Metamorfozun Metafiziği – John Dupre

2284 görüntülenme
35 dk okuma süresi
Tibet Şahin

Tibet Şahin

Temel olarak metafizikle ilgileniyorum, metafizikle ilişkileri bakımından etik, epistemoloji ve ontoloji gibi alanlarla içli dışlıyım. Onun dışında Marksizm ve siyaset felsefesi okumaları yapmaktayım.

Kaynak: https://aeon.co/essays/science-and-metaphysics-must-work-together-to-answer-lifes-deepest-questions

Çevirmen: Tibet Şahin

 

Metamorfozun Metafiziği

 

Yaşayan dünyanın kaynaşan, sürekli değişen karakteri, gerçekliğin doğası hakkındaki en derin varsayımlarımıza meydan okuyor.

 

John Dupré İngiliz bilim felsefecisi ve Exeter Üniversitesi Yaşam Bilimleri Araştırma Merkezi’nin direktörüdür. Son kitabı Processes of Life: Essays in the Philosophy of Biology (2012).

 

Eğer felsefe bir ağaçsa, metafizik ve epistemoloji onun iki ana dalıdır. Epistemoloji dünyayı nasıl bilebiliriz diye sorar; metafizik, dünyanın ne olduğunu en temel düzeyde anlamaya çalışır. Ağacımız bir ormana düşseydi ve etrafta kimse olmasaydı, epistemolog ne olduğuna dair kanıtların niteliğini incelemeye koyulurdu; bu sırada metafizikçi bunun bir ses çıkarıp çıkarmadığını merak ederdi.

Bilim felsefecileri (benim gibi) genellikle şeylerin ve olayların varlığını kesin olarak kabul ederler. Epistemoloji yapıyoruz: Şeyin kendisine değil, bilgiye odaklanıyoruz. Kendimize şu tür sorular sorarız: Bilim eğer gerçekten de öyleyse, bir şeyleri bulmada neden bu kadar başarılı? Bu başarının altında yatan bir yöntem var mı? Değerler bilimsel araştırmayı nasıl şekillendirir? Ana akım metafizik, genellikle bilimsel çabanın varoluş, varlık ve gerçeklik hakkındaki derin soruları ele almak için çok dar olduğunu söyleyerek bizi yerimizde tutar.

Ancak bilimin tam olarak bu sorulara cevap vermeye başlamamız gereken yer olduğunu iddia ediyorum – özellikle de biyoloji ve biyokimyanın tuhaflık ve karmaşıklıkları ile. Kanserin kökeninden kişisel kimliğin doğasına kadar, yaşam bilimleri bize yalnızca giderek daha fazla sayıda bağlantısız gerçekler sağlamaz, ayrıca bize dünyanın gerçekte neye benzediğine dair daha geniş bir resim oluşturmak için en iyi verileri, şeylerin ne olduğu ve nereden geldiklerine dair birçok yaygın varsayımı bozan bir resim sunarlar. Denizden ilk kez bir balık çıkardığımızda, böylesine sıra dışı bir varlığın orada olması gerektiği konusunda makul bir şekilde agnostik kalabiliriz. Birçok farklı türden binlerce balığın ardından, dalgaların altında tuhaf, yaşayan bir dünya olduğu sonucuna varma hakkına sahibizdir. Benzer şekilde, bilim dünya hakkındaki gerçekleri keşfetmeyi amaçladığına göre, elbette bize gerçekliğimizin en derin seviyeleri, yani metafizik hakkında bir şeyler söylemelidir.

