/

Epifenomenal Kualia – Frank Jackson

4721 görüntülenme
49 dk okuma süresi
Kualia Analitik Felsefe

Kualia Analitik Felsefe

Editör Önsözü

Okuyacağınız metin ünlü Mary’nin Odası düşünce deneyinin ilk kez aktarıldığı ve pek çok felsefeciye göre bilgi argümanın en açık formunun serimlendiği halidir. Bilgi argümanın bilinç tartışmalarındaki anti-fizikalist tarafta konumlanması, bilince dair fizikselci olmayan sezgilerimizin kuvvetli olması ve bir anlamda bilgi argümanın bu sezgiler üzerine kurulu olması nedeniyle sezgilerin en iyi aktarıldığı şeklinin sunulması adına da önem taşımaktadır.

Bilgi argümanı aynı zamanda kendisinden sonra gelecek Kavranabilirlik Argümanı ve Açıklayıcı Boşluk Argümanı’nın da başlatıcısı olarak sayılabilir. Böyle değerlendirildiği zaman, metin, modern bilinç tartışmalarının bir kaç başlatıcısından biri olarak kabul edilmektedir.

 

Çevirmen: Burak Coşkun

Fizik, kimya ve biyoloji bilimlerinin bizimle ve yaşadığımız dünyayla ilgili sağlamış olduğu bilgilerin büyüklüğü reddedilemez. Bu tür ve bu tür bilgilerin yanında kendiliğinden zuhur eden bilgilere “fiziksel bilgiler” (physical information) diyeceğim. Örneğin, eğer bir tıp bilimcisi bana nöral sistemimin süreçleri ve bu süreçlerin çevremdeki dünyayla, geçmişte olan ve gelecekte muhtemelen olacak olaylarla, bana benzeyen veya benzemeyen diğer organizmalar ile olan ilişkisi vb. hakkında yeterli bilgi veriyorsa; ayrıca o tıpçı-eğer ben bunların hepsini uygun şekilde anlayacak kadar zekiysem- bana, benim içimdeki-beynimdeki- bu beyin hallerinin işlevsel rollerinin genel isimlendirilişini de söylüyorsa ben bu türden bilgilere de ‘fiziksel’ diyeceğim.

Bu kabataslak düşüncelerin, ‘fiziksel bilginin’ veya fiziksel özelliklerin bağlantılı olduğu kavramlar, süreçler ve benzerlerinin bir tanımı olduğunu kastetmiyorum; yalnızca zihnimdekileri belirtiyorum. Bu kavramların kesin tanımlarının verilmesi konusundaki problemler ve ayrıca fizikalizmin tüm (doğru) bilgilerin fiziksel bilgi olduğu iddiası da oldukça iyi biliniyor. Ancak ben bu makalede tartışmak istediğim konunun merkezî problemlerine odaklanmak için-bazılarının yaptığının aksine- direkt olarak tanım sorununa odaklanacağım.

“Kualia delisi” olarak anılanlardan biriyim. Özellikle bedensel duyumların (bodily sensations) belirli özelliklerinin yanı sıra hiçbir fiziksel bilgi barındırmayan belirli algısal tecrübelerin de var olduğunu düşünüyorum. Bana, yaşayan bir beyinde gerçekleşen; o beynin hallerini ve işlevlerini, bu işlevlerin diğer zamanlarda diğer beyinlerle olan ilişkilerini ve daha da fazlasını fiziksel olarak anlatın-ben de bunların hepsini anlayacak kadar zeki birisi olayım- siz yine de bana yaraların acısını, kaşınmanın hissini veya limon tatmanın, gül koklamanın, gürültülü bir ses duymanın, gökyüzüne bakmanın karakteristik deneyimini anlatmış olmayacaksınız.

Pek çok kualia delisi var ve onlardan bazıları, fizikalizmi reddetmelerinin tartışmasız bir sezgi olduğunu söylüyorlar. Bence kendilerine haksızlık ediyorlar. Ellerinde şöyle bir argüman var: Örneğin, gülü koklama deneyiminden fiziksel tarzda hiçbir şey elde edemezsiniz. Dolayısıyla fizikalizm yanlıştır. Bize göre bu muhteşem bir argüman. Çok açık ki bu, argümanın geçerliliğini sorgulamayı göstermemektedir. Ve ayrıca bu öncül onlar için de benim için de apaçık biçimde sezgisel olarak doğrudur.

