/

Deneysel Felsefe (Stanford Felsefe Ansiklopedisi)

1318 görüntülenme
119 dk okuma süresi
Kualia Analitik Felsefe

Kualia Analitik Felsefe

Çeviren: Halil Almaç

Çeviri Editörü: Onur Göksel Yokuş

Deneysel felsefe daha önce ayrı oldukları düşünülen alanlardan düşünceleri bir araya getiren disiplinlerarası bir yaklaşımdır. Özellikle, deneysel felsefedeki araştırmalar iki unsuru bir araya getirmektedir:

  1. geleneksel olarak felsefeyle ilişkilendirilmiş türden sorular ve teorik çerçeveler;
  2. geleneksel olarak psikoloji ve bilişsel bilimle ilişkilendirilmiş deneysel yöntemler.

Bu geniş yaklaşımla birleşmiş olsa da, deneysel felsefede çok çeşitli tasarılar vardır. Bazıları deneysel kanıtları analitik felsefedeki daha geleneksel yöntemlere karşı bir “olumsuz programı” desteklemek için kullanırlarken, diğerleri deneysel verileri geleneksel sorunlara yönelik olumlu iddiaları desteklemek için kullanırlar, ve yine daha başkaları ise insanların normalde nasıl düşünüp hissettiklerine dair soruları, bu sorular kendi başlarına önem teşkil ettikleri için incelemektedirler.

Bu madde çağdaş deneysel felsefenin temel hedeflerine dair kısa bir giriş sunmaktadır. Ardından olumsuz program, özgür irade, ahlaki yargı ve epistemoloji üzerine yeni deneysel çalışmalar incelenmektedir. Bir bütün olarak deneysel felsefe alanına yöneltilen itirazların tartışılması ile bitireceğiz.

1. Genel Bakış

Deneysel felsefe genelde 21. yüzyılın ilk yıllarında başladığı düşünülen, göreceli olarak yeni bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın özünde felsefi problemleri daha sıklıkla sosyal bilimlerle ilişkilendirilen yöntemlerle araştırma düşüncesi yatmaktadır.

Geniş deneysel felsefe araştırması bayrağının altında, fazlasıyla çeşitli yöntem ve hedeflerin olduğu çalışmalar bulunabilir (bkz. örn., Schwitzgebel ve Rust 2014; Meskin ve ark. 2013; Bartels ve Urminsky 2011). Bununla beraber, deneysel felsefe araştırmaları çoğunlukla bir şekilde sezgilerin çalışılmasını içeren birbirine yakından bağlı bir yöntemler bütününden faydalanmaktadır. Bu bölümün kalan kısmında deneysel filozofların bu yöntemleri kullanarak araştırdıkları farklı konuları ve bunların daha geniş felsefi problemlerle ilgilerini açıklamaya çalışacağız.

Sezgilerin araştırılmasına dair çalışmaların kökeni, deneysel felsefenin ortaya çıkışını çok önceleyen daha geleneksel felsefi bir yaklaşımda bulunmaktadır (bkz. sezgi maddesi). Bu geleneksel yaklaşımdaki araştırmalar çoğunlukla bir konu veya başka birisi hakkındaki sezgilere bakarak bu konular hakkında ilerleme kaydedebileceğimiz fikrine dayanmaktadır. Örneğin, epistemolojide bilginin doğası üzerine problemler hakkında bazı durumların bilgi sayılıp sayılmayacağına dair sezgilere bakarak ilerleme kaydedebileceğimiz söylenmiştir. Benzer şekilde ahlak felsefesinde ahlaki yükümlülük üzerine problemlerde belirli faillerin hangi eylemleri gerçekleştirmeye yükümlü olduklarına dair sezgilere bakarak ilerlemeye kaydedebileceğimiz söylenmiştir. Benzer yaklaşımlar felsefenin öteki birçok alanında savunulmuştur.

Analitik gelenek içinde bu geleneksel yöntemin nasıl anlaşılabileceğine dair kompleks bir literatür bulunmaktadır. Bazıları sezgilerin bize kavramlar hakkında bilgi verebileceğini iddia etmektedirler (Jackson, 1998), diğerleri sezgiler üstüne çalışmanın bu kavramların imlediği asıl özellikler ya da ilişkilere dair daha doğrudan bir anlayış verebileceğini söylemektedirler (Sosa, 2007) ve daha başkaları bu tüm çalışma alanına dair yaklaşımların hatalı olduğunu söylemektedirler (örn., Cappelen, 2012).

Deneysel felsefedeki araştırmaların bu önceki gelenekle olan farklı ilişkilerine göre ayrı projeler olarak bölümlendirilmesi yaygındır. Bu şekilde bir bölümleme yapıldığında deneysel felsefede üç temel araştırma biçimi ortaya çıkmaktadır.

İlk olarak bazı deneysel felsefe araştırmaları sezgilere dair bu daha geleneksel kullanımla tamamen “olumsuz” bir ilişki içindedirler. Bu tür araştırmalar daha geleneksel çalışmalarda kullanılan yöntemlerin bir şekilde hatalı ya da dayanaksız olduğuna dair kanıtlar sunmayı hedeflerler. Örneğin sezgilerin cinsiyet ya da etnisite gibi demografik faktörlere göre farklılaşabildiği, öncelik/sonralık etkisine maruz kalabildiği ya da rastlantısal duygulardan etkilendiği iddia edilmiştir (örn., Weinberg ve ark. 2001; Buckwalter ve Stich 2014; Swain ve ark., 2008; Cameron ve ark., 2013). Sezgilerin bu etkileri göstermesi halinde, önemli felsefi problemleri cevaplamak için bir yöntem olarak sezgileri eleştirmeden kullanmamak gerektiği öne sürülmüştür. Bu ilk projeye orijinal felsefi problemde (örneğin bilginin doğası) bir ilerleme kaydetme değil de bu problemi cevaplamada kullanılan belli bir yönteme (sezgilere başvurma) karşı iddialar ileri sürme amacında olduğu için “olumsuz” denmiştir.

Bu proje onun metafelsefi içerimleriyle ilgilenen filozoflar arasında büyük ve çok yönlü bir literatür oluşmasına sebep olmuştur (Brown ,2013b; Cappelen, 2012; Deutsch, 2015; Weinberg, 2007; Weinberg ve ark., 2010; Williamson, 2007). Bu literatür insanların sezgilerindeki örüntüler hakkında empirik olguların felsefi pratiklerimizi değiştirmemizi gerektirip gerektirmediği sorusunu araştırmıştır. Bu yöndeki çoğu çalışma daha genel felsefede sezginin rolüne ilişkin önceki felsefi çalışmalara yakından bağlıdır.

İkinci olarak, deneysel felsefedeki bazı araştırmalar tam da analitik felsefede önceden çalışmalar yapılmasına neden olmuş sorular hakkında ilerleme kaydetmeyi amaçlamaktadır. Bu sebeple, bu araştırmalar epistemik sezgilerin epistemolojide bir ilerleme kaydetme yolu olduğuna, ahlaki sezgilerin ahlak felsefesinde bir ilerleme kaydetme yolu olduğuna, ve benzeri düşüncelere odaklanmaktadır. Bu ikinci projeyi benimseyen deneysel filozoflar sezgiler hakkında hangi olguların bu felsefi alanlarda ilerleme sağlayacağına dair çok çeşitli açıklamalar önermişlerdir, ama en genel yaklaşım belli bir alandaki sezgilerin oluşmasını sağlayan altta yatan bilişsel süreçlerle ilgili bir hipotez ileri sürerek işlemektedir. İleri sürülen fikir, hipotezin belli bir alandaki sezginin güvenilir mi olduğuna yoksa görmezden mi gelinmesi gerektiğine dair bize yardımcı olacağıdır. (Gerken, 2017; Leslie, 2013; Greene, 2008; Nagel, 2010).

Bu ikinci projedeki çalışmalar belli miktarda metafelsefi tartışmaya esin kaynağı olsa da felsefe literatüründeki ana etkisi metafelsefede değil tekil felsefi problemlerin tartışılmasında olmuştur. Nitekim, epistemik bağlamcılıkla ilgilenen filozoflar, insanların bilgiye dair sezgileri üzerine olan deneyler hakkında tartışmaktadırlar (DeRose, 2011), uyuşmazcılıkla ilgilenen filozoflar insanların özgür iradeye dair sezgileri üzerine olan deneyler hakkında tartışmaktadırlar (Björnsson ve Pereboom, 2014; Vargas, 2013), ve müdahaleci nedensellik açıklamalarıyla ilgilenen filozoflar insanların nedensellik hakkındaki sezgileriyle ilgili deneyler hakkında tartışmaktadırlar (Woodward, 2014). Genellikle bu türden çalışmaların ana odağı felsefede sezgilerin rolüne dair daha soyut kuramlar değildir. Bunun yerine belirli bir araştırma alanındaki tekil bir konuyla ilgilenmektedirler (bilgi kuramları, özgür irade, nedensellik).

Deneysel felsefede üçüncü türden araştırmalar ise daha geleneksel analitik felsefedeki problemlerle ilgilenmemektedir; tamamen farklı bir amaç gütmektedirler. Özellikle, çoğu durumda deneysel filozoflar belli bir konu hakkındaki sorularda ilerleme kaydetme yolu olarak insanların o konudaki düşüncelerine ve hislerine bakmazlar; bunun yerine doğrudan insanların düşünce ve duygularının kendisi hakkındaki problemlere dair ilerleme kaydetmeye çalışırlar. Örneğin ahlak psikolojisindeki çoğu deneysel felsefe araştırması gerçekten ahlak psikolojisiyle ilgili problemlerle ilgilidir.

Bu üçüncü şekildeki araştırma büyük oranda disiplinlerarası olma eğilimi taşımaktadır. Bu nedenle bu üçüncü biçimdeki belli herhangi bir konu üzerine çalışmalar en azından göreceli olarak diğer disiplinlerdeki (psikoloji, nörobilim, dilbilim, vb.) aynı konu üzerine çalışmalarla bir devamlılık barındırmaktadır, ve bu türden çalışmaların etkisi felsefede olduğu kadar öteki disiplinlerde de hissedilmektedir.

Bu projeler arasındaki ayrımın deneysel felsefenin önemine dair metafelsefi çalışmalar bakımından faydalı olduğu görülmüştür, lakin belirtmek gerekir ki bu üç projenin metafelsefi ayrımı deneysel filozofların yürüttüğü farklı somut araştırma programlarına (özgür irade sezgileri üzerine, ahlaki sezgiler üzerine, epistemik sezgiler üzerine, vs.) herhangi bir şekilde tam olarak denk düşmemektedir. Bu farklı somut araştırma programlarının her biri farklı sayıda projeleri ilgilendirebilir, ve nitekim çoğunlukla tek bir makale birden fazla projeyle alakalı sonuçlar bulgulamaktadır. Bu sebeple deneysel felsefeden çıkan asıl deneysel araştırmaları incelerken projelere dair bu metafelsefi ayrımları görmezden gelip somut araştırma konuları arasındaki farklılıklara bakacağız.

2. Deneysel Felsefede Araştırma

Deneysel felsefenin ne olduğunu anlamanın en iyi yolu onu yalnızca soyut olarak değerlendirmek değil, alandaki devam eden araştırma programlarına detaylıca bakmaktır. Buna uygun şekilde bu bölüme dört belirli alandaki araştırmaları inceleyerek devam edeceğiz: olumsuz program, özgür irade, ahlaki yargının etkisi ve epistemoloji.

Bu dört alana var olan deneysel felsefe literatüründe çok fazla dikkat çekmiş oldukları için odaklanacağız. Lakin belirtmeliyiz ki, deneysel filozoflar çok geniş bir menzildeki farklı problemlerle ilgilenmişlerdir ve bu dört alandaki çalışmalar deneysel felsefe literatürü bütününün göreceli olarak ufak bir kısmını oluşturmaktadır.

2.1 Olumsuz Program

Theaetetus diyalogunda Sokrates sormaktadır: “Kendimi tatmin edebilecek şekilde çözemeyeceğim zorluk burada yatmaktadır -Bilgi nedir?” (146a). Bunu izleyen felsefi tartışma sıklıkla çeşitli hipotezler ortaya atılarak örn. Bilgi doğru inançtır, ve bu hipoteze karşıt örnekler değerlendirilerek ilerlemektedir. Örneğin Sokrates demektedir ki bilgi basitçe doğru inanç değildir, zira yetenekli bir avukat bir kişiyi doğru bir inanca sahip olmaya ikna edebilir ama bu inanç tam olarak bilgi olmayacaktır [Theaetetus hakkındaki maddeye bkz]. Sokrates genelde muhatabından aynı fikirde olmasını bekler ve böyle de olur. Sokrates muhatabına “Sence bilgi nedir?” ya da “Atinalılar için bilgi nedir?” diye sormaz. Bunun yerine bilginin ne olduğu hakkında genelgeçer bir cevap bekliyor gibi gözükmektedir. Ayrıca Theaetetus’a “Senden bilginin farklı türleri hakkında tek bir tanım….istiyorum.” demesinden anlaşıldığı üzere bilginin tek bir doğası olduğunu düşünüyor gibi gözükmektedir.