Bazen “natüralist metafizik” olarak adlandırılan bu bilime dayalı metafizik projesi, şaşırtıcı bir şekilde tartışmalı olmuştur. Bristol Üniversitesi’nden James Ladyman ve Cape Town Üniversitesi’nden Don Ross, Every Thing Must Go (2007) adlı kitaplarında güçlü bir savunma sundular. Bu kitabın da gösterdiği gibi, tartışma teknik ve iğneleyici olabilir. Sonuç olarak, natüralist metafiziği eleştirmenlerinden, felsefe tarihindeki en eski problemlerinden birinde bir cevaba doğru ilerlememize nasıl yardımcı olduğunu gösterecek kadar, savunmayacağım: Gerçeklik, zaman içinde bir şekilde değişen şeylerden mi oluşur yoksa şeyler, algımızın asi, açılan süreçlerin akışından kopardığı geçici şekiller midir?

Başlamak için iyi bir yer özcülük problemidir. Platon ve Aristoteles’e kadar uzanan eski felsefi bir gelenek, özleri, şeylerin tanımlayıcı özelliklerini- filozof John Locke’un An Essay Concerning Human Understanding (1689) kitabında belirttiği gibi, ‘herhangi bir şeyin, onun yoluyla her ne ise o olduğu varlığı”nı keşfetmeye çalıştı. Locke, gerçek olduklarından kuşku duymasa da, onları keşfetmek için gerekli “mikroskobik gözlere” sahip olmadığımız için, bu tür özleri ayırt edip edemeyeceğimizden şüphe ediyordu.

 

Ama bir kurbağayı kurbağa yapan bir iç doğa, ve karakurbağayı karakurbağa yapan başka bir şey ve ikisi arasında doğada aşılamaz bir uçurum var mı? Ya da bu sözler, doğal dünyanın sakinleri arasında az çok pragmatik ayrımlar yaratan, aynı derecede özünde pekala farklı şekillerde yapılmış olabilecek ayrımlar mıdır? Natüralist metafizikçiler için bu, sonunda ampirik deneyim veya bilim tarafından cevaplanması gereken bir sorudur.

 

Proteinlerin durumuna bakarak özcülüğün risklerini daha somut hale getirebiliriz. Bunlar, hücreler arasında sinyal göndermekten kimyasal reaksiyonları başlatmaya kadar her şeyden sorumlu olan organik dünyanın işçi-arılarıdır. Amino asitler olarak bilinen uzun moleküllerden oluşurlar, zincirler halinde birbirine bağlıdırlar ve oldukça karmaşık şekillere katlanırlar.

Peki protein nedir? Bilim insanları, amino asit dizisini çözerek, yapıyı veya formu haritalayarak ve bu özelliklerin kombinasyonunun proteinin kendine özgü fizyolojik işlevini yerine getirmesine nasıl izin verdiğini gözlemleyerek her tür proteini tanımlayabileceklerini düşünüyorlardı. Maalesef işler o kadar basit değil. İyi bilinen bir metafor, enzim formundaki bir proteinin bir “kilit ve anahtar” gibi çalışması, etki ettiği her şeye tam olarak uymasıdır. Yine de giderek artan bir şekilde, sanki ikisi fiilen birbirini barındırıyormuş gibi görünüyor, bir kilitteki bir anahtar değil, anında uzlaşma. Dahası, çeşitli protein türleri, farklı durumlarda farklı şeyler yaparak asıl işinden başka bir işte de çalışıyor olabilir. Yetenekleri genellikle şartlarına bağlıdır. Örneğin Fosfoglukoz izomeraz, hücrelerin içindeki enerjiyi açığa çıkaran süreçteki rolüyle bilinir – ancak hücrenin dışındayken, sinir büyümesini teşvik etmek gibi en az dört farklı işlevi yerine getirebilir. Kategorik safçılar için en kötüsü, bir formdan diğerine hızla geçiş yapan makromoleküller olan, “doğası gereği düzensiz proteinler” in keşfi oldu. Mevcut tahminler, ökaryotik proteinlerin yüzde 40’ının bu şekilde ve genel olarak proteinlerin yüzde 10’unun bu şekilde davranabileceğini göstermektedir.

