/

Hayvan Hakları Nasıl Tartışılmaz (2)

2578 görüntülenme
16 dk okuma süresi
Onur Göksel Yokuş

Onur Göksel Yokuş

Zihin felsefesi, etik ve siyaset felsefesi ağırlıklı bir çalışma alanına sahiptir.

Sınırlama Problemi.

 Eğer hak sahibi olma koşulunu belirli bilinç durumlarına sahip olmak olarak alacaksak burada bilinçsel sınırın nerede biteceğini sormak makul olacaktır. Bilincin, daha en başta, nerede başlayıp nerede bittiği bilinebilir mi ki zaten? Eğer evrimde tür geçişi tarzı bir muğlaklıktan bahsediyorsak nesnel bir zeminimiz olmayacaktır. Bu eleştirinin ana kaynağı da tam olarak net bir başlangıç noktasının bulunmadığıdır. Eleştiriyi iki yöne götürebiliriz, ilk olarak bilincin kendisinin nerede başladığı ile alakalı muğlaklık, ikincisi de tespit edilmesinin ontolojik olarak zaten mümkün olmayacağı problemi. İlki daha çok süreç ile ilintiliyken ikincisi bilincin kendi yapısından gelecek bir eleştiri olarak alınabilir. Her iki eleştiri de, önceki yazıda verildiği gibi Temel Argümandan çıkarsanarak çürütülebilir değildir ama temel bir ahlaki ilke her ikisine de uyarlanabilir. Ahlaki temkinlilik prensibi. Bu prensibe göre, durum dahilinde kötü bir sonuca sebebiyet verme ihtimali, kötü sonuç gerçekleşmese bile olasılığı göze  alarak edimi gerçekleştiren kişiyi suçlu bulmamızı gerekçelendirebilir. Basitçe dikkatsizlik ve sorumsuzluktan bahsetmekteyiz. Mesela bir ebeveynin parkta çocuğu ile ilgilenmemesi sonucu çocuk kaçırılabilir, kötü bir şekilde düşebilir veya arkadaşlarıyla kavga edebilir. Burada ebeveyn çocuğunu gözlemeyerek bu olasılıklardan herhangi birisine kapı aralamakta ve kötü bir sonuç ile karşılaşmasa da sorumsuzluğu ile yargılanabilir, yakın olarak, alkollü veya uykulu araç kullanan kişi insanları böyle koşullarda araç kullandığında belirli olası durumlar ile istemsiz tehlikeye atmış olur. Dolayısıyla insanın kestirebileceği ölçüde sonuçları da dikkate alması ahlaki değerlendirmeye tabii tutulabilir. İnsan veya ahlaki sorumlu herhangi bir canlı, sadece edimi yaptığı an ile sorumlu tutulamaz. Ahlaki sonuçları olacak potansiyel edimlerin de sorumlusu olur.

Bu prensibi göz önüne alırsak sadece acı çektiği neredeyse kesin olan veya yüksek ihtimal belli olan canlılara karşı ahlaki sorumluluğumuz olmaz. Bilinç durumunun atfedilebileceği belirli ihtimaller dahilinde ‘bilinci var’ diyebileceğimiz tüm canlılara karşı olur. Bu durumda eleştirinin gelebileceği ilk kısım, yani bilincin kesin çıktığı bir alanın tespit edilememesi bertaraf edilmiş olur. Konu, bilincin nerede çıktığının tespit edilmesinden ziyade bilinci ihtimal dahilinde atfedip atfedemeyeceğimizdir. İkinci eleştiriye gelirsek de bilincin kendi ontolojisinden kaynaklı bir sıkıntının olduğunu görüyoruz. Burada da esasında şu söylenmek isteniyor: Kimi durumda insanın kendisi bile bazı şeylerin bilincinde olduğundan emin değildir. Mesela kitap okumaya dalan kişi pasajları sadece mekanik göz hareketleriyle geçerken kafasında herhangi bir anlam oluşmayabilir. Veya rüyada olan kişi bir nevi özel bir bilinç durumuna sahiptir ve kendisinin direkt farkında değildir. Yaşadıkları genelde dolaylı yoldan fark edilebilir.

