//

Amerikan Aydınlanması – Shane J. Ralston

6542 görüntülenme
56 dk okuma süresi
Yasin Demirkıran

Yasin Demirkıran

İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi'nde İngilizce Mütercim-Tercümanlık bölümünde lisans eğitimine devam etmekte ve aynı zamanda freelance tercümanlık yapmaktadır. Tarih, Dilbilim ve Video Oyunları ilgi alanları arasındadır.

Yazar: Shane J. Ralston

Kaynak: https://iep.utm.edu/amer-enl/ (Internet Encyclopedia of Philosophy)

Çevirmen: Yasin Demirkıran

 

 

Amerikan Aydınlanması

(Internet Encyclopedia of Philosophy)

Amerikan Aydınlanması’nın tam olarak hangi zaman aralığında gerçekleştiği hakkında bir fikir birliği olmasa da, 18. yüzyılda İngiliz hakimiyetindeki Kuzey Amerika’da ve Birleşik Devletler’in kuruluş yıllarında yaşayan düşünürler arasında ortaya çıktığını, ayrıca İngiliz ve Fransız Aydınlanmasından ilham aldığını söylemekte bir sakınca yoktur. Karanlık Çağı aydınlatma metaforuna dayanan Aydınlanma Çağı, mutlak otoriteye olan gerek dini gerek siyasi bağlılığı insan doğası, din ve siyaset çerçevesinde daha iyimser ve şüpheci bir tavıra yöneltti. Bu bağlamda, Thomas Paine, James Madison, Thomas Jefferson, John Adams ve Benjamin Franklin gibi düşünürler, bilimsel rasyonalizm, dini hoşgörü ve deneysel siyasi örgütlenme hususunda devrimsel fikirler bulup benimsediler ve bu fikirler yeni doğan bir ulus için geniş çapta etkilere sahip oldu. Bu isimlerin bazıları deizm kavramı çerçevesinde bilim ve dini birleştirdi; diğerleri anti-otoriter liberalizm doktrininde doğal insan haklarını savundu; bir diğer taraf ise cumhuriyetçi düşüncenin erken formlarında erdemliliğin, aydın bir liderlik ve toplumun önemini dile getirdi. Amerikan Aydınlanması beraberinde en az altı ideoloji getirdi: deizm, liberalizm, cumhuriyetçilik, muhafazakarlık, hoşgörü(dini, siyasi vb.) ve bilimsel ilerleme. Bu ideolojilerden birçoğu Avrupalı Aydınlanma düşünürlerinin fikirleri ile benzerlik gösterdi, ancak bazı durumlarda eşsiz bir Amerikan formuna dönüştü.

 

İçindekiler

Aydınlanma Çağı Düşüncesi

  1. Ilımlı ve Radikal
  2. Kronoloji
  3. Demokrasi ve Toplum Sözleşmesi

Altı Temel İdeoloji 

  1. Deizm
  2. Liberalizm
  3. Cumhuriyetçilik
  4. Muhafazakarlık
  5. Hoşgörü
  6. Bilimsel İlerleme

Dört Amerikan Aydınlanma Düşünürü

  1.  Benjamin Franklin
  2. Thomas Jefferson
  3. James Madison
  4. John Adams

Çağdaş Çalışmalar

Kaynakça ve İleri Okuma

 

1. Aydınlanma Çağı Düşüncesi

Amerikan tarihindeki devrim öncesi ve sonrası dönem, Aydınlanma düşüncesinin Avrupada görülen örnekleriyle benzer bir düzende gelişmesi için uygun koşullar yarattı. Devrim öncesi dönemde, Amerikalılar Kral III. George’un kötü yönetimine, Parlementonun adaletsizliğine (Parlementoda temsil edilmeyenlerin vergilendirilmesi) ve sömürgeci bir gücün (Britanya İmparatorluğu) elindeki sömürücü muameleye tepki gösterdi. Amerikan devrimi destekçisi olan İngiliz Thomas Paine, Kuzey Amerika kolonilerinin İngiliz komutanlar tarafından kötüye kullanılmasını kınadığı ünlü The Rights of Man kitabını yazdı. Devrim sonrası yıllarda, Amerikalı düşünürlerin tamamı, Bağımsızlık Bildirgesi, Birleşik Devletler Anayasası ve Federelist Makaleler gibi belgelerde kalıcı fikirlerini dile getirerek, liberal ve cumhuriyetçi ilkelere dayanan yeni bir yönetim sistemi kuracaklardı.

Ayırt edici özellikler her ne kadar on sekizinci yüzyıl Amerikasında ortaya çıksa da, Amerikan Aydınlanmasının büyük bir kısmı İngiliz ve Fransız toplumundaki benzer deneyimlerle süreklilik gösteriyordu. Hem Avrupa hem de Amerikan Aydınlanma metinlerinde şu dört tema tekrarlanmaktadır: modernleşme, şüphecilik, akıl ve özgürlük. Modernleşme, mutlak ahlaki, dini ve siyasi otoriteye dayanan inançların ve kurumların (kralların ilahi hakkı ve Ancien Régime gibi) bilim, rasyonalizm ve dini çoğulculuğa dayananlar tarafından giderek gölgede bırakılacağı anlamına gelmektedir. Voltaire, Rousseau ve Diderot gibi birçok Fransız Aydınlanma düşünürü, bireysel tercihin ve aklın kapsamını potansiyel olarak sınırlayan doğaüstü, aşkın ve mucizevi güçlerden medet umulmasına şüpheyle yaklaşarak bir çeşit felsefi şüpheciliğe katılıyorlardı. Evrensel olarak paylaşılan ve insan doğasını tanımlayan akıl, Aydınlanma düşünürlerinin yazılarında da (özellikle Immanuel Kant’ın “What is Enlightenment?” makalesinde ve Groundwork of the Metaphysics of Morals kitabında) baskın bir tema haline geldi. Dördüncü tema olan özgürlük ve haklar ise, özellikle eyaletlerin ortaya çıkışından önce ortaya çıkan ve toplum sözleşmelerinde (özellikle John Locke’un Second Treatise on Civil Government makalesinde ve Thomas Jefferson’ın Bağımsızlık Bildirgesi taslaklarında) tezahür eden devlet otoritesinin sınırları olarak siyasi cemiyet teorilerinde merkezi bir yer edinmiştir.