Ancak bu argümanın münazarada kullanma açısından zayıf olduğunu kabul etmeliyim. Pek çoğu-bizim aksimize- bu öncülü sezgisel olarak apaçık bulmuyor. O halde amacımız herkese veya en azından olabildiğince çok kişiye, öncülleri apaçık olan bir argüman sunmak. Bu amaca birinci bölümde “Bilgi Argümanı” dediğim yolla ulaşmaya çalışıyorum. İkinci bölümde Bilgi Argümanını Modal Argümanla üçüncü bölümde de “… olmak nasıl bir şeydir?” argümanı ile karşılaştırıyorum. Dördüncü bölümde kualianın nedensel rolü sorununu ele almaya çalışıyorum. İnsanları kualiayı kabul etmekten alıkoyan en önemli unsur, onların fiziksel dünya ve özellikle beyin hususunda kualiaya nedensel bir rol vermeleri gerektiğine inanmalarıdır. Ancak bunu, perilere inanan biri gibi konuşmadan yapmak oldukça zordur. Dördüncü bölümde kualianın epifenomenal olduğu görüşünün mükemmel bir imkan olduğunu savunarak bu itirazı savuşturmaya çalışacağım.

 

1) Kualia için Bilgi Argümanı

 

İnsanlar renkleri ayırt etme özellikleri açısından birbirlerinden önemli ölçüde farklılık gösterirler. Farz et ki, insanların bu farklılıklarını sınıflandırmaya dair bir deneyde Fred adında biri keşfedilmiş olsun. Fred, renkleri, deney kayıtlarındaki diğer herkesten daha başarılı bir şekilde ayırt edebiliyor, öyle ki o, herkesin yaptığı ayrımları yapmakla beraber başka kimsenin yapamadığı ekstra bir ayrım da yapıyor. Ona bir yığın olgunlaşmış domates gösteriyoruz ve Fred, o domatesleri kabaca iki eşit gruba bölüyor ve bunu tamamıyla tutarlı bir şekilde yapıyor. Hatta eğer onun gözlerini bağlayıp domatesleri birbirine karıştırsak ve daha sonra gözlerini açıp ona tekrar tasniflemesini söylesek de, Fred bunu bir önceki tasnifiyle birebir aynı şekilde yapıyor.

Fred’e bunu nasıl yaptığını soruyoruz ve o da bize bütün olgun domateslerin ona aynı renkte gözükmediğini söylüyor ki aslında bu, bizim hepsini “kırmızı” olarak sınıflandırdığımız büyük bir nesne grubu hakkındaki doğru olan durumdur. O, bizim bir renk gördüğümüz yerde iki renk görüyor ve bunun sonucunda aradaki farkı belirlemek için kendi kendine ‘kırmızı1’ ve ‘kırmızı2’ şeklinde bir ayrım geliştiriyor. Belki de bize kırmızı1 ve kırmızı2 arasındaki farkı arkadaşlarına sık sık anlatmaya çalıştığını ancak hiçbir yere varamadığını ve dünyanın geri kalanının kırmızı1 ve kırmızı2 ayrımı konusunda renk körü olduğu sonucuna vardığını söyleyecektir-veya belki o kendi çocuklarında bir nebze ilerleme kaydetmiş olabilir ama bu konumuz için önemli değil. Her halükarda o bize bu tek tip sınıflamanın oldukça yanlış olduğunu çünkü ‘kırmızı’nın, onun tonları olan kırmızı1 ve kırmızı2 şeklinde kendini gösterdiğini söylüyor. O, “kırmızı” terimini yalnızca bizim dar kullanımımıza daha rahat uysun diye kullanıyor olsun. Onun için kırmızı1 ve kırmızı2 arasındaki fark mavi ve sarının arasındaki fark kadar açık. Onun bu renkleri ayırt edebilme kabiliyeti şunu kanıtlıyor: Fred, kırmızı1’i kırmızı2’den çeşitli görüş koşulları altında bile çok rahat bir şekilde ayırabiliyor. Dahası, Fred’in olağanüstü özelliğinin fizyolojik temelleri üzerine yapılan bir araştırma, bize onun optik sisteminin kırmızı spektrumda bulunan iki dalga-boyunu, bizim maviyi sarıdan ayırdığımız kadar keskin bir şekilde ayırabildiğini de göstermiş olsun.

Bence şunu kabul etmeliyiz ki Fred görebiliyor, yani gerçekten görüyor, hatta bizim görebildiğimizden bir renk fazla görüyor; kırmızı1, kırmızı2’den farklı bir renktir. Biz Fred için, bize göre yeşil-kırmızı renk körü nasılsa öyleyiz. H. G. Wells’in “Körler Ülkesi” adlı hikâyesi, hepsi kör olan bir toplumda görme yetisine sahip bir kişiyi anlatıyor. Bu kişi hiçbir şekilde diğerlerini kendisinin görüyor olduğuna, onun diğerlerinden fazla bir duyuya sahip olduğuna ikna edemiyor. İçinde bulunduğu toplum gören kişinin bu duyusuyla, çukurlara düşmeyi önlemek ve kavgaları kazanmak için kullanıyor ve bu yeti bunlardan başka bir işe yaramazmış gibi davranarak akıl almaz bir şekilde alay ediyorlar. Biz de, Fred’in bizden bir renk fazla gördüğünü reddedersek onların düştüğü hataya düşebiliriz.