Deneysel felsefenin olumsuz programındaki çalışmalar bu geleneksel projeye karşı çıkmak için empirik çalışmaları kullanmaktadırlar. Aşağı yukarı farklı iki itiraz geliştirilmiştir.

2.1.1 Çeşitlilik Argümanı

Bir itiraz farklı insan topluluklarının felsefi problemler hakkında düşünme şekillerindeki olası sistematik farklılıktan ortaya çıkmıştır. Böyle bir çeşitliliğin imkanı daha önce öne sürülmüştür (örn. Stich, 1990), ama deneysel filozoflar bu türden bir farklılığa dair kanıt aramışlardır. Örneğin bir erken çalışma epistemolojideki ünlü konularda Doğu Asyalı ve Batılı öğrenciler arasında farklılıklar bulmuştur (Weinberg ve ark., 2001). Bir diğer erken çalışma gönderimlerle ilgili yargılarda kültürel farklılıklar hakkında kanıt sağlamıştır. Doğu Asyalılar Batılılara kıyasla özel isimlerin gönderimleri konusunda betimlemeci yargılarda bulunmaya daha yatkın olabilmektedirler (Machery ve ark., 2004). Bazı çalışmalar ayrıca felsefi konular hakkındaki sezgilerde cinsiyet farklılıkları da bulgulamışlardır (bkz. örn., Buckwalter ve Stich, 2014; Friesdorf ve ark., 2015). Bunlara ek olarak, felsefi sezgide sistemik bireysel farklılıklar vardır; örneğin daha dışa dönük insanlar sorumluluk konusunda uyumculuğa daha eğilimlilerdir (Feltz ve Cokely, 2009).

Felsefi meselelerde sezgilerin kullanımına dair bu çeşitlilik felsefede sezginin bilgi ve gönderim gibi şeylerin doğası hakkında bilgi vermek için kullanılmasına karşı çıkmak için kullanılmıştır. Eğer bilgiye dair sezgiler popülasyonda çeşitlilik göstermekteyse o halde bu bir geleneksel felsefe projesini baskı altına almaktadır. Kısaca, endişe şu önermelerden kaynaklanmaktadır:

D1. Felsefi gelenek bilgi gibi önemli felsefi kategorilerin ve türlerin doğasını belirlemek için sezgileri kullanmaktadır.

D2. Bilgi (birçok diğer felsefi kategori gibi) tek bir doğaya sahiptir. Bilgi Atina’da farklı Sparta’da farklı değildir.

D3. Felsefi kategoriler hakkındaki sezgiler sistematik olarak popülasyonlara göre çeşitlilik göstermektedir (örneğin, kültüre göre).

D4. Sezgilerdeki çeşitlilik bir popülasyonun sezgilerine ayrıcalık verilerek aşılamaz.

Bu önermelerin her birine karşı çıkılmıştır. Bazıları filozofların sezgilere dayanmadığını -ya da dayanmaması gerektiğini- iddia etmektedirler (böylece D1 önermesini reddederler) (bkz. Bölüm 3.1); diğerleri, D4’e karşı olarak, bazı popülasyonların (örneğin profesyonel felsefeciler) güvenilir sezgilere sahip olacak özel durumlarda olduğunu söylemektedirler. (bkz. Bölüm 3.2).

Karşı argümanları reddetmenin bir yolu da (D2’ye karşı) bilginin tek bir doğasının olduğunu varsaymak zorunda olmayıp, bir çeşit çokçuluğa izin vermektir. Örneğin “bilgi” farklı topluluklarda farklı epistemik nosyonlara karşılık gelebilir. Bir çokçu, bu çeşitliliğe izin verebilir, hatta bu çeşitliliğin olmasını övebilir. Diğer toplulukların bizimkinden farklı epistemik değerlerinin olması topluluğumuzda anlamlandırdığımız şekilde bilgiyi değerlendirme biçimimize zarar vermez. (örn., Sosa, 2009: 109; ayrıca Lycan, 2006). Bir çokçu için çeşitliliğin empirik gösterimleri geleneksel felsefi yöntemlere zarar vermek zorunda değildir, hatta kaçırdığımız önemli epistemik özellikleri ortaya çıkartabilir.

Karşı argümana daha muhafazakar, geleneksel felsefeye dokunmayan bir çözüm ise gerçekten felsefi kategorilere dair sezgilerde popülasyonlar arası çeşitliliğin olup olmadığını sorgulamaktır. Bu çözümü geliştirmenin bir yolu farklı popülasyonlardan katılımcıların senaryoları farklı şekillerde yorumlamış olabileceğini iddia etmektir; bu durumda cevaplarındaki farklılığı, farklı sorulara cevap verdiklerini söyleyerek açıklayabiliriz. (örn., Sosa 2009).

Daha da önemlisi, büyümekte olan bir kanıt bütünü felsefi sezgilerde popülasyonlar arasında büyük farklılıklar olduğu iddiasının doğru olup olmadığı sorusunu gündeme getirmektedir. Kültürel farklılıklar bulan bazı orijinal çalışmalar tekrarlanamamıştır. (örn., Nagel ve ark., 2013; Kim ve Yuan, 2015); Benzer şekilde cinsiyet farklılıklarına dair orijinal bulgular da tekrarlanamamıştır. (e.g., Seyedsayamdost, 2015; Adleberg ve ark., 2015). Bu bulgular erken deneysel felsefe çalışmaları tarafından bulgulanan bazı etkilerin aslında hiç var olmadığına dair güçlü bir sebep sunmaktadır. Bunun da ötesinde, deneysel filozoflar sağlam kültürler arası benzerlikler bulmuşlardır. Örneğin, güncel bir kültürler arası çalışma dört çok farklı kültürde (Brezilya, Hindistan, Japonya ve ABD) Gettier problemleriyle ilgili sezgileri incelemişlerdir, tüm gruplardaki katılımcılar Gettier problemlerindeki kahramana bilgi atfetmeme eğilimi göstermişlerdir. (Machery ve ark., 2015). Bu sonuçlar bir “temel halk epistemolojisi” olabileceğini düşündürtmektedir (Machery ve ark., 2015). Her halükarda, bu sonuçlar önceden düşünülenden daha az çeşitlilik olduğunu göstermektedirler.

2.1.2 Duyarlık Argümanı

Yukarda bahsedilen argüman popülasyonlar arası çeşitliliğe dayanmaktaydı. Ama olumsuz programı savunan deneysel filozoflar geleneksel felsefenin yöntemlerini çürütmek için ayrıca bireyin kendi içindeki çeşitliliği de kullandılar (Swain ve ark., 2008; Sinnott-Armstrong, 2008; Weinberg, 2016). Deneysel filozoflar insanların felsefi problemler hakkındaki yargılarının felsefi olarak alakasız görünen birçok çeşit bağlamsal faktöre karşı duyarlı olduğuna dair bulgulara ulaştılar. Aynı birey, bir probleme problemin sunuluş biçimine dayalı alakasız faktörler sebebiyle farklı cevaplar verecektir. İnsanların problemler hakkındaki yargıları alakasız duyguların devreye sokulmasından (Cameron ve ark., 2013), problemlerin sunuluş sırasından (Petrinovich ve O’Neill, 1996; Swain ve ark., 2008; Wright, 2010), bir sonucun tarif ediliş biçiminden etkilenebilmektedir (örn., Petrinovich ve O’Neill, 1996; Schwitzgebel ve Cushman, 2015).

Bağlamsal faktörlere duyarlık, sezgilerin felsefede kullanılışına itiraz etmek için çeşitlilik argümanından daha farklı bir şekilde kullanılmıştır. İtiraz yine felsefede sezgilerin rolüne dair aynı varsayımla başlamakta, lakin daha sonra farklı düşüncelerden yararlanmaktadır:

S1. Felsefi gelenek bilgi gibi önemli felsefi kategorilerin ya da türlerin doğasını belirlemek için sezgilerden yararlanmaktadır.

S2. Bir bireyin felsefi problemlere dair yargıları sunuluş sırası gibi bağlamsal faktörlere karşı duyarlıdır.

S3. Bu faktörlere duyarlık epistemik olarak uygunsuzdur.

S4. Bu uygunsuz duyarlılık sadece bir grubun (örn. filozoflar) sezgilerine ayrıcalık tanıyarak aşılamaz.

S5. Biz, oturduğumuz yerden, hangi yargılarımızın bu şekilde uygunsuz bir duyarlıktan etkilendiğini söyleyemeyiz.

Bu önermeler seti belli bir zorluk çıkarmaktadır zira öyle görünmektedir ki filozoflar bile bu epistemik olarak uygunsuz etkilere açıktır ve hangi sezgilerimizin güvenilir olduğunu anlayamayız. O halde, filozoflar felsefi hakikatleri anlamaya çalışırken sezgilere dayandığında sağlam olmayan epistemik bir temele dayanmaktadırlar.

Açıktır ki duyarlık argümanı incelenmekte olan probleme ve duyarlığa dair kanıtın çeşidine bağlı olarak farklı biçimlerde geliştirilmiştir, ama genel önermelerin (S1-S5) nasıl sorgulanabileceğini görmek yararlı olacaktır (bkz. sezgilerin felsefede kullanımının reddi (S1) için Bölüm 3.1 ve ayrıcalıklı grupların bir savunusu için Bölüm 3.2 [S4’e karşı]).

Bağlamsal faktörlerin etkisine dair tekrar edilebilen bulgular olmasına rağmen, S2 bağlamında bu etkilerin birçoğu sezgilere dayanan yöntemi tehdit etmesi açısından fazlasıyla küçüktür. (bkz. örn. Demaree-Cotton, 2016; May, 2014). Bu etkiler 7’li bir ölçüm sisteminde 2.2 veya 2.5’e denk gelebilir. Böyle bir farklılığın nasıl etkin sezgilere dayanan felsefi pratiği etkileyeceğini anlamak zordur.

Bazı durumlarda bağlamsal faktörlerin daha bariz etkileri vardır, ve kişinin bir problem hakkındaki kararının değişmesine yol açar. Örneğin, belirli ahlaki ikilemlere dayalı yargıların ve belli epistemik problemlere dair yargıların, daha önce görülmüş olan problemler sebebiyle değiştiği görülmüştür (örn., Petrinovich ve O’Neill, 1996; Swain ve ark., 2008). Fakat katılımcıların belli bir probleme dair cevaplarını değiştirmelerinin sebebi bağlamsal farklılıkların aslında kişinin yargısını değiştirmesi için uygun bir epistemik dayanak sağlaması olabilir. Örneğin sıralama etkisi çalışmalarında belli bir problemi görmek başka bir probleme dair uygun cevap için bir kanıt sağlayabilir (Horne ve Livengood, 2016). Bu perspektifle, katılımcıların yargılarını değiştirdiklerini kabul edip, bunu epistemik olarak uygunsuz bir şekilde yaptıklarını reddedebiliriz.

Son olarak, insanların yargıları epistemik olarak uygunsuz bir şekilde değişse bile, yine de hangi yargıların özellikle güvenilir olduğunun farkında olabilirler. Örneğin, sadece bazı düşünce deneyleri sıralama etkisine duyarlıdır ve aslında bu düşünce deneylerinde insanların cevaplarına güvenlerinin düşük olduğu ortaya çıkmıştır (örn. Wright, 2010; Zamzow ve Nichols, 2009). Buna göre (S5’e karşı) hangi yargıların epistemik olarak sağlam olmadığına dair içsel bir kaynak -güven- olabileceği iddia edilebilir.

2.2 ÖZGÜR İRADE VE AHLAKİ SORUMLULUK

Deneysel felsefedeki araştırmalar özgür iradeye dair sıradan insanların inançlarının birçok yönünü incelemiştir. Deneysel filozoflar özgür iradeye inancı ölçmek için gelişmiş ölçekler tasarlamışlardır (Nadelhoffer ve ark., 2014; Deery ve ark., 2015), ötekine özgür irade atfetme konusunda cezalandırma arzusunun rolünü araştırmışlardır (Clark ve ark., 2014) ve ahlaki davranış üzerinde özgür iradeye inancın etkisini incelemişlerdir (Baumeister ve ark., 2009). Fakat en yoğun şekilde incelenen sorun özgür iradenin determinizmle uyumlu olup olmadığına dair sezgilerle ilgilidir.

Deneysel filozoflar uyumsuzculuğun felsefi savunusunun sezgilere bağlı olduğunu iddia etmişlerdir (örn., Nahmias ve ark., 2006). Uyumsuzculuğun doğru olup olmadığı sorusu birçok çeşitli faktöre bağlıdır, ama deneysel filozoflar makul olarak önemi olan tek faktörün determinizmin özgür iradeyle uyumsuz olduğuna dair düşüncenin sözde sezgiselliği olduğunu iddia etmişlerdir (Murray ve Nahmias, 2014, ama bkz. Sommers, 2010). Bu da empirik araştırmayı gerektiren bir soruyu doğurmaktadır: uyumsuzculuk sezgisel midir? (Nahmias ve ark., 2006).