 

a. Ilımlı ve Radikal

Aydınlanma dönemi boyunca varlığını sürdüren baskın temaları belirlemenin yanı sıra, Henry May ve Jonathan Israel gibi tarihçiler, Aydınlanma düşüncesini, her biri o dönemde yaygın olan fikirlerin içeriğini ve yoğunluğunu yansıtan iki geniş kategoriye bölünebilir olarak görmektedirler. Ilımlı Aydınlanma, ekonomik liberalizme, dini hoşgörüye ve anayasal politikaya olan bağlılığı ifade eder. Radikal Aydınlanma ise, merkezciliğin aksine, aydınlanmış düşünceyi devrimsel retorik ve klasik Cumhuriyetçilik açısından yorumlar. Bazı eleştirmenler, İngiliz Aydınlanmasının (özellikle James Hutton, Adam Ferguson ve Adam Smith gibi figürler) esasen daha ılımlı olduğunu, Fransız Aydınlanmasının (Denis Diderot, Claude Adrien Helvétius ve Voltaire tarafından temsil edilen) ise kesinlikle daha radikal olduğunu savunurlar. İngiliz ve Fransızlardan olduğu gibi etkilenen Amerikan Aydınlanması hem ılımlı hem de radikal unsurları bütünleştirmektedir.

b. Kronoloji

Amerikan Aydınlanması, kronolojik olarak veya Aydınlanma Çağı düşüncesinin gelişiminde üç zamansal dönem açısından da değerlendirlebilir. Erken dönem, 1688’deki Şanlı Devrim’den, Avrupa’nın orta sınıf mensuplarının monarşik ve aristokratik rejimlerden (bilimsel keşif, sosyal ve siyasi değişim veya Amerika dahil Avrupa dışına göç yoluyla) kurtulmaya başladıkları zaman olan 1750’e kadar uzanır. Orta dönem 1751’den 1779’da Amerikan Devrimi’nin başlamasından sonraki birkaç yıla kadar uzanır. Bu dönem, özellikle bilim, dini uyanış ve deneysel yönetim biçimleriyle ortaya çıkan bir hayranlık patlamasıyla nitelendirilir. Geç dönem 1780’de başlar ve 1815’te Fransız Devrimi sona erip Napolyonun yükselmesi ile sona erer. Ayrıca bu dönem Amerikan Aydınlanmasının Avrupa’nın ufuk açan fikirlerini geliştirip kurumsallaştırırken, Avrupa Aydınlanmasının düşüşte olduğu bir dönemdir. Bununla birlikte, Amerikan Aydınlanma düşünürleri Avrupa’daki meslektaşlarıyla her zaman aynı fikirde değildi. Örneğin, bazı Amerikan düşünürleri (özellikle James Madison ve John Adams), Fransız filozofları dönemin ahlaki açıdan dejenere entelektüelleri olarak değerlendirmiştir.

 

c. Demokrasi ve Toplum Sözleşmesi

Birçok Avrupalı ve Amerikan Aydınlanma düşünürü demokrasiyi eleştirmiştir. Demokratik kurumların değeri hakkındaki şüphecilik, Platon’un demokrasinin tiranlığa yol açtığı inancının ve Aristoteles’in demokrasi en kötü yönetim biçimlerinin en iyisi olduğu görüşünün bir mirası gibiydi. John Adams ve James Madison, eğitimsiz ve mülksüz insanların eline gereğinden fazla siyasi güç vermenin toplumu sürekli olarak siyasi ve sosyal ayaklanma riskine soktuğu şeklindeki elitist ve anti-demokratik fikirlerini sürdürdüler. Bazı Amerikan Aydınlanma düşünürleri demokrasiyi kınamış olsalar da, diğerleri Avrupa toplum sözleşmesi kuramlarında ifade edilen halkın egemenliği fikrine daha açıktı. Thomas Jefferson, John Locke’un toplum sözleşmesi kuramından fazlasıyla etkilenirken, Thomas Paine’in esin kaynağı Jean-Jacques Rousseau’nun toplum sözleşmesi kuramı oldu. Two Treatises on Government (1689-1690) makalesinde, John Locke kralların ilahi haklara sahip olmalarına karşı çıktı ve hükümetin yönetilenlerin rızasına dayalı olması gerektiğini savundu— fakat bu da halk, yaşam, özgürlük ve mülkiyete ilişkin temel hakların korunması karşılığında siyaset öncesi bir toplumda sahip oldukları özgürlüklerinin bir kısmından feragat ettiği sürece olmalıydı. Ancak, devlet bu doğal hakları korumayı başaramayıp sosyal sözleşmeden dönerse, halkın isyan etme ve yeni bir hükümet kurma hakkı vardı. Belki de Locke’dan daha demokrat olan Rousseau Toplum Sözleşmesi‘nde (1762) vatandaşların çerçevesinde yaşayacakları yasaları ve bu yasaları uygulayacak hakimleri seçerek özyönetim hakkına sahip olduklarını dile getirdi. Ona göre, devletin iradesi ile halkın iradesi arasındaki ilişki (genel irade) demokratik olacaksa, mümkün olduğunca az sayıda kurum tarafından aracılık edilmelidir.