Fred, kırmızı1 ve kırmızı2’yi gördüğünde ne tür bir deneyim yaşamaktadır? Bu yeni renk veya renkler nasıl şeylerdir? Bunu gerçekten bilmek isterdik ancak bilmiyoruz. Ve öyle görünüyor ki bu durum bize Fred’in beyni ve optik sistemi hakkında hiçbir fiziksel bilgi vermiyor. Diyelim ki Fred’in konilerinin, spektrumun kırmızı bölümünde bulunan ve bizim için herhangi bir fark oluşturmayan belli bazı ışık dalgalarına farklı tepkiler verdiğini ve bunun Fred’in görsel ayrıştırma yetisinden sorumlu olan beyin hallerinin daha geniş bir yelpazesine neden olduğunu fark ettik. Ancak bunların hiçbiri onun renk deneyimi hakkında istediğimiz bilgiyi vermez. O deneyim hakkında bizim bilmediğimiz bir şey var. Fakat biliyoruz ki, Fred’in vücuduna, O nun davranışı ve davranışsal eğilimlerine ve O nun içsel fizyolojisi, O nun yaşantısı ile ilgili her şeyi ve diğerleriyle ilişkileri hakkında fizikalist bir insan görüşünün sağlanabileceğini farz edebiliriz. Bütün fiziksel bilgilere sahibiz. Ancak bunların hepsini bilmek, Fred hakkındaki her şeyi bilmek demek değildir. Bundan ise fizikalizmin bir şeyleri dışarıda bıraktığı ortaya çıkıyor.

Bu sonucu güçlendirmek için, Fred’in içsel mekanizmaları üzerine yaptığımız araştırmaların bir sonucu olarak diğer herkesin fizyolojisini Fred’in fizyolojisi gibi-konuyla ilgili şekilde- yapabilmeyi keşfettiğimizi hayal edelim. Veya Fred’in bedenini bilime bağışlamış olduğunu ve bizim onun ölümünden sonra optik sistemini başka birine aktarabiliyor olduğumuzu düşünelim-ince detayların burada da bir önemi yok. Buradaki önemli nokta böyle bir olayın muazzam bir ilgi yaratacağıdır. İnsanlar “sonunda şu ekstra rengi görmenin nasıl bir şey olduğunu bileceğiz” veya “sonunda Fred’in bize uzun süredir anlatmaya çalıştığı, onu bizden ayıran şeyi bileceğiz” diyecekler. O halde baştan beri Fred hakkında her şeyi biliyor olamayız. Ancak varsayıma göre (ex hypothesi), fizikalist projede karakterize edilen Fred hakkındaki her şeyi baştan beri biliyorduk. Dolayısıyla fizikalist proje bir şeyleri dışarıda bırakıyor.

Bunu bir kenara bırakalım. Operasyondan sonra Fred hakkında, özellikle de onun renk deneyimi hakkında daha fazla şey biliyor olacağız. Ancak önceden biz, onun bedeni ve beyni hakkında isteyebileceğimiz bütün fiziksel bilgilere sahiptik. Dahası zihin ve bilincin fizikalist açıklamalarında yer alan her şeyi de biliyorduk. Görülüyor ki bunların dışında bilinecek daha çok şey var ve bundan dolayı fizikalizm eksik bir tezdir.

Fred ve yeni renk(ler) tabii ki esasında retorik araçlardır. Aynı durum normal insanlarla tanıdık renkler için de uygulanabilir. Mary, herhangi bir sebepten dolayı, bir araştırma için sadece siyah beyaz renkleri gösteren bir televizyonu olan siyah beyaz bir odaya zorla koyulmuş harika bir bilim insanıdır. O, bu odadayken görme nörofizyolojisinde iyice uzmanlaşır ve, farz edelim ki, bizim olgun domatesleri gördüğümüzde kırmızı terimini veya gökyüzünü gördüğümüzde mavi terimini kullanmamızdaki tüm fiziksel bilgileri elde eder. Örneğin, Mary, gökyüzünden gelen hangi dalga boyu kombinasyonunun retinayı uyardığını ve bunun sonucunda ‘Gökyüzü mavidir.’ cümlesini söylerken ses tellerinin kasılması ve ciğerlerden dışarı çıkarılan havanın merkezi sinir sistemiyle tam olarak nasıl oluşturulduğunu keşfediyor olsun (Bu fiziksel bilgilerin siyah beyaz bir televizyondan elde edilmesini reddetmek oldukça zordur. Aksi takdirde Açık Öğretim Üniversitesi’nde renkli televizyon kullanımı zorunlu olurdu.).

