 10 yıl sonra Vick’e hala kızıyoruz? Cevap çok açık; Vick’in yaptığı şeyin yanlış olduğunu kabul ediyoruz, çünkü tek gerekçesi, o köpeklere zarar vermekten zevk ya da eğlence elde etmesi ve zevk ve eğlencenin gerekçe olarak yeterli olamayacağıydı.

Birçok -belki de çoğu- insan boğa güreşine karşı çıkıyor ve İngiltere’deki çoğu Tory’ler bile tilki avına karşı çıkıyor. Neden? Çünkü bu kan sporları, tanım gereği insan olmayan hayvanlara dayatılan acı ve ölümü haklı gösterecek bir gereklilik veya zorlama içermemektedir. Hiç kimse Vick’in daha ‘insancıl’ bir köpek savaşçısı olsaydı daha az suçlu olacağını önermedi. Kan sporlarına karşı çıkan hiç kimse daha insancıl olmalarını önermez çünkü gereksiz acı çekmeyi içeriyorlar. Faaliyetlere tamamen karşı çıkıyorlar ve kaldırılmalarını savunuyorlar, çünkü bu faaliyetler nasıl yürütülürlerse yürütülsünler, ahlak dışıdır.

Sorun şu ki insan olmayan hayvanları kullanımımızın %99.999’u, ezici sayımızın itiraz ettiği faaliyetlerden ahlaki olarak ayırt edilemez.

 

Hayvanların kullanımında net bir şekilde anlamsız olmayan tek yaptığımız  şey, hayvanların araştırmalarda ciddi hastalıkların tedavisini bulmak için kullanılmasıdır.

 

Sayısal olarak en önemli hayvan kullanımımız besin içindir. Her yıl gıda için 60 milyardan fazla hayvan öldürüyoruz ve bu, daha fazla sayıda olan (muhafazakar olarak tahmin edilen bir trilyon) deniz hayvanını dahil etmez. İdeal sağlık için hayvan yememize gerek yoktur. Gerçekten de, ABD’deki Ulusal Sağlık Enstitüleri, Amerikan Kalp Derneği, İngiliz Ulusal Sağlık Servisi ve İngiliz Diyetisyenler Derneği de dahil olmak üzer, giderek artan sayıda genel sağlık otoritesi, makul bir vegan beslenme düzenin, hayvansal gıdalar içeren bir beslenme düzeyiyle aynı derecede besleyici olabileceğini belirtti. Bazı yetkililer, vegan beslenme düzenin, hepçil beslenme düzeninden daha sağlıklı olabileceğini söylemek üzere daha da ileriye gitti. Her halükarda, sağlık nedenleriyle hayvansal ürünlere ihtiyacımız olduğu güvenilir bir şekilde iddia edilemez. Ve hayvan yetiştiriciliği ekolojik bir felakettir.

Hayvansal ürünleri tüketiyoruz çünkü tadını seviyoruz. Başka bir deyişle, çoğumuz kendimiz acı vermek yerine, başkalarına bizim için hayvanlara zarar vermesi için para ödemimiz dışında, Vick’ten farklı değiliz. Hayvanları eğlence ya da spor spor amaçlı kullanmamız da tanım gereği, gereksizdir. Hayvanların kullanımında net bir şekilde anlamsız olmayan tek yaptığımız şey, hayvanların araştırmalarda ciddi hastalıkların tedavisini bulmak için kullanılmasıdır. Zaruriyet içerse dahi (emprik açıdan sorunlu olduğuna da inandığımız bir iddia), ahlaken geçersiz olduğu için deney amacıyla canlı hayvanların kesilmesini reddediyoruz, ancak bunun moralitesi beslenme, giyim, eğlence ve diğer amaçlar için hayvanların kullanılmasındasın daha nüsanslı bir analiz gerektiriyor. Geleneksel bilgeliğimiz göz önünde alındığına, diğer tüm hayvan kullanımlarımızın ahlak dışı olduğu görülebilir.

Sonuç olarak: bir hayvan hakları pozisyonu benimseseniz ve hayvanların mülkiyet olmamak için temel, hukuki bir hakka sahip olması gerektiğini kabul ederseniz veya geleneksel bilgeliğe sahip olarak kalırsanız, sonuç aynıdır: büyük ölçüde hayvanların tüm kullanımları kaldırılmalıdır.

Bir hayvanın mülk olarak kullanılmama hakkına sahip olduğunu söylemek, bunu yapmak bize fayda sağlayacak olsa bile hayvanların bir nesne olarak kullanmama konusunda ahlaki bir yükümlülüğümüzün olduğunu basitçe söylemektir. Evcil hayvanlara ilişkin olarak, bu onları tamamen var etmeyi bırakmamız anlamına gelir. Şu an hali hazırda burada olan hak sahiplerine bakmak için ahlaki bir yükümlülüğümüz var. Ancak, daha fazlasını var etmemekle yükümlüyüz.