 

2. Altı Temel İdeoloji

Amerikan Aydınlanması beraberinde en az altı ideoloji getirdi: deizm, liberalizm, cumhuriyetçilik, muhafazakarlık, hoşgörü(dini, siyasi vb.) ve bilimsel ilerleme. Bu ideolojilerden birçoğu Avrupalı Aydınlanma düşünürlerinin fikirleri ile benzerlik gösterdi, ancak bazı durumlarda eşsiz bir Amerikan formuna dönüştü.

a. Deizm

Avrupalı Aydınlanma düşünürleri kültürleri, adetleri ve önyargıları, doğanın evrensel yasaları hakkında gerçek bilgi edinmenin önündeki engeller olarak gördüler. Bunun çözümü, Deizm ya da (dini inancı akla ve doğal yaşamın gözlemlenmesine dayandırmak yerine) Tanrı’nın varlığını kutsal kitaplardan, ilahi kaderden, dinden, peygamberlikten ve mucizelerden arındırılmış olarak anlamaktı. Deistler Tanrı’yı makul bir ilah olarak kabul etmişlerdi. Makul bir Tanrı, doğa yasası içerisinde evrenin ahlaki öğretilerini keşfedebilmeleri için insanlara akıl bahşetmişti. Tanrı, doğayı kontrol eden evrensel yasaları yarattı ve daha sonra insanlar Tanrı iradesini sağlam muhakeme ve bilgece eylemler ile gerçekleştirdiler. Deistler tipik olarak (her zaman olmasa da) Protestanlardı; dini dogmatizmi ve Katolik Kilisesi tarafından uygulanan geleneklere körü körüne bağlanmayı reddediyorlardı. Çoğu deist, Katoliklerle şiddete ve hoşgörüsüzlüğe başvurarak mücadele etmek yerine, mizah ve hiciv gibi daha etkili silahlar kullanmışlardır.

James Madison, Benjamin Franklin, Alexander Hamilton, John Adams ve George Washington gibi hem ılımlı hem radikal Amerikan Aydınlanma düşünürleri deistti. Bazıları Kalvinist ortodoksluk ve deist inançlar arasındaki gerilim ile mücadele ederken, diğerleri Thomas Paine’in The Age of Reason‘da geliştirdiği deizmin popülist versiyonuna katıldı. Franklin ise, Anayasa Kongresi’nde söylediği şu sözlerle hafızalara kazındı: “Ne kadar uzun yaşarsam, Tanrı’nın insan işlerine müdahale ettiği gerçeğine dair o kadar ikna edici bir kanıt göreceğim.” Jefferson Bible (aslen Nasıralı İsa’nın Hayatı ve Ahlakı) olarak bilinen kitabında Thomas Jefferson, İsa’nın hayatını ve yaşadığı zamanı deist bir perspektiften kaleme alarak, mucize ve ilahi müdahale ile ilgili tüm ifadeleri ortadan kaldırmıştır. Jefferson gibi deistler için Tanrı, insanların günlük yaşamında, ahlaki veya hümanist bir bakış açısı ve Tanrı’nın yasalarını keşfetmek için bir neden sunmaktan öteye geçmedi. Tanrı’nın neredeyse insan hayatındaki yokluğuna rağmen, Amerikalı deistler O’nun varlığını inkar etmediler çünkü nüfusun büyük çoğunluğu hala son derece dindardı ve rahiplerin yaptığı iyi işleri (örneğin manastırlar, dini okullar ve kamu hizmeti) destekliyorlardı.

 

b. Liberalizm

Amerikan Aydınlanmasının merkezinde yer alan bir diğer ideoloji ise Liberalizmdir, yani insanların doğal haklara sahip olduğu ve hükümet otoritesinin mutlak olmadığı ancak yönetilenlerin iradesine ve rızasına dayalı olduğu düşüncesidir. Radikal veya devrimci bir doktrinden ziyade, liberalizm, Kuzey Avrupadaki (özellikle Hollanda ve İngiltere) tüccarlar tarafından benimsenen ticari düzene ve hoşgörülü Protestanlığa dayanıyordu. Liberaller orta sınıfın çıkarlarını soylu aristokrasinin çıkarlarına tercih ediyorlardı. Bu tüketicilerin veya vatandaşların arasında ırk veya inanç temelinde ayrım yapmayan hoşgörülü bir çoğulculuk bakış açısı, özel mülkiyet haklarının korunmasına adanmış bir hukuk sistemi ve feodal düzenle ilişkili pasif kolektivizmin üzerine güçlü bir bireyci dünya görüşüydü. Liberaller ayrıca rasyonel tartışmayı ve dini doktrinlerin veya hükümet yetkililerinin eleştirilemezliğine karşı düşünce özgürlüğünü savundular. Bu şekilde, liberalizm anti-otoriter bir düşünce oldu. Daha sonra liberalizm tabandan gelen demokrasiyle ve kamusal ile özel mülklerin keskin bir şekilde ayrılmasıyla ilişkilendirilse de, erken liberalizm ifade ve hareket özgürlüğünü, hükümete talepte bulunma hakkını, din ve devletin ayrılmasını, hayırseverlik ve girişimcilik çalışmalarında kamusal ve özel çıkarların birleştirilmesini destekliyordu.