Mary bu odadan dışarı salınsa veya ona renkli bir televizyon verilse ne olurdu? Yeni bir şey öğrenir miydi öğrenmez miydi? Onun, dünya ve bu dünyaya dair görsel deneyimimiz hakkında yeni bir şeyler öğreneceği çok açık görünüyor. Ancak bu durumda Mary’nin eski bilgisinin eksikliği kaçınılmaz bir gerçektir. Ama o bütün fiziksel bilgilere sahipti. Dolayısıyla fiziksel bilgiden fazlası vardır ve fizikalizm yanlıştır.

Açıkçası aynı türden Bilgi Argümanı, tat alma, duyma, bedensel duyumlar için ve genelde ham hislere (raw feel), fenomenal niteliklere ya da kualiaya sahip olduğu söylenen zihinsel durumlar için de kurulabilir. Her halükarda sonuç olarak kualia, fizikalist masalın dışında kalmaktadır. Ve Bilgi argümanının münazaradaki gücü de “fiziksel bilgileri bilmek her şeyi bilmek değildir” ana iddiasını reddetmenin zorluğundan kaynaklanmaktadır.

 

2) Modal Argüman

 

Modal Argüman’la şu tarz bir argümanı kastediyorum: Bulundukları konumun yanlış olma ihtimali olsa da şüphecilerin diğer zihinler hakkındaki tümdengelimsel çıkarımı hatalı değildir. Başkası hakkındaki hiçbir fiziksel bilgi, o kişinin bilince sahip olduğunu ya da herhangi bir şey hissettiğini mantıksal olarak gerektirmez.  Bu nedenle fiziksel bakımdan tamamen bizim gibi olan ancak bizden farklı olarak bilinçli zihinsel hayatları bulunmayan organizmaların var olduğu bir mümkün dünya vardır. Ancak bu durumda bizde olup da onlarda olmayan nedir? Fiziksel varsayıma göre hiçbir şey. Fiziksel olarak aramızda hiçbir fark yoktur. Ancak sonuçta bizde saf fiziksel olandan fazlası var. O halde fizikalizm yanlıştır.

Kimi zaman fizikalizmin şartlı (contingent) bir doğruluk olarak geliştirildiğini ileri sürerek, Modal Argüman’ın bu doktrini yanlış yorumladığı şeklinde itiraz edilmektedir. Ancak bu, yalnızca, fizikalistler iddialarını özellikle bizim dünyamızı da içeren bazı mümkün dünyalarla kısıtlamaktadır ve Modal Argüman onların sadece bu ikincil iddialarını hedef alıyor demektir. Eğer biz, kendi dünyamızda diğer mümkün dünyalardaki fiziksel replikalarımıza ek özelliklere sahipsek o halde fiziksel olmayan özelliklere veya kualiyaya sahibiz demektir.

Modal Argüman’la ilgili asıl sorun, onun tartışmaya açık bir modal sezgiye dayanıyor olmasıdır. Tartışmaya açıktır çünkü ihtilaflıdır. Bazıları, içtenlikle, bilinci olmayan fiziksel replikalarımızın bulunduğu mümkün dünyalar olabileceğini reddederler. Bu reddin üzerine, bir zamanlar sezgiye sahip olan kişinin artık şüpheleri vardır.

Sayım yapmak Modal argümanı tartışmak için zayıf bir yaklaşım olarak görünebilir. Ancak çoğu zaman, modal sezgiler söz konusu olduğunda bundan daha iyisini yapamayız. Ayrıca baştaki amacımızın münazaradaki faydası açısından en iyi argüman bulmak olduğunu hatırlamalısın.

Tabii ki, Bilgi Argümanı önderliğinde, söz konusu modal sezgiyi kabul edebiliriz; ancak bu kabul, hali hazırda sahip olduğumuz “kualianın fizikalist masalın dışında kaldığı” sonucuna (conclusion) götüren argümanın bir neticesi (consequence) olacaktır, bu sonuç için temelimiz (ground) değil. Dahası, bu mesele, fiziksel maddeler ve kualia arasındaki ilişkinin; estetik nitelikler ve doğal nitelikler arasındaki ilişki olarak kabul edilmesinin ihtimalinden dolayı çetrefillidir. Şöyle ki: “Doğal” nitelikler bakımından aynı olan iki mümkün dünya estetik nitelikler bakımından da aynı olmalıdır, ancak estetik niteliklerin doğal olanlara indirgenememesini kabul etmek oldukça makuldür.

