/

Evrim Savunucuları Tanrı’ya İnanabilir mi? – Steve Stewart-Williams

3595 görüntülenme
31 dk okuma süresi
Damla Belemir Aydın

Damla Belemir Aydın

Bilkent Felsefe’de eğitimine devam etmekte. Genellikle din felsefesiyle ilgilenir. Fransız edebiyatını ve sinemasını seviyor. Sanat tarihi, mitoloji ve fotoğrafçılık hobileri.

Kaynak metin: https://philosophynow.org/issues/47/Can_An_Evolutionist_Believe_in_God

Yazar: Steve Stewart-Williams

Çevirmen: Damla Belemir Aydın

Evrim Savunucuları Tanrı’ya İnanabilir mi? 

 

İster sevin ister sevmeyin, çok az kişi evrim teorisinin entelektüel tarihin en önemli fikirlerinden biri olduğunu reddetmektedir. Ayrıca, teorinin biyoloji alanındaki etkisi de yadsınamaz. Hatta, evrim teorisyeni Theodosius Dobzhansky, “biyolojideki hiçbir şeyin evrimin ışığı dışında bir anlam ifade etmediğini” öne sürecek kadar ileri gitmiştir ancak teorinin etkileri sadece bunlarla sınırlı değildir. Felsefeci Daniel Dennett, bir keresinde evrim teorisini, etkisi insan düşüncesinin her alanına bulaşan “evrensel bir asit” olarak tanımlamıştı. Hiçbir yerde bu etki, dini inanç alanında olduğundan daha belirgin değildir. Charles Darwin’in, teorisinin ilk taslağını ortaya çıkardığı andan itibaren, geleneksel olarak dinin vilayeti olan topraklara tecavüz ettiği açıktı. Ancak, bazıları evrim teorisini ve dini inancı uyumsuz olarak görse de, diğerleri ise herhangi bir zorunlu çelişki olduğunu reddetmektedirler. Bu makalenin amacı bu soruyu ele almaktır. Daha spesifik olarak bu makale, evrim teorisinin Tanrı inancıyla uyumluluğunu ele almaktadır.

 

 

Evrim Teorisinin İlk Etkisi

Darwin, evrim teorisini kamusal tüketime ilk kez sunduğunda, bu, bir tartışma fırtınasına neden oldu. Bilim tarihçileri genellikle Galileo’nun kiliseyle olan ünlü çatışmasının yanında bunu bilim ve din arasında bir savaş olarak yorumlamaktadırlar. Pek çok insan evrim teorisini Hıristiyan inancına temel bir meydan okuma olarak gördü. Bu meydan okuma birçok düzeyde gerçekleşmiştir. İlk olarak, teori, Genesis’teki (1) yaratılış hikayesinin literal yorumuna açıkça meydan okumaktadır. O dönemde Hıristiyanlar arasında baskın olan inanç, Tanrı’nın dünyayı ve tüm türleri yaklaşık 6.000 yıl önce yarattığı ve her türün ayrı ve değişmeyen bir yaratılışı olduğuydu. Buna karşılık, evrim teorisi, Dünya’nın 6.000 yıldan daha eski olmasını gerektiriyordu; Darwin’e göre de türler milyonlarca yıl boyunca yavaş yavaş evrimleşmişti. Dahası, teori mevcut türlerin daha öncekilerden evrimleştiğini ve yeterince geriye giderseniz herhangi iki türün ortak bir atası olduğunu savunuyordu. Bu fikirler, ayrı yaratımlar teorisiyle doğrudan çelişiyordu.

