Devlet Adaletsiz Olduğunda Şiddet Uygulamak Meşrulaştırılabilir – Jason Brennan

1885 görüntülenme
15 dk okuma süresi
Hasan Ayer

Hasan Ayer

Ankara Üniversitesi DTCF İngiliz filolojisi lisans öğrencisidir. Temel ilgi alanı siyaset felsefesi ve siyaset teorisidir. Spesifik olarak liberal ve muhafazakar siyaset teorisi ile çokkültürcülük, hak teorileri, kültür kuramları ve göç teorileri çalışmaktadır.

Eğer polisin birini öldüresiye boğduğunu görürseniz – Örneğin 2014 yılında New York sokaklarında yerde debelenmek zorunda kalan 43 yaşındaki siyahi bahçe uzmanı Eric Garner- onlara biber gazı sıkıp kaçmayı tercih edebilirsiniz. Masum bir hayatı bile kurtarabilirsiniz. Fakat bu türden bir kahramanlığı meşrulaştıracak sebepler nelerdir? ( En nihayetinde polisler sizi tutuklayabilir ya da öldürebilir.) Daha da önemlisi: devlet yetkilileri adil olmayan bir yasayı takip ettiğinde kendimizi ve diğerlerini devlet kaynaklı adaletsizlikten savunma hakkına sahip miyiz? Bana kalırsa cevap; evet, fakat bu görüşün savunulmaya ihtiyacı var. Amerikalıların genellikle alkış tuttuğu sivil itaatsizliğin pasif başkaldırısına karşın, hangi koşullar altında aktif öz savunma, ihtimal dahilindeki şiddet dahil, meşrulaştırılabilir?

Sivil itaatsizlik sosyal ya da legal değişiklikler yapmayı amaçlayan bir genel kanundur. 1846 yılında Birleşik Devletlerin kolonicilik atılımlarını finanse etmemek için vergi ödemeyi reddeden Henry Davi Thoreau’nun tutuklanmasını veya 1963 yılında beyaz Amerikayı siyahi sivil haklarına saygı duyması için mahçup edip yetkililerin öfkesini çeken Martin Luther King Jr’yi düşünün. Bu tür vakalarda itaatsiz vatandaşlar dikkatleri problemlerin üzerine yoğunlaştırmak için belirgin bir biçimde yasaları çiğneyip cezayı kabullenirler. Fakat meşru direniş sivil bir yapıda olmak zorunda değildir. Yasaları değiştirmeyi, işlevsiz kurumları reforme etmeyi veya kötü liderleri yenileriyle değiştirmeyi amaçlaması gerekmez. Bazen basit bir şekilde o anki adaletsizliği durdurmak ile ilgilidir. Eğer bir gasp’ı engelliyorsanız; heryerde meydana gelen gaspları değil, o andaki mevcut olan gaspı engellemeye çabalıyorsunuzdur. Doğrusunu söylemek gerekirse, Eric Garneri boğduğu sırada polis memuru Daniel Pantaleoya biber gazı sıkıyor olsaydınız, bu durumda Amerikan polis teşkilatının uygulamalarını düzeltmeye değil; sadece Garneri kurtarmaya çalışıyor olurdunuz.

Yalan söylemenin, hilebazlık yapmanın, çalmanın, aldatmanın, manipule etmenin, mülkiyeti tahrip etmenin veya insanlara saldırmanın ekseriyetle doğru olmadığı konusunda hemfikirizdir fakat çok azımız bu türden eylemlere karşı yasaklamaların mutlak olduğunu düşünmekte. Sağduyu ahlakı, öz savunma veya diğerlerini savunmada (Yasalar her zaman bunu desteklemese de) bu türden eylemlerin müsaade edilebilir olduğunu kabul eder. Kapıdaki bir katile yalan söyleyebilir, sözde çocuk kaçırıcısının arabasının camını kırabilir, sözde tecavüzcüyü de öldürebilirsiniz.