 

Evrim bize, yeterince geniş bir perspektiften bakarsak türler arasında keskin ayrımlar olmadığını söyler.

 

Bu verileri nasıl ele almalıyız? Ana akım metafiziğe ilgi duyuyorsanız, belki de bu tür deneysel kanıtların gerçekten önemi yoktur; bilim bize bir şeyin ne olduğu ya da olmadığı hakkında gerçekten temel bir şey söyleyemeyecek kadar sınırlı, dar görüşlü ve yanılabilirdir. Ancak natüralist bir metafizikçi için, bu sürekli biyotik akış gözlemleri, dünyayı nasıl gördüğümüzde bir revizyon ihtiyacına işaret ediyor. Natüralist metafizik, biçim ve işleve dayalı sabit özleri olan şeyleri aramak yerine, çok daha dinamik bir resme gitmemiz gerektiğini öne sürer – burada herhangi bir “şeylik” kesinlikle geçicidir.

 

Ama belki de bir karmaşıklık katmanına çıktığımızda ‘şeyler’ korunabilir? Özcüler bir zamanlar genetiğin çeşitli organizmalar arasındaki farklılıklara ana anahtar sunacağını ummuşlardı. Ancak, gerçek genetik bilgi hayal kırıklığına uğrattı. Türler arasında en çok değişen genler ilgili türler içinde de en çok değişiklik gösterme eğilimindedir, bu nedenle genler tek başına organizmaları sınırlayamaz. Evrim bize, yeterince geniş bir perspektiften bakarsak türler arasında keskin ayrımlar olmadığını söyler. Bir mantar ve bir kelebek veya bir eğrelti otu ve bir fil için, prensip olarak, sürekli bir atalar dizisini ilk ortak ataya kadar izleyebilir ve içinde keskin sınırlar olmadan eksiksiz bir bağlantı dizisi sağlayabiliriz. Keskin sınırlar yoksa, kesinlikle bu tür sınırları tanımlayan özler yoktur.

 

Elbette, bazı “şeyler” oldukça farklı ve kalıcı görünüyor. Periyodik tablo, belki de temelde atom numaralarıyla ayırt edilebilen kimyasal elementlerin düzgün bir taksonomisini sunar. “Şeyliğin” yaşam bilimleri dışında mevcut olabileceğini kabul etmekten mutluluk duyuyorum ve tüm bu eski kavgayı bitirdiğimi iddia etmiyorum (fakat çağdaş fiziğin bana şey-benzeri (thing-like) olmaktan çok süreç-benzeri (process-like) gibi göründüğünü belirtmeden edemiyorum). Üzerinde ısrar edeceğim tek nokta, bu derin soruları yanıtlamanın en iyi yolunun, serbestçe dolaşan felsefi soyutlamalara dayanmak yerine deneysel bilimi öne ve merkeze koymak olduğudur. Yaşayan dünyada, en azından, ‘şeylerin’ metafiziğini sürdürmek zordur. Bir zamanlar ayrı ve farklı “proteinler” ve “organizmalar”a sahip olduğumuzda, geriye kalan tek şey oldukça dinamik süreçlerdir.

 

Biyolojinin bizi gerçekliğe ilişkin bir süreç perspektifi benimsemeye nasıl ittiğini tamamlamak için, karşıt görüşün temelini düşünelim: Bir şeyin anlamı. Batı felsefi geleneğinde bir şeyin en az iki temel özelliği vardır. Birincisi, kendi kendine yeterli. Varlığı yalnızca iç özelliklerine bağlıdır. İkinci olarak, bir şeyin varsayılan durumu durağanlıktır. Açıklama gerektiren, bir şeyin aynı kalması değil, değişmesidir.