Bireylerin mülkiyet, yaşam, özgürlük ve iyilik kavramını sürdürme gibi Tanrı tarafından bahşedilen temel haklara sahip oldukları iddiası ilk olarak İngiliz filozof John Locke ortaya atmıştır, ancak Thomas Jefferson’un Bağımsızlık Bildigesi‘nin taslağında da ifade edilmiştir. Anayasanın ilk on yasal değişikliği (the first ten amendments) olan ABD Haklar Bildirgesi, liberal ideale dayalı bir bireysel haklar programını güvence altına almıştır. Anayasal Kongre sırasında James Madison, anti-federalistlerin bir onay yasası koşulu olarak bir haklar bildirgesi talebine, iki yüzden fazla öneriyi gözden geçirerek ve onları on iki yasal değişiklikten oluşan bir listeye dönüştürerek yanıt vermiştir. Bu liste ifade özgürlüğü, dini özgürlük ile silah taşıma özgürlüğü haklarını ve ihzar emrini(habeas corpus) kapsıyordu. Önerilenlerden on tanesi 1791 yılında onaylanırken, kalan değişiklilerden bir tanesi (bir sonraki yasama dönemine dek Kongre’nin kendisine maaş zammı yapmasına engel olan değişiklik) 27. değişiklik olarak onaylanmak üzere 1992 yılına kadar beklemek zorunda kalacaktı. Madison’ın Haklar Bildirgesi’nin yalnızca federal hükümete uygulanmaması gerektiği konusundaki endişesi, nihayetinde 1868’de On Dördüncü Anayasal Değişikliğin ve yirminci yüzyıl boyunca bir dizi Yüksek Mahkeme davasının kabul edilmesine yol açacaktır.

 

c. Cumhuriyetçilik

Klasik Cumhuriyetçilik, bir ulusun, devletin en yüksek kamu görevlisi seçiminin kalıtsal bir hak iddiasından ziyade genel seçimlerle belirlendiği bir cumhuriyet olarak yönetilmesi gerektiği fikrine olan bağlılıktır. Cumhuriyetçi değerler arasında medeni vatanseverlik, erdemli vatandaşlık ve mülkiyete dayalı kişilik bulunur. Geç Antik Çağ ve erken Rönesans döneminde filizlenen klasik cumhuriyetçilik, erken liberalizmden farklıydı çünkü hakların Tanrı tarafından toplum öncesi bir tabiatta verilmediğine, hakların siyasi toplumun bir ürünü olarak ortaya çıktığına inanılıyordu. Klasik cumhuriyetçi özgürlük görüşüne göre, vatandaşlar, özgürlüklerini sosyal ve siyasi bağlarından ayrı özerk bir birey olarak değil, mevcut sosyal ilişkiler, tarihsel kurumlar ve geleneksel topluluklar bağlamı içerisinde kullanırlar. Bu şekilde, klasik cumhuriyetçiler için özgürlük, toplum öncesi bireyin doğal hakları açısından olumsuz olarak tanımlanmak yerine, siyasi toplum tarafından olumlu olarak tanımlanır.

Avrupa Aydınlanması tarafından önceden biçimlendirilmiş olmasına rağmen, Amerikan Aydınlanması da bir milletin cumhuriyet olarak yönetilmesi gerektiği fikrini destekledi; bu sayede devletin başı kalıtsal bir kan bağı ile atanmak yerine halk tarafından seçildi. Kuzey Amerika kolonileri, İngiliz yönetiminin yozlaşmış ve cumhuriyetçi değerle zıt olduğuna giderek daha fazla ikna olduklarında, milislere katıldılar ve sonunda George Washington komutasındaki Amerikan Kıta Ordusu’nu kurdular. Kökleri benzer Roma idealinden gelen Jeffersoncu çiftçi ideali, onsekizinci yüzyıl Amerikasını hem çalışkan bir tarımcı hem de cumhuriyete adanmış bir yurttaş-asker olarak temsil ediyordu. Ülkenin en yüksek makamına seçildiğinde, George Washington kraliyet unvanı teklif edildiğinde bu teklifi herkesin çok iyi bildiği şekilde geri çevirdi ve bunun yerine daha cumhuriyetçi Başkan unvanını tercih etti. Amerikan Devrimi ve Kuruluşu sırasında liberalizmin ve cumhuriyetçiliğin göreceli önemi konusunda akademik tartışmalar devam etse de, cumhuriyetçi fikirlerin Amerikan Aydınlanması üzerinde biçimlendirici bir etkisi olduğu görüşü yaygın bir kabul görmektedir.

