Kaynak: https://www.libertarianism.org/topics/conservative-critiques-libertarianism
Çevirmen: Hasan Ayer
Çevirmen Önsözü:
Çevirisini yaptığımız bu makale felsefi bir ihmalden muzdarip bir geleneğin (muhafazakarlık), aydınlanma sonrası dönemde ortaya çıkmış en etkili siyasal felsefelerden biri olan liberalizme yönelttiği eleştirileri ihtiva etmektedir. Makale içerisinde “liberalizm” kavramı yerine “liberteryenizm” kavramı kullanılmaktadır zira metnin yazarı olan meşhur felsefeci Edward Feser bir Amerikalıdır. Amerikada “Liberteryenizm” kavramı gerek ikinci dünya savaşından sonra ortaya çıkıp klasik liberalizmin çağdaş formu olan liberteryenizmi içerse de kavramın kendisi klasik liberalleri nitelemek için de kullanılmaktadır. Bunun başlıca sebeplerinden bir tanesi Birleşik Devletlerde “sosyal demokrasi” kavramının bir çeşit anlam kaymasına yol açarak “liberalizm” kavramına kanalize olmasıdır. Bu açıdan Birleşik Devletlerde yeniden dağıtımcı refah devleti politikalarını destekleyen, kamu otoritesine geniş yetkiler veren ve pozitif özgürlük temelli bir siyasa yapımını telkin eden sosyal demokrat kanat “liberal” olarak kaldı. Buradan hareketle “liberteryenizm” kavramı Birleşik Devletlerde ideolojinin otantik hali olan klasik liberalizmi de içerseyen bir çatı kavram olarak kullanılmaya başlandı. Çevirisini yaptığımız metin boyunca kullanılan “liberteryenizm” kavramı bir çok yerde Robert Nozick ve Murray Rothbard ile ilintilendiren geleneği kapsadığı gibi bir çok yerde de Locke’cu klasik liberalizmi ve yer yer Hume-Smith-Hayek-Menger çizgisini nitelendirmek için kullanılan “kendiliğinden doğan düzen geleneğinde liberalizm” geleneğini (Hayek’çi kanadı) de kapsamaktadır.
Bu metni çevirmemdeki ana saiklerden bir tanesi Türkiye’de belli çevrelerce klasik liberalizmin anti-rasyonalist kanadı ile muhafazakarlık arasındaki belli başlı benzerlikleri toptancı bir biçimde bu iki geleneğe kanalize etme çabasından bir aşamada duyduğum rahatsızlıktır. Bir diğer saik ise Türkiye’deki bir çok akademik çalışmanın Burke-Hayek-Oakeshott çizgisi üzerinden muhafazakarlığı tanımlaması ve betimlemesidir. Elbette muhafazakarlık ve liberalizm arasındaki kavramsal çerçevenin aydınlanma sonrası dönemde ortaya çıkmış bir diğer en etkili siyasal felsefe olan marksizm veyahut anarşizm arasındaki kavramsal çerçeveye kıyasla daha fazla olduğu ortada gibi gözükmektedir. Ancak belli başlı benzerliklere rağmen muhafazakarlık ve liberalizm birbirlerinden farklı ideolojilerdir ve belli başlı kimselerin iddia ettiği gibi “kardeş” iki ideoloji değildir. Muhafazakarlık ve liberalizme yönelik yorumlarımızı yukarıda bahsedilen Burke-Hayek-Oakeshott çizgisi üzerinden kurmamız takdirinde liberalizmle aralarında birçok ortaklık bulunacağına şüphe yok. Ancak bu son derece indirgemeci ve belli bir tarihsel süreci ve geleneği içerseyen bir yaklaşım olur. İşte bu kısa makale modern Amerikan muhafazakarlığının kurucularından sayılan muhafazakar siyaset teorisyeni Russel Kirk özelinde muhafazakarlığın liberalizme/liberteryenizme yönelik eleştirilerini ihata etmekte; siyaset teorisi bağlamında devlete, mülkiyet kurumuna ve ara kurumlara bakış özelinde de muhafazakarlık ve liberalizm arasındaki epistemolojik, metafizik ve siyasal farklara değinmektedir.
Son olarak bu çeviriyi sevgili dostum Yavuz Selim Erfidan ile muhafazakarlık ve liberalizm üzerine fikir alışverişi yapmaktan her zaman keyif aldığım ve fikirlerinden yararlandığım sevgili Can Beysanoğlu’na armağan ediyorum.
-Hasan Ayer
Muhafazakarlığın Liberteryenizm Eleştirisi
Liberteryenizm ile muhafazakarlık sağ kanatta konumlanan siyasal felsefeler olarak beraber sınıflandırılmaktadırlar ki bu sınıflandırma bu iki görüşün tarihi ve içeriği göz önüne alındığında anlaşılabilir. Her iki felsefe sosyalistleri ve modern liberalleri motive eden egaliteryanizm (eşitlikçilik) ile egaliteryanların tasarılarını/programlarını uygulamaya koyabilmek için kullandığı devletçiliğe karşıdırlar. Modern muhafazakarlığın babası olan Edmund Burke, Adam Smith’in ekonomik görüşlerine sempati duyan bir Whig siyasetçisiyken Robert Nozick ve Murray Rothbard gibi doğal hakçı liberteryenlerin entelektüel atası olan John Locke kendi doğal haklar doktrinine teolojik bir zemin oluşturmuştur. Anglo-Amerikan geleneğindeki muhafazakarlar serbest piyasayı destekleme bağlamında Burke’yi takip etme eğilimindedirler ve Locke’cu doğal haklara olan inanç çoğu muhafazakarın makul bulacağı türden bir dini dünya görüşü ile sıklıkla ilintilendirilmiştir. Bundan dolayıdır ki bazı muhafazakarlar için liberteryenizm ve muhafazakarlık aynı siyasal bakış açısının farklı yönleri olarak en iyi şekilde anlaşılabilecek birbirlerini bütünleyen eğilimlerdir. Liberteryenizm ve muhafazakarlığı birbirlerine eklemleme eğiliminin en etkili savunucusu Frank S. Meyerdir. Çağdaş muhafazakarlığın şekillenmesi açısından Meyer’in görüşleri çok etkili olmuştur ancak o liberteryenizm ve muhafazakarlık arasındaki benzerlikleri yüzeysel olarak değerlendirme eğiliminde olan diğer muhafazakarlar tarafından eleştirilmiştir zira onlar için bu yaklaşım en nihayetinde bu iki görüşü uzlaşmaz kılan derin felsefi ayrımları perdelemektedir.
Bu görüşü benimseyen muhafazakarlar liberteryenizmi ütopyacı bir modern ideoloji olarak görmektedirler. Her ne kadar liberteryenizmin soyutlamaları (“sınıf”, “ırk, veya “insanlar” yerine “özgürlük, “haklar” ve “piyasa” vb) farklı ve daha az tehlikeli olsa da bu görüşü benimseyen muhafazakarlar için o sosyalizm ve faşizmden daha az rasyonalist olan soyutlamalara sahip değildir. Hayek’in “Kölelik Yolu”na yönelik Michael Oakeshott’un dediği gibi “Bütün planlamalara karşı bir planlama gündeme getirmek bunun tersinden iyi olsa da yine de aynı türden bir siyasa yapımına aittir”. Russel Kirk’in benzer çizgideki liberteryenizm eleştirisi belkide en iyi bilinenidir. Kirkin argümanları “Liberteryenlerin Çarpıcı Bir Değerlendirmesi (A Dispassionate Assessment of Libertarians)” adlı makalesinde bulunmaktadır ve muhafazakarlığın endişelerinin bir temsilini teşkil etmektedir.
Kirk’in ilk eleştirisi liberteryenlerin muhafazakarların bağlı olduğu “aşkın ahlaki düzen”i reddinin Marksistlerden daha az olmadığı ve “bizim bireyler olarak fani varoluşumuzun esas amacını”anlamadıkları yönünde. Buna cevaben bir çok liberteryen liberteryenizmin zorunlu olarak böyle bir ahlaki düzenin varlığını