Bunun üzerine evrim teorisi, Tanrı’nın varlığına dair sezgisel olarak en zorlayıcı argümanlardan birini zayıflattı: tasarım argümanı. Teistler, en azından Thomas Aquinas’a kadar, organizmalarda bulunan karmaşık tasarımın bir tasarımcının, yani Tanrı’nın kanıtı olduğunu iddia etmişti. Kuşkusuz, Darwin’den bir asırdan fazla bir süre önce, filozof David Hume bu argümandaki bazı zayıflıkları ortaya koymuştu. Tasarımın bir tasarımcıyı ima ettiğini varsaysak bile, Hume diyor ki, neden tek bir tasarımcı olduğunu ve bir grup tasarımcı olmadığını ya da tasarımcının mükemmel, her şeye gücü yeten, iyi ya da hâlâ hayatta olduğunu varsaymalıyız? Ancak ne Hume ne de başka biri daha iyi bir açıklama düşünebilmişti ve tasarım argümanı gücünün çoğunu korudu.

Darwin tüm bunları değiştirdi. Doğal seçilim teorisi, türlerin kökenine dair doğal bir izahat sağladı -tasarımcı olmadan tasarım için bir açıklama. Teori gerçekten de şaşırtıcı derecede basit, en azından genel hatları ile öyle. Doğal seçilim teorisi, herhangi bir popülasyondaki bireylerin farklı olduğu ve bu varyasyonun bir kısmının kalıtsal olduğu basit öncülünden hareketle başlamaktadır. Mevcut değişkenlere göre, kalıtsal bir özellik, onu şekillendirmeye yardımcı olan genlerin aktarılma olasılığını arttırırsa, bu genlerin popülasyondaki sıklığı artma eğiliminde olacaktır. Ve bu, özetle, böyle. Bu fikrin gerçek gücü, ne kadar açıklayabildiği anlaşıldığında ortaya çıkıyor. Teoriye göre, anlaşılmaz derecede geniş zaman dilimlerinde küçük ama olumlu değişikliklerin kademeli olarak birikmesi, hem adaptasyonları (gözler ve kanatlar gibi) hem de yeni türlerin oluşumunu açıklamaktadır. Bu teorinin hiçbir yerinde Tanrı’dan söz edilmemektedir. Bu, rahatsız edici bir olasılığı da ortaya çıkarmaktadır: Eğer Tanrı, doğadaki tasarımı açıklamak için gerekli değilse – ki bu genellikle bir tasarımcı için en iyi kanıt olarak kabul edilir – belki de Tanrı hiç mevcut değildir.

 

Din ve Bilim: Örtüşmeyen Alanlar Mı?

Her şey göz önüne alındığında, birçok insanın evrim teorisini dini inançla bağdaşmaz olarak görmesi şaşırtıcı değildir. Bununla birlikte, bazı Hıristiyanlar hâlâ evrim teorisini reddetse de birçoğu dini inançlarını buna uyarlamıştır. Teorinin özü -türlerin zaman içinde değiştiği ve ortak atalardan ayrıldığı fikri- sadece Genesis’teki yaratılış hikayelerinin literal yorumuyla uyumsuzdur. İncil’deki hikayelerin metaforik olduğunu kabul etmeye istekli olan herkes, Tanrı’nın evrim süreci boyunca yaşamı yarattığını iddia edebilir. Dahası, görebileceğimiz gibi, inananların Tanrı’nın varlığını kanıtladığını iddia ettiği birçok gizem bulunmaktadır. Bu düşünceler ışığında, evrim teorisinin zorunlu olarak Tanrı inancıyla çatışmadığı ortaya çıkacaktır. Bu, bilim ile dinin ayrı ve örtüşmeyen alanlar olduğu ve bu nedenle de birbirleriyle uyumsuz olmadıkları konusundaki daha genel fikre uyuyor.

Bu tatmin edici bir uzlaşmadır, ancak doğru mudur? İlk olarak, din ve bilim alanları bugün geldiğimiz noktada birbirleriyle daha az örtüşse de, bunun sebebinin evrim teorisinin kısmen dini kendi topraklarından çıkarmaya zorlaması olduğu unutulmamalıdır. Bu, evrimi kabul edenler için, İncil hikayelerinin literal olmayan bir yorumunu gerekli kılmıştır. (Her halükârda, teoriyle çatışan hikayelerin literal olmayan bir yorumunu gerekli kılmıştır. Bu genel olarak İncil’in tamamını kapsamaz; ne de olsa pek çok Hristiyan hâlâ Mesih’in hikayesinin tam anlamıyla doğru olduğuna inanmaktadır.) Bu, Darwin’den önce hiç kimsenin İncil hikayelerini mecazi olarak yorumlamadığı anlamına gelmemektedir. Bu durum, sadece evrim teorisinin bu yorumu daha kaçınılmaz ve daha yaygın bir hale getirdiğini göstermektedir. Dahası, İncil’in literal bir yorumundan vazgeçmenin, din ve bilim alanlarını uzlaştırmak için yeterli olduğu fikri açık değildir.