d. Muhafazakarlık

Aydınlanma daha çok liberalizm ve cumhuriyetçilikle ilişkilendirilse de, Aydınlanma’nın son aşamasında, esas olarak Fransız Devrimi’nin aşırılıklarına bir tepki olarak yadsınamaz bir muhafazakarlık akımı ortaya çıktı. 1790’da Edmund Burke, Fransa’daki Devrim Üzerine Düşünceler adlı kitabında devrimi takiben (genellikle “Terör” olarak anılır) Fransız toplumunda düzen ve ahlakın dağılacağını öngörmüştü. Burke muhafazakarlığının Aydınlanma’ya (veya Aydınlanma karşıtlığına) bir tepki olduğu iddia edilse de, muhafazakarlar da Aydınlanma fikirleri çerçevesinde faaliyet gösteriyordu. İnsan doğası ile ilgili bazı Aydınlanmacı iddialar kendilerine geri püskürtülmekte ve bu iddiaların genel olarak insan kültürüne uygulandığında çürüdüğü gösterilmektedir. Örneğin, evrensel insan hakları bildirgelerine duyulan Aydınlanma inancı, belirli ulusların, bölgelerin ve şehirlerin adet ve geleneklerine aykırı olduğunda yarardan çok zarar verir. Klasik cumhuriyetçiler gibi Burke de, kişiliğimizin sosyal ve siyasi ilişkilerimizi önceden belirleyen bir dizi doğal hak değil, siyasi bir toplumda yaşamanın ürünü olduğuna inanıyordu. Muhafazakarlar (Hobbes, Locke ve Rousseau’nun çalışmalarında öne çıkan) toplum sözleşmesi kavramını, toplumdaki grupların ve perspektiflerinin çoğunu göz ardı eden hayali bir yapı olarak nitelendirip eleştirmiştir. Bu gerçek, arabuluculuk anlaşmalarını kaçınılmaz, evrensel birliği ise imkansız kılmıştır. Burke ise, Aydınlanmacı değerlerin tamamını değil, sadece bir kısmını reddetmekte ısrar etmiştir.

Muhafazakarlık, Amerikan Aydınlanma düşüncesinde son derece önemli bir rol oynamıştır. Burke, Fransız Devrimi’ni eleştirip, İngiliz geleneklerini ve kurumlarını Amerikan mizacına yaratıcı bir şekilde yeniden uyarlarken, İngiliz sömürgeciliğinin yanlış yönetiminden kurtulmak için Amerikan Devrimi’ni desteklemiştir. James Madison ve John Adams gibi Amerikan Aydınlanmacılar, Burke’ün muhafazakarlığını yineleyen ve bazı durumlarda bu muhafazakarlığı önceleyen görüşlere sahipti. Bu onların, Fransız Devrimi öncesi ve sonrasında, devrimci Fransa’nın yükselişini ve devrimci Fransa yanlısı popüler Jakoben cemiyetlerini eleştirmelerine neden oldu. Kırk dokuzuncu Federalist Makalede James Madison, anayasal sorunlarda demokratik halklara sık sık yapılan çağrılara karşı muhafazakar bir argüman öne sürdü. Çünkü siyasi istikrarı baltalamakla ve halkın duygularını seçilmiş temsilcilerin “aydınlanmış aklının” yerine koymakla tehdit edilmişti. Madison’un muhafazakar görüşü, Jefferson’un (“Dünya yaşayan nesle aittir” sözüne yönelik olarak) her yirmi yılda bir anayasa kongresinin toplanması ve böylece her yeni neslin kendi anayasal normlarını gözden geçirme yetkisine sahip olması gerektiğine dair liberal görüşüne karşıydı.

e. Hoşgörü

Hoşgörü veya hoşgörülü çoğulculuk da Amerikan Aydınlanmasının en büyük temaları arasındaydı. Farklılıklara olan hoşgörü, Kuzey Avrupa tüccar sınıfı arasında yaygın olan erken liberalizm ile paralel olarak gelişti. Hoşgörü düşüncesi, diğer ırklardan ve inançlardan nefret etmenin veya korkmanın ekonomik ticarete müdahale ettiği, düşünce ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldırdığı, milletler arasındaki dostluğun temelini aşındırıp, zulüm ve savaşa yol açtığı inancını yansıtıyordu. Din savaşlarından (özellikle 16. yüzyıl Fransız Din Savaşları ve 17. yüzyıldaki Otuz Yıl Savaşları) bir hayli bıkan Avrupalı Aydınlanma düşünürleri, farklı inançlara bağlı çeşitli halklar arasındaki ilişkileri dini dogmatizmin değil aydınlanmış aklın yönettiği bir çağ hayal ettiler. Protestan Reformasyonu ve Vestfalya Antlaşması, Papalığı önemli ölçüde zayıflatıp, laik siyasi kurumları güçlendirmiş ve bağımsız ulus devletlerinin gelişmesi için uygun koşullar sağlamıştı.

Amerikalı düşünürler, bu hoşgörülü çoğulculuk ilkesini Avrupalı Aydınlanma düşünürlerinin öncüllerinden miras almışlardır. İskoç Aydınlanma düşünürleri John Knox ve George Buchanan’dan esinlenen Amerikalı Kalvinistler, laik devlet okulu ve demokratik biçimde organize edilmiş bir din (Presbiteryen Kilisesi) gibi açık fikirli, dost canlısı ve hoşgörülü kurumlar oluşturdular. Benjamin Franklin, Thomas Jefferson ve James Madison da dahil olmak üzere birçok Amerikan Aydınlanma düşünürü, John Locke’un Hoşgörü Üstüne Bir Mektup isimli eserini okuyup benimsemiştir. Bu eserinde Locke, hükümetin dini doktrinlerin doğruluğunu veya yanlışlığını yargılamak için yeterli donanıma sahip olmadığını, inancın dayatılamayacağını, aksi takdirde sonucun daha büyük dini ve siyasi anlaşmalık olacağını savunmuştur. Bu nedenle, sivil hükümet din ve vicdan özgürlüğünü, ibadet etme hakkını (ya da hiç ibadet etmeme hakkını) korumalı ve devlet tarafından onaylanmış resmi bir kilise kurmaktan kaçınmalıdır. Amerika’nın kurucuları için, yeni doğan ulus, her inançtan veya hiçbir inançtan kimsenin, hükümetin veya yurttaşların zulmünden korkmadan barış ve işbirliği içinde yerleşip gelişebileceği bir ülke olacaktı. Benjamin Franklin’in dinin erdemi geliştirmeye yardımcı olduğuna dair inancı onu Philadelphia’daki tüm kiliselere bağışta bulunmaya yöneltmişti. Din ve vicdan özgürlüğünü savunan James Madison, “vicdan, tüm varlıkların en kutsalıdır” diye yazacaktı. 1777’de Thomas Jefferson, hükümet destekli Anglikan Kilisesi’nin kaldırılması için Virginia’ya bir dini özgürlük yasa tasarısı hazırladı ve bu yasa sonunda James Madison’un yardımıyla yürürlüğe geçti.

