/

Ateistler Ahlaklı Olabilir Mi? – Bill Vallicella

2671 görüntülenme
10 dk okuma süresi
Damla Belemir Aydın

Damla Belemir Aydın

Bilkent Felsefe’de eğitimine devam etmekte. Genellikle din felsefesiyle ilgilenir. Fransız edebiyatını ve sinemasını seviyor. Sanat tarihi, mitoloji ve fotoğrafçılık hobileri.

Yazan: Bill Vallicella

Çeviren: Damla Belemir Aydın

Kaynak: https://maverickphilosopher.typepad.com/maverick_philosopher/2016/09/can-an-atheist-be-moral.html

 

Ateistler Ahlaklı Olabilir Mi?

Bu sorulmaktan vazgeçilmeyen sorulardan biridir ve üzerine tonlarca saçmalık yazılmıştır.

Bir Hıristiyan Milletine Mektup‘un (In Letter to a Christian Nation (Knopf, 2006)), “Ateistler Kötü Müdür?” bölümünde Sam Harris şöyle yazar:

“Dini inancın ahlakın tek gerçek temeli olduğuna inanmakta haklıysanız, ateistler inananlardan daha az ahlaki olmalıdır. Hatta, tamamen ahlaksız olmaları gerekir.” (pp. 38-39)

Harris daha sonra doğru olduğundan şüphe duymadığım bir şeyin, yani ateistlerin “… en azından genel nüfus kadar iyi davrandıklarına” (Ibid.) işaret ederek devam eder. Eğer bilgiçliğimi affederseniz Harris’in örtük tasımı (1), modus tollendo tollens’in (2) bir örneği olarak ifade edilebilir:

  1. Eğer dini inanç, ahlakın tek gerçek temelini sunuyorsa, ateistler inananlardan daha az ahlaki olmalıdır.
  2. Ateistler inananlardan daha az ahlaklı değildir.

Bu nedenle,

  1. Dini inanç, ahlakın tek gerçek temelini sunmaz.

Bu argümandaki sorun ilk öncülden kaynaklanmaktadır. Basitçe, dini inancın ahlak için tek gerçek temeli sunması, ateistlerin teistlerden daha az ahlaki olması gerektiği anlamına gelmez. Bu bariz non sequitur (3) ve ayırt edilmesi gereken iki sorudan oluşan bir karmaşaya dayanır.

S.1. Bazı kabul görmüş ahlaki kurallar göz önüne alındığında, teizmin bir versiyonunu savunan insanlar, ateizmin bir versiyonunu savunanlardan daha mı ahlakidir, yani kabul görmüş kurallara uygun olarak yaşama olasılıkları daha mı yüksektir?

Bu sorunun cevabı hayırdır. Ama cevap evet olsa bile, Harris’in argümanı için bunun hayır olduğunu tartışmayı kabul ederim. Her halükârda (S1), gerçek bir felsefi soruya ulaşmanın bir parçası olmadıkça felsefi anlamda ilginç değildir, ancak (S1) sosyolojik olarak ilgi çekicidir. Şimdi (S1) ile (S2)’yi karşılaştıralım:

S.2. Bazı kabul görmüş ahlaki kurallar göz önüne alındığında, ateistlerin bu kurallara uymaları makul müdür?

Kabul görmüş ahlaki kurallar, ateistlerin ve teistlerin hepsinin ya da çoğunun kabul edeceği kurallardır. Zaten hepimiz çocuk tacizine, insanların kasıtlı olarak öldürülmesine, tecavüze, hırsızlığa, yalan söylemeye ve yatırımcıların Bernard Madoff gibi insanlar tarafından dolandırılmasına itiraz etmiyor muyuz? Ayrıca, bu eylemlere itiraz ederken, itirazlarımızın sadece öznel olarak geçerli olmaktan daha fazlası olduğunu da kastediyoruz. Malımız çalındığında veya bir komşumuz öldürüldüğünde, nesnel bir yanlışın yapıldığını düşünürüz ve hırsız veya katil yakalandığında, yargılandığında ve mahkûm edildiğinde, nesnel olarak doğru bir şeyin yapıldığına karar veririz. Nefsi müdafaa, kürtaj gibi ayrıntılar veya özel durumlar hakkında endişelenmeyin. Hepimizin veya çoğumuzun, teistlerin ve ateistlerin de kabul ettiği, minimal, nesnel olarak bağlayıcı kuralları hayal edin.