 

Hayat bu koşulların hiçbirine uymuyor. Kendine yeterliliği ele alalım. Canlı sistemler, termodinamik denge olarak bilinen durumdan- enerjilerin kendisini mümkün olan en geniş alana yaymak yerine, belirli alanlarda yoğunlaşması ve kardiyovasküler veya sinir sistemi gibi belirli yollar boyunca akması-  uzaktır. Bu tür olaylar, temel fizik söz konusu olduğunda çok olası değildir. Bu alışılmadık düzenlemeyi sürdürmek için sürekli aktivite veya metabolizma gerekir, bu da organizmaların çevrelerinden yemek yeme, nefes alma, fotosentez vb. yoluyla enerji çekmesini gerektirir. Bu, herhangi bir bağımsızlık iddiasını yalanlıyor.

 

Organizmalar sadece çevrelerine değil, aynı zamanda simbiyoz yoluyla birbirlerine bağlıdırlar. Likenler ve mercanlar gibi bilinen örneklerin ötesinde, neredeyse tüm hayvanlar ve bitkiler, varlıkları için yanlarında yaşayan sayısız mikroplara bağlıdır. Kendi bağırsağımız, cildimiz ve diğer çeşitli çatlaklar ve boşluklarda bu mikrobiyal hücrelerden trilyonlarcası yaşarlar. Bu mikroskobik gezgin yoldaşları, uygun bir şekilde sıcak ve korunan bir yuvanın fırsatçı sakinlerinden başka bir şey olarak görmezdik, ancak bağırsak bakterilerimizin sindirim, bağışıklık sistemi ve hatta gelişim için hayati olduğu giderek daha açık hale geliyor. Beyin ve sinir sistemi üzerinde de doğrudan etkileri olduğuna dair artan kanıtlar var. Bu bulgular, bir canlının kendi kendine yeterli olduğunu, hatta onun nerede bitip başka birinin nerede başladığını belirleyebileceğinizi iddia etmeyi zorlaştırır. Bunların hepsi, şeyliğe bağlıysak oldukça sorunludur, ancak iç içe geçmiş ve birbirine bağlı süreçler dünyasından bekleyeceğimiz gibidir.

 

Dikkat çekici olan şey, şeylerin ne kadar değiştiği değil, herhangi bir süre boyunca istikrarı nasıl sağladıklarıdır.

 

Durağanlık kriteri de aynı derecede sarsıntılıdır. Termodinamik dengesizlikte gördüğümüz gibi, durağanlık yaşayan sistemler için bir seçenek değildir. Durgunluk ölüm demektir. Dahası, tüm organizmaların – ve hücrelerin ve organların – yaşam döngüleri vardır ve farklı aşamalarda çok farklı özelliklere sahip olabilirler. Altın saçlı bir çocuk gri saçlı yaşlı bir adama dönüşür; bir larva yumurtadan çıkar ve pupa, ergin ve sonunda böcek olur. Şeye bağlıysak, bir şeyin varlığını durdurmadan temel özelliklerinde nasıl bu kadar derin değişikliklere uğrayabileceği konusunda gerçek bir ikilem olur. Öte yandan bir süreç, aynı kalan merkezi bir şeyle değil, süreci sürdürmeye devam eden faaliyetler arasındaki nedensel bağlantılarla devam eder. Örneğin, böceğin yaşam döngüsünün her aşamasında, metabolik süreçlerin canlılığı, böceğin mevcut şeklini korumasına izin verir. Başka bir süreç dizisi, larvadan pupaya ve pupadan yetişkine geçişini yönetir.

 

O halde doğal dünyayı nasıl bölmeliyiz? Süreç bakış açısıyla bakıldığında, biyolojik varlıklar (kalp hücreleri, kalpler, insanlar) dinamik bir biyolojik aktivite akışındaki geçici girdaplardır. Bu kalıpları veya örnekledikleri kategorileri seçmek sizin için neyin önemli olduğuna ilişkin- neyi başarmaya çalıştığınıza bağlı olarak, içinde yüzmek istediğiniz girdaba ilişkin pragmatik bir soru haline gelir.