Buna köpekler, kediler ve bize ‘arkadaşlarımız’ olarak hizmet eden diğer insan olmayanlarda dahildir.

Altı köpeğimize ailemizin değerli üyeleri gibi davranıyoruz. Yasa bu kararı koruyacaktır çünkü mülkiyetimize istediğimiz gibi değer vermeyi seçebiliriz. Bununla birlikte, onları bekçi köpekleri olarak kullanmayı ve bizden neredeyse hiç şefkatle temas etmeden dışarıda yaşamalarını seçebiliriz. Onları şu an bir arabaya koyabilir ve sahiplendirilmezlerse öldürülecekleri bir barınağa götürebiliriz ya da bir veteriner tarafından onları öldürtebilirdik. Yasa bu hakları da koruyacaktır. Biz mülk sahipleriyiz. Onlar mülkiyettir. Biz onlara sahibiz.

Gerçek şu ki, Amerika’daki çoğu köpek ve kedi sevgi dolu evlerde yaşlılıktan ölmüyor. Başka bir eve nakledilmeden, bir sığınağa götürülmeden, terk edilmeden ve ya öldürülmeden önce nispeten kısa bir süre için yuvaları vardır.

Ve bazı savunucuların ısrar ettiği gibi bir mal sahibini ‘koruyucu’ olarak nitelendirmemiz önemli değildir. Böyle bir nitelendirme anlamsızdır. Köpeğinizi öldürme sığınağına götürme veya köpeğinizi ‘insanca’ öldürme hakkına yasal olarak sahipseniz, kendinize veya köpeğinize ne ad verdiğiniz önemli değildir. Köpeğiniz sizin mülkiyetinizdir. Refakatçi hayvanlarla yaşayan bizler, yasa gereği mal sahipleriyiz ve asgari düzeyde yiyecek, su ve barınma sağladığımız sürece hayvanlarımıza uygun gördüğümüz şekilde davranma hakkına sahibiz. Evet, sahiplik haklarımızı kullanma sınırlarımız var. Ancak bu sınırlamalar, hayvan arkadaşlarımızın çıkarlarına göre çok düşük bir değere göre uygundur.

Ancak ailenizin bir üyesi olarak sevip değer verdiğiniz köpeğiniz, kediniz ya da diğer insan olmayan refakatçileriniz olmadan hayatın nasıl olacağını düşünerek dehşete düştüğünüzde muhtemelen şöyle düşünüyorsunuz: ‘Fakat bekle. Herkesin hayvanlarına benimki gibi davranmasını zorunlu kılarsak ne olur?’

Bu yanıttaki problem, hayvan sahiplerinin hayvanlarına daha yüksek bir refah seviyesi sağlamasını gerektiren elverişli ve yasal olarak uygulanabilir bir şema ortaya çıkarabilsek bile, bu hayvanların hala mülk olacağıdır. Yine de hayatlarına sıfır değer verebilir ve onları öldürebilir ya da sahiplendirilmezlerse öldürülecekleri bir sığınağa götürebilirdik.

Tüm bunlara katılmadığınızı ve yardımlı intihara izin verebileceğimiz durumlar (ölümcül hastalık, amansız acılar vb.) dışında insanların hayvanları öldürmesini yasaklamamızı ve barınaklara hayvan menfaatinin dışında olması durumunda hayvanları öldürmeyi yasaklamamız gerektiği yanıtınız verebilirsiniz.

 

Evcilleştirmenin kendisi, dahil olan ‘insan olmayanların’ nasıl davranıldığına bakılmaksızın ciddi ahlaki sorunları beraberinde getirir.

 

Önerdiğiniz şey, hayvanların taşınır mal olarak statüsünü ortadan kaldırmaya ve onlara insan çocuklarına benzer şekilde davranmamızı gerektirmeye yaklaşmaya başlıyor. O zaman insan olmayanları refakatçilerimiz olarak yetiştirmeye devam etmek kabul edilebilir mi?

Cevabımız hala sert bir ‘hayır’.

İnsan olmayanlara aile üyeleri olarak davranmayı teşkil eden ve ilgili tüm sorunların çözümlemesinin pratik bir konu olarak imkansız olduğunu bir kenara bırakırsak, bu tutumun evcilleştirmenin dahil olan ‘insan olmayanlara’ nasıl davranıldığına bakılmaksızın ciddi ahlaki sorunlar doğurduğunu kabul etmeyi ihmal etmektir.

