Fransız Devriminin Ölüm Meleği – Marisa Linton

2919 görüntülenme
37 dk okuma süresi
Yasin Demirkıran

Yasin Demirkıran

İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi'nde İngilizce Mütercim-Tercümanlık bölümünde lisans eğitimine devam etmekte ve aynı zamanda freelance tercümanlık yapmaktadır. Tarih, Dilbilim ve Video Oyunları ilgi alanları arasındadır.

İdealist ve şiddete yatkın genç Louis-Antonie de Saint-Just, Fransız Devrimi’nin ruhunu temsil ediyordu. Ortaya çıkmasına yardım ettiği Terör Dönemi, kendi sonunu getirmişti.

Fransız Devrimi’nin liderleri arasında hiçbiri Louis Antonie de Saint-Just’tan daha efsanevi bir statüye sahip değildir. Onun kısa süren siyasi kariyeri 18.yüzyılın en radikal zamanları olan Jakoben Cumhuriyetinin 2.yılını (1793-1794) kapsıyordu. Jakobenler, demokrasinin, özgürlüğün ve eşitliğin gerçeğe dönüştüğü daha iyi bir dünya yaratmaya çalıştılar, fakat bunu gerçekleştirmek için terör olarak bilinen devlet destekli baskıya ve şiddete başvurdular. Bu dönem, Robespierre ile birlikte, Saint-Just’ün Temmuz 1794’deki Thermidor katliamında giyotinle idam edilmesiyle son buldu. Birçoğu için, Saint-Just, devrimin kendisini Robespierre’den bile daha çok temsil etmektedir çünkü o idealist, cesur ve enerji dolu bir gençti ancak idealini gerçekleştirmek için devrimci terörünü destekliyordu ve bunun için kendisininki de dahil birçok insanın hayatını feda edebilirdi. Victor Hugo, 1862 tarihli Sefiller adlı romanında, siperdeki iklimsel savaşa liderlik eden genç öğrenci Enjolras’ı Saint-Just’e çok benzeterek betimlediğinde, okuyucular bunun ne anlama geldiğini biliyordu. Bundan birkaç yıl önce, Hugo’nun çağdaşı ve yurttaşı olan büyük cumhuriyetçi tarihçi Jules Michelet, Saint-Just’ü, doğaüstü yakışıklılığıyla ve kan donduran korkunçluğuyla, “ölümün baş meleği” olarak tanımlamıştı.

İnsanların Saint-Just hakkında çok uç görüşleri vardır. Saint-Just, Fransız Devrimi hakkında Fransızların kendisinden bile daha tarafsız olan Anglo-Amerikan tarihçilerin arasında bile hala tartışmalı bir figürdür. Bir biyografi yazarı olan Amerikalı Eugene Curtis, Saint-Just’te romantik ve radikal şair Shelley’in ete kemiğe bürünmüş halini görmüştü. İngiliz tarihçi Norman Hampson daha karamsar bir görüşe sahipti ve belki de Michelet’in melek metaforunu göz önünde bulundurarak, Saint-Just’ü Lucifer’e benzetmişti.

Bu efsanenin gerçeğe ne kadar dayandığını görmek için bu tartışmayı bir kenara bırakabilir miyiz? Bunun bir yolu, devrimci siyaset dünyası onu içine çekmeden önceki yaşantısına bakmaktır. 25 Ağustos, 1767’de, emekli bir subayın ve bir noter kızının oğlu olarak Decize, Burgonya’da dünyaya geldi. Ailesi, Saint-Just 9 yaşındayken, babasının ana yurdu olan Picardy’nin Blérancourt isimli küçük bir kasabasına taşındı. Ertesi yıl, babası öldü ve annesi çocuklarına tek başına bakmak zorunda kaldı. Bir genç delikanlı olan Saint-Just, oranın bir yerlisi olan Thérèse Gellé isimli bir kıza aşık oldu. Evlenmeyi umuyorlardı fakat kızın babası zengin bir damat istiyordu. Saint-Just kasabadan uzaktayken, Thérèse kasabanın tüm ileri gelenlerinin katıldığı bir düğünde evlendi. Saint-Just bunu öğrendiğinde, özellikle bu olanları ondan saklayan annesine çok sinirlendi. Birkaç hafta sonra, 1786’nın Eylül ayında, ailesinin gümüşlerinin birazını alarak evden gizlice kaçıp gitti ve sonra onları Paris’te bir kafede sattı. Annesinin ısrarı üzerine polis, bu genç delikanlının izini sürdü, yakaladı, sorguya çekti ve bu genç işlediği suçlar üzerine düşünmek için 6 aylığına bir hapishaneye gönderildi. Bu deneyiminden sonra çok aşağılık hissetmiş olmalıydı ki bu konunun hiç bahsini açmıyordu ve bu olayı sadece birkaç kişi biliyordu. Bu deneyim onu başka türlü de etkilemiş olabilirdi çünkü sonraki yazılarında ataerkil ailelerde kadınlara ve çocuklara uygulanan baskıyı eleştirmiş ve kadınların evleneceği kişiyi seçme özgürlüğü olduğunu savunmuştu.