Özgür irade üzerine ilk yapılan çalışmalardan biri insanların görünürde uyumcu sezgilere sahip olduğunu bulmuştur. Katılımcılara determinist bir evreni betimleyen bir senaryo sunulmuş, ve ardından bu senaryodaki kişinin özgür ve ahlaki olarak sorumlu olup olmadığı sorulmuştur (Nahmias ve ark., 2006). Bir durumda, katılımcılara evrenin tam bir tasviri ile doğanın kanunları verildiğinde gelecekteki her insan davranışını öngörebilen bir süper bilgisayarın olduğu gelecekte bir senaryo hayal etmeleri istenmiştir. Bu senaryoda, bir adam bir banka soyar ve katılımcılara bu adamın ahlaki olarak sorumlu olup olmadığı sorulmuştur. Kısmen şaşırtıcı bir şekilde, çoğu katılımcı uyumcu cevaplar verip, adamın ahlaki olarak kabahatli olduğunu söylemişlerdir. Bu temel bulgu birçok senaryoda tekrarlanmıştır.

Özgür irade ve ahlaki sorumluluk hakkındaki bu ilk çalışmalarda, determinizmin tarifi determinist bir evrende her olayın prensipte geçmiş ve doğanın yasaları üzerinden öngörülebileceği olgusuna odaklanmıştır. Ayrıca, senaryolar bizim dünyamızda kötü şeyler yapan tekil bireyleri içermiştir. Daha sonraki çalışmalar determinizmin nedensel doğasına ağırlık vermiş -yani verili bir noktada olan bir şeyin nedeni tamamen daha önce olan şeylerdir- ve determinist bir evrende neyin olduğunun verili bir geçmiş nedeniyle kaçınılmaz olduğunu vurgulamışlardır. Determinizmin bu tanımıyla bile, katılımcılar bu şekilde bir evrende kötü suç işleyen somut bir bireyin özgür ve ahlaki olarak sorumlu olduğu cevabını vermeye eğilim göstermişlerdir (Nichols ve Knobe, 2007; Roskies ve Nichols, 2008). Fakat genel olarak böyle bir determinist evrende insanların özgür ve sorumlu olup olmayacağına dair daha soyut bir soru sorulduğunda, katılımcılar ahlaki sorumluluğun böyle bir evrende mümkün olmadığını söyleme eğiliminde olmuşlardır. Bu uyumsuzcu cevap ayrıca Hindistan, Hong Kong, Kolombiya ve ABD’den katılımcıları kapsayan kültürler arası örneklemde de bulunmuştur. (Sarkissian ve ark., 2010). Sorunun soyut doğasına ek olarak bir başka önemli unsurun kişinin alternatif bir determinist evren mi tahayyül ettiği yoksa kendi evrenimizin determinist olduğunu mu düşündüğü gibi gözükmektedir. Kendi evrenimizin determinist olduğunu düşünmeleri sağlandığında katılımcılar insanların ahlaki sorumluluğa sahip olduğunu söylemeye daha fazla eğilim göstermişlerdir (Roskies ve Nichols, 2008).

Böylelikle, insanlar bazı koşullarda uyumcu diğerlerinde ise uyumsuzcu cevaplar veriyormuş gibi gözükmektedir. Bu aşikar tutarsızlığa karşı bir tepki, birtakım cevapların hatalı olarak değerlendirilmesidir. Bazı deneysel filozoflar uyumsuzcu cevapların insanların gerçek yargılarını yansıtmadığını düşünmektedir. Bu bakış açısının en gelişmiş halindeki görüş, insanların hiçbir şekilde uyumsuzcu cevapları doğrulamadığıdır (Nahmias ve Murray, 2011; Murray ve Nahmias, 2014). Bunun yerine, insanların özgür irade ve ahlaki sorumluluğu reddetmelerinin sebebi determinizmin tanımını yanlış anlamalarıdır. Daha özel olarak, insanlar hatalı bir şekilde determinizmin tanımını zihinsel durumlarımızın nedensel etkinliği olmadığı, davranışlarımızın oluşumunun zihinsel durumlarımızı “atlattığı” anlamına gelecek şekilde yorumlamalarıdır. Yani, bu bakış açısında, insanlar yanlış bir şekilde determinizmin kişinin ne düşündüğü, istediği veya amaçladığından bağımsız olarak nasıl davranıyorsa öyle davrandığını söylediğini düşünmektedirler (Murray ve Nahmias, 2014).

Elbette, insanların zihinsel durumlarının davranışlar üzerinde hiçbir etkisi yoksa bu kişilerin davranışlarından dolayı ahlaki sorumlulukları olmadığını düşünmek için çok iyi bir nedendir. Yani, eğer insanlar determinizmi atlatma anlamına gelecek şekilde yorumluyorlarsa atlatmadan özgür iradenin ve ahlaki sorumluluğun olmadığı sonucuna ulaşmaları gayet mantıklıdır. Fakat determinizmi atlatma biçiminde yorumlamak tamamen bir kafa karışıklığı gibi gözükmektedir. Determinizm doğru olsa bile davranışlarımız zihinsel durumlarımızdan kaynaklanabilir (atlatılmaz). Böylelikle eğer insanlar determinizmi atlatma ile karıştırıp uyumsuzcu cevaplar veriyorlarsa o halde insanların cevapları uyumsuzculuğa gerçek bir bağlılığı yansıtmamaktadır.

Şaşırtıcı şekilde, insanlar kendilerine nedensel determinizmin bir tanımı verildiğinde gerçekten atlatma yargılarında bulunmaktadırlar. Örneğin, determinist bir evren tanımı sunulduğunda, birçok katılımcı böyle bir evrende “bireyin ne istediğinin yaptığı üzerinde herhangi bir etkisi olmadığını” kabul etmişlerdir (Murray ve Nahmias, 2014). Bu insanların şu karışık akıl yürütmeden geçtiklerini göstermektedir: determinizm, atlatma anlamına gelmektedir ve atlatma özgür iradenin olmadığını gösterir. Eğer bu doğru ise, uyumsuzcu cevap gerçekten bir kafa karışıklığıdır. Fakat buna dair bir başka açıklamaysa insanlar determinizmin özgür iradenin reddi olduğunu düşünmektedirler ve özgür iradenin bu reddi atlatma argümanlarını doğurmakta olduğu yönündedir. Bu düşünce kabaca şu şekilde olabilir, eğer özgür irademiz yoksa o halde bir şekilde zihinsel durumlarımız davranışlarımızı düşündüğümüz şekilde etkilemiyor demektir. Bazı deneysel filozoflar istatistiksel nedensel modelleme kullanarak bu iki olasılığı ayırmaya çalışmış ve ikinci açıklamanın doğru olduğunu savunmuşlardır (Björnsson, 2014; Rose ve Nichols, 2013). Yani insanlar determinizmin özgür iradenin yokluğuna götürdüğünü düşünmekte, özgür iradenin yokluğu yargısı ise atlatma yargısına götürmektedir.

Bundan dolayı uyumsuzcu cevapların insanların sezgilerini yansıttığını düşünmek için sebepler vardır. Peki uyumcu cevaplar? Bazı deneysel filozoflar bu cevapların çarpık olduğunu düşünmektedirler. Bir görüşe göre çarpıklığın nedeni duygusal tepkilerdir (örn. Nichols ve Knobe, 2007). Fakat bir meta analiz duyguların uyumcu yargıların oluşmasında kritik bir rol oynadığına dair çok az kanıt olduğunu göstermektedir (Feltz ve Cova, 2014). Uyumcu yargıları çürütmeye yönelik bir başka argüman ise deterministik senaryolarda özgür iradenin varlığını onaylayan kişilerin uyumcu düşüncelere herhangi bir duyarlılığı olmadığını, buna karşılık “John’un hayatındaki geçmiş olaylardan ve doğa yasalarından bağımsız” olarak John’un davranışının kaçınılmaz olduğu belirtilen yazgıcı durumlarda bile özgür iradeyi onaylayacaklarını söylemektedir (Bu görüş “ne olursa olsun özgür irade” olarak adlandırılmıştır, Feltz ve Millan, 2015). Bu sonuçları temel alan bir argüman hattına göre eğer insanların özgür irade atıfları bu kadar duyarsızsa o halde insanların özgür irade ve determinizmin tutarlılığını kavradığı çok zor söylenebilir. Fakat sonraki çalışmalar yazgıcı senaryolarda özgür iradenin varlığını onaylayan kişilerin “kaynak uyumculuğu” ile uyumlu bir şekilde, eylemin kaynağının fail olduğunu düşünmeye eğilimli olduklarını bulmuştur (Andow ve Cova, 2016).

Böylelikle, kanıtların şu an ki durumu insanların hem uyumcu hem uyumsuzcu sezgilere sahip olduğunu göstermektedir. Gelecekteki empirik çalışmalar insanları hangi faktörlerin ve süreçlerin bir tarafa ya da ötekine çektiğini daha açık bir şekilde ortaya çıkarabilir. Ayrıca özgür iradeye dair sezgilerdeki farklı psikolojik mekanizmaların özgür olup olmadığımıza dair felsefi problemler açısından herhangi bir içerimleri olup olmadığı gibi cevaplanmamış sorular da vardır.

2.3 AHLAKİ YARGININ ETKİSİ

İnsanların ahlaki olarak verdiği yargılarda iki farklı şekli ayırmak normaldir. Bir tarafta insanlar direkt olarak ahlaki yargılarda bulunabilirler (örn. ahlaki olarak yanlış olan hakkında, ne yapmaları gerektiği hakkında ve kimin suçlanması gerektiği hakkında). Diğer taraftan insanlar ahlaki alakalı görünen ve yine de ahlakı ilgilendirmiyor olarak gözüken konularda yargılarda bulunabilirler (örn. failin gerçekten isteğinin yapmak istediği şey olup olmadığı, amacının belli bir sonuç olup olmadığı, ne yaptığını bilip bilmediği). Burada oluşan sorun bu iki farklı yargı türü arasındaki ilişkinin nasıl anlaşılacağıdır.

Mümkün olan bir bakış açısı bu ilişkinin tamamen iki yönlü olduğudur. Yani şöyle düşünülebilir (a) İnsanların ahlaki yargıları önceki ahlaki olmayan yargılarına bağlıdır ama (b) insanların ahlaki olmayan yargıları daha önceki ahlaki yargılarına bağlı değildir. Bu bakış açısını insanların ahlaki yargıları ve kasıtlı eylemlerine dayalı yargılarla örneklendirebiliriz. Açıkça gözükmektedir ki insanların bir kişinin suçlanmayı hak edip etmediğine dair yargıları bu kişinin kasıtlı bir şekilde davranıp davranmadığına dair önceki yargılarına bağlıdır. Ama bu durumun ters yönde işlemeyeceği iddia edilebilir. Sizin bir kişinin kasıtlı bir şekilde davranıp davranmadığına dair yargınız onun eyleminin yanlış olduğuna dair daha önceki yargınıza bağlı olacak değildir.

Bu görüş sezgisel olarak güçlü görünüyor olsa da deneysel felsefedeki bir dizi çalışma bu görüşü sorgulamıştır. Bu araştırmalar insanların ahlaki yargılarının ahlaki olmayan problemler olarak görünebilecek problemlere dair yargılarını bile etkilediğini göstermektedir. Bu sonuçlara çok çeşitli ve farklı açıkça ahlaki olmayan yargılardan ulaşılmıştır.

  • Bir fail bir sonuca sebep olacağını biliyorsa lakin özellikle sebep olmak için çalışmıyorsa, insanlar sonuç ahlaki olarak kötü olduğunda kasti olarak sebep olduğunu söylemeye ahlaki olarak iyi bir sonuç olduğu zamankinden daha çok eğilim göstermektedirler. (Knobe, 2003).
  • Bir fail bir sonucun ortaya çıkacağına dair doğru bir inancı varsa ama bu inancı tesadüf eseri doğruysa, insanlar sonucun ahlaki olarak kötü olduğu durumda, iyi olduğu duruma nazaran kişinin bilgisi olduğunu söylemeye daha çok yatkınlık göstermektedirler (Beebe ve Shea, 2013; Buckwalter, 2014).
  • Bir failin kendi hayatına dair pek çok olumlu duygusu ve yüksek bir görüşü var olduğunda, insanlar onun ahlaki olarak iyi olduğuna göre hayatının ahlaki olarak kötü olduğu durumda gerçekten mutlu olduğunu söylemeye daha az eğilimliler (Phillips ve ark., 2014).
  • Bir sonucun ortaya çıkması için belli sayıdaki farklı faktörlerin her biri gerekliyse, insanlar ahlaki olarak iyi olan durumdan daha fazla ahlaki olarak kötü olan durumda faktörlerin birini sebep olarak görmeye daha yatkındırlar (Alicke, 1992; Hitchcock ve Knobe, 2009).