  İşte sizin için felsefi bir egzersiz; Şöyle bir durum tahayyül edin: Bir sivil, sizin kendinizi veya diğerlerini savunmak için dalavere, hile veya şiddete başvurmanızının müsaade edilebilir olabileceğine inandığınız türden bir adaletsizlik yapmakta.  Örneğin, arkadaşınızın kırmızı ışıkta uygun olmayan bir duruş yaptığını ve babasının öfkeyle onu arabadan çıkartıp tartakladığını, hatta arkadaşınızın boyun eğip yerde kalakaldıktan sonra bile kafatasının arkasına darbe almaya devam ettiğini tahayyül edin. O adamı durdurmak için şiddet kullanmak gerekli olsaydı kullanabilir miydiniz? Şimdi aynı sahneyi bu sefer saldırganın Ohio’daki bir polis olduğu ve kurbanın da 2017 yılında yukarıda tarif edilen türden bir saldırıyı yaşamış Richard Hubard olduğu şekliyle tahayyül edin. Bu bir şeyleri değiştirir mi? Müdahalede bulunmak yerine polis memurunun Hubbardı öldürmesine izin mi vermelisiniz?

Haklarımızı ihlal eden devlet yetkililerini engellemekten men edildiğimize inandıklarından, çoğu insan ‘’evet’’ derdi.  Bunu kafa karıştırıcı buluyorum. Bu görüşten hareketle, komşularım birine ofis tahsis ederek veya kötü bir yasa çıkararak bizim öz savunma hakkımızı ve diğerlerini savunma hakkımızı elimine edebilir. Bu görüşe göre, yasal haklarımız, yaşam, özgürlük ve kişi güvenliği haklarımız siyasi buyruk tarafınca ortadan kaybolabilir – veya bir polis kötü bir gün geçirdiğinde bile-. Bunun yerine ben, Bütün Çareler Tükendiğinde: Devlet adaletsizliğine karşı direnişin ahlakı (In When All Else Fails: The Ethics of Resistance to State Injustice) kitabımda, sivillere karşı kendimizi koruduğumuz koşulların aynılarının olması durumunda devlet yetkililerine karşı aynı savunmanın yapılabileceğini iddia ediyorum.  Benim görüşüme göre devlet yetkilileri ve siviller eşit değerdedir ve bizler bu ikisine karşı öz savunma  (ve diğerlerini savunma) hakkına sahibiz. Devlet yetkililerinin aksini düşünmek için iyi bir neden bulamadığımız sürece öz savunmaya karşı özel bir dokunulmazlığı olmadığını varsaymalıyız. Fakat özel dokunulmazlığa ilişkin önde gelen argümanların zayıf oldukları ortaya çıktı.

Devlet ve yetkilileri ‘otorite’sahibi olduğundan (Tanımı gereği bir devlet eğer size yasalar aracılığıyla boyun eğdiriyorsa sizin üzerinizde bir otoriteye sahiptir: o ne söylerse yapmak zorundasınızdır çünkü o öyle istiyor) bazıları devlet kaynaklı adaletsizliğe karşı kendimizi savunamayacağımızı söyler. Fakat otorite argümanı işe yaramamaktadır. Vergi ödemek, jüri görevine katılmak ve hız sınırına uymak zorunda olduğunuzu söylemek ile devlet ve devletin araçlarının başvurduğu aşırı şiddete ve insan haklarınızın ihlal edilmesine boyun eğmek zorunda olduğunuzu söylemek bambaşka şeylerdir. ‘’Devletlerin sahip olduğu otorite her ne olursa olsun sınırlıdır’’ anlayışı liberalizmin merkezi fikridir. 

Diğerleri devlet adaletsizliğine sadece ve sadece barışçıl yöntemler ile direnç göstermemizi söylemektedir. Gerçekten de böyle yapmalıyız fakat bu durum sivillere veya devlete karşı öz savunma arasında ayrım gözetmiyor. Öz savunmanın genel hukuktaki (*)hali her zaman zorunlu bir şart tarafından yönlendirilir: Sadece ve sadece gerekli olduğunda ,yani, barışçıl yöntemlerin bir etkisi pek olmadığında yalan söyleyebilir ya da şiddet uygulayabilirsiniz  Fakat barışçıl yöntemler genellikle adaletsizlikleri engellemede başarısızdır. Eric Garner son nefesini verdiği ana kadar barışçıl bir biçimde şikayette bulundu: ‘nefes alamıyorum’