3) “…Olmak nasıl bir şeydir?” Argümanı

“Yarasa olmak nasıl bir şeydir?” adlı makalesinde Thomas Nagel, hiçbir fiziksel bilginin yarasa olmanın nasıl bir şey olduğuyla ilgili hiçbir şey söyleyemeyeceğini ve biz insanların yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu hayal bile edemeyeceğimizi iddia etmektedir. Yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu yalnızca yarasaların anlayabileceği iddiasına o, bizim yarasa olmadığımızı ve objektif bir bakış açısına sahip olan fiziksel bilimler yoluyla yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunun anlaşılamamasını gerekçe olarak öne sürer.

Bu argümanın Bilgi argümanından ayırt edilmesi önemlidir. Çünkü ben Bilgi Argümanı’nda, Fred hakkındaki tüm fiziksel bilgilerin, Fred’in özel renk deneyimiyle ilgili bize yeterli bilgi vermediğinden bahsediyordum, Fred olmanın nasıl bir şey olduğunu bilemeyeceğimizden değil. Ben orada, bizim, Fred’in deneyimiyle ilgili-deneyimin bir niteliğiyle ilgili- bilgisiz kaldığımızdan bahsediyordum. Biz Fred’in deneyiminin ilgili niteliğinin ne olduğunu öğrendiğimizde bile Fred olmanın nasıl bir şey olduğunu bilemeyeceğiz, yalnızca onun hakkında daha fazla şey biliyor olacağız. Fred hakkındaki hiçbir bilgi, fiziksel olsun ya da olmasın, Fred’i ilgilendiriyor olan “içeriden” bilgi ile eş tutulamaz. Biz, Fred değiliz. Bu durumda Fred “işte ben kendim … olan biriyim” gibi bir ifade formuyla açıklayabileceği bir bilgi öğesi kümesine sahipken biz sahip olamayız çünkü biz, basitçe, Fred değiliz.

Fred o renge baktığında onları tek başına görebilmektedir; bildiği bir şey, onun deneyiminin kırmızı ve benzerlerini görme deneyiminden farklı olmasıdır, diğer bildiği şey ise onu görüyor olan kişinin kendisi olduğudur. Fizikalistler ve qualia delileri, Fred’in ikinci bilgisi-yani görenin kendisi olduğu bilgisi- hakkında başka kimsenin hiçbir tür bilgiye sahip olmadığını kabul etmelidirler. Hâlbuki benim yakındığım şey, Fred’in buradaki ilk bilgisi olan; deneyiminin özel niteliğinin kesinlikle bir olguyla ilgili olmasıydı ki, hiçbir fiziksel bilgi bize bu niteliğin ne olduğuyla ilgili hiçbir şey söylemediği için fizikalizm bir şeyleri dışarıda bırakmaktadır.

Nagel, gündeme getirdiği problemin, sanki bir deneyimin bilgisinden diğerine yapılan bir çıkarım; alışılmadık (unfamiliar) bir deneyimin, tanıdık (familiar) deneyimler temelinde nasıl olacağını hayal etmekmiş gibi olduğunu söylüyor. Hume’un örneğiyle, mavinin bazı tonlarının bilgisinden, mavinin diğer tonlarının nasıl görünebileceğini bulabiliriz. Nagel, yarasa ve benzerleri ile ilgili sorunun ise, onların bizden çok farklı olmalarından kaynaklandığını iddia etmektedir. Ancak burada fizikalizme karşı bir itiraz görünmemektedir. Fizikalizmin, insanlığın imajinatif veya çıkarımsal gücüyle ilgili özel bir iddiası yoktur; neden böyle bir iddiası olması gerektiğini görmek de oldukça zordur.

Yine de bizim bilgi argümanımız bu noktada hiçbir varsayımda bulunmamaktadır. Eğer fizikalizm doğru olsaydı; Fred hakkındaki yeterli fiziksel bilgi, çıkarım yapmaya, hayal gücünün özel becerilerini gerçekleştirmeye veya Fred’in özel renk deneyimi hakkında her şeyi bilmeye olan ihtiyacını ortadan kaldırırdı. Bu bilgiler zaten elimizde olurdu. Ancak çok açık ki durum böyle değildir. İşte argümanımın özü budur.