Ahlaki yargının etkileri diğer birçok farklı yargılarda da görülmektedir, bunlar arasında eylem bireyselleştirmeden (Ulatowski, 2012) irade zayıflığı atıflarına (May & Holton, 2012) aşamalanır sıfatlara (Egré & Cova, 2015) kadar her şey bulunmaktadır.

Bu bulgular felsefi olarak iki farklı seviyede önemli olabilir. Bir yandan, her tekil etki, kendisine karşılık gelen kavram ya da özelliği anlamayı hedefleyen felsefi çalışmalarla bağlantılı olabilir. Örneğin, kasıtlı eylem yargıları kasıtlı eylem üzerine felsefi çalışmalarla bağlantılı olabilir, mutluluk hakkındaki yargılar mutluluk hakkındaki felsefi çalışmalarla alakalı olabilir vb. Aynı zamanda ahlaki yargıların böyle yaygın etkileri olduğuna dair genel bulgular insan zihnine ve insanların dünyayı nasıl anladığına odaklanan felsefi çalışmalar için önemli olabilir. Örneğin bu bulgular halk psikolojisinin doğasını ya da sıradan halk teorilerimizle daha sistematik bilimsel teorilerimiz arasındaki ilişkiyi anlamamıza yardımcı olabilir.

Bu iki konuda ilerleme kaydetmek için, araştırmalar bu etkilerin neden ortaya çıktığına odaklanmıştır. Yani araştırmacılar insanların yargılarında gözlemlenen örüntüleri ortaya çıkaran belli bilişsel süreçler hakkında hipotezler ortaya atmayı hedeflemişlerdir. Bu hipotezlerin de karşılığında, hem kavramlar ve özellikler hem de insan zihni hakkında içerimleri vardır.

Öncelikle, etki gerçekten ahlaki yargı tarafından ortaya çıkartılmamış olabilir. Var olan çalışmalar insanların failin faydalı veya zararlı bir şey yapmasına bağlı olarak yargılarının değiştiğini göstermektedirler, ama tabii ahlaki durumlarından ayrı olarak faydalı ve zararlı eylemlerin bir çok farkı vardır. Örneğin, birtakım araştırmacılar etkinin insanların kısa hikayelerdeki faillerin zihinsel durumlarına dair inançları sonucunda ortaya çıktığını iddia etmişlerdir (Sloman ve ark., 2012; Sripada ve Konrath, 2011). Failler faydalı veya zararlı şeyler yaparken birbirinden çok farklı zihinsel durumlara sahip olmaya eğilim gösterirler, gözlemlenen etkilerin ortaya çıkmasına da zihinsel durumlardaki bu farklılıklar sebep olmuş olabilir.

İkincisi, etki gerçekten ahlaki yargılardan kaynaklanıyor olabilir lakin bu bir hatanın sonucunda olabilir. Bu görüşe göre, ahlaki değerlendirmeler burada konu olan konseptlerde herhangi bir rol oynamamaktadır (insanların mutluluğa, kasıtlı eyleme vb. dair konseptleri). Bunun yerine insanların yargıları taraflı olabilir veya kendi konseptlerini doğru bir şekilde uygulamalarının önüne geçen daha ileri bir süreç tarafından bozuluyor olabilir. Örneğin bazı araştırmacılar etkinin sebebinin güdülenmiş biliş süreci olduğunu iddia etmişlerdir (Alicke ve ark., 2011). İnsanlar failin suçlu olduğuna inanmaktadırlar ve bu inançlarını da meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. Suçlamalarını meşrulaştırmaya dair bu arzu da tamamen olgusal konular olarak görünen durumlar hakkındaki yargılarını bozmaktadır.

Üçüncüsü, etki ahlaki yargıdan ortaya çıkıyor olabilir ve hatasız olabilir ama bununla birlikte insanların karşılık gelen konseptleri nasıl uyguladığını değil, sadece sözcükleri nasıl kullandıklarıyla ilgili bir olguyu yansıtmakta olabilir. Araştırmacılar sıklıkla insanların belli kelimeleri nasıl kullandığı olgusundan (“kasıtlı”, “mutlu”, “biliyor”) bunlara karşılık gelen konseptleri nasıl uyguladıkları hakkında çıkarımlar yapmaktadırlar (kasıtlı eylem, mutluluk, bilgi konseptleri). Fakat faktörlerin konseptlerin kullanılışını etkilemeden kelimeleri kullanma şekillerimizi etkilemeleri mümkündür ve bazı araştırmacılar bahsettiğimiz etkilerin oluşmasına bu sürecin sebep olduğunu düşünmektedirler. Örneğin, bu etkilerin, insanların aslında gerçekten doğru olan iddialar ortaya atmalarından dolayı oluşacak pragmatik imâlardan kaçınmaları sebebiyle, ikili konuşma edimbilimine bağlı olarak ortaya çıktığı önerilmiştir (Adams ve Steadman, 2004). Alternatif olarak ilgili kelimelerin (örn. “kasten”) aslında birden fazla konseptle ilişkili olduğu ve ahlaki etkinin bu konseptlerde ahlakın bir rolü olması nedeniyle değil ahlakın insanların bu kelimelerdeki belirsizliği çözmesinde bir etki oynadığı için ortaya çıktığı da önerilmiştir (Nichols ve Ulatowski, 2007). Bu tip görüşlerde insanların dili kullanımlarında ahlaki yargının etkisi olduğu için zorunlu olarak hata yapmadıkları ama yine de dünyayı anlamalarındaki temel yeteneklerinde ahlaki yargının bir rol oynamadığı söylenmektedir.

Dördüncüsü, ahlaki yargı gerçekten de insanların ilgili konseptleri uygularken kullandıkları temel yeteneklerinde bir rol oynuyor olabilir. Örneğin, mutluluk konseptinin kendisinin değer yüklü bir konsept olduğu öne sürüldü (Phillips vd., 2014). Benzer olarak, kasıtlı eylem ve nedensellik konseptlerinin ahlaki yargıların önemli bir rol oynadığı bir tür karşıt-olgusal düşünme biçimini kullandığı tartışılmaktadır (Icard ve ark., 2017; Phillips, Luguri ve Knobe, 2015). Bu görüşe göre bu deneylerde gözlenen etkiler insanların ilgili konseptleri uygulanmasındaki temel yeteneklerinde ahlaki yargının gerçekten bir rol oynadığına işaret etmektedir.

Bu karşıt görüşler arasındaki tartışmalar sürmektedir. Daha güncel literatürde bu sorunların tartışılması kognitif nörobilim, gelişim psikolojisi ya da bilişimsel kognitif bilimden gelen yöntemlerin kullanılması sayesinde yapılan önemli katkılarla gitgide daha interdisipliner bir hal almaktadır.

2.4 EPİSTEMOLOJİ

Epistemolojideki deneysel çalışmalarda ana odak insanların bilgiye yönelik sıradan atıflarındaki örüntülerdir. Gördüğümüz gibi (bölüm 2.1) epistemik sezgilere dair kanıtlar olumsuz programda önemli bir rol oynamaktadır. Ama deneysel epistemolojiye tek bir tartışma ya da sorun hakim değildir. Bunun yerine, her biri ayrıca sürdürülen farklı konularda araştırmalara bölünmüştür.

Bir önemli konu insanların bilgi atıflarında risklerin rolüdür. Varsayın Keith ulaşabilir olan kanıtlara baksın ve (doğru bir şekilde) bankanın Cumartesi günü açık olmadığı sonucuna varsın. İki ayrı durum düşünün. Düşük riskli durumda bankanın açık olup olmaması çok önemli değil. Tersine yüksek riskli durumda Keith’in tüm finansal geleceği bankanın açık olup olmamasına bağlı. Ana soru bu risklerdeki farklılığın “Keith bankanın açık olduğunu biliyor” önermesinde bulunmanın doğru olup olmadığını etkileyip etkilemeyeceği.

Deneysel olmayan literatürde filozoflar bu sorunu çözmek için çok çeşitli argümanlara başvurdular. Yine de bu argümanları çoğu direkt olarak insanların bu durumlar hakkındaki sezgilerini içermiyor (Brown, 2013a; ayrıca bkz. Fantl ve McGrath, 2009; Hawthorne, 2004), bazıları spesifik olarak insanların düşük riskli durumlarda yüksek riskli durumlara kıyasla bilgi atfetmeye daha yatkın olacaklarına dair empirik iddiaya dayanıyor (DeRose, 1992). Bu empirik iddiayı kabul eden filozoflar arasında risklerin bu varsayılan etkisinin tam olarak nasıl açıklanacağına dair çokça tartışma oldu (DeRose, 1992; Hawthorne, 2004; Rysiew, 2001; Stanley, 2005).

Şaşırtıcı şekilde deneysel epistemoloji literatüründeki erken bulgular insanların sıradan bilgi atıflarının risklerden etkilenmediğini gösterdi. Örneğin insanlar Keith’in bankanın cumartesi günleri açık olduğunu bildiğini sadece düşük riskli değil yüksek riskli durumlarda da söylüyormuş gibi gözüküyorlar (Buckwalter, 2010; Feltz ve Zarpentine, 2010; May ve ark., 2010). Bu deneysel bulgular deneysel olmayan epistemoloji literatüründeki tüm tartışmayı yıkmakla tehdit ediyor. Sonuçta eğer risklerin bir etkisi yoksa, bu etkiyi anlamak gibi bir sorun da yoktur.

Bu alandaki diğer araştırmalar risklerin etkisinin olup olmadığına odaklandı. Bazıları herhangi bir etki bulamayan erken çalışmaları eleştirdi (DeRose, 2011). Diğerleriyse erken çalışmalarda kullanılan deney tasarımlarında etki görülmemesine rağmen farklı tasarımlarda görülebileceğini gösterdi (Pinillos, 2012; Sripada ve Stanley, 2012; ama bir eleştiri için bkz. Buckwalter ve Schaffer, 2015). Bu tartışmaların nasıl sonuçlanıp sonuçlanmadığını bir kenara koyarsak, güncel deneysel çalışmalar en azından insanların epistemik sezgilerinin geçmişteki deneysel olmayan literatürde varsayıldığı gibi olmadığını göstermiş gibi görünüyor.

İkinci bir sorun ise bilgi ve inanç arasındaki ilişkiyle ilgili. Açıktır ki, bir zihinsel durum ancak o zihinsel durumun inanç kapsamında düşünülmesi için gerekecek şartların ötesine geçen şartları sağlıyorsa bilgi olarak kabul edilebilir. Bu nedenle bir kişinin p’ye inanıp p’yi bilmediği durumlar olabilir. Burada tersinin de doğru olup olmadığı sorusu ortaya çıkıyor. Yani, bir zihinsel durumun inanç olarak düşünülmesi için bilgi olarak düşünülmesini gerektirecek şartları aşan belli şartları sağlaması gerekir mi? Bir kişinin p’yi bilip p’ye inanmadığı durumlar olabilir mi?

Şaşırtıcı biçimde, bir dizi araştırma insanların inanç atfı yapmaya istekli olmadığı bazı durumlarda bilgi atfı yaptığını gösteriyor (Myers-Schulz ve Schwitzgebel, 2013; ayrıca bkz. Murray vd., 2013; Rose ve Schaffer, 2013; Buckwalter ve ark., 2015; Shields, 2016). Bir araştırmada katılımcılara tarih sınavına girmiş bir öğrencinin karşısına “Kraliçe Elizabeth hangi yılda öldü?” sorusunun çıktığı kısa bir öykü veriliyor. Bu öğrenci bu tarihi çok kez görmüş ama sınav anında kaygıdan cevabı hatırlayamıyor. Bu nedenle tahmin etmeye karar verip “1603” cevabını veriyor. Aslında bu cevap doğru. Bu hikayenin verildiği katılımcılar (a) öğrenci Kraliçe Elizabeth’in 1603’te öldüğünü biliyor önermesini kabul etmeye yatkınlık gösterirken (b) öğrenci Kraliçe Elizabeth’in 1603 yılında öldüğüne inanıyor önermesini reddetmeye yatkınlık gösteriyorlar (Myers-Schulz ve Schwitzgebel, 2013, Radford’un kısa hikayesinden yararlanmışlar). Benzer etkiler birçok diğer çalışmada da bulundu (Murray ve ark., 2013; Rose ve Schaffer, 2013; Buckwalter ve ark., 2015; Shields, 2016).