Hapisteki sıkıntıları Saint-Just’a, 20 yaşında gayrimeşru bir piskopos çocuğu olan Antonie Organt’ın talihsizliklerini anlatan bir epik şiir olan Organt’ı yazması için ilham verdi. Voltaire’den esinlenip satirik bir biçemde yazılan şiir, bu dünyada kendi adından söz ettirmeye çok hevesli bir gencin eseriydi. Arsızlık, fantastik hayaller dolu ve birkaç pornografik bölümü olan bu eser, gelecekteki “Jakobenler’in Baş Meleği”nden belki de daha manevi bir şey bekleyen birkaç biyografi yazarını şoka uğratmıştı. Bir şeytanlık yapma niyetiyle, Saint-Just, bu kitabı Vatikan’a ithaf etmişti. Ancak eserini tekrar gözden geçirdiğinde, hiç memnun kalmamıştı ve tek satırlık bir önsöz ekledi: “20 yaşındaydım, kötü bir şey yaptım, daha iyisini yapabilirdim.”

Organt, Devrim’in gerçekleştiği ve hayatının baştan aşağı değiştiği yıl olan 1789’da yayınlandı. O andan itibaren ruhunu ve bedenini Devrim’e adamıştı. Sunacak çok şeyi vardı ve bunun farkındaydı: yetenekli, güçlü ve son derece zekiydi ancak güçlü bağlantıları, parası ve düzenli bir mesleği olmayan biriydi. Yasal olarak siyasete atılabileceği 25 yaşın altında olması da ona bir engeldi.

Haziran 1791’de, Saint-Just, barış ve istikrarın önemini vurgulayan The Spirit of the Revolution (Devrimin Ruhu) başlıklı bir tez yayınladı. Fransa bir cumhuriyet olmak için uygun olmadığından, anayasal monarşi en iyi yönetim biçimiydi. Nispeten ılıman bir siyaset izlense de bazı oldukça dikkat çekici olan radikal bölümler bireysel ilişkiler ve kişisel özgürlük ile ilgiliydi. Just, ayrıca idama karşı da kesinkes karşıt olduğunu belirtmişti. Ancak vurguladığı siyasi istikrar paramparça olmak üzereydi. Haberler, 16. Louis’in Fransa’dan kaçmaya kalkıştığı yönündeydi. Birçok devrimci, kralın bu hareketini halkına ihanet olarak gördüğü için, ona bir daha asla güvenmeyeceklerdi. O yılın ilerleyen zamanlarında Saint-Just, yeni ulusal temsilcilik adaylığını garantiye almayı başarmıştı ancak onun bu zaferi kısa sürmüştü. Bir zamanlar evlenmek istediği kızın babası tarafından ihbar edildi ve adaylık için yasal yaş sınırının altında olduğunu ortaya çıktı. Blérancourt’ta bir yıl daha huzursuz, bıkkın ve hayal kırıklığına uğramış bir şekilde yaşamak zorunda kaldı.