İlk olarak, Tanrı’nın evrim sürecini yönlendirerek hayatı yarattığı fikrini düşünün. Bu, evrimin yalın gerçeği ile tutarlı olsa da, modern evrim teorisinin merkezi bir ilkesiyle çelişmektedir: organizmalardaki tasarım, rastgele kazaların akılsız birikiminin bir ürünüdür. Ve bu sadece evrim teorisi ile tutarsız değil, aynı zamanda da sorunludur. Adaptasyonlar, kapsayıcı uyum başarısını geliştirmek için tasarlanmış gibi görünüyor. (Bu, adaptasyonların, bu genlerin adaptasyona sahip bir kişide veya yakın akrabalarda barındırılıp barındırılmadığına bakılmaksızın, onlara yol açan genlerin daha fazla aktarılma olasılığını artırmak için tasarlandığı anlamına gelir.) Tanrı’nın yol gösterici ilkesi olarak “kapsayıcı uyumlama (inclusive fitness)” durumunu kullanmış olması ilginçtir, çünkü bu, yaşamı, akılsız bir gen seçimi sürecinin ürünü olarak mükemmel bir şekilde açıklanabilir hâle getirecek bir ölçütle tasarlamayı seçtiği anlamına gelir. Dahası, tüm türlerin tasarım hataları ve kusurları vardır ki bu onların ister evrim yoluyla ister başka bir yöntemle mükemmel bir varlık tarafından yaratıldıklarına dair zayıf bir kanıttır.

 

Kötülüğün Evrimsel Problemi

Bu zorluklar, tanrı’nın yaşamı harekete geçirdiği ve daha sonra doğal seçilimin yaşamın seyrini yönetmesine izin verdiği (bir tür Deizm) varsayılırsa önlenebilir. Bununla birlikte, Tanrı’nın katılımı ister doğrudan ister dolaylı olsun, evrim teorisi, asırlık kötülük probleminin yeni bir çeşidi olan başka bir zorluğu ortaya çıkarmaktadır. Doğal seçilim zalim ve ziyankâr bir süreçtir. Önde gelen evrimsel biyologlardan biri olan George Williams, onu kötü olarak tanımlayacak kadar ileri gitti. Her başarılı varyant için, milyonlarca organizma sefil bir şekilde yok olmaktadır. Ayrıca sadece seçilim süreci acımasız değil, aynı zamanda ürünlerinin çoğu da acımasızdır. Kapsayıcı uyumlamaya (inclusive fitness) dayalı seçim, doğa hakkında  hoş olmayan birçok gerçeği açıklamaktadır. Örneğin, yavrularına bakan (2) çoğu hayvan, zayıf veya deforme olmuş yavruların ölmesine izin vermektedir. Aynı şekilde, bir aslan, sürüsünün kontrolünü ele geçirdiğinde, genellikle diğer erkek aslanlar tarafından döllenen yavruları öldürür.