Evcilleştirilmiş hayvanlar, tamamen hayatlarının her yönünü kontrol eden insanlara bağımlıdır. Bir gün özerk olacak insan çocuklarının aksine, insan olmayanlar asla özerk olamayacak. Evcilleştirmenin tüm amacı budur- evcil hayvanların bize bağımlı olmasını istiyoruz. Onlar daima, kendileriyle ilgili olan her şey için bize bağımlı oldukları savunmasızlık dünyasında kalırlar. Bu özelliklerin çoğu dahil olan hayvanlar için zararlı olsa da, onları uysal ve köle gibi olmaları ve bizi memnun eden özelliklere sahip olmaları için yetiştirdik. Onları bir anlamda mutlu edebiliriz, ancak ilişki asla ‘doğal’ veya ‘normal’ olamaz. Onlara ne kadar iyi davrandığımızdan bağımsız olarak, dünyamıza ait değiller. Bu evcilleştirilmiş tüm insan olmayanlar için aşağı yukarı doğrudur. Daima bize bağımlılar. Hayatlarını sonsuza dek kontrol ediyoruz. Onlar gerçekten hayvan ‘kölelerdir’. Bazılarımız iyi sahipler olabilir, ama bundan daha fazlası olamayız.

Sue Donaldson ve Will Kymlicka gibi Zoopolis (2011) adlı kitaplarında insanların birbirine bağımlı olduğunu söyleyen ve hayvanların bize bağımlı olmasında neyin yanlış olduğunu soranlar var. İnsan ilişkileri karışlıklı bağımlılık veya karşılıklı dayanışma içerebilir, ancak bu tür bir bağlılık ya seçim esasına göre işler ya da bir sosyal sözleşmenin karmaşık yönleriyle birbirine bağlı olan ve korunan toplumun daha savunmasız üyelerine bakmak konusundaki sosyal kararları yansıtır. Ayrıca, insan bağlılığının doğası, bağlılığın zararlı hale gelmesi durumunda korunabilecek temek haklarının bağlılığını ortadan kaldırmaz.

Görüşümüze, köpekler, kediler ve diğer ‘evcil hayvanların’ çoğalma hakkı olduğunu söyleyerek cevap verenler var. Böyle bir görüş, hayvanları ‘evcilleştirmek’ için her hangi bir üreme haklarını sınırlayamadığımızdan dolayı sınırsız ve süresiz olarak çoğaltmaya devam etmemizi taahhüt edecektir. Evcilleştirmenin sona ermesinin tür çeşitliliğinin kaybı anlamına geleceğinden endişe duyanlara gelince, evcil hayvanlar seçici yetiştirme ve hapsetmeyle bizlerin yarattığımız varlıklardır.

Bazı eleştirmenler, görüşümüzün mülk olarak kullanılmanın sadece olumsuz haklarıyla ilgili olduğunu ve hayvanların sahip olabileceği olumlu haklara değinmediğini iddia etti. Bu gözlem doğrudur, ancak bu bir hakkın farkına vardığımızda tüm evcilleştirme sona ererdi- mülkiyet olmama hakkı. Şu anda var olan evcilleştirilmiş hayvanlara bakmakla yükümlüyüz, ancak daha fazlasını hayata getirmeyeceğiz.

Eğer hepimiz insan olmayanların birey olma durumunu kabullenirsek, yine de aramızda ve gelmemiş bölgelerde yaşan evcil olmayan hayvanların haklarını düşünmemiz gerekir. Ama eğer evcilleştirilmiş insan olmayanları yememek, giymemek veya başka türlü kullanmayacak kadar önemseseydik, şüphesiz bu olumlu hakların ne olması gerektiğini belirleyebilirdik. En önemli şey, hayvanların mülkiyet olarak kullanılmasının olumsuz hakkını tanımamızdır. Bu bizi, insanlar tarafından nesneleştirme ve kontrol etmeyle sonuçlanan tüm kurumsallaşmış sömürünün ortadan kaldırılmasına adardı.

Biz köpeklerimizi seviyoruz, ancak dünya daha dürüst ve adil olsaydı, hiç evcil hayvan olmayacağını, koyunlarla dolu çayırlar olmayacağını ve domuzlarla, ineklerle ve yumurta tavuklarıyla dolu ahırların olmayacağını kabul ediyoruz. Akvaryum ve hayvanat bahçeleri olmazdı.

Hayvanlar ahlaki açıdan önemliyse, onlarla olan ilişkimizin tüm yönlerini yeniden kalibre etmeliyiz. Yüzleşmemiz gereken mesele onları sömürümüzün ‘insancıl’ olup olmadığı değil -tüm hayvan kullanımı endüstrilerinin uygulamalarıyla beraberken- fakat onları kullanımımızı haklı kılabilir miyiz?

Kaynak: https://aeon.co/essays/why-keeping-a-pet-is-fundamentally-unethical

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Erik Olin Wright’ın Analitik Marksizm’i Üzerine

Önceki Makale

Hayvan Hakları Nasıl Tartışılmaz (1)