Ülkenin siyasi durumu, on ay içinde yeni bir krize dönüşmüştü. Jirondenler olarak bilinen grubunun sebep olduğu Avusturya ve Prusya’ya karşı olan savaş feci şekilde ilerliyordu, Fransızlar sınırda savunma savaşı yapıyordu. Birçok devrimci, Louis ve Marie-Antoinette’i dış güçlerle gizlice iş birliği yapmakla suçluyordu. 10 Ağustos 1792’de monarşi düştü. Bu ikinci devrim, Saint-Just’e bir şans daha vermişti. 25. yaş gününden birkaç gün sonra, yeni temsili meclis olan Ulusal Meclis’in 749 temsilcisi arasından en küçüğü olmuştu. Meclis’in ilk işi Fransa’da cumhuriyeti ilan etmek oldu.
Saint-Just, içerisinde Georger Danton, Camille Desmoulins ve Maximilien Robespierre gibi isimlerin bulunduğu Jakobenler denilen en radikal devrimci grubuna yönelmişti. Saint-Just, 1790’da Robespierre’e şöyle yazmıştı: “Sen, tanrıyı bildiğim gibi, sadece mucizeleriyle bildiğimsin.” Just’ün planladığı gibi, Robespierre’in gururu okşanmıştı ancak genç adamın samimiyetsiz olduğunu düşünmek için hiçbir neden yoktu. Bu iki adam, aynı fikirde iki meslektaş oldukları kadar, çok yakın iki arkadaş da oldu ve yaşamlarının son haftalarına kadar Saint-Just’ün The Incorruptible’a (Robespierre’in bozulmaz, yıkılmaz, satın alınamaz anlamlarına gelen lakabı) olan sadakati değişmedi.

Saint-Just, Meclis’te ilk konuşmasını 13 Kasım’da yaptı. Konuşmasının ana konusu, kralın akıbeti ve halkına karşı işlediği suçlar yüzünden yargılanmasına gerek olup olmadığıydı. Kendinizi binden fazla insana dinletmek ve onlara söyleyecek özgün ve önemli bir şeyiniz olduğuna ikna etmek o kadar kolay değildi. Ancak Saint-Just, kendini en etkili devrimci konuşmacılardan biri yapacak olan bu ilk konuşmasını başarıyla tamamlamıştı. Diğerleri kralın yanlış hareket ettiğini savunurken, Saint-Just krallığının kendisinin ahlaki olarak yanlış olduğunu savundu. “Kimse masumca hüküm süremez”, dedi. Kral bir vatandaş değildi ve yasaya tabi değildi. Yaşasaydı, cumhuriyet için bir risk teşkil etmeye devam edecekti. Bu nedenle, yasal rutinlerden geçmeden doğrudan idam edilmeliydi. Temsilciler bu argümanın uzlaşmaktan uzak olan mantığından etkilenmişti; ancak çoğu için kralı basitçe idam etmek olanaksızdı. Böylece Louis mahkemede yargı önüne çıktı ancak Saint-Just’ün tahmin ettiği gibi, mahkeme idamla sonuçlandı.

Saint-Just, Jakoben grubunda ve Meclis’teki ani müdahalelerden ve sık sık yaşanan atışmalardan hiç hoşnut değildi. Onun en iyi yaptığı şey, nazik hitabeti, çarpıcı aforizmaları ve etkileyici oyunculuğuyla, iyi planlanmış konuşmalar yapmaktı. Ne zaman Meclis’te konuşsa, seyirciler onu duyabilmek için balkonların önüne doluşuyorlardı ve birbirlerine yüksek sesle şöyle diyorlardı: “İşte o adam!”

Nasıl bir adam görmüşlerdi? Bu “meleksi” yüz, bir efsane değil, Michelet’in bir buluşuydu. Zira Saint-Just inkar edilemeyecek kadar yakışıklıydı. Hayatı boyunca resmedildiği portreler, onu soluk oval bir yüz, uzun kestane rengi saçlar, parlak gözler, yüksek elmacık kemikler ve uzun bir burun ile göstermektedir. Jakoben liderleri uzun saatler boyunca çalışıyordu ve genelde çok büyük bir baskı altındaydılar. Zamanla bu yorucu yaşam tarzının etkileri yüzüne yansımaya başladı. Robespierre gibi, Saint-Just de para için yozlaştırılamazdı ve bir temsilci olarak oldukça mütevazi bir maaşı vardı. Buna rağmen, her zaman giyimine dikkat ederdi. Diğer Jakobenler’den farklı olarak, sans-culottes olarak da bilinen Parisli militanların kaba kıyafetlerini benimsememişti. Her zaman şık bir kravat takardı ve bunun ona asalet verdiğinin bilincindeydi. Onun Jakoben arkadaşı Camille Desmoulins, onun bu görünüşüyle ve özellikle kravatıyla alay ediyordu: “Öyle bir duruşu ve davranışı var ki sanki kendini cumhuriyetin mihenk taşı zannediyor.” Saint-Just’ün eşitlikçi siyasetine rağmen, rakipleri onun bir aristokratın kibrine sahip olduğunu söylüyorlardı.