Bu alandaki araştırmalar bu etkinin neden ortaya çıktığını anlamaya ve epistemoloji için ne gibi sonuçlar doğuracağına odaklanıyorlar. Bir görüş, insanlardaki inanç konseptinin gerçekten bilgi konseptinin gerektirmediği bazı şartları gerektirdiği yönünde (Myers-Schulz ve Schwitzgebel, 2013). Alternatif bir görüş ise “inanç”ın birden çok anlamı olduğu ve bilginin bu anlamlardan birine denk aldığı ama diğerlerini sağlamadığı yönünde. Bu ikinci görüşü kabul eden çalışmalarda bu iki anlam arasındaki farkın nasıl belirlenebileceği ve bunların sıradan bilgi konseptleriyle ilişkilerinin mahiyeti konusunda öneriler var (Rose ve Schaffer, 2013; Buckwalter ve ark., 2015).

Deneysel epistemoloji ayrıca başka konularla da ilgili. Bir dizi çalışma aslında insanların “sahte ahır” senaryolarında bilgi atfı yaptığını gösterdi (Colaço vd., 2014; Turri, 2017). Diğerleri bir insanın zihinsel durumunun bilgi sayılıp sayılmadığına dair yargıların o insanın elindeki kanıtların nesnenin kendisi hakkındaki bilgilerden mi geldiği yoksa istatistiki temel oranlardan mı geldiğine bağlı olduğunu gösterdi (Friedman ve Turri, 2015). Yine diğer bazıları formel semantik ve epistemolojinin kesişiminde bulunan, örneğin bilgi atıflarına belli dilbilimsel faktörlerin etki edip etmediğini inceledi (Schaffer ve Szabo, 2014).

2.5 DİĞER KONULAR

Deneysel felsefenin dikkat çekici katkılarının olduğu dört spesifik alana yoğunlaştık fakat deneysel felsefe araştırmalarının çoğunluğu bu alanlardan biri veya birkaçında değil. Tersine deneysel felsefedeki araştırmalar çok çeşitli ve son yıllarda daha da çeşitli hale gelmeye devam ediyor.

İlkin, deneysel filozoflar çok çeşitli konularda çalışıyorlar. Bir yandan nedensellik üstüne Bayes ağlarının da kullanıldığı çalışmalar (örn. Livengood ve Rose, 2016) ve formel semantikte derencelendirilebilen sıfatlardan, koşullu cümlelere ve bilgi kipliğine kadar çalışmalarla beraber (Liao ve Meskin, 2017; Cariani ve Rips, 2017; Khoo, 2015) daha formel, matematiksel araçları kullanan çalışmaların sayısında artış oldu. Diğer yandan sanat, din ve hatta deneysel felsefe ve felsefe tarihinin kesişimleriyle ilgili sosyal bilimlerin ana konularına dair araştırmalarda bir artış görüldü (De Cruz ve De Smedt, 2016; Liao ve ark., 2014; Nichols, 2015).

İkincisi deneysel yöntemlerde sürekli artan bir şekilde çeşitlilik görülmekte. Hala katılımcılara kısa öyküler verip sezgilerini sunan araştırmalar var fakat güncel deneysel felsefede korpora (Reuter, 2011), tepki zamanı (Philips ve Cushman, 2017), nörogörüntüleme (Greene ve ark., 2001) kullanan ve hatta ahlak profesörlerinin gerçekten ahlaki davranıp davranmadığına bakan araştırmalar var (Schwitzgebel ve Rust, 2014).

Son olarak ve belki de en dikkat çekicisi deneysel felsefe ve psikoloji araştırmaları arasında gittikçe güçlenen yakın bir bağ var. Örneğin tramvay problemlerine yönelik sezgilere dair deneysel araştırmalarda psikolojinin katkısı çok büyük (örn. Cushman vd., 2006; Wiegmann vd., 2012) ama ayrıca filozoflardan da önemli katkılar var (örn. Mikhail, 2011; Kahane ve Shackel, 2008). Bununla beraber psikolojide deneysel felsefe alanında oluşmuş araştırma programlarına dair birçok güncel makale var (Samland ve Waldmann, 2016; Feldman ve Chandrashekar, çıkacak; Starmans ve Friedman, 2012).

3. DENEYSEL FELSEFEYE KARŞI ARGÜMANLAR

Her sağlıklı araştırma alanında olduğu gibi deneysel felsefedeki sorunlar hakkında da çok fazla tartışma var. Belli çalışmalar hakkında, farklı tür bulguların anlamları hakkında vesaire. Ama ayrıca deneysel felsefe çalışmalarının felsefi sorulara yanıt vermekte fayda sağlayacağı fikrine de karşı argümanlar var. Bu argümanlardan en dikkat çekici üçüne odaklanacağız.

3.1 Felsefede Sezgilerin Rolü Tartışması

Gördüğümüz gibi deneysel felsefedeki çoğu çalışma sezgilerin felsefi araştırmalarda önemli bir rol oynadığını varsayıyor. Olumsuz programdaki çalışmalar karakteristik olarak felsefe geleneğinde sezgilerin merkezi bir rol oynadığı varsayımından yola çıkıyor. Olumsuz programın dışında deneysel felsefeciler insanların felsefi problemler hakkındaki sezgilerinin ne olduğunu ve neden insanların böyle sezgilerinin olduğunu anlamak istiyor. Fakat birkaç felsefeci deneysel felsefenin büyük bir kısmının felsefi önemine karşı bir tehdit oluşturacak şekilde sezgilerin felsefedeki rolüne karşı çıkıyor.

3.1.1 Filozoflar sezgilere dayanmazlar

Sezgilerin rolünü reddetmenin bir yolu direkt filozofların sezgileri kendi görüşlerini gerekçelendirmek için kullandıklarını reddetmektir (Williamson, 2007; Cappelen, 2012; Deutsch, 2009, 2010, 2015). Bu türden “sezgi inkarcılarına” göre sezgilerin deneysel olarak araştırılması felsefeyle tamamen ilgisizdir (örn., Cappelen, 2012:1; tartışma için, Nado, 2016). Açıktır ki bu doğrusa o halde olumsuz program tamamen hatalı bir felsefe anlayışına karşı tartışma yürütmektedir.

Metafelsefedeki çalışmalar genellikle filozofların sezgileri kanıt olarak kullandığını varsaysa da, sezgi inkarcıları tam da buna karşı çıkmaktadırlar. İki taraf da filozofların bazen sezgilerden bahsettiğini kabul etse de, sezgi inkarcılarına göre sezgi felsefi çalışmanın ayrılmaz bir parçası değildir. Özellikle sezgi inkarcılarına göre felsefi pratiğin dikkatli bir şekilde incelenmesi filozofların felsefi görüşlerini gerekçelendirmek için sezgilere değil argümanlara dayandığını göstermektedir (bkz. örn. Cappelen, 2012: 170; Deutsch, 2009: 451).

Sezgi inkarcılarına birkaç yanıt verildi ama belki de en dikkat çekici yanıt sezgi inkarcılarının mantıksızca güçlü bir sezgi kavramından yola çıktıklarıdır (örn. Chalmers, 2014; Devitt, 2015; Weinberg, 2014). Daha az iddialı bir sezgi nosyonuna odaklandığımızda filozofların felsefi tezlerinin kanıtı olarak sıkça sezgilere dayanması daha olanaklı bir hale geliyor (Devitt, 2015). Buna paralel olarak, bazıları Gettier durumları gibi klasik örneklerde sezgilere dayanılmadığında argümanların nasıl işe yarayacağını görmenin zor olduğunu iddia etti (bkz. örn, Brown, 2017; Sytsma ve Livengood, 2015: 92-93). Deneysel felsefeciler ayrıca sezgi inkarcılarına karşı deneysel bağlamlarda da, güncel bir araştırmanın felsefecilerin %50’den fazlasının “Sezgiler felsefi iddiaları temellendirmekte kullanışlıdır”cümlesine katıldığını söyleyerek karşı çıktılar (Kuntz ve Kuntz, 2011; bkz. Sytsma ve Livengood, 2015: 91)

3.1.2 Filozoflar sezgilere dayanmamalıdır

Deneysel felsefede sezgilerin araştırılmasına karşı çıkmanın bir başka yolu da sezgilerin çalışılmasının felsefi araştırma için uygun bir konu olduğunun reddedilmesi. Bu görüşe göre filozofların sezgilere dayandığının bir gerçek olduğunu kabul edebiliriz ama bu üzücü bir gerçektir. Felsefede sezgilerin kullanılması deneysel felsefeye özel olmayan sebeplerden dolayı yanlıştır -sezgilere başvurulması eskide kalmıştır ve gerçekten felsefi sorulara yanıt veremediği için reddedilmelidir. Bu çıkarım deneysel felsefenin olumlu uygulamalarını tehdit etmektedir (bkz. örn. Bölümler 2.2-2.4) ama tabii deneysel felsefede olumsuz programın vardığı sonuçla tamamen tutarlıdır (bölüm 2.1).

Sezgilerin kullanılmasına karşı bir etkili argüman betimleyici gönderim teorilerinin, yani kavramların tekillere bir dizi ilişkili betimlemelerle gönderim yaptığına yönelik kuramın reddine dayanır. Betimleyiciliğin yerine bazıları kavramların işlevlerine göre gönderim yaptığını düşünmektedir (örn. Millikan, 2000). Diğerleri ise kavramların bir kavramı tikele bağlayan bir nedensellik zinciri yoluyla gönderim yaptığını düşünmektedir (Putnam, 1973). Bu betimleyicilik karşıtı görüşlere göre insanlar kavramları kullanırken çok hatalı sezgilere sahip olabilirler. Bu nedenle, sıradan insanların sezgilerini incelemek kavramlarımızın ne tür şeylere gönderim yaptığını araştırmak için etkisiz bir yol olabilir (örn. Fischer, 2015; Kornblith, 2002).

Betimleyicilik karşıtlığının kendisi sezgilerin felsefi olarak anlamsız olması gerektiği görüşüne yol açmaz. Aslında, betimlemeci gönderim teorisine karşı en etkili argümanlardan bazıları sezgilere dayanıyor gibi gözükmektedir (Devitt, 2015). Fakat bazıları tikeller hakkındaki sezgilere dayanmaktansa tikellerin kendilerini incelememiz gerektiğini iddia etmektedirler. Yani eğer bilgi kavramı bir doğal türe işaret ediyorsa o halde bilginin dünyada somut olarak nasıl dağıldığına ve karakteristik özelliklerinin ne olduğuna bakabiliriz. Bilgiyi anlamak için sezgileri kullanmak altını anlamak için sezgileri kullanmak gibi olur. Altının doğasını anlamak için altın örneklerini inceleriz, insanların altın hakkındaki sezgilerini değil. Benzer şekilde bilgiyi anlamanın yolu insanların bilgiye dair sezgilerini değil hayvanlarda bilgi örneklerinin nasıl ortaya çıktığını incelemekle olur (Kornblith, 2002). Bilgiyi sezgiler yoluyla incelemek en iyi durumda etkisizdir ve en kötü durumda ise bilginin ne olduğunu anlama işinden bizi uzaklaştırır. Bu reddiye asıl olarak kavram analizinin geleneksel şekillerine yöneltilmiştir ama deneysel felsefe de sezgilere odaklanmayı sürdürdükçe o da bu eleştirilerden nasibini almaktadır (Kornblith, 2013: 197).

Filozofların sezgilere dayanmaması gerektiği iddiası genel olarak hem geleneksel hem de deneysel türde kavram analizine bir saldırıdır. Bekleneceği üzere felsefe yapmak konusunda sezgilerin önemine dair birkaç savunma yapılmıştır. Örneğin bazı filozoflar ilgili bir tikeli seçmek için bile onun hangi kategoriye dahil olduğunu bilmemiz için sezgisel mantığımıza dayanmamız gerektiğini iddia etmiştir (örn. Goldman, 2015). Bilginin karakteristik özelliklerini belirlemek için nelerin türün gerçek üyeleri olduğuna karar vermemiz gerekir, bunun için de bilgiye dair sezgisel anlayışımızı kullanmamız gerekmektedir. Ayrıca, eğer direkt olarak bir şeyin sezgisel olarak hangi kategoriye ait olduğuna başvurmayı reddedersek dışlayıcılığın anlaşılabilirliğinin mantığını anlamamız zorlaşır (örn. Bermudez, 2006: 305), zira dışlayıcılar genel olarak örneğin özgür irade gibi sezgisel kavramlarımızla dünyadaki türler arasında bir uyuşmazlık olduğunu iddia etmektedirler. Sezgisel bağlılıklarımızı karakterize etmenin bir önemi olmadığını kabul etmek en baştan dışlayıcı görüşleri dışarıda bırakmak olacaktır ki bunlar da uzun zamandır felsefi ilginin merkezinde olarak kabul edilmektedirler.