Doğal seçilimin görünürdeki ‘zulmü’ mantıksal olarak Tanrı’nın var olmamasını gerektirmez. Bununla birlikte, Darwin’in kendisinin de belirttiği gibi, doğal seçilimin neden olduğu acıyı, sonsuz derecede iyi ve her şeye gücü yeten bir Tanrı’ya olan inançla bağdaştırmak zordur. Tanrı iyi olsaydı, muhtemelen bu kötülüğü ortadan kaldırmak isterdi ve her şeye kadir olsaydı, bunu yapmak kendi gücüne dahil olurdu. Bu nedenle, Tanrı’ya olan inancı sürdürmek için, ya Tanrı’nın bu kötülüğü önleme konusunda güçsüz olduğunu ya da Tanrı’nın kendisinin kötü olduğunu (ya da en iyi ihtimalle ahlaki olmadığını) kabul etmek gerekli gibi görünüyor. Diğer tek seçenek, Tanrı’nın gizemli yollarla hareket ettiği ve bize gereksiz ıstırap gibi görünen şeyin aslında genel planın bir parçası olduğu ve bu planın iyi olduğu iddiası gibi bilmezlikten bir itiraza başvurmak olacaktır. Ancak böyle bir savunmanın olası herhangi bir tutarsızlığı veya garip gerçeği açıklamak için kullanılabileceği düşünüldüğünde, bu, zorlayıcı bir hareket olmaktan uzaktır.

 

Tasarım Argümanının Diğer Versiyonları Evrimin Kapsam Alanından Kurtulur mı?

Öte yandan, Tanrı’nın varlığına dair açık bir kanıt sağlanabilirse, böyle bir savunmayı kabul etmemiz gerekebilir. Bazıları böyle bir kanıtın mevcut olduğunu savundu. Evrim teorisi, Tanrı’yı ​​eskiden olduğu yaşam tasarımcısı rolünden kurtarsa ​​bile, teistlerin tasarım argümanının değiştirilmiş bir versiyonunun temelini oluşturabileceğini iddia ettikleri daha birçok doğa olgusu vardır. Üçünden bahsedeceğim. Birincisi, doğal seçilim ancak seçilecek bir şey olduğunda gerçekleşebilir ve Darwin’in teorisi hayatın en başta nasıl başladığı hakkında hiçbir şey söylemez. Öyleyse burada Tanrı için bir rol vardır. İkincisi, evrim bedenlerin varlığını açıklasa da, bazıları insan zihninin veya bilincinin doğalcı/naturalist bir açıklamaya uygun olmadığını ve bu nedenle Tanrı’ya atfedilmesi gerektiğini savunur. Üçüncüsü, evrim teorisi evrendeki bazı ayrıntıları açıklasa bile, evrenin ilk etapta var olduğu gerçeği henüz açıklanmadı ve sadece bu da değil, bazı temel fiziksel sabitlerin değerleri çok az bile olsa değişmiş olsaydı, yaşam (ya da en azından bildiğimiz hâliyle yaşam) evrimleşemezdi. Bu alanların her birinde teistler, Tanrı için evrim teorisinin gasp edemeyeceği bir rolümüz olduğunu iddia ederler.

Yukarıdaki argümanlar akla yatkınsa, evrimsel kötülük probleminin ortaya attığı tüm çekincelere rağmen Tanrı’nın varlığını kabul etmek zorunda kalabiliriz. Ancak bu iddiaları savunanlar, evrim teorisinin açıklama gücünü hafife alıyor olabilirler. Daha yakından incelendiğinde teori, teistlerin Tanrı için belirledikleri yeni bölgelerin her birinde dini açıklamalara duyulan ihtiyaca meydan okumaktadır. İlk olarak, yaşamın yaşam dışı evriminin kesin ayrıntıları her zaman bir gizem olarak kalsa da, bu alandaki araştırmalar en azından doğal bir süreçten başka bir şey olduğunu varsaymaya gerek olmadığını göstermektedir. Zihne gelince, materyalist Darwinci bir bakış açısıyla, zihin beynin aktivitesidir ve beyin de seçilimin ürünüdür; dolayısıyla zihin de bir seçilim ürünüdür. Son olarak, bazı fizikçiler, Darwinci ilkelerin evrenin varlığını ve doğasını açıklayabileceği fikri üzerinde oynuyorlar. Darwinci açıklamaların ciddi bir şekilde dikkate alınacak kadar makul olduğu gerçeği, evrenin, yaşamın veya aklın varlığının Tanrı’nın varlığını kabul etmemiz gerektiği fikrini zayıflatır. Bir teist, bu nedenle evrimsel kötülük problemiyle yüzleşmelidir. Bu problem bizi, evrim teorisinin Tanrı’nın varlığıyla tutarsız olduğu ve dolayısıyla herhangi bir teistik din ile tutarsız olduğu sonucuna götürmektedir.