Haziran 1793’te Jakobenler, Jirondenler’i devirdi ve iktidarı ele geçirdi. Aynı ay içinde, Saint-Just yeni bir “Jakoben Anayasası” hazırlanmasına yardımcı oldu. Bu anayasa, bütün devrimin en liberal ve en eşitlikçi belgesiydi ancak Saint-Just’ın Fransa savaştayken bu anayasanın yürürlüğe konulamayacağını belirttiği konuşmasından sonra rafa kaldırıldı. Saint-Just, 10 Temmuz 1793’te, Kamu Güvenliği Komitesi’ne seçildi. 12 üyeden oluşan bu komite, geniş bir yürütme yetkisine sahipti ve savaş seferberliğini koordine ediyordu. Hatta, Genel Güvenlik Komitesi’ne denetleme, tutuklama ve hapsetme yetkisi verilirken, Kamu Güvenliği Komitesi bir savaş kabinesi haline geldi. Ertesi sene boyunca, bu iki komite devrimci iktidarı yönetti.

O yılın yaz ve sonbahar mevsimlerinde büyük çapta krizler oldu. İngiltere, İspanya ve Hollanda, Fransa’ya karşı savaşa katılmıştı. Batı Fransa’da geniş çaplı bir iç savaş çıkarken, çoğu bölge Paris’e karşı ayaklandı. Fransa’nın önde gelen generali Dumouriez’in de dahil olduğu bir dizi ihanet, devrimcilerin tutumunu sertleştirdi. Aynı zamanda sans-culottes, temsilcileri daha geniş tedbirler almaktan vazgeçirmek için mitingler düzenliyordu. Bu durum, devrimci terör politikalarının meşruiyetine zemin hazırlıyordu. Saint-Just, bu politikada kendi rolünü oynadı ancak Kamu Güvenliği Komitesi ortak kararlar aldı ve sorumlulukları paylaştırdı. Bu sayede, sözde “Jakoben Terörü” hiç kimseye veya hiçbir grubun üstüne atılamadı. Aslında bu, meclis temsilcilerinin oylarıyla yürürlüğe giren bir yasalar dizisiydi. Peki neden Saint-Just bu terör ile kişisel olarak özdeşleşti? Bunun sebebi kısmen bu olaylar dizisini savunmak için kamuoyuna konuşmaya hazırlanmasıydı. Robespierre, Barére, Billaud-Varenne ve diğer komite üyelerinin yanı sıra, Saint-Just da komitenin baş sözcülerinden biriydi. Özellikle, iki komitenin de bir dizi devrimci grubun yok edilmesi için yapılacak birkaç konuşmanın hazırlanması ve sunulması için seçtiği isim Saint-Just olmuştu. Bu hizip çatışması, devlet adamlarının terörünün bir parçasıydı. Devrimci ideolojiye göre, kamu yararına tamamen adanmış olmayan herkes, kralcılar tarafından satın alınan bir komplocu olabilirdi. Devrimci liderlerin estirdiği terörün şiddeti, onları da risk altına almıştı. Korku, karşılıklı şüphe ve devrim ateşi güdüsüyle hareket eden devrim liderleri, acımasız bir öldür ya da öl senaryosu içerisinde birbirlerine düştüler.