 

f. Bilimsel İlerleme

Aydınlanma dönemindeki bilimsel keşif coşkusu deizmin büyümesi ve dini doktrinler hakkındaki şüphecilik ile doğrudan ilişkiliydi. Deistler, yalnızca entelektüel meraklarını gidermek için değil, aynı zamanda Tanrı’nın doğa kanunlarını açığa çıkarmaya yönelik ilahi bir çağrıya yanıt vermek için bilimsel araştırmalar yaptılar. Bilimdeki gelişmeler (gerek Kopernik, Kepler ve Galileo’nun çalışmaları nedeniyle evrenin dünya-merkezli modelinin reddedilmesi, gerekse Newton’un yerçekiminin matematiksel açıklaması gibi doğa kanunlarının keşfi) hayata sürekli müdahale eden bir Tanrı ihtiyacını ortadan kaldırdı. Newton’un Principia eserinin 1660’da yayınlanmasıyla, bilimsel gelişime olan inanç, İngiltere Kraliyet Derneği, Fransa Bilimler Akademisi ve daha sonra Almanya Bilimler Akademisi’nde kurumsal bir şekil aldı. Devrim öncesi Amerika’da, bilim insanları veya filozoflar, Benjamin Franklin’in kurulmasına yardım ettiği ve daha sonra Amerikan Felsefe Derneği’nin ilk başkanı olarak görev yaptığı 1768 yılına kadar Kraliyet Derneği’ne aitti. Franklin, birçok pratik icadı ve elektriğin özellikleri üzerine yaptığı teorik çalışmaları nedeniyle Aydınlanma döneminin en ünlü Amerikalı bilim insanlarından biri olmuştu.

 

3. Dört Amerikan Aydınlanma Düşünürü

Aşağıda, on sekizinci yüzyıl Amerikan Aydınlanmasına dört önemli düşünürün nasıl katkıda bulunduğuna dair kısa açıklamalar vardır: Benjamin Franklin, Thomas Jefferson, James Madison ve John Adams.

a. Benjamin Franklin

Amerika’nın bir ulus olarak ortaya çıktığı dönemde kolonyal siyasetin ve devrimin içerisinde ona liderlik eden Benjamin Franklin, aynı zamanda yazar, bilim insanı ve devlet adamıdır. Otobiyografisinde, tutumluluğu, çalışkanlığı ve para kazanmanın erdemliliğini vurguladı. Franklin’e göre, kendi çıkarın için maddi zenginlik arayışı, yalnızca hayırseverlik ve gönüllülükle kamu yararına yapılan geliştirmeler ile örtüştüğünde erdemlidir; bu genellikle “aydınlanmış kişisel çıkar” olarak adlandırılır. Aklın, serbest ticaretin ve kozmopolit bir ruhun, ulus devletlerin barışçıl ilişkiler geliştirmeleri için sadık rehberler olduğuna inanıyordu. Franklin, ulus devletler içinde, “bağımsız girişimcilerin iyi vatandaşlar olduklarını” çünkü “ulaşılabilir hedefler” peşinde koştukları ve “yararlı ve onurlu bir yaşam sürdürebileceklerini” düşünüyordu. Franklin otobiyografisinde, “ahlaki mükemmelliğe” giden yolun, on üç erdem (ölçülülük, sessizlik, düzen, kararlılık, tutumluluk, çalışkanlık, samimiyet, hakkaniyet, ılımlılık, temizlik, sükunet, iffet ve alçak gönüllülük) ve yeterli bir dozda “sağduyu” geliştirmek olduğunu iddia eder. Franklin, vatandaşların aşırı bireyciliğini ve özel amaçlara yönelik arayışlarını üretken toplumsal pazarlara kanalize ederek gönüllü dernekleri devlet kurumlarına tercih etmiştir. Franklin sadece vatandaşlara bu dernekleri kurup katılmalarını tavsiye etmekle kalmayıp, aynı zamanda birçoğunu kendi kurmuş ve katılmıştır. Franklin, federalizmin sadık bir savunucusu, dar görüşlülüğün bir muhalifi, dünya siyasetinde vizyon sahibi bir lider ve dini özgürlüğün güçlü bir savunucusuydu.

 