 

Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nin doğusunda tipik olarak yaklaşık 50 meşe ağacı türü ayırt edilir. Ormancılık, kereste üretimi veya bahçe için ağaç seçimi ile ilgilenen biri için bu kategoriler vazgeçilmezdir. Bununla birlikte, meşe aynı zamanda iki büyük gruba ayrılır: kızıl meşe ve ak meşe, her gruptaki türlerin çoğu, hatta tümü kendi içlerinde birbirleriyle döllenme yeteneğine sahiptir. Dolayısıyla, bir türü melezleşen bir grup birey olarak düşünürseniz, gerçekten çok daha az türün, belki de sadece iki türünün olduğunu iddia edebilirsiniz. (Üreme yoluyla bağlantılı türlerin bu tür gruplarına bazen ‘singameonlar’ adı verilir.) Öte yandan, uzman bir taksonomist yalnızca genel olarak tanınan 50 türü değil, aynı zamanda çok iyi bilinen ve pek bilinmeyen birkaç melez türü de ayırt etmek isteyebilir.

 

Süreç metafiziğinin güzelliği, bu tür bir esnekliği ve belirsizliği kabul edebilmeniz, ancak gerçekliğin izin verdiği kadar analitik keskinliği koruyabilmenizdir. Dünyayla ilgili gerçekten dikkat çekici olan şey şeylerin ne kadar değiştiği değil, herhangi bir süre boyunca nasıl istikrarı sağladıklarıdır. Girdapların zaman içinde olağanüstü (geçici olsa da) varlığını açıklamak, biyolojinin ve aslında tıbbın çoğu için oldukça iyi bir tanımdır.

 

Bilim, metafiziğe yardımcı olabilirse, natüralist metafizik bilim için bir destek olabilir mi? Bazı bilim adamları, filozofların kendi bölgelerine tecavüz ettiğinden şüpheleniyor, ancak diğerleri daha misafirperver. Ve beğensinler ya da beğenmesinler, en zorlu deneyci bile metafizik bir çerçeveye ihtiyaç duyar. Teorik biyolog ve filozof J H Woodger, 1936’da pratik insanların her zaman feshedilmiş bir ekonomiste köleleştirildiğini söyleyen John Maynard Keynes gibi, 1967’de ‘genel olarak fizyologlar bu tür şeyleri kendilerine dert edinmezler, çünkü kendilerinin “metafiziğin” üzerinde olduklarını zannederler, oysa pek de üzerinde oldukları söylenemez ” diye yazmıştır.

 

“Şeylik”, mekanizmalar arayışını motive ederek bilimsel çalışma üzerinde çok gerçek bir etkiye sahiptir. Bir mekanizma, etkileşimleri bir ilgi fenomeni yaratan, kesin olarak düzenlenmiş bir dizi kararlı şeydir. Bilim insanları, mekanizmaları açığa çıkarmayı genellikle bilimsel içgörünün altın standardı olarak görürler. Bu yaklaşımın kesinlikle faydaları vardır: Her şey aynı anda incelenemez ve bilim, bütünün iyi tanımlanmış kısımlarına dikkatle bakılmasına bağlıdır.

 

Ancak mekanik açıklamalar yalnızca belirli koşullar altında başarılı olabilir. İlk olarak, kurucu parçaların ilgili zaman ölçeklerinde sabit olması gerekir. Bu nedenle, örneğin, çoğu enzim, dahil oldukları hücresel süreç boyunca aşağı yukarı sabitlenecektir. Ancak enzimlerin de yaratılışlarından bozulmalarına veya proteolizine kadar uzanan yaşam döngüleri vardır – ki bu da başka proteinler tarafından katalize edilir.