Saint-Just, görevde bir temsilci olarak hizmet ettiği uzun süre boyunca komiteden uzak kaldı ve komitenin aldığı kararlarda söz sahibi olmadı. 1793 yılında Eylül’den Aralık’a kadar çoğunlukla Ren Ordusu ile Alsas’ta kaldı. Buradaki görevi, ordunun ihtiyaçlarını temin etmek, generalleri teftiş etmek ve devrime karşı herhangi bir sivil ayaklanmasını bastırmaktı. Diğer temsilciler gibi, o da bir meslektaşı ile birlikte hareket ediyordu. Bu isim, Saint-Just’ün otokratik tarzını ılımlı hale getireceği umuduyla, uzlaştırıcı yetenekleriyle öne çıkan Philippe Le Bas’ın ta kendisiydi. Beraber etkili bir ikili olmuşlardı. Bu sınır bölgesinde yaşayan yerlilerin çoğu Fransızca bilmiyordu ve bölgenin büyük bir kısmı Avusturya orduları tarafından işgal edilmişti. Bu zorlu şartlara rağmen, Saint-Just ve Le Bas, güçlerini tam anlamıyla kullanmadılar. Temsilcilerin umursamazlığı yüzünden her yerde olan toplu katliamlar burada yoktu. Nispeten az sayıda tutuklama vardı. Bunların çoğu ordu disiplini ile ilgiliydi ve askeri mahkemeler tarafından idare ediliyordu. Saint-Just sıradan askerlerin refahını sağlarken, bazı rütbeli subaylar yeteneksizlik, yolsuzluk ve sadakatsizlik sebebiyle tutuklanıyordu.

Orduya tedarik sağlama işi, gizli tedarikçilerin devlet memurlarını özel sözleşmeler, yolsuzluk ve rüşvet yoluyla aradan çıkararak muazzam bir servet elde etmelerinin bir yoluydu. Saint-Just bunlardan hiçbirini yapmıyordu. Hatta Strazburg Belediyesi’ne gönderdiği bir kararnamede verdiği emir şu şekildeydi: “Orduda on bin asker yalın ayak! Strazburg’daki tüm aristokratların ayakkabılarını toplayıp, yarın sabah ona kadar on bin çift ayakkabı karargâh yolunda olmalı!” Verilen bu gözdağı öyle etkili oldu ki askeriyeye apar topar 17.000 çift ayakkabı ve 21.000 gömlek bağışlanmıştı. Saint-Just, ordu ve bölgedeki yoksullar için zenginlerden zorla borç alarak biraz ileri gitmişti. Ancak Jakobenlerin de ne kadar sosyal eşitlik sağlayabileceklerinin bir sınırı vardı. Güçleri, zamanları ve kaynakları sınırlıydı. Saint-Just’ün Alsas’taki en büyük başarısı, Avusturyalı işgalcileri Ren Nehri’ne geri püskürtürken ordunun ayakta kalmasında oynadığı kilit roldü. Kritik zamanlarda Saint-Just ve Le Bas, rütbelerini gözetmeden askerlerle omuz omuza savaşa katıldılar. O zamanlarda Alsas’ta olan ve Saint-Just ile arası iyi olmayan bir Jakoben temsilcisi Baudot, onun saldırı altındaki cesaretini anımsayarak şaşkınlıkla şu sözleri söylemişti: “Onu askerlerle omuz omuza gördüm ve ben hayatımda hiç böyle bir şeye şahit olmamıştım.”

Düşmanların açıkça görülebildiği savaşlardan daha zor olan savaşlar ise Paris’te yer alan, düşmanların bizzat dost devrimciler olduğu politik savaşlardı. Saint-Just, burada da kendi rolünü oynadı. 1793-94 kış mevsimindeki siyasi kriz Jakobenleri parçalıyordu. İki grup, komitenin otoritesine karşı çıktı. Sans-culotte lideri Hébert’in liderlik ettiği Hébertist’ler terör eylemlerinin arttırılmasını, Danton ve Desmoulins’in liderlik ettiği Dantonist’ler ise bu terör krallığına bir son verilmesini istediler. Her iki grubun zaferinin de devrimci hükümeti devireceğinden korkan komiteler, iki grubu da ortadan kaldırmaya karar verdi. Saint-Just, bu kararı meclise taşıdı. 13 Mart 1793’te Hébertistlere karşı bir konuşma yaptı. Hébertistler tutuklandı, devrimci mahkemeye gönderilip idam edildiler. Düşmanları Dantonistler, kendilerini güvende zannederek sevindiler, ancak 18 gün sonra Saint-Just onları komplocu ilan etti. Just’ün konuşması, aslında bu konuşmayı yapmaktan çekinen Robespierre’in sağladığı asılsız iddialara dayanıyordu. Saint-Just, bu iddiaları bir kalıba sokarak düşmanlarını ortadan kaldırmayı amaçlayan bir konuşma hazırladı ve bu da gayet tabii işe yaramıştı. Kendi deyimiyle: “Yarım yamalak devrim yapanlar anca kendi mezarlarını kazarlar.”