b. Thomas Jefferson

Virginialı bir devlet adamı, bilim insanı ve diplomat olan Jefferson, muhtemelen en çok Bağımsızlık Bildirgesi‘nin taslağını hazırlamasıyla tanınır. Benjamin Franklin ile hemfikir olarak, Locke’un doğal haklar programında “mülkiyet”i “mutluluk arayışı” olarak değiştirdi, böylece mümkün olan en geniş hedeflerin peşinden koşma özgürlüğü sağlanabilecekti. Jefferson ayrıca, 1787 Anayasa Kongresi sırasında James Madison ile yaptığı uzun yazışmalar yoluyla (Paris’te bir diplomat olarak hizmet ettiğinden dolayı Amerika’da değildi) Birleşik Devletler Anayasasının oluşturulmasında muazzam bir nüfuza sahipti. Jefferson, Bildirge‘yi koloni halkının isyan etme ve Britanya’dan ayrılma iradesinin bir testi olarak gördüğü gibi, neredeyse on bir yıl sonra, Philadelphia’daki kongreyi de yeni bir anayasal düzen yaratmada büyük bir test olarak görmüştü. Jefferson Anıtı’nın dördüncü yazı plakası Jefferson’un anayasalar hakkındaki fikirlerini kaydetmektedir: “Kanunlarda ve anayasalarda sık sık değişikliğe gidilmesinin taraftarı değilim, ancak kanunlar ve kurumlar insan aklının ilerlemesiyle el ele gitmelidir. İnsan aklı daha geliştikçe, daha aydınlandıkça, yeni keşifler yapıldıkça, yeni gerçekler keşfedildikçe, davranış ve görüşler değiştikçe, koşulların değişmesiyle birlikte kurumlar da zamana ayak uydurmak için ilerlemelidir.” Jefferson’un sözleri, anayasaların popüler düşünce, hayal gücü ve kanaate göre zaman içinde değişen canlı belgeler olduğu fikrini, anayasacılığın ruhunu yakalamaktadır.

 

c. James Madison

“Anayasanın Babası” olarak bilinen James Madison, ABD Anayasasının en nüfuzlu mimarlarından biri olmasının yanı sıra, Amerikan felsefesinde kalıcı bir miras bırakan bir edebiyatçı, bir politikacı, bir bilim insanı ve bir diplomattı. Anayasa onaylanmasının durmak bilmez bir destekçisi olarak Madison, en çığır açan fikirlerini John Jay ve Alexander Hamilton ile birlikte The Federalist Papers yazısında ileri sürdü. Aslında, en kalıcı fikirlerinden ikisi (“büyük cumhuriyet” tezi ve “güçler ayrılığı ve denetim ve denge” argümanı) burada yer almaktadır. Onuncu Federalist makalede, Madison hizipler sorununu, yani ortak çıkarları olan grupların gelişiminin kaçınılmaz ve cumhuriyetçi hükümet için tehlikeli olduğunu açıklamaktadır. Eğer hizipleri yenmeye çalışırsak, o zaman da varoluşlarının ve faaliyetlerinin dayandığı özgürlüğü yok edeceğizdir. On yedinci yüzyıl Fransız filozofu Baron d’ Montesquieu, yeterince demokratik işleyen bir cumhuriyete sahip olmanın tek yolunun, hem nüfus hem de toprak kütlesi açısından küçük olması olduğuna inanıyordu. Daha sonra geniş ve çok çeşitli bir cumhuriyetin çok fazla hizip oluşumunu durduracağını savunuyordu; küçük gruplar uzun mesafelerde iletişim kuramaz ve etkili bir şekilde koordine olamazlarsa, tehdit ortadan kalkacak ve özgürlük korunacaktır. Hizipler hükümet içinde oluştuğunda ise, akıllıca bir kurumsal güçler ayrılığı tasarımı (ilk olarak John Adams’ın fikri, her şubenin diğerlerinin alanında bir eli olacağı fikri) aşırı zararı önleyecektir, böylece “hırsla mücadele etmek için hırs yapılmalıdır” ve sonuç olarak, hükümet etkili bir şekilde “kendini kontrol edecektir.”

 

d. John Adams

John Adams, Amerikan Aydınlanmasına katkıda bulunan bir kurucu, devlet adamı, diplomat ve nihai Başkandı. Siyasi yazıları arasında üç tanesi öne çıkmaktadır: Kilise Hukuku ve Feodal Hukuk Üzerine Tez (1776),  M. Turgot’un Saldırısına Karşı Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Anayasalarının Savunması, (1787-8) ve Davila Üzerine Söylemler (1791). Tez(Dissertation)’de Adams, Büyük Britanya’yı, “en büyük iki tiranlık sistemi” olan kilise hukukunu ve feodal hukuku, Kuzey Amerika kolonileri üzerinde uygulamaya karar verdiği için suçlamaktadır. Uygulandıktan sonra, Kuzey Amerika kolonilerinde seçimler sona erdi, İngiliz tebaası köleleştirildi ve devrim kaçınılmaz hale geldi. Savunma(Defense)‘da Adams, cumhuriyetçiliğin katı bir savunmasını sunmaktadır. Turgot’un tek ve merkezi bir hükumeti savunmasına karşı çıkmakta, konsolide devlet iktidarına karşı sigorta ve bireysel özgürlük desteğinin, hükümet gücünün branşlar arasında ayrılmasını ve titiz bir güçler ayrılığı sistemi gerektirdiğini savunmaktadır. Bununla birlikte, halkı, onların özgürlüğünden mahrum etmeye çalışacak olan “aristokratlara” karşı savunmak için güçlü bir yürütme organına ihtiyaç vardır. Aydınlanma’nın muhafazakarlık temasını ortaya çıkaran Adams, Söylemler(Discourses)‘de sınırsız halk egemenliğini veya salt demokrasi kavramını eleştirmiştir. İnsanlar her zaman kişisel güçlerini ve itibarlarını artırmayı arzuladıklarından, her ne kadar haksız karşılaştırmalar yaparken bile, hükümet bu hırslı eğilimlerin etkilerini kısıtlayacak şekilde tasarlanmalıdır. Adams bu konuda şöyle der: “Hükümetin, doğanın sınırlamadığı tutkularımıza sınırlar koymayı amaçladığını ve hatta çıkarları kontrol etmede akıl, vicdan ve adalete destek verdiğini düşünün, devletin desteği olsa da olmasa da bu çıkarlar aynı derecede adaletsiz ve kontrol edilemez olacaktır.”