Bir diğer argüman ise yetkisiz müdahale etmememiz gerektiğidir. Fakat bu argümana başvurmak, ‘’yetkisiz müdaheleci karşıtı’’ ilkeyi yanlış yorumlamaktır. Bu ilkeye göre, uygulanabilir bir adalet sistemi var olduğunda iyi niyetli bir şekilde adaleti yerine getiren kamu görevlilerine saygı duymalıyız. Bundan dolayı, eğer polisler bir gasp vakasını engellemeye teşebbüs ediyorlarsa siz müdahale etmemelisiniz. Fakat eğer bir gasp vakasını göz ardı ediyorlarsa veya durduramıyorlarsa, müdahale edebilirsiniz. Eğer polislerin kendileri gaspçıysa, ‘’yetkisiz müdahaleci karşıtı ilke’’ sizi kendinizi savunmaktan alıkoymayacaktır. Bu ilke adaleti yerine getirdikleri sürece işinin ehli olan devlet yetkililerine saygı duyma konusunda sizi teşvik etmektedir, onların adaletsizlik yapmalarına müsamaha vermeniz gerektiği konusunda değil.

Bazıları tezimi çok tehlikeli bulmakta. Hangi zamanda net bir biçimde öz savunmanın meşru olduğunu bilmenin zor olduğunu, insanların hatalar yaptığını, direnmemeleri gereken zamanda direndiklerini iddia ediyorlar. Fakat bu sivillere karşı öz savunma durumunda da geçerli. İlkenin uygulanması zor olduğundan hiç kimse birbirimize karşı öz savunma hakkından mahrum olduğumuzu söylememekte. Daha ziyade bazı ahlaki ilkeleri uygulamak zordur.

Ancak bu itiraz sorunu tam anlamıyla tersinden anlamakta.  Gerçek hayatta insanlar devlet otoritesi karşısında son derece saygılı ve konformisttir. Hepsi deneklere elektrik akımı vererek öldürmede, yahudileri gazla zehirlemede, veya emir aldıklarında sivilleri öldürmede son derece istekli fakat siyasi adaletsizliğe karşı çıkmada gönülsüzdürler. Tersine tehlikeli olan tez -çoğu insanın yanlış bir şekilde uyguladığı tehlikeli bir tez-, adaletsiz davranan devlet görevlilerine boyun eğmemiz gerektiğini söyler.Burada şunu hatırlamakta fayda var  ki devlete karşı öz savunma, çiğnenmiş kuralları düzeltmek yerine o an mevcut olan adaletsizliği engellemek ile ilgilidir.

Şüphesiz ki genellikle kalıcı sosyal değişimlere neden olan en etkili yöntem stratejik şiddetsizliktir (nonviolence). Fakat Martin Luther King’in uyguladığı halindeki stratejik şiddetsizliğin her zaman tek başına işe yarayacağını varsaymamalıyız.Yakın zamandaki iki kitap – Charles Cobb Jr’nin ‘’Bu şiddetsizlik canınıza mal olacak’’ (This Nonviolent Stuff’ll Get You Killed 2014) ve Akinyele Omowale Umoja’nın ‘’Ateşe karşılık vereceğiz’’ (We Will Shoot back 2013)- Amerikan sivil haklar hareketinin ileriki dönemlerdeki ‘’şiddet içermeyen’’ safhalarının, siyahilerin silahlanıp ‘’hareketin daha erken safhalarında’’ öz savunma amacıyla ateşe ateşle karşılık vermelerinden kaynaklandığını göstermiştir. Eli kanlı çeteler ve beyaz polis siyahilerin karşı koyabileceklerini öğrendiklerinde, baskının çok daha az şiddet içeren türlerine meylettiler ve buna karşılık siyahiler de şiddet içermeyen metodlar kullanmaya başladılar. Savunma amaçlı hile, aldatma ve şiddet genellikle son çaredir fakat bu durum onların asla meşrulaştırılamayacağı anlamına gelmemektedir.

KAYNAK; https://aeon.co/ideas/when-the-state-is-unjust-citizens-may-use-justifiable-violence

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Ahlak Öğretilebilir Mi? – Peter Singer

Önceki Makale

ZİHİNLE BİRLİKTE GELENLER – Kualia (2)