4) Epifenomenalizmin Amacı

Qualianın fiziksel dünyada nedensel olarak etkisiz olduğu fikrini reddetmek için gerçekten geçerli herhangi bir gerekçe var mıdır? Ben herhangi bir gerekçe olmadığını savunacağım, ancak bunu yaparken klasik epifenomenalist pozisyonla bağlantılı olan iki görüşle alakalı hiçbir şey söylemeyeceğim. Birinci görüş; zihinsel hallerin, fiziksel dünyaya karşı etkisiz olduğudur. Bunun için söyleyeceğim tek şey belli zihinsel hallerin belli niteliklerinin, benim qualia dediklerim, var veya yok olmalarının fiziksel dünya açısından hiçbir fark oluşturmayacağı kabulünün mümkün olmasıdır. İkinci görüş ise zihin ile alakalı her şeyin nedensel olarak tamamen etkisiz olduğudur. Bunun için söyleyeceğim tek şey ise, kualianın somutlaştırılmasının(instantiaiton) fiziksel dünyaya hiçbir etkisi olmasa da diğer zihinsel haller üzerinde birtakım değişiklikler meydana getirebileceğidir. Gerçekten de, kualianın somutlaştırılmasının nasıl farkına varılabileceğine dair genel düşünceler böyle bir konum önermektedir.

Bir ağrının sızısı gibi bir kualenin fiziksel dünyada nedensel olarak etkili olması gerektiğine ve bu somutlaştırmanın bazen beyinde gerçekleşen olaylarda bir değişiklik yapmasının gerektiğine dair sunulmuş üç gerekçe vardır.  Bu üç gerekçenin hiçbirinin etkili bir gücü olmadığını savunacağım.

  1. Acı hissinin, “Acıtıyor” vb. diyen öznenin acıdan kurtuluş çabasından kısmen sorumlu olduğunun apaçık olduğu iddia edilebilir. Ancak, Hume’un aksine, bir şey her zaman bir şeye neden olmayabilir. B’nin A’yı ne kadar sık takip ettiğinin ve bu bağlantının nedenselliğinin başta ne kadar kesin göründüğünün bir önemi yoktur. “A, B’ye sebep olur” hipotezi, A ve B’yi zemini ortak nedensel bir sürecin iki farklı etkisi olarak gösteren kapsamlı bir teori tarafından ters yüz edilebilir.

Eğitimsiz birine, ekrandaki yumruğu soldan sağa hareket eden Lee Marvin’in görüntüsünün hemen ardından gelen görüntüdeki John Wayne’in aynı yönde hareket eden kafası, sıradan bir nedensel süreç gibi görünecektir. Elbette sayısız Batı filmlerinde aynı şekilde buna benzer birinci görüntü benzer ikinci görüntü tarafından takip edilir. Tüm bunlar, ilgili görüntülerin hem projektörü hem de film şeritlerini içeren temel bir nedensel sürecin etkileri olduğuna dair genel teoriyi bildiğimizde tüm önemini yitirir.  Epifenomenalist de acı ile davranış arasındaki bağlantının tam olarak bu örnektekiyle aynı şekilde- örneğin, beyindeki belli olayların davranışa da acı hissine de neden olmasının bir sonucudur, gibi- olduğunu iddia edebilir.

  1. İkinci itiraz Darwin’in Evrim Teorisi ile ilgilidir. Doğal seleksiyona göre, zamanla evrilen özellikler(trait) fiziksel açıdan hayatta kalmaya yardımcıdırlar. Quailanın zamanla evrildiğini varsayabiliriz-qualiaya biz sahibiz, ilk canlı türleri değil- ve bundan dolayı qualianın hayatta kalmaya yardımcı olmasını beklemeliyiz. İtiraz, eğer qualianın fiziksel dünyaya etkileri olmazsa hayatta kalmamıza yardımcı olmayacaklarıdır.

Bu argümanın cazibesi inkar edilemez ancak buna iyi bir cevap vardır. Kutup ayılarının kalın ve sıcak postları vardır. Evrim Teorisi bunu, öyle sanıyoruz ki, kutup bölgelerinde hayatta kalmaya yardımcı olduğu için kalın ve sıcak postları olduğunu söyleyerek açıklıyor. Ancak kalın bir posta sahip olmak, beraberinde ağır bir postu da getirir ve ağır bir posta sahip olmak hayatta kalmaya yardımcı değildir. Bu durum hayvanı yavaşlatacaktır.

Peki bu, “Darwin’i çürüttük çünkü hayatta kalmaya yardımcı olmayan evrilmiş bir özellik-ağır bir posta sahip olmak- bulduk.” anlamına mı geliyor? Şüphesiz hayır. Sıcak bir posta sahip olmak beraberinde kaçınılmaz olarak ağır bir posta da sahip olmaya gerektirir-bu bağlamda modern yalıtım henüz mevcut değil- ve sıcak bir posta sahip olmanın avantajları ağır olanın dezavantajlarına ağır basar. Burada Darwin’in teorisinden çıkarabileceğimiz tek şey, evrilmiş herhangi bir özelliğin ya hayatta kalmaya yardımcı olmasını ya da hayatta kalmaya çok yardımcı olanın bir yan ürünü(by-product) olmasını beklememiz gerektiğidir. Epifenomenalist qualiayı ikinci kategoriye sokar. Onlar, qualia, hayatta kalmaya yüksek derecede katkı sağlayan belirli beyin süreçlerinin yan ürünüdürler.