 

İkincisi, mekanik bir açıklama yalnızca belirli bir bağlam içinde uygulanabilir. Pratikte bu hükmü gözden kaçırmak kolaydır, çünkü laboratuarlar, ilgili olmayan kimyasallar veya değişen sıcaklıklar gibi bozucu faktörleri elemek amacıyla tasarlanmıştır. Tutarlı bir sonuç elde edilmezse, araştırmacılar günün saati veya ortam gürültü seviyeleri gibi daha ezoterik faktörleri kontrol edebilirler. Her halükarda amaç, tutarlı bir sonuç elde etmek için gerekli olan her şekilde stabilize edilmiş bir ortam sağlamaktır.

 

Belirli bir açıklama gerektiren bir işlev bozukluğundan ziyade, belki de kanser aslında beklenen durumdur.

 

Yine de doğada hiçbir şey etrafında olup bitenden bağımsız değildir. Bir kalp atışının sabitliği, bileşen dokularının ve moleküllerinin doğru davranışına, aynı zamanda oksijen ve ilgili besinleri sağlayan daha geniş organizmaya bağlıdır- egzersizden bahsetmeye gerek yok. Yaşayan bir sistem, sabit bir sonuç sağlamayı başarırsa, bunu sürekli değişen bir sahneye uygun şekilde tepki vererek yapar.

 

Süreç düşüncesinin tıp için derin etkileri vardır, çünkü bilimsel açıklamanın yükünü özlere dayalı şeylerin etkileşiminden uzaklaştırır ve asi süreçlerin nasıl bir şekilde tanımlanabilir kalıplar halinde kristalize olmayı başardığına doğru kaydırır. Kanseri ele alalım: İnsan hastayı bir mekanizma olarak gördüğümüzde, bilim adamlarının genel olarak yaptığı gibi, hastalığın nedenlerini ‘hasarlı’ iç kısımlarda, çoğunlukla genlerde aramaya meyilliyiz. Ancak değişimi norm olarak ve istikrarı açıklanması gereken fenomen olarak düşünürsek odak noktasının nasıl değiştiğine dikkat edin. İnsan organizmasının yaşam döngüsü boyunca kalıcılığı, neredeyse akıl almaz derecede kesin bir bölünme, farklılaşma ve hücrelerin yok edilmesi (apoptoz) dengesi gerektirir. ‘Kanser’ adı verilen koşullar, bu dengenin çeşitli başarısızlıklarını, belirli bir tip veya tipteki hücrelerin kontrolsüz çoğalmasını içerir. Belirli bir açıklama gerektiren bir işlev bozukluğundan ziyade, belki de kanser aslında beklenen durumdur ve anlamamız gereken şey, öz düzenlemenin kanserden muzdarip olmama konusundaki olağanüstü eğilimimizi nasıl açıkladığıdır. (Gerçekten de, karışık genlerin buna bir kanser nedeni kadar etkisi olduğu görülüyor.)

 

Mikrobiyal hastalıkla benzer bir geçiş yapabilirsiniz. Mikrobiyomumuzun işlevini değerlendirmede uzun bir yol kat ettik, ancak bilim insanları iyi, kötü ve nötr mikroplar arasında bir ayrım önermeye biraz fazla hevesliler. Tıbbın görevi bu bakış açısından kolay görünüyor – sadece kötü bakterileri tanımak ve yok etmekle ilgili. Bununla birlikte, bazı böcekler gerçekten sadece kötü olsa da, mikroorganizmaların sizin için iyi ya da kötü olup olmadığı genellikle bir bağlam meselesidir. Bağırsaklarda faydalı olan bakteriler, vücudunuzun diğer kısımlarını istila ederlerse gerçekten çok kötü olabilirler. Mikroplar genellikle tek başlarına çalışmazlar. Bağırsağınızda binlerce farklı tür vardır ve bunlar genellikle birbirine bağlı işlevlere hizmet eder. Sonuç olarak, belirli bir türün ne yaptığı ve yaptığının konakçı için faydalı olup olmadığı, mikrobiyal topluluğun genel bileşimine bağlı olacaktır. Dahası, “mikrop” kelimesi bakteriler için geçerli olma eğilimdeyken, sağlık veren mikroskobik varlıklar araştırmamıza virüsleri dahil etmemiz gerekebileceği konusunda artan bir farkındalık var. Bakteriyel popülasyonları düzenleyen fajlar gibi birçok virüs, insan yaşamı için faydalı ve belki de gerekli gibi görünmektedir.