3.2 Sıradan Deneysel Katılımcılarınkiler Yerine Ayrıcalıklı Sezgilerin Savunulması

İkinci bir karşıt argüman ise sezgiler önemli olsa bile herhangi bir tür sezgiyle ilgilenmememiz gerektiğidir. Bunun yerine ayrı türden sezgilerle ilgilenmeliyiz. Örneğin felsefi araştırmalar geleneksel olarak zorlu problemler hakkında yıllarca düşünmüş eğitimli felsefeciler tarafından yapılmaktadır. Bu türden süreçler sonucunda oluşan sezgilerin özel bir tür epistemik statüsü bulunduğunu ve bunların belki de felsefede ciddi bir rol oynayacağını düşünmemiz için iyi nedenlerimiz vardır. Buna karşın deneysel felsefe araştırmalarında incelenen sezgiler felsefe geçmişi bulunmayan sıradan insanlara ait olma eğilimi göstermektedir ve bu tür sezgilerin herhangi bir felsefi önemi olmadığı düşünülebilir.

Bu türden bir kaygıyı adlandırmanın bir yolu da uzmanlık itirazı olarak bilinen terimleri kullanmaktır. Buradaki asıl iddia eğitimli felsefecilerin ayrı bir tür uzmanlığa sahip olduğudur. Dolayısıyla geleneksel felsefe yapma biçiminin kaynağındaki süreçleri anlamak istiyorsak bu tür bir uzmanlığa sahip kişileri incelemeliyiz. Tek bir felsefe dersi almamış insanların yargılarını incelemenin herhangi bir faydası yoktur. Birkaç filozof aralarında önemli farklılıklar olsa da bu tarzda itirazlar geliştirmişlerdir (Williamson, 2007; Ludwig, 2007).

Bu önemli bir itiraz ve cevap vermek için deneysel filozoflar eğitimli felsefecilerin sezgilerini araştırmak için büyük çabalar göstermeye başlamışlardır. Sonuçlar eğitimli felsefecilerin hala sıralama etkisi (Schwitzgebel ve Cushman, 2012), aktör/gözlemci etkisi (Tobia ve ark., 2013) ve mizaç etkisi (Schulz ve ark., 2011) gösterdikleri yönündedir. Dolayısıyla var olan literatür eğitimli felsefecilerin sıradan insanların yargılarını etkileyen önyargılardan kendilerini kurtaran ayrı bir uzmanlıkları olduğu iddiasına karşı en azından bir miktar kanıt sunmaktadır.

Elbette bu tür bir cevaba karşı itirazı savunmanın farklı yolları vardır. Felsefecilerin deneysel felsefede araştırılan türde önyargılardan kaçınma yetisi olmasa da yargılarının başka önemli konularda sıradan insanların yargılarından farklı olabileceği iddia edilebilir. Benzer şekilde belli sezgilere ayrıcalıklı bir epistemik özellik kazandıranın belli bir türden kişinin (eğitimli felsefeciler) sezgileri olmaları değil soruya farklı bir şekilde yaklaşmanın sonucunda oluşmaları (sürekli düşünme) olduğu iddia edilebilir (bkz. örn. Kauppinen, 2007).

3.3 Fakat Bu Felsefe Mi?

Son olarak deneysel felsefenin direkt olarak felsefe olmadığı söylenebilir. Bu görüşe göre, felsefedeki çalışmaları diğer disiplinlerdeki çalışmalardan ayıran belli özellikler vardır. Deneysel felsefedeki araştırmalar bu özelliklere sahip değildir dolayısıyla en iyi şekilde felsefi geleneğin dışında anlaşılabilir. Bu son itirazın deneysel felsefenin herhangi bir değere sahip olup olmadığıyla değil belli bir disiplinin parçası kabul edilip edilmemesiyle ilgili olduğuna dikkat edin. Yeni bir makalede söylendiği üzere,

…asıl sorun böyle empirik çalışmalara yer olup olmadığı değil fakat şu an felsefenin bir dalı olarak bir yeri olup olmadığıdır (Sorell, henüz yayınlanmadı: 6).

Pratikte bu itiraza yönelik tartışmalar felsefe tarihine dair sorular üzerine odaklanma eğilimi gösteriyor. Aşikar ki, Aristoteles’ten Nietzsche’ye birçok filozof insan doğası hakkındaki empirik sorularla ilgiliydiler, bu nedenle en azından karşıt-argümanların yokluğunda, bu türden çalışmaların felsefe olarak sayılabileceği varsayılan görüşmüş gibi görünebilir. Asıl soru o halde, meşru karşıt-argümanların olup olmadığıdır.

Sunulabilecek bir argüman, şu an filozof olarak saydığımız insanlar bu konularda çalışmış olsalar da çalışmalarının bu yönünün felsefe disiplini kapsamında olmadığıdır. Anthony Appiah bu hamleyi sorgulamaktadır:

Filozof olarak kabul edilmiş çoğu kişiye, çalışmalarının bu bölümünün gerçek felsefe olduğunu ve çalışmalarının şu bölümünün ise olmadığını açıklamakta büyük zorluk çekerdiniz. Külliyattaki “metafizik” ögeleri “psikolojik” ögelerden ayırmaya çalışmak tırnağı etten ayırmak gibi (Appiah, 2008: 13).

Bu cevaba göre, felsefe tarihinde empirik ve psikolojik soruları araştırmaya yönelik köklü bir pratik vardır ve aslında psikolojik olanı felsefi olandan dikkatli bir şekilde ayırma düşüncesi felsefi gelenekten bir kopuş olarak sayılmalıdır.

Bu sorunlar üzerine daha güncel çalışmalar özellikle erken modern dönemle ilgilenmiştir. Bu dönemdeki en dikkat çekici filozoflardan bazılarının deneysel araştırmalar yaptığı bilinmektedir (Sytsma ve Livengood, 2015) ve bazıları kendilerine açıkça “deneysel filozof” demişlerdir (Anstey ve Vanzo, 2016). Güncel deneysel felsefe belli yönlerden tarihsel öncüllerinden açıkça ayrılsa da güncel deneysel felsefecilerin çalışmalarının en iyi şekilde bu geniş tarihsel geleneğin devamı olarak anlaşılabileceği iddia edilebilir.

Diğer taraftan, bu tarihsel devamlılık tasvirinin “felsefe” kelimesinin kullanımındaki değişimi hesaba katmadığı da iddia edilmiştir (Sorell, henüz yayınlanmadı). Rönesansta fiziğe “felsefe” deniyordu ama güncel fizikteki çalışmaların hepsinin felsefe disiplinine dahil olduğunu söyleyemeyiz. Benzer şekilde ahlaki yargıların psikolojisi tarihte felsefe olarak sınıflandırılmışsa bile, bugün felsefe disiplinine dahil olmayıp başka bir disipline dahil olduğu düşünülebilir.

Elbette bu tartışmada iki tarafın partizanları da bir disiplinin sınırlarının zamanla değişebileceğini kabul etmelidir, ama bu iki tarafı da etkilemektedir. Tıpkı geçmişte bir disiplinin sınırları değişmiş olabileceği gibi gelecekte de değişebilir. Bu sebeple gelecek birkaç on yılda felsefe disiplininin nasıl evrileceği ve bu evrimin deneysel felsefenin statüsünü nasıl etkileyeceğini görmek ilginç olacak.