Eğer bu bilinç durumlarının özelde değil genel olarak içkin olduğu canlıları düşünebiliyorsak ve bu canlılar büyük ihtimalle gündelik hayatta bilincinin olmayabileceğini düşündüklerimiz ise bu canlıların acı durumlarını önemsemeye gerek yoktur diyecektir. Ama yine, aynı eleştiri buraya iliştirilebilir. İhtimal dahilinde düşünmek gerekeceğinden, tamamen bilinçsiz veya örtük bilince sahip olduğu kanıtlanmamış bir canlıyı herhangi bir şekilde kullanmaya çalışmak savunulabilir olmayacaktır. Ahlaki temkinlilik prensibi bunu çok katı şekilde sunar.

İnsanlar Hayvanlardan Daha Zeki.

İnsanların daha zeki olmasından kaynaklı hayvanları istediği gibi sömürebileceğini iddia etmek iki şekilde savunulmaya kalkınabilir. İlki zeka arttıkça zekası artan kişi kendisinden daha az zeki insanlara veya canlılara üstünlük sağlayabilir ve kendisi de yeri geldiğinde üstünlük taslanabilirdir. İkincisi ise belirli bir zeka seviyesi insan veya canlıların kullanılmaması için sınırı teşkil eder.

İlkindeki sıkıntı bariz durmaktadır. Zira kendimizden bir zeka puanı fazlası olan birisinin bizim haklarımızı yok sayarcasına davranması ne kadar abes ise yüz puan fazla olanın davranması da aynı şekilde abestir. Günlük hayatın işleyişini buna hiçbir şekilde uyduramayacağımız gibi zeka ile ahlaki tutum arasındaki ilişki de bulanıktır. İkincisine gelindiğinde pek çok ayrı sorun ortaya çıkar. İlkine de uyarlanabilecek, ciddi zeka geriliği olan insanlara karşı yapılabilecek acımasız muamele bunlardan biridir. Ama daha önemlisi zeminin nasıl belirlenebileceğidir. Zeka ile bilişsel kapasiteyi eşleyip doğru orantıda zeka azalımının bilinci de azaltacağı iddia edilebilir ama bu durum zaten veganların da kabul edeceği bir noktadır. Bilinci olmayan bir canlıdan istihdam etmekte sıkıntı yoktur. Ama o zaman sınırı çok düşürmeleri gerekir ki bu durumda hayvan haklarını önemsemek zorunda kalırlar. Zekayı bilinç ile ilintilendirmedikleri noktada ise kendilik bilinci olan bir canlının belirli bir düzey zekaya sahip olmasıyla ahlaka tabii tutulamamasını açıklamaları gerekecektir. Aralarında daha önce de bahsettiğimiz gibi bağlamsal fark vardır. Eğer itirazlarını tür zekası üzerinden devam ettireceklerse yine bağlamsal fark devam etmekle birlikte tür zekasının zaman içerisinde değişimi gösterilebilir. Mesela bir Homo Erectus’a kötü davranmak sorun teşkil eder mi? ve dahası edecekse de bu nasıl belirlenir. Zekanın hangi düzeyinin ahlakilik zemini oluşturduğu olumsal kalmaktadır.

Sonuç Değişmeyecek.

 

Bu itirazda bulunanlar aslında hayvan haklarına tutumlarında iki şekilde de sınıflanabilir. Hem hayvan haklarının tutarlı olduğunu hem de bunun olmadığını söyleme eğiliminde olabilirler. İtirazın durumu bu anlamıyla nötrdür ve ahlaki edimleri sonucuyla değerlendirmeye kalkar denebilir. Eleştiriyi getirecek kişi büyük ihtimal insan alışkanlıklarının değişmeyeceğini ve bundan dolayı kendisi vegan olsa bile genel hayvan sömürüsünün bitmeyeceğine işaret eder. Dolayısıyla; ‘niye ben tüketmeye devam etmeyeyim ki?’ şeklinde sormaktadır. Bu sorunun cevabı ahlaki edimleri erdemden ayıramayacağımız durumudur. Örnek olarak sarhoş beş gençten dördünün tenha bir sokakta genç bir kıza tecavüz etmeye kalkmasını alalım. Bu gençlerden birisi bu edimden ilk başta vazgeçsin ama sonra durumu kendi içerisinde değerlendiriyor olsun, zaten dört kişiye karşı kendisinin etkisiz olacağından kaynaklı sonucu değiştiremeyeceğini ve onun da genç kıza tecavüz etmesi aklanabilir mi? Eğer sonuç odaklı gideceksek sorunun cevabı evet olurdu.