 

Antropomorfik (3) Olmayan Tanrı Konsepti

Teistlerin bu noktada ileri sürebileceği son bir itiraz var. Şimdiye kadar, yorum yapmadan, Tanrı’nın geleneksel bir anlayışını kabul ettim – fiziksel olmayan, sonsuz derecede iyi, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten bir yaratıcı. Böyle bir Tanrı, Antik Yunan’ın ya da Hinduizm’in Tanrıları ve Tanrıçaları – ya da bu konuda daha nadir görülen bu anlayışın ortaya çıktığı İsrail’in orijinal Tanrısı kadar açık bir şekilde antropomorfik değildir. Bununla birlikte, geleneksel Tanrı, bilme gibi insani zihinsel durumlara sahiptir, ahlaki bir fail olarak görülebilir ve insanların da (çok daha mütevazı bir ölçekte de olsa) ortak olarak dahil olduğu yaratma ve tasarım gibi faaliyetlerde bulunur. Bu eski ve basit anlayışın inandıkları Tanrı’yı tanımlamadığına itiraz etmek her zaman bir teist için mevcuttur. Birçok ilahiyatçı, Tanrı’yı antropomorfik olmayan terimlerle anlamaya çalıştı. Örneğin Paul Tillich, Tanrı’yı ​​”kendisi olmak” ve “var olmanın nihai zemini” olarak tanımladı. Diğerleri Tanrı’yı, hiçbir şeyin olmamasından ziyade bir şeyin olduğu garip gerçeğinin açıklaması olarak görür ve bu şey her ne ise, insan gibi bir şey olmasının olası olmadığını kabul eder. Alternatif olarak, Tanrı’nın gerçek doğasının insan anlayışının ötesinde olduğu ve dolayısıyla O’nun hakkında hiçbir şey söylenemeyeceği basitçe ileri sürülebilir.

Kötülüğün evrimsel problemi, antropomorfik olmayan bir Tanrı’ya inanmak için bir tehdit oluşturmaz, çünkü yalnızca Tanrı her şeye kadir bir ahlaki fail ise kötülüğün varlığı sorunludur. Sonuç olarak, buradaki dindar bir inanan için ana ima, tıpkı evrim gerçeğinin İncil hikayelerinin literal olmayan bir yorumunu gerektirmesi gibi, evrimsel kötülük sorununun da antropomorfik olmayan bir Tanrı anlayışını gerektirmesidir. Ancak bu çok önemli bir çıkarımdır, çünkü bu Tanrı anlayışını kabul etmek için ödenmesi gereken yüksek bir bedel vardır. Tüm insan benzeri özelliklerden yoksun bir Tanrı, kişisel bir ilişkiye sahip olunabilecek ya da dualarımıza ve isteklerimize cevap verebilecek bir Tanrı değildir ve böyle bir Tanrı’nın insan adalet standartlarının nihayetinde evrene hâkim olacağını garanti edebileceğini görmek zordur. Benzer şekilde, eğer Tanrı basitçe varlığın temeli ya da varoluşun nihai açıklaması olarak tanımlanırsa, Tanrı’nın varlığının insan yaşamının evrende ayrıcalıklı veya nihayetinde anlamlı olduğunu ya da Tanrı var olduğu için evrenin daha büyük ve daha kutsal olduğunu düşünmek için hiçbir nedenimiz yoktur. Öyle görünüyor ki, kişi, böyle bir anlayışla kendini az çok avutabilir ve eğer kişi kendi Tanrı anlayışıyla kendini avutursa, daha geleneksel olanın aksine antropomorfik olmayan bir Tanrı’ya gerçekten inanıp inanmadığı sorulabilir. Dahası, Tanrı’nın antropomorfik olmayan kavramları, terimin orijinal anlamından o kadar uzaktır ki, bu terimi artık kullanmanın uygun olup olmadığı bile sorgulanabilir. Bertrand Russell bir keresinde, “İnsanlar, ‘Tanrı’ kelimesinden vazgeçmeye, kelimenin şimdiye kadar dayandığı fikirden vazgeçmekten daha isteksizdir.” demişti. Evrim teorisi herkesi bu sözden vazgeçmeye ikna etmeyebilir. Bununla birlikte, onları anlamını tanınmayacak şekilde değiştirmeye teşvik ettiği ölçüde, Tanrı’nın yine de Darwin’in teorisinin bir kurbanı olduğu iddia edilebilir.