 

4. Çağdaş Çalışmalar

Evrensel özgürlük söylemlerinin esin kaynağı John Locke, Immanuel Kant ve Thomas Jefferson gibi Aydınlanma düşünürleridir, ancak çok kültürcülük ve çoğulculuğa gelince çağdaş liberal söylemlerle çatışır. Bu Aydınlanmacıların her biri, devletin meşruiyetini, insan doğası hakkındaki evrensel gerçekleri yansıtan bir rasyonel-ahlaki siyasi düzen teorisine dayandırmaya çalışmıştır. Örneğin; insanlar, vazgeçilemez hakların taşıyıcıları (Locke), özerk bireyler (Kant) veya temel olarak eşit yaratımlardır (Jefferson).  Ancak, birçok çağdaş liberal, Aydınlanma liberalizmini, özellikle çok kültürlü toplumlarda vatandaşların uyumsuz ve eşit derecede makul dini, ahlaki ve felsefi doktrinleri arasındaki farklılıkları kabul etme ve adapte etme konusundaki başarısızlığından dolayı suçlamaktadır. Bu eleştirmenlere göre, Aydınlanma liberalizmi tarafsız bir çerçeve sunmaktan ziyade; hakikat, yüksek hayat standardı ve insan doğasına dair alternatif görüşlerle rekabet eden güçlü bir doktrin ortaya koymaktadır. Aydınlanma liberalizminin evrenselciliğinin bu çoğulcu eleştirisi, Amerika’nın Kurucularının evrensel insan hakları söylemlerini ve onların dini hoşgörü üzerine ısrarlarını birbirine bağdaştırmayı zorlaştırmaktadır. Fakat, daha önce belirtildiği gibi, Burke’ün muhafazakarlığının kanıtı, bu eleştirmenlerin Amerikan Aydınlanması’nda eleştirdiği güçlü evrenselciliğe bir alternatif sunmaktadır.

Son zamanlarda “Aydınlanma projesi” olarak nitelendirilen şey, insan rasyonalitesinin etik ve insani amaçlara hizmet edebilir olması ve hizmet etmesi gerektiği fikridir. Toplumlar gerçek bir ahlaki ilerleme elde etmek istiyorlarsa; dar görüşlülük, dogma ve önyargı, zorlu problemleri çözme çalışmalarında yerini bilime ve akla bırakmalıdır. Amerikan Aydınlanma projesi, Amerika’nın, genellikle ‘modern’ olarak anılan o dönem boyunca, Aydınlanma ideallerini geliştirmede nasıl öncü bir rol üstlendiğini gösterir. Yine de, Amerikan Aydınlanma düşünürlerinin kesin mirası hakkında bir fikir birliği yoktur. Örneğin, cumhuriyetçi veya liberal fikirlerin baskın olup olmadığı hala bir kesinlik kazanmamıştır. J. G. A. Pocock’un The Machiavellian Moment (1975) adlı eserinin yayınlanmasına kadar, çoğu bilim insanı liberal (özellikle Locke’cu) fikirlerin cumhuriyetçilere göre daha baskın olduğu konusunda hemfikirdi. Pockock’un çalışması, liberal ve cumhuriyetçi fikirlerin on sekizinci yüzyıl Aydınlanması sırasında hem Amerika’da hem de Avrupa’da görece eşit etkiye sahip olduğu şeklindeki çoğunluk tarafından kabul gören görüşüne doğru büyük bir değişim başlattı. Gordon Wood ve Bernard Bailyn, Amerikan Aydınlanmasında cumhuriyetçiliğin baskın ve liberalizmin çekinik olduğunu iddia etmektedir. Isaac Kramnick, Amerikan Aydınlanmasının yalnızca Locke’cu ve liberal olduğu şeklindeki ortodoks görüşünü hala savunmakta ve böylece modern Amerikan kültürünün son derece bireyci yapısını izah etmektedir.

 

 

5.     Kaynakça ve İleri Okuma

Bailyn, Bernard. The Ideological Origins of the American Revolution. Harvard: Harvard University Press, 1967.

Ferguson, Robert A. The American Enlightenment. Cambridge: Harvard University Press, 1997.

Hampson, Norman. The Enlightenment: An Evaluation of its Assumptions. London: Penguin, 1968.

Himmelfarb, Gertrude. The Roads to Modernity: The British, French and American Enlightenments. London: Vintage, 2008.

Israel, Jonathan. A Resolution of the Mind—Radical Enlightenment and the Intellectual Origins of Modern Democracy. Princeton: Princeton University Press, 2009.

Kramnick, Isaac. Age of Ideology: Political Thought, 1750 to the Present. New York: Prentice Hall, 1979.

May, Henry F. The Enlightenment in America. Oxford: Oxford University Press, 1978.

O’Brien, Conor Cruise. The Long Affair: Thomas Jefferson and the French Revolution, 1785-1800. London: Pimlico, 1998.

O’Hara, Kieron. The Enlightenment: A Beginner’s Guide. Oxford: OneWorld, 2010.

Pockock, John G. A. The Machiavellian Moment: Florentine Political Thought and the American Republican Tradition. Princeton: Princeton University Press, 1975.

Wilson, Ellen J. and Peter H. Reill. Encyclopedia of the Enlightenment. New York: Book Builders Inc., 2004.

Wood, Gordon. The Creation of the American Republic. Chapel Hill: University of North Carolina Press, 1969.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Tanrı Var Mıdır? – William Lane Craig

Önceki Makale

Milliyetçiliğin Yarattığı Dünya – Liah Greenfeld