Saint-Just kamuya açık konuşmalarında üstü kapalı bir üslup kullansa da odasından son kez ayrıldığında ardında bıraktığı etrafa saçılmış kağıtlar ve tutuklandığında elinden alınan not defteri, Just’ün ne gerçekten nasıl bir düşüncesi olduğunu açığa çıkarmaktadır. Jakoben arkadaşlarının ölümünde oynadığı rolün onu derinden sarstığı söyleniyor. Ayrıca birkaç kez yakın olduğunu hissettiği ve belki de kendi yararına değil saf güdülerden hareket ettiğini gösteren bir tür fedakârlık, bir kefaret olarak tasvir ettiği ölümüne de şöyle atıfta bulunmuştur: “Ben kimsenin saldırmaya cesaret edemediği adamlara saldırdım… Bu en gencinizin ölüp, cesaretini ve erdemini kanıtlaması içindi.” Robespierre gibi Saint-Just de, hırsına yenik düşen ve yozlaşanların, devrimi amacından saptırıp kişisel güçlerini koruma altına almak için bir araç olarak kullanmalarından korkuyordu. Cumhuriyet güvence altına alınmadan ölmek istemiyordu. Cumhuriyetin baskı ve şiddet yerine sosyal kurumlar tarafından korunabileceği terör döneminin ötesinde bir zamanın hayalini kuruyordu. Ancak bu hayali gerçekleştirmenin bir yolunu göremiyordu ve çoğu planı uygulanabilir olmaktan ziyade daha çok hayali projelerdi. Hayatının son haftalarında umudunu kaybetti, devrimin dönüştüğü bu kabustan bir çıkış yolu bulamıyordu. “Devrim çamura saplandı” yazdı umutsuzca. “Devrimin tüm ilkeleri yolundan saptı. Geriye sadece özgürlüğün kırmızı başlığını takan düzenbazlar kaldı.”

Saint-Just, 1794’ün ilk yarısında, çeşitli görevler için liderlik ettiği ve kaçınılmaz bir çatışmaya hazırladığı Kuzey Ordusu’na gitti. Son görevini Kuzey ve Doğu Orduları’nda yaptı. Just, Avusturyalıları sonunda Kuzey Fransa’dan çıkmaya zorlayan 26 Haziran 1794’teki nihai Fleurus Muharebesi’nin arkasındaki itici güçtü. Saint-Just’ün ordudaki başarıları kişisel statüsünü yükseltmişti. Aylar geçtikçe kendi başına daha önemli bir siyasi figür haline geliyordu.

Fleurus Muharebesi’nden sonra Fransızlar artık savunma savaşı yapmıyorlardı ve terör politikası artık gerekli değildi. Ancak terörü bitirmek o kadar kolay olmayacaktı. Paris’in atmosferi oldukça buhranlıydı ve Robespierre çöküşün eşiğinde gibi görünüyordu. Aşırı radikal gördüğü birkaç Jakoben ile feci şekilde bozuşmuştu ve bunlardan birkaçı komite üyeleriydi. Robespierre artık toplantılara katılmayı bırakmıştı. Saint-Just’ün Robespierre’e olan sadakati ilk kez zayıfladı. Barére ile birlikte Saint-Just, Robespierre ve onun komitedeki muhalifleri arasında bir uzlaşma yapmaya çalıştı. Ancak Robespierre, muhaliflerini onun ölümünü istemekle suçlayınca bu uzlaştırma girişimi başarısızlıkla sonuçlandı.