 

Sonuç

Özetlemek gerekirse, evrim teorisinin dini inancın en az iki ana alanı için önemli etkileri vardır: İncil literalizmi ve Tanrı’nın varlığı. Teorinin sonucunda, bu konularla ilgili dört ana görüş mevcuttur. İkinci ve üçüncüsüne göre, evrim ve din uyumludur; birinci ve dördüncüsüne göre uyumlu değillerdir. [1] Kişi, geleneksel bir Tanrı’ya ve (Yaratılışçı pozisyonda) İncil literalizmine (4) olan inancını sürdürebilir. Lakin bu, evrimin temel gerçeğini bile inkâr etmeyi gerektirir ve böyle bir inkâr, ancak dünyanın düz olduğu görüşü kadar entelektüel olarak saygınlık kazanmıştır. [2] Öte yandan, geleneksel bir Tanrı kabul edilir ancak İncil literalizmi reddedilirse, evrim gerçeği kabul edilebilir. Dahası, Tanrı’nın yaşamı basitçe harekete geçirdiği ve süreci kişisel olarak yönlendirmediği kabul edilirse, modern evrim teorisi de kabul edilebilir. Her iki durumda da kişi evrimsel kötülük problemiyle yüzleşmelidir. [3] Kişi İncil literalizmini reddeder ve geleneksel bir Tanrı anlayışını antropomorfik olmayan bir anlayışla değiştirirse, evrimsel kötülük probleminden kaçınılabilir. Ancak, bu, Tanrı’yı ​​uzak ve kişisel olmayan bir soyutlamaya indirger ve bu kavrama Tanrı adını vermenin bir anlamı olup olmadığı sorusunu gündeme getirir. [4] Son seçenek hem İncil literalizmini hem de Tanrı’ya olan inancı herhangi bir şekil veya boyutta reddetmektir. Darwin’den sonra, bu en az sorunlu seçenektir.

 

Çevirmen Notları:

(1) Genesis, İbranice Bereshit (“başlangıçta”), İncil’in ilk kitabıdır. Yaratılış, Cennet Bahçesi (the Garden of Eden), Kabil ve Habil, Nuh Tufanı ve Babil Kulesi gibi tanıdık hikayeleri içerir.

(Kaynak: The Editors of Encyclopaedia Britannica. “Genesis”. Encyclopaedia Britannica. 2016. Web.)

(2) Parental care, yavrunun kondisyonunu artıran, doğumdan önce veya sonra ortaya çıkabilen, bir ebeveynin genetik olmayan herhangi bir katkısıdır (Stahlschmidt ve DeNardo, 2011). Bir ebeveynin yavrularını beslemek ve korumak için zaman veya enerji harcadığı herhangi bir davranış modelidir.

(Kaynak: Encyclopedia of Reproduction (Second Edition), 2018)

(3) Antropomorfik Tanrı, insan şeklinde bir Tanrı’nın olduğu konseptidir. Bu başlıkta tam tersi bir konsept incelenmiştir (Bkz: Non-Anthropomorphic Conception of God).

(4) İncil literalizmi veya İncilcilik, farklı yazarlar tarafından İncil yorumuyla ilgili olarak farklı şekillerde kullanılan bir terimdir.

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Din Felsefesinde Mantıksal Biçimlendirmenin Ortaya Çıkışı: Köken, Kriz ve İyileştirme – Anders Kraal

Önceki Makale

Muhafazakarlık (Stanford Felsefe Ansiklopedisi)