KAYNAKÇA

  • Adams, Fred & Annie Steadman, 2004, “Intentional Action in Ordinary Language: Core Concept or Pragmatic Understanding?”, Analysis, 64(282): 173–181. doi:10.1111/j.1467-8284.2004.00480.x
  • Adleberg, Toni, Morgan Thompson, & Eddy Nahmias, 2015, “Do men and women have different philosophical intuitions? Further data”, Philosophical Psychology, 28(5): 615–641. doi:10.1080/09515089.2013.878834
  • Alicke, Mark D., 1992, “Culpable Causation”, Journal of Personality and Social Psychology, 63(3): 368–378. doi:10.1037/0022-3514.63.3.368
  • Alicke, Mark D., David Rose, & Dori Bloom, 2011, “Causation, Norm Violation, and Culpable Control”, The Journal of Philosophy, 108(12): 670–696. doi:10.5840/jphil20111081238
  • Andow, James & Florian Cova, 2016, “Why Compatibilist Intuitions Are Not Mistaken: A reply to Feltz and Millan” Philosophical Psychology, 29(4): 550–566. doi:10.1080/09515089.2015.1082542
  • Anstey, Peter R. & Alberto Vanzo, 2016, “Early Modern Experimental Philosophy”, Sytsma & Buckwalter 2016: 87–102. doi:10.1002/9781118661666.ch6
  • Appiah, Kwame Anthony, 2008, Experiments in Ethics, (The Mary Flexner Lectures of Bryn Mawr College), Cambridge, MA: Harvard University Press.
  • Bartels, Daniel M. & Oleg Urminsky, 2011, “On Intertemporal Selfishness: How the Perceived Instability of Identity Underlies Impatient Consumption”, Journal of Consumer Research, 38(1): 182–198. doi:10.1086/658339
  • Baumeister, Roy F., E.J. Masicampo, & C. Nathan DeWall, 2009, “Prosocial Benefits of Feeling Free: Disbelief in Free Will Increases Aggression and Reduces Helpfulness”, Personality and Social Psychology Bulletin, 35(2): 260–268. doi:10.1177/0146167208327217
  • Beebe, James R., & Joseph Shea, 2013, “Gettierized Knobe Effects”, Episteme, 10(3): 219–240. doi:10.1017/epi.2013.23
  • Bermúdez, José Luis, 2006, “Knowledge, Naturalism, and Cognitive Ethology: Kornblith’s Knowledge and Its Place in Nature”, Philosophical Studies, 127(2): 299–316. doi:10.1007/s11098-005-4960-z
  • Björnsson, Gunnar, 2014, “Incompatibilism and ‘Bypassed’ Agency”, in Surrounding Free Will, edited by Alfred R. Mele, New York: Oxford University Press, pp. 95–122. doi:10.1093/acprof:oso/9780199333950.003.0006
  • Björnsson, Gunnar & Derk Pereboom, 2014, “Free Will Skepticism and Bypassing”, in Walter Sinnott-Armstrong (ed.), Moral Psychology, Volume 4: Free Will and Moral Responsibility, Cambridge, MA: MIT Press, pp. 27–35.
  • Brown, Jessica, 2013a, “Experimental-Philosophy, Contextualism and Subject-Sensitive Invariantism”, Philosophy and Phenomenological Research, 86(2): 233–494. doi:10.1111/j.1933-1592.2010.00461.x
  • –––, 2013b, “Intuitions, Evidence and Hopefulness”. Synthese 190(12): 2021–2046. doi:10.1007/s11229-011-9952-2
  • –––, 2017, “Gettier and Philosophical Methodology”, in Rodrigo Borges, Claudio de Almeida, & Peter D. Klein (eds.), Explaining Knowledge: New Essays on the Gettier Problem, Oxford: Oxford University Press, pp. 191–212.
  • Buckwalter, Wesley, 2010, “Knowledge isn’t Closed on Saturday: A Study in Ordinary Language”, Review of Philosophy and Psychology, 1(3): 395–406. doi:10.1007/s13164-010-0030-3
  • –––, 2014, “Gettier Made ESEE”, Philosophical Psychology, 27(3): 368–383. doi:10.1080/09515089.2012.730965
  • Buckwalter, Wesley & Jonathan Schaffer, 2015, “Knowledge, Stakes, and Mistakes”, Noûs, 49(2): 201–234. doi:10.1111/nous.12017
  • Buckwalter, Wesley, David Rose, & John Turri, 2015, “Belief Through Thick and Thin”, Noûs, 49(4): 748–775. doi:10.1111/nous.12048
  • Buckwalter, Wesley, & Stephen Stich, 2014, “Gender and Philosophical Intuition”, in Experimental Philosophy, volume 2, edited by Joshua Knobe and Shaun Nichols, New York: Oxford University Press, pp. 307–346. doi:10.1093/acprof:osobl/9780199927418.003.0013
  • Cameron, C. Daryl, B. Keith Payne, & John M. Doris, 2013, “Morality in High Definition: Emotion Differentiation Calibrates the Influence of Incidental Disgust on Moral Judgments”, Journal of Experimental Social Psychology, 49(4): 719–725. doi:10.1016/j.jesp.2013.02.014
  • Cappelen, Herman, 2012, Philosophy Without Intuitions, Oxford: Oxford University Press. doi:10.1093/acprof:oso/9780199644865.001.0001
  • Cariani, Fabrizio & Lance J. Rips, 2017, “Conditionals, Context, and the Suppression Effect”, Cognitive Science, 41(3): 540–589. doi:10.1111/cogs.12336
  • Chalmers, David J., 2014, “Intuitions in Philosophy: a Minimal Defense”, Philosophical Studies, 171(3): 535–544. doi:10.1007/s11098-014-0288-x
  • Clark, Cory J., Jamie B. Luguri, Peter H. Ditto, Joshua Knobe, Azim F. Shariff, & Roy F. Baumeister, 2014, “Free to Punish: a Motivated Account of Free Will Belief”, Journal of Personality and Social Psychology, 106(4): 501–513. doi:10.1037/a0035880
  • Colaço, David, Wesley Buckwalter, Stephen Stich, & Edouard Machery, 2014, “Epistemic Intuitions in Fake-Barn Thought Experiments”, Episteme, 11(2): 199–212. doi:10.1017/epi.2014.7
  • Cova, Florian, 2016, “The Folk Concept of Intentional Action: Empirical Approaches”, Sytsma & Buckwalter 2016: 117–141. doi:10.1002/9781118661666.ch8
  • Cushman, Fiery, Liane Young, & Marc Hauser, 2006, “The Role of Conscious Reasoning and Intuition in Moral Judgment: Testing Three Principles of Harm”, Psychological Science, 17(12): 1082–1089. doi:10.1111/j.1467-9280.2006.01834.x
  • De Cruz, Helen & Johan De Smedt, 2016, “How Do Philosophers Evaluate Natural Theological Arguments? An Experimental Philosophical Investigation”, in Advances in Religion, Cognitive Science, and Experimental Philosophy, Helen De Cruz and Ryan Nichols (eds), London: Bloomsbury Publishing, pp. 119–142.
  • Demaree-Cotton, Joanna, 2016, “Do Framing Effects Make Moral Intuitions Unreliable?”, Philosophical Psychology, 29(1): 1–22. doi:10.1080/09515089.2014.989967
  • Deery, Oisin, Taylor Davis, & Jasmine Carey, 2015, “The Free-Will Intuitions Scale and the Question of Natural Compatibilism”, Philosophical Psychology, 28(6): 776–801. doi:10.1080/09515089.2014.893868
  • DeRose, Keith, 1992, “Contextualism and Knowledge Attributions”, Philosophy and Phenomenological Research, 52(4): 913–929. doi:10.2307/2107917
  • –––, 2011, “Contextualism, Contrastivism, and X-Phi Surveys”, Philosophical Studies, 156(1): 81–110. doi:10.1007/s11098-011-9799-x
  • Deutsch, Max Emil, 2009, “Experimental Philosophy and the Theory of Reference”, Mind & Language, 24(4): 445–466. doi:10.1111/j.1468-0017.2009.01370.x
  • –––, 2010, “Intuitions, Counter-Examples, and Experimental Philosophy”, Review of Philosophy and Psychology, 1(3): 447–460. doi:10.1007/s13164-010-0033-0
  • –––, 2015, The Myth of the Intuitive: Experimental Philosophy and Philosophical Method, Cambridge, MA: MIT Press. doi:10.7551/mitpress/9780262028950.001.0001
  • Devitt, Michael, 2015, “Relying on Intuitions: Where Cappelen and Deutsch Go Wrong”, Inquiry, 58(7–8): 669–699. doi:10.1080/0020174X.2015.1084824
  • Egré, Paul & Florian Cova, 2015, “Moral Asymmetries and the Semantics of Many”, Semantics and Pragmatics, 8: 13–1. doi:10.3765/sp.8.13
  • Fantl, Jeremy & Matthew McGrath, 2009, Knowledge in an Uncertain World, Oxford: Oxford University Press. doi:10.1093/acprof:oso/9780199550623.001.0001
  • Feldman, Gilad & Subramanya Prasad Chandrashekar, forthcoming, “Laypersons’ Beliefs and Intuitions About Free Will and Determinism: New Insights Linking the Social Psychology and Experimental Philosophy Paradigms”, Social Psychological and Personality Science, first published 25 July 2017. doi:10.1177/1948550617713254
  • Feltz, Adam & Edward T. Cokely, 2009. “Do Judgments About Freedom and Responsibility Depend on Who You Are? Personality Differences in Intuitions About Compatibilism and Incompatibilism”, Consciousness and Cognition, 18(1): 342–350. doi:10.1016/j.concog.2008.08.001
  • Feltz, Adam & Florian Cova, 2014, “Moral Responsibility and Free Will: A Meta-Analysis”, Consciousness and Cognition, 30: 234–246. doi:10.1016/j.concog.2014.08.012
  • Feltz, Adam & Melissa Millan, 2015, “An Error Theory for Compatibilist Intuitions”, Philosophical Psychology, 28(4): 529–555. doi:10.1080/09515089.2013.865513
  • Feltz, Adam & Chris Zarpentine, 2010, “Do You Know More When it Matters Less?”, Philosophical Psychology, 23(5): 683–706. doi:10.1080/09515089.2010.514572
  • Fisher, Justin C., 2015, “Pragmatic Experimental Philosophy”, Philosophical Psychology, 28(3): 412–433. doi:10.1080/09515089.2013.870546
  • Friedman, Ori & John Turri, 2015, “Is Probabilistic Evidence a Source of Knowledge?”, Cognitive Science, 39(5): 1062–1080. doi:10.1111/cogs.12182
  • Friesdorf, Rebecca, Paul Conway, & Bertram Gawronski, 2015, “Gender Differences in Responses to Moral Dilemmas: a Process Dissociation Analysis”, Personality and Social Psychology Bulletin, 41(5): 696–713. doi:10.1177/0146167215575731
  • Gerken, Mikkel, 2017, On Folk Epistemology: How we Think and Talk about Knowledge, Oxford: Oxford University Press.
  • Goldman, Alvin I., 2015. “Review of Hilary Kornblith, A Naturalistic Epistemology: Selected Papers”, Notre Dame Philosophical Reviews, 2015.06.11. [Goldman 2015 available online]
  • Greene, Joshua D., 2008, “The Secret Joke of Kant’s Soul”, Moral Psychology, Volume 3, Walter Sinnott-Armstrong (ed.), Cambridge, MA: MIT Press, pp. 35–79.
  • Greene, Joshua D., R. Brian Sommerville, Leigh E. Nystrom, John M. Darley, & John D. Cohen, 2001, “An fMRI Investigation of Emotional Engagement in Moral Judgment”, Science, 293(5537): 2105–2108. doi:10.1126/science.1062872
  • Hawthorne, John, 2004, Knowledge and Lotteries, Oxford: Oxford University Press. doi:10.1093/0199269556.001.0001
  • Hitchcock, Christopher & Joshua Knobe, 2009, “Cause and Norm”, The Journal of Philosophy, 106(11): 587–612. doi:10.5840/jphil20091061128
  • Horne, Zachary & Jonathan Livengood, 2017, “Ordering Effects, Updating Effects, and the Specter of Global Skepticism”, Synthese, 194(4): 1189–1218. doi:10.1007/s11229-015-0985-9
  • Icard, Thomas F., Jonathan F. Kominsky, & Joshua Knobe, 2017, “Normality and Actual Causal Strength”, Cognition, 161: 80–93. doi:10.1016/j.cognition.2017.01.010
  • Ichikawa, Jonathan Jenkins, 2012, “Experimentalist Pressure Against Traditional Methodology”, Philosophical Psychology, 25(5): 743–765. doi:10.1080/09515089.2011.625118
  • Jackson, Frank, 1998, From Metaphysics to Ethics: A Defence of Conceptual Analysis, Oxford: Clarendon Press. doi:10.1093/0198250614.001.0001
  • Kahane, Guy & Nicholas Shackel, 2008, “Do Abnormal Responses Show Utilitarian Bias?”, Nature, 452(7185): 908–911. doi:10.1038/nature06785
  • Kauppinen, Antti, 2007, “The Rise and Fall of Experimental Philosophy”, Philosophical Explorations, 10(2): 95–118. doi:10.1080/13869790701305871
  • Khoo, Justin, 2015, “Modal Disagreements”, Inquiry, 58(5): 511–534. doi:10.1080/0020174X.2015.1033005
  • Kim, Minsun, & Yuan Yuan, 2015, “No Cross-Cultural Differences in the Gettier Car Case Intuition: a Replication Study of Weinberg et al. 2001”, Episteme, 12(03): 355–361. doi:10.1017/epi.2015.17
  • Knobe, Joshua, 2003, “Intentional Action and Side Effects in Ordinary Language”, Analysis, 63(279): 190–194. doi:10.1111/1467-8284.00419
  • Knobe, Joshua, Tania Lombrozo, & Shaun Nichols (eds), 2014, Oxford Studies in Experimental Philosophy, volume 1, Oxford: Oxford University Press.
  • Kornblith, Hilary, 2002, Knowledge and Its Place in Nature, Oxford: Clarendon. doi:10.1093/0199246319.001.0001
  • –––, 2013, “Is There Room for Armchair Theorizing in Epistemology?”, in Matthew C. Haug (ed.), Philosophical Methodology: The Armchair or the Laboratory?, New York: Routledge, pp. 195–216.
  • Kuntz, J.R. & J.R.C. Kuntz, 2011, “Surveying Philosophers about Philosophical Intuition”, Review of Philosophy and Psychology 2(4): 643–65. doi:10.1007/s13164-011-0047-2
  • Leslie, Sarah-Jane, 2013, “Essence and Natural Kinds: When Science Meets Preschooler Intuition”, in Tamar Szabó & John Hawthorne, Oxford Studies in Epistemology, volume 4, Oxford: Oxford University Press. pp. 108–165. doi:10.1093/acprof:oso/9780199672707.003.0005
  • Liao, Shen-yi & Aaron Meskin, 2017, “Aesthetic Adjectives: Experimental Semantics and Context-Sensitivity”, Philosophy and Phenomenological Research, 94(2): 371–398. doi:10.1111/phpr.12217
  • Liao, Shen-yi, Nina Strohminger, & Chandra Sekhar Sripada, 2014, “Empirically Investigating Imaginative Resistance”, British Journal of Aesthetics, 54(3): 339–355. doi:10.1093/aesthj/ayu027
  • Livengood, Jonathan & David Rose, 2016, “Experimental Philosophy and Causal Attribution”, Sytsma & Buckwalter 2016: 434–449. doi:10.1002/9781118661666.ch30
  • Ludwig, Kirk, 2007, “The Epistemology of Thought Experiments: First Person Versus Third Person Approaches”, Midwest Studies in Philosophy, 31(1): 128–159. doi:10.1111/j.1475-4975.2007.00160.x