  1. 3. Üçüncü itiraz, diğer zihinler hakkında nasıl bilgi edindiğimiz meselesine dayanır. Diğerlerinin zihinlerinin varlığını onların davranışlarından biliriz. Bu çıkarımın yapısı biraz tartışmalıdır ancak çıkarımın davranıştan kaynaklanıyor olduğu tartışmalı değildir. Bizim taşların değil de köpeklerin bir şeyler hissettiğini düşünmemizin sebebi budur, davranış. Ancak, bir kişinin davranışının, qualianın bir sonucu(outcome) olduğunu kabul etmeden, o kişinin nasıl benimki gibi bir qualiaya, ya da en azından herhangi bir qualiaya, sahip olduğuna dair inandırıcı bir gerekçe sunulabilir? Man Friday’in ayak izleri o kişinin Man Friday olduğuna delildi çünkü ayak izi insanların ayaklarının nedensel sonuçlarıdır. Ve bir epifonemenalist, davranışın veya fiziksel herhangi bir şeyin qualianın sonucu olduğunu görem

Ancak Times Gazetesi’nde Spurs’un galibiyetini okuduğumu düşünelim. Bu durum, Telgraf Gazetesi’nin, sonuçları Times Gazetesi’nden almamış olmasına rağmen, Spurs’un kazandığını bildirdiğine dair oldukça iyi bir delil sunar. İki gazete de maça kendi muhabirlerini göndermişlerdir. Telgraf’ın haberi hiçbir şekilde Times’ın haberinin bir neticesi değildir. Ancak ikincisi yine de ilkine rağmen güzel deliller ortaya koymaktadır.

 Ancak ilgili akıl yürütme yeniden yapılandırılabilir. Times’da Spurs’un kazandığını okudum. Bu bana Spurs’un kazandığını düşünmem için gerekçe verir çünkü Spurs’un kazanmasının Times’daki rapora neden olan en muhtemel aday olduğunu biliyorum. Ayrıca ben Spurs’un galibiyetinin başka birtakım sonuçları olmuş olabileceğini de biliyorum, mesela Telgraf’ta neredeyse kesinlikle yayınlanacak olan bir haber gibi.

Bir etki sonucuna döner ve tekrar başka bir etkiye dönüşür. Epifenomenalist, kualianın beyinde gerçekleşenlerin bir sonucu olduğunu kabul etmektedir. Kualia fiziksel bir şeye sebep olmaz ancak ona fiziksel bir şey tarafından sebep olunur. Bunun sonucunda epifenomenalist başkalarının davranışlarına beyinlerinin sebep olduğunu ve bu sebebin kualia olarak çıktı verdiğini iddia ederek başkalarının davranışlarından onların kualiasının olduğunu iddia edebilir.

Birkaç sebepten dolayı bu akıl yürütmeyi gazete haberleri durumundan daha şüpheli bulabilirsin. Haklısın da. Diğer zihinler problemi önemli bir felsefi problemdir, diğer gazetelerin haberleri problemi ise öyle değildir. Ancak burada etkileşimciliğin aksine epifenomenalizm için özel bir problem bulunmamaktadır.

Vermiş olduğum 3 cevaba oldukça anlaşılabilir bir tepki vardır: “Tamam, epifenomenal qualianın varlığını ortadan kaldıracak hiçbir çürütme yok. Ancak qualianın hala bir fazlalık olduğu gerçeği yerli yerinde durmakta. Hiçbir şey yapmıyorlar, hiçbir şey açıklamıyorlar, sadece düalistlerin sezgilerini teskin etmeye yarıyorlar ve geriye onların, kualianın, bilimsel dünya görüşüne nasıl sığdırılacağıyla ilgili büyük bir gizem kalıyor. Kısacası onların nasıl ve neden var oldukları anlamayacağız, anlayamayacağız.”