 

Bu örnekler, metafiziğin biyoloji ile araştırılmasının ve bunun tersinin, bilimsel ve felsefi sorular hakkında nasıl düşündüğümüzde çok önemli bir fark yarattığını göstermektedir. Ancak, doğacı bir metafiziği benimsemeyi seçmek, tanım gereği, nihayetinde kişinin dünya resmini en iyi bilimimize dayandırmaktır. Doğalcı metafizikçi, kendi kuyruğunu yiyen bir yılana dönüşmüştür. Öyleyse, bu iki alan arasındaki ilişkiyi nasıl anlayabiliriz?

 

İki olası cevap öneriyorum. Birincisi, bilim ve metafizik arasındaki ilişkinin diyalektik olmasıdır. Hiçbiri önce gelmez, ama ikisi de diğerini şekillendirmeye yardımcı olur. Süreç konusundaki coşkum düşünüldüğünde, bu şaşırtıcı olmamalı – diyalektik, biyolojik organizasyon hiyerarşisinin farklı seviyelerindeki öğeleri arasındaki ilişkileri gibi her türlü süreci anlamakla ilgilidir. Hücredeki moleküller, genel hücresel davranışı açıklamak için hayati öneme sahiptir, ancak aynı zamanda, bu parçaların doğası, kendilerinin hücrenin genel doğası tarafından şekillendirildikleri yolları analiz etmeden doğru bir şekilde anlaşılamaz.

 

İkinci cevabım biraz daha sindirilebilir olabilir. Metafizik, bilimsel araştırmanın özelliklerinden çok daha geneldir. Başarılı çağdaş bilim, çok spesifik sorunlara derinlemesine odaklanmayı gerektirir. Kaçınılmaz olarak, bu odağı bir vizyon darlığıyla ödersiniz. Bununla birlikte, doğal metafizik, farklı, dar uzmanlıkların geniş alanındaki içgörülerle uzlaşarak çok daha geniş bir perspektif sağlamayı amaçlamaktadır. Sadece tek bir balığın fizyolojisini değil, deniz altındaki tüm ekosistemi anlamak için bilimsel anlayışın tutarlı bir resmini veya en azından bilimin önemli bir bölümünü sağlama çabası olarak görülebilir. Bu genel tablo, herhangi bir bilim alanının varsaydığı şeyle aynı fikirde olabilir veya olmayabilir. Ancak metafizik, bilim pratiğinin kendisi için somut sonuçlara sahip olacak ve hatta daha geniş resimle çelişen bilim parçalarının derin eleştirilerini bile sağlayabilecektir.

 

Bilgi ağacının altında hem epistemologlara hem de metafizikçilere yer vardır. Ancak konu yaşayan dünyaya gelince, her iki tür filozof da alçakgönüllü bilim insanı için gölgede yer edinmekle yetinebilirler. Bu üçüncü meslektaşımızdan öğrendiğimizde, biyolojinin Lego parçalarından oluşmadığını, makinenin tam olarak bir parçasında hassas bir rol oynayacak şekilde özenle şekillendirildiğini görüyoruz. Daha ziyade canlılar, birçok değişken formları kendinde cisimleştiren süreçlerdir: Dinamik, sürekli değişen, ancak, bir süreliğine, kaosun sağ tarafında dengeleyici.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Marxist Sömürü Anlayışı ve Eleştirileri

Önceki Makale

Feminist Siyaset Felsefesi (Stanford Felsefe Ansiklopedisi)