  • Lycan, William G., 2006, “On the Gettier Problem Problem”, in Stephen Hetherington (ed.), Epistemology Futures, Oxford: Clarendon Press, pp. 148–168, .
  • Machery, Edouard, Ron Mallon, Shaun Nichols, & Stephen P. Stich, 2004, “Semantics, Cross-Cultural Style”, Cognition, 92(3): B1–B12. doi:10.1016/j.cognition.2003.10.003
  • Machery, Edouard, Stephen Stich, David Rose, Amita Chatterjee, Kaori Karasawa, Noel Struchiner, Smita Sirker, Naoki Usui, & Takaaki Hashimoto, 2015, “Gettier Across Cultures”, Noûs, 51(3): 645–664. doi:10.1111/nous.12110
  • May, Joshua, 2014, “Does Disgust Influence Moral Judgment?”, Australasian Journal of Philosophy, 92(1): 125–141. doi:10.1080/00048402.2013.797476
  • May, Joshua & Richard Holton, 2012, “What in the World is Weakness of Will?”, Philosophical Studies, 157(3): 341–360. doi:10.1007/s11098-010-9651-8
  • May, Joshua, Walter Sinnott-Armstrong, Jay G. Hull, & Aaron Zimmerman, 2010, “Practical Interests, Relevant Alternatives, and Knowledge Attributions: An Empirical Study”, Review of Philosophy and Psychology, 1(2): 265–273. doi:10.1007/s13164-009-0014-3
  • Meskin, Aaron, Mark Phelan, Margaret Moore, & Matthew Kieran, 2013, “Mere Exposure to Bad Art”, The British Journal of Aesthetics, 53(2): 139–164. doi:10.1093/aesthj/ays060
  • Mikhail, John, 2011, Elements of Moral Cognition: Rawls’ Linguistic Analogy and the Cognitive Science of Moral and Legal Judgment, Cambridge: Cambridge University Press. doi:10.1017/CBO9780511780578
  • Millikan, Ruth Garrett, 2000, On Clear and Confused Ideas: An Essay about Substance Concepts, Cambridge: Cambridge University Press. doi:10.1017/CBO9780511613296
  • Murray, Dylan & Eddy Nahmias, 2014, “Explaining Away Incompatibilist Intuitions”, Philosophy and Phenomenological Research, 88(2): 434–467. doi:10.1111/j.1933-1592.2012.00609.x
  • Murray, Dylan, Justin Sytsma, & Jonathan Livengood, 2013, “God Knows (But Does God Believe?)”, Philosophical Studies, 166(1): 83–107. doi:10.1007/s11098-012-0022-5
  • Myers-Schulz, Blake & Eric Schwitzgebel, 2013, “Knowing that P Without Believing that P”, Noûs, 47(2): 371–384. doi:10.1111/nous.12022
  • Nadelhoffer, Thomas, Jason Shepard, Eddy Nahmias, Chandra Sripada, & Lisa Thomson Ross, 2014, “The Free Will Inventory: Measuring Beliefs About Agency and Responsibility”, Consciousness and Cognition, 25: 27–41. doi:10.1016/j.concog.2014.01.006
  • Nado, Jennifer, 2016, “The Intuition Deniers”, Philosophical Studies, 173(3): 781–800. doi:10.1007/s11098-015-0519-9
  • Nagel, Jennifer, 2010, “Knowledge Ascriptions and the Psychological Consequences of Thinking About Error”, The Philosophical Quarterly, 60(239): 286–306. doi:10.1111/j.1467-9213.2009.624.x
  • Nagel, Jennifer, Valerie San Juan, , & Raymond A. Mar, 2013, “Lay Denial of Knowledge for Justified True Beliefs”, Cognition, 129(3): 652–661. doi:10.1016/j.cognition.2013.02.008
  • Nahmias, Eddy, Stephen G. Morris, Thomas Nadelhoffer, & Jason Turner, 2006, “Is Incompatibilism Intuitive?”, Philosophy and Phenomenological Research, 73(1): 28–53. doi:10.1111/j.1933-1592.2006.tb00603.x
  • Nahmias, Eddy & Dylan Murray, 2011, “Experimental Philosophy on Free Will: An Error Theory for Incompatibilist Intuitions”, in New Waves in Philosophy of Action, Jesús H. Aguilar, Andrei A. Bckaref, & Keith Frankish (eds), London: Palgrave Macmillan UK, pp. 189–216.
  • Nichols, Ryan, 2015, “Hypothesis-Testing of the Humanities: the Hard and Soft Humanities as Two Emerging Cultures”, Southwest Philosophy Review, 31(1): 1–19. doi:10.5840/swphilreview20153111
  • Nichols, Shaun & Joshua Knobe, 2007, “Moral Responsibility and Determinism: the Cognitive Science of Folk Intuitions”, Nous, 41(4): 663–685. doi:10.1111/j.1468-0068.2007.00666.x
  • Nichols, Shaun & Joseph Ulatowski, 2007, “Intuitions and Individual Differences: the Knobe Effect Revisited”, Mind & Language, 22(4): 346–365. doi:10.1111/j.1468-0017.2007.00312.x
  • Petrinovich, Lewis & Patricia O’Neill, 1996, “Influence of Wording and Framing Effects on Moral Intuitions”, Ethology and Sociobiology, 17(3): 145–171. doi:10.1016/0162-3095(96)00041-6
  • Phillips, Jonathan & Fiery Cushman, 2017, “Morality Constrains the Default Representation of What is Possible”, Proceedings of the National Academy of Sciences, 114(18): 4649–4654. doi:10.1073/pnas.1619717114
  • Phillips, Jonathan, James B. Luguri, & Joshua Knobe, 2015, “Unifying Morality’s Influence on Non-Moral Judgments: the Relevance of Alternative Possibilities”, Cognition, 145: 30–42. doi:10.1016/j.cognition.2015.08.001
  • Phillips, Jonathan, Sven Nyholm, & Shen-yi Liao, 2014, “The Good in Happiness”, in Knobe, Lombrozo, & Nichols 2014: 253–293. doi:10.1093/acprof:oso/9780198718765.003.0011
  • Pinillos, Ángel, 2012, “Knowledge, Experiments and Practical Interests”, Knowledge Ascriptions, Jessica Brown & Mikkel Gerken (eds), Oxford: Oxford University Press, pp. 192–219. doi:10.1093/acprof:oso/9780199693702.003.0009
  • Plato, Theaetetus, translated by B. Jowett, in B. Jowett, (ed.), The Dialogues of Plato, Oxford: Oxford University Press, 1892.
  • Putnam, Hilary, 1973, “Meaning and Reference”, The Journal of Philosophy, 70(19): 699–711. doi:10.2307/2025079
  • Radford, Colin, 1966, “Knowledge: By Examples”, Analysis, 27(1): 1–11. doi:10.2307/3326979
  • Reuter, Kevin, 2011, “Distinguishing the Appearance from the Reality of Pain”, Journal of Consciousness Studies, 18(9–10): 94–109
  • Rose, David & Shaun Nichols, 2013, “The Lesson of Bypassing”, Review of Philosophy and Psychology, 4(4): 599–619. doi:10.1007/s13164-013-0154-3
  • Rose, David & Jonathan Schaffer, 2013, “Knowledge Entails Dispositional Belief”, Philosophical Studies, 166(1): 19–50. doi:10.1007/s11098-012-0052-z
  • Roskies, Adina L. & Shaun Nichols, 2008, “Bringing Moral Responsibility Down to Earth”, The Journal of Philosophy, 105(7): 371–388. doi:10.5840/jphil2008105737
  • Rysiew, Patrick, 2001, “The Context-Sensitivity of Knowledge Attributions”, Noûs, 35(4): 477–514. doi:10.1111/0029-4624.00349
  • Samland, Jana, & Michael R. Waldmann, 2016, “How Prescriptive Norms Influence Causal Inferences”, Cognition, 156: 164–176. doi:10.1016/j.cognition.2016.07.007
  • Sarkissian, Hagop, Amita Chatterjee, Felipe De Brigard, Joshua Knobe, Shaun Nichols, & Smita Sirker, 2010, “Is Belief in Free Will a Cultural Universal?”, Mind & Language, 25(3): 346–358. doi:10.1111/j.1468-0017.2010.01393.x
  • Schaffer, Jonathan & Zoltán Gendler Szabó, 2014, “Epistemic Comparativism: a Contextualist Semantics for Knowledge Ascriptions”, Philosophical Studies, 168(2): 491–543. doi:10.1007/s11098-013-0141-7
  • Schulz, Eric, Edward T. Cokely, & Adam Feltz, 2011, “Persistent Bias in Expert Judgments About Free Will and Moral Responsibility: a Test of the Expertise Defense”, Consciousness and Cognition, 20(4): 1722–1731. doi:10.1016/j.concog.2011.04.007
  • Schwitzgebel, Eric & Fiery Cushman, 2015, “Philosophers’ Biased Judgments Persist Despite Training, Expertise and Reflection”, Cognition, 141: 127–137. doi:10.1016/j.cognition.2015.04.015
  • Schwitzgebel, Eric & Joshua Rust, 2014, “The Moral Behavior of Ethics Professors: Relationships Among Self-Reported Behavior, Expressed Normative Attitude, and Directly Observed Behavior”, Philosophical Psychology, 27(3): 293–327. doi:10.1080/09515089.2012.727135
  • Seyedsayamdost, Hamid, 2015, “On Gender and Philosophical Intuition: Failure of Replication and Other Negative Results”, Philosophical Psychology, 28(5): 642–673. doi:10.1080/09515089.2014.893288
  • Shields, Kenneth, 2016, “Moral Internalism, Amoralist Skepticism and the Factivity Effect”, Philosophical Psychology, 29(8): 1095–1111. doi:10.1080/09515089.2016.1234596
  • Sinnott-Armstrong, Walter, 2008, “Framing Moral Intuitions”, in Walter Sinnott-Armstrong (ed.), Moral Psychology, Volume 2: The Cognitive Science of Morality, Cambridge, MA: MIT Press, pp. 47–76.
  • Sloman, Steven A., Philip M. Fernbach, & Scott Ewing, 2012, “A Causal Model of Intentionality Judgment”, Mind & Language, 27(2): 154–180. doi:10.1111/j.1468-0017.2012.01439.x
  • Sommers, Tamler, 2010, “Experimental Philosophy and Free Will”, Philosophy Compass, 5(2): 199–212. doi:10.1111/j.1747-9991.2009.00273.x
  • Sorell, Tom, forthcoming, “Experimental Philosophy and the History of Philosophy”, British Journal for the History of Philosophy, published online 18 May 2017, pp. 1–21. doi:10.1080/09608788.2017.1320971
  • Sosa, Ernest, 2007, “Experimental Philosophy and Philosophical Intuition”, Philosophical Studies, 132(1): 99–107. doi:10.1007/s11098-006-9050-3
  • –––, 2009, “A Defense of the Use of Intuitions in Philosophy”, in Dominic Murphy and Michael Bishop (eds), Stich and his Critics, Malden, MA: Wiley-Blackwell, pp. 101–112.
  • Sripada, Chandra Sekhar, & Sara Konrath, 2011, “Telling More Than We Can Know About Intentional Action”, Mind & Language, 26(3): 353–380. doi:10.1111/j.1468-0017.2011.01421.x
  • Sripada, Chandra Sekhar, & Jason Stanley, 2012, “Empirical Tests of Interest-Relative Invariantism”, Episteme, 9(01): 3–26. doi:10.1017/epi.2011.2
  • Stanley, Jason, 2005, Knowledge and Practical Interests, Oxford: Clarendon Press. doi:10.1093/0199288038.001.0001
  • Starmans, Christina & Ori Friedman, 2012, “The Folk Conception of Knowledge”, Cognition, 124(3): 272–283. doi:10.1016/j.cognition.2012.05.017
  • Stich, Stephen, 1990, The Fragmentation of Reason: Preface to a Pragmatic Theory of Cognitive Evaluation, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Swain, Stacey, Joshua Alexander, & Jonathan M. Weinberg, 2008, “The Instability of Philosophical Intuitions: Running Hot and Cold on Truetemp”, Philosophy and Phenomenological Research, 76(1): 138–155. doi:10.1111/j.1933-1592.2007.00118.x
  • Sytsma, Justin & Wesley Buckwalter (eds), 2016, A Companion to Experimental Philosophy, Malden, MA: Wiley Blackwell. doi:10.1002/9781118661666
  • Sytsma, Justin & Jonathan Livengood, 2015, The Theory and Practice of Experimental Philosophy, Peterborough, Ontario: Broadview Press.
  • Tobia, Kevin, Wesley Buckwalter, & Stephen Stich, 2013, “Moral Intuitions: Are Philosophers Experts?”, Philosophical Psychology, 26(5): 629–638. doi:10.1080/09515089.2012.696327
  • Turri, John, 2017, “Knowledge Attributions in Iterated Fake Barn Cases”, Analysis, 77(1): 104–115. doi:10.1093/analys/anx036
  • Ulatowski, Joseph, 2012, “Act Individuation: An Experimental Approach”, Review of Philosophy and Psychology, 3(2): 249–262. doi:10.1007/s13164-012-0096-1
  • Vargas, Manuel, 2013, Building Better Beings: A Theory of Moral Responsibility, Oxford: Oxford University Press. doi:10.1093/acprof:oso/9780199697540.001.0001
  • Weinberg, Jonathan M., 2007, “How to Challenge Intuitions Empirically Without Risking Scepticism”, Midwest Studies in Philosophy, 31(1): 318–343. doi:10.1111/j.1475-4975.2007.00157.x
  • –––, 2014, “Cappelen between a Rock and a Hard Place”, Philosophical Studies, 171(3): 545–553. doi:10.1007/s11098-014-0286-z
  • –––, 2016, “Going Positive by Going Negative”, in Justin Sytsma & Wesley Buckwalter (eds.), A Companion to Experimental Philosophy, Malden, MA and Oxford: John Wiley & Sons, pp. 72–86.
  • –––, 2017, “What is Negative Experimental Philosophy Good For?”, in Giuseppina D’Oro & Søren Overgaard (eds.) The Cambridge Companion to Philosophical Methodology, Cambridge: Cambridge University Press, pp. 161–184. doi:10.1017/9781316344118.010
  • Weinberg, Jonathan M., Chad Gonnerman, Cameron Buckner, & Joshua Alexander, 2010, “Are Philosophers Expert Intuiters?”, Philosophical Psychology, 23(3): 331–355. doi:10.1080/09515089.2010.490944
  • Weinberg, Jonathan M., Shaun Nichols, & Stephen Stich, 2001, “Normativity and Epistemic Intuitions”, Philosophical Topics, 29(1/2): 429–460. doi:10.5840/philtopics2001291/217
  • Wiegmann, Alex, Yasmina Okan, & Jonas Nagel, 2012, “Order Effects in Moral Judgment”, Philosophical Psychology, 25(6): 813–836. doi:10.1080/09515089.2011.631995
  • Williamson, Timothy, 2007, The Philosophy of Philosophy, Oxford: Blackwell Publishing.
  • Woodward, James, 2014, “Causal Reasoning: Philosophy and Experiment”, in Knobe, Lombrozo, & Nichols 2014: 294–324. doi:10.1093/acprof:oso/9780198718765.003.0012
  • Wright, Jennifer C., 2010, “On Intuitional Stability: the Clear, the Strong, and the Paradigmatic”, Cognition, 115(3): 491–503. doi:10.1016/j.cognition.2010.02.003
  • Zamzow, Jennifer L. & Shaun Nichols, 2009, “Variations in Ethical Intuitions”, Philosophical Issues, 19(1): 368–388. doi:10.1111/j.1533-6077.2009.00164.x

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Eşcinsel İlişkide Yanlış Olan Şey Nedir? – Stephen Law

Önceki Makale

Arap ve İslam Düşüncesinde Din Felsefesi (Stanford Felsefe Ansiklopedisi)