    Bu kesinlikle doğru; ancak kualiaya bir reddiye değil. Çünkü bu, insana ve onun gücüne dair fazlaca iyimser bir bakış açısına dayanıyor. Bizler evrimin mahsulleriyiz. Hayatta kalmak için anlamamız ve hissetmemiz gereken şeyleri anlar ve hissederiz. Epifenomenal kualia hayatta kalma mücadelesiyle tamamen alakasızdır. Evrimimizin hiçbir aşamasında doğal seleksiyon, kualiaya nasıl sebep olunduğunu ve onları yöneten yasalar ya da aslında neden var olduklarını anlayabilenleri desteklemedi. Biz, işte bu yüzden onların nasıl ve neden var olduklarını anlayamayacağız.

Fizikalizmin güçlerimiz hakkındaki inanılmaz derecede iyimser bir görüş olduğu yeterince takdir edilmiş değildir. Eğer bu doğruysa, biz büyük resimdeki (the scheme of things) yerimize dair birtakım kavrayışlar elde etmişiz demektir. Bazı karmaşıklıklar sorunları-çok fazla nöron olması gibi- bizi alt ediyor ama biz yine de prensipte hepsine sahibiz. Ancak evrendeki her şeyin homo sapiens’in şu veya bu şekilde hayatta kalmasıyla alakalı türden şeyler olduğuna dair önceki ihtimali düşünün. Bu ihtimal elbette ki çok düşük. Fakat evrimdeki herhangi bir aşama sayesinde bilgisine yakınlaşamayacağımız veya anlayamayacağımız  büyük resimdeki parçanın, belki de büyük parçanın, olması kabul edilebilirdir. Çünkü, bu tarz bilgi ve anlamanın, hayatta kalma açısından alakasız olması gibi basit bir nedeni vardır.

Fizikalistler sıklıkla kendi bakış açılarına göre bizim doğanın bir parçası olduğumuzu vurgulamaktadırlar. Ancak biz doğanın bir parçasıysak, uzun yıllar süren evrimden sonra doğanın bizi terk ettiği gibiyizdir. Ve bu evrimsel ilerlemedeki her adım, yalnızca hayatta kalma değerini koruma ya da artırma ihtiyacıyla kısıtlanmış bir şans meselesi haline gelmiştir. Şaşılacak şey şu ki, anlayabildiğimiz kadar anlıyoruz. Kavrayışımızın çok dışında kalan meselelerin olması gerektiğinde ise şaşılacak bir şey yoktur. Belki de epifenomenal kualianın büyük resme dahli tam da böyle bir şeydir.

Bu durum dünyamızın ve bizim dünyadaki konumumuzun kapsamlı bir resmini ifade etmek için kapasitemize dair gereğinden fazla kötümser bir görüş gibi görünebilir. Ancak en derin okyanusların dibinde yaşayan ve kendisinde zeka tezahür etmiş bir çeşit deniz salyangozu keşfettiğimizi düşünün. Bu koşullarda hayatta kalmak rasyonel güçleri gerektirebilir. Zekalarına rağmen, bu deniz salyangozlarının bizimkine kıyasla oldukça dar bir dünya algısı var ve onlarının bu durumunun açıklaması onların yakın çevrelerinin doğası ile ilgilidir. Yine de onlar bu dar kavramları çerçevesinde oldukça iyi işleyen bilimler kurmuş olsunlar. Ayrıca salyangozof denilen filozofları da olsun. Bazıları kendilerine radikal salyangozof desinler ve diğerleri de ılımlı salyangozof olduklarını kabullensinler.

Radikal salyangozoflar bu sınırlı kavramlarının, herhangi bir “artık” bırakmadan her şeyi ilkesel olarak tasvir etmeye yeteceğini iddia ediyorlar. Bu radikal salyangozoflar zayıflık anlarında ise teorilerinin bir şeyleri dışarıda bıraktığına dair hislerini itiraf ediyorlar. Bu hisse ve karşıtlarına, yani ılımlı salyangozoflara, hiçbir salyangozofun bu gizemli “artığın” dünyanın işleyişine dair sahip oldukları başarılı bilimsel dünya görüşüne nasıl uyacağı ile ilgili açıklamalarında başarılı olamadıklarını öne sürerek direniyorlar.

Deniz salyangozlarımız mevcut değiller ancak olabilirler. Ve bizim deniz salyangozlarına baktığımız gibi bize bakan süper varlıklar da var olabilirler. Asla bu süper varlıkların sahip olduğu perspektifi elde edemeyiz, çünkü biz onlar değiliz, ama bunun gibi bir perspektifin var olma ihtimali, bence, aşırı iyimserliğin panzehiridir.

 

1 Comment

  1. Aşırı panzehirin ‘iyilikseverliği’ mağara insanının okumaya vakit bulamama zamanlarının muhabbetine benziyor. Bu nasıl okumadır???

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Olasılıksal Determinizm – Douglas Ross

Önceki Makale

Gramsci, Hapishane Defterleri ve Felsefe – Chris Harman