Thermidor’un 8’inde (26 Temmuz), Robespierre mecliste isim vermeden birkaç Jakoben üzerinde suçlamalarda bulundu. Bu olay herkesi dehşete düşürdü ve kendisi ile düşmanları arasında ölüme giden bir kavganın fitilini ateşledi. Saint-Just, komite üyeleri tarafından uzlaşma adı altında meclise rapor vermekle suçlandı. Robespierre’in sözlerini duyunca Just’ün kalbi kırılmış olmalıydı. O gece hayati bir karar aldı: komite sözcülüğü görevinden istifa edecek ve Robespierre’in savunması için bir konuşma yapacaktı. Konuşmasında birçok komite üyesini eleştirse de onların tutuklanmalarını talep etmedi. Aksine, uzlaşmak için çabaladı ve cumhuriyeti koruyabilecek ve iktidarın herhangi bir bireyin tekeline geçmemesini sağlayacak sosyal kurumların oluşturulmasını istedi. Bu büyük bir risk anlamına geliyordu. Ancak Saint-Just’ın bu riski alacak zamanı olmamıştı. Daha konuşmasının başındayken, sözleri Robespierre’i devirmek isteyen Jakoben temsilcileri tarafından kesildi. Saint-Just, Robespierre’i savunmaya hazır olduğundan, oklar ona da çevrildi. Darbeciler, Robespierre’i ve onunla aynı safta olan herkesi açıkça suçladığı için bir kargaşa çıkmıştı. Darbecilerin tarafında olan Paul Barras, kürsüdeki Saint-Just’ü “hareketsiz, sakin, yenilmez, soğukkanlı bir şekilde herkese meydan okuyan biri” olarak betimlemişti.

Bu kargaşa, Robespierre, Saint-Just, Le Bas ve diğer iki temsilcinin cumhuriyete karşı komplo kurmak suçuyla tutuklanmasıyla doruğa ulaşmıştı. Aynı gece, belediye binasının önündeki son bir hesaplaşmadan önce, onları hapishaneye almak istemeyen gardiyanlar tarafından serbest bırakıldılar. Bu beşlinin kanun kaçağı olduğu haberi yayılınca, birkaç sans-culottes üyesi hayatlarını onlar için riske atmaya hazırdı. Belediye binasına giren meclis güçlerine karşı çıkan olmamıştı. Etrafları, dehşete kapılıp kaçmaya çalışan insanlarla doluydu. Le Bas intihar etmişti. Saint-Just, çenesinden vurulan Robespierre’e yardım ederken bulundu. Ertesi gün, duruşma yapılmadan Robespierre ve yandaşları giyotine gönderildi. Just, henüz 27 yaşında bile değildi. Devrimci bir lider olarak kariyeri iki yıldan az sürmüştü.

Thermidor, meşrulaştırılmış terör için sonun başlangıcına işaret ediyordu ancak binlerce kişinin öleceği Napolyon Savaşları’nda, Jakoben terörüne göre çok daha fazla şiddet olacaktı. Peki ya Saint-Just, Robespierre’e sırtını dönüp hayatta kalsaydı ne olabilirdi? Michelet, Just’ün zamansın ölümünün ardından şunları söylemişti: “Fransa böylesine umut vadeden bir gencin kaybını asla telafi edemeyecek.” Michelet için, Saint-Just, Napolyon’un karşısına dikilip, yasaya boyun eğdirecek tek gençti. Ancak böyle bir şey olmayacaktı. Bunun yerine, terör suçu, Robespierre gibi, Saint-Just’ün üstüne kalacaktı çünkü terör kullanımının kolektif bir tercih olduğunu unutturmak tüm tarafların çıkarına olacaktı. Hayatta kalan devrimciler 1793’ün şanlı günlerini anımsayan ihtiyarlara dönüşürken, Saint-Just, asla yaşlanmayacak, devrim davasını küçümseyip hayal kırıklığına uğramış biri olmayacaktı. Hayatı sona erdiği gibi efsanesi doğdu. Genç ve idealist devrimcilerin ilk örneği olarak kaldı. Yine de hayatını adadığı devrim, kendi çocuklarının çoğuna yaptığı gibi onu da yiyip bitirmişti.

KAYNAK; https://www.historytoday.com/miscellanies/french-revolutions-angel-death

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Kualia (Stanford Felsefe Ansiklopedisi)

Önceki Makale

Hukuki Pozitivizm (Stanford Felsefe Ansiklopedisi)