Hayvanlar Birbirlerini Yiyorlar.

 

Kötü olan birisini düşünün. Bu kişiye gerçekten bir iyilik yapmak ister miydiniz? Ne kadar basit bir eşleme olacaksa da aslında bu eleştirinin kast ettiği budur, hali hazırda ahlaki durumdan yoksun varlıklara ahlaki davranışlarda bulunulamayacağını söylerler. Bu eleştirinin sorunu yönelttiği eleştirinin tam olarak net olmamasıdır. Hayvanların birbirlerini yemesi ile ne kast edilmektedir? Eğer ki hayvanların ahlaksız bir tutumda olduğu söyleniyorsa zaten ahlaki statü verilmiş olur. Sadece ahlaksızlık yaptıklarından kaynaklı iyi bir karşı davranışı hak etmedikleri söylemek de devamında gelir. Bu eleştirinin sorunu daimi kötülük yapan veya kötülük yapan varlığa karşı aynı kötülükte yapılan edimi temellendirmemesidir. Bir seri katil cezalandırılabilir ama bu ceza onu idam etmek veya işkence etmektense insanlardan tamamen izole, bir daha zarar veremeyeceği koşullara hapsetmek olabilir. Eleştirinin bu kanadı, zaten ahlaki failliği hayvanlara ithaf edememişken aynı zamanda sonrası için problem yaşamaktadır. Öteki yoldan hareket edilirse hayvanların ahlaki bir dünyada yaşamamasından kaynaklı onlara ahlaki davranışlarda bulunmamamız gerektiğidir. Ne var ki ahlaki fail ile ahlaki pasif ayrımı (ing: moral agent ve moral patient) yapılmadığından eleştiri noksan kalır.

Bu arada bizim tükettiğimiz hayvanların büyük çoğunluğunun etçil değil otçul olduğunu hatırlatmakta da bu eleştiriyi getirenlere hatırlatmakta fayda var. Eleştirinin kapsamını daraltması gerektiği için de bu iddia sahipleri sadece etçil hayvanların tüketilmesi gerekliliğini savunabilir.

Böyle Evrimleştik.

 

İnsan evriminde et tüketiminin pay sahibi olması bir anlamda geçmişle alakalı bir durumdur. Bir olgudur. Olgusal olay nasıl olurda hepçil kalmamız gerektiğini söyler? İşin içerisinde evrimsel kökenimizin sağlığımıza etkisi varsa bu eleştiriyi kendi başına sağlık eleştirisi olarak almak gerekir, o zaman da daha önce veganlığın sağlıksız olmadığını ifade ettiğimizden eleştiri boşluğa yumruk savuracaktır. Kast edilen başka bir şey ise bunun açıklanması gerekecektir, zira bu eleştiriye karşı getirilebilecek tez bu eleştirinin daha kendi başına bir eleştiri olmadığıdır.

Doğa Böyle İşliyor.

 

Hayvanların birbirlerini yemesi de bir olgusal durumdur. Yukarıdaki ve uyarlanabilecek pek çok eleştiride olgusal durumu belirten ‘-dır’, ‘-dir’ ekinden ‘-meli’, ‘-malı’ ekine geçiş durumu vardır. Bu geçiş durumu temellendirilmediğinden yine bağlamlar ayrı kalmaktadır. Doğanın, etçil hayvanların diğer hayvanları avladığı şekilde olmasından bizim de etçil alışkanlıklarımıza devam etmemiz gerektiğini çıkarsayan kişi, aynı şekilde bu bağlantıyı kuramamıştır. Peki doğanın işleyişini bozmaktan kaynaklı etçil beslenmeye bir geçiş olabilir mi? Doğa böyle işlediğine göre bizim de ait olduğumuz düzene uygun olmamız gerekecektir. Ne var ki bu savunu bir tek sağlık alanını işaret edebilir, hayvan tüketiminin kademeli olarak ortadan kaldırılmasında (birden ortadan kalktığında ortaya çıkacak kaotik sorunlardan kaynaklı böyle bir dil kullandım) başka bir sorun olmayacaktır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

İskoç Aydınlanma Etiği: Hutcheson, Hume ve Smith – Hasan Yücel Başdemir

Önceki Makale

Marksist Din Yorumunda Dinin Kökeni ve Ortaya Çıkışı – Sinan Özbek