(S2) ‘nin sorduğu şey, kabul görmüş, nesnel olarak bağlayıcı ahlaki kuralların dayanağı veya temelidir. Bu soru, herhangi bir deneysel veya sosyolojik bir soru değildir. Ayrıca, normatif etik ile ilgili bir soru da değildir. Soru, ne yapmamız veya yapmamamız gerektiği değildir, çünkü buna zaten kaba bir cevabımız olduğunu varsayıyoruz. Soru bir meta-etik sorusudur: Ahlak, eğer bir şeye dayanıyorsa, neye dayanıyordur? Örneğin, yatırımcıların dolandırılmasının, ya da tecavüzün, insanları kasıtlı olarak öldürmenin ya da köleliğin, ahlaki açıdan yanlış olduğuna dair ortak yargının gerekçesi nedir?

Bununla ilgili farklı meta-etik teorileri vardır. Bazıları ahlakın doğaüstü bir temel gerektirdiğini, diğerleri ise doğal bir temelin yeterli olduğunu söyleyecektir. Buradan (4) Richard Taylor ve William Lane Craig arasında geçen, bu konuyla ilgili bir tartışmanın metnini okuyabilirsiniz. Ben, Craig’in ustaca savunduğu tarafı kabul etmeye meyilliyim. Taylor’a bir filozof olarak çok saygı duymama ve çalışmalarından ders çıkarmış olmama rağmen, bana öyle geliyor ki, bu tartışmada bir sofist ve ukala biri olarak karşımıza çıkıyor.

Ancak bu yazının amacı, ahlakın temeli sorununda taraf tutmak değil, sadece Sam Harris’in oldukça açık iki soruyu karıştırdığını belirtmektir zira Harris; bu iki soruyu ayırabilmiş olsaydı, ahlakın dinde bir temel gerektirip gerektirmediği sorusunun mantıksal olarak teistlerin ateistlerden daha ahlaki olup olmadıkları sorusundan bağımsız olduğunu görürdü. Ateistlerin ahlaki olarak teistler kadar dürüst olabileceğine dair basmakalıp sözlerin, ahlakın doğaüstü bir temele ihtiyaç duymadığını gösterme eğiliminde olmadığını ve birinci öncülün yanlış olduğunu görürdü.

Bununla birlikte, iki soru birbirinden farklı olsa da, birbirleriyle bağlantılı olduklarını eklemeliyim. Çünkü insanlar kabul görmüş ahlaki kuralların hiçbir gerekçesi olmadığına inanmaya başlarlarsa, o zaman ona uyma olasılıkları azalacaktır. Ya da bir kişinin tecavüz yasağının gerekçesi olarak sadece ihtiyatlı olduğunu düşündüğünü varsayalım: kadınlara tecavüz etmek ihtiyatsızdır, çünkü yakalanabilir ve hapse girebilirsiniz. Eğer gerekçe bu olsaydı, o zaman izole bir yerde savunmasız, yalnız bir kadınla karşılaşan vicdanı olmayan bir adam, onunla birlikte olmamak için hiçbir nedene sahip olmazdı. Fakat eğer adam tecavüzün ahlaki yanlışlığının her şeyi bilen bir Tanrı’nın kutsal iradesine dayandığına inanırsa, o zaman adamın bu eğilimine direnmek için bir nedeni olacaktır.

 

Çevirmen Notları:

(1) Örtük Tasım (Yun. enthymema = Düşüncede (en thymo) tutulan): Öncüllerden birinin açık olarak dile getirilmeyip düşüncede tamamlandığı tasıma verilen ad. [© Nedir Ne Demek (NND Sözlük)]

(2) Önermeler mantığında, modus tollendo tollens olarak da bilinen ve sonucu reddeden modus tollens, tümdengelimli bir argüman formu ve bir çıkarım kuralıdır. Ona göre sonuç reddedilirse öncül de reddedilir (eğer A doğruysa, B de doğrudur; ancak B yanlıştır, bu nedenle A da yanlıştır). [“Modus tollens.” Merriam-Webster.com Dictionary, Merriam-Webster, 2021.]

(3) Non sequitur, söylenenleri doğal veya mantıksal olarak takip etmeyen bir ifade, açıklama veya sonuçtur. Mantıkta, öncüllerden çıkmayan sonuç olarak bilinir.

(4) http://www.leaderu.com/offices/billcraig/docs/craig-taylor0.html

1 Comment

  1. Ahlaktan ne kastedildiği önemli. “Hepimizin veya çoğumuzun, teistlerin ve ateistlerin de kabul ettiği, minimal, nesnel olarak bağlayıcı kuralları hayal edin.”

    Bence şöyle tanımlanabilir:
    1-Ahlaklılık = Günah/suç işlemeden kaçınma.
    2-Kaçınma yolu = Otokontrol
    3-Kaçınma sebebi = Özne açısından olumsuz sonuç yaratması.
    4-Otokontrol gücünün kaynağı = içsel ya da dışsal olarak dayatılmış kurallar ve yaptırımlar.
    5-Dışsal kurallar = Din, kanun, gelenekler.
    6-Teist = Din kurallarını içselleştirmiş kişi.
    7.1-Ateist 1 = Din kurallarını içselleştirmiş (Teist) görünen kişi ya da
    7.2-Ateist 2 = Din kurallarından bağımsız otokontrol kurallarını içselleştirmiş kişi.

    Hem madde 6’daki hem de 7.2’deki kişi gerçek ahlaka sahiptir zira kuralları içselleştirmişlerdir (şartlandırma). 7.1’deki kişi sadece dış kuralları yerine getirme gayesi güttüğünden dış kurallar kalkarsa, içsel toplumsallaşma kuralları yoksa istediği gibi hareket eder.

    İİçsel Ateist ve İçsel Teist ise içsel kurallarına uymazlar ise kendinden nefret etme ve negatif duygular yaşama şeklinde yaptırımlar tetiklenir. Bu yaptırımın mekanizması vicdan ve empatidir. Bunlar, doğuştan gelen ve kişinin beyin yapısı ile alakalı mekanizmalar olup, kişi böyle doğduğundan içsel ahlak (toplumsallaşma) kurallarını geliştirme olasılık ve kapasiteleri daha yüksektir. Dolayısıyla, otokontrol geliştirme potansiyelleri daha yüksektir. Bu içsel otokontrol mekanizmasının adı Superego’dur.

    Dolayısıyla ahlaklılık, superego gelişimi ile doğru orantılı olup, beynin prefrontal korteks kısmının aktif ve kuvvetli olması ile alakalıdır ve beyin tarama teknikleri ile de tespit edilebilir. Suça meyilli insanların beyninin bu kısmının iyi çalışmadığı ve zayıf olduğu tespit edilmiştir.

    Din konusuna dönersek din superego’ya içerik sağlayabilecek kaynaklardan yalnızca bir tanesidir. Gelenekçi beyne sahip insanlar toplumdaki hazır kuralları ezberleyip içselleştirmeye meyilli iken, sezgisel beyne sahip insanlar ise toplumdaki kurallardan bağımsız genel geçer ve kişisel kurallarını oluşturarak içselleştirirler. Filozoflar sezgisel beyne sahip insanlardır.

    Sezgicilerin oluşturdukları kurallar, toplumdaki mevcut kurallar ile değişen oranlarda örtüşebilir veya çelişebilir. Bağnaz (değişime açık olmayan) toplumlarda bu tip kişiler genel geçer kurallara göre ahlaklı olsalar bile kafir/günahkar/ahlaksız ilan edilebilirler.

    Altın kural kaidesi “Sana yapıldığında kızacağın şeyi başkalarına da yapma” genel geçer ahlaka en iyi örnek olup, dini kuralların özünde zaten bu kaide yer almaktadır. https://tr.wikipedia.org/wiki/Altın_Kural

    Dolayısıyla ahlaklı olmak için dindarlık ön koşul değildir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Muhafazakarlık (Stanford Felsefe Ansiklopedisi)

Önceki Makale

Hukuk ve İdeoloji (Stanford Felsefe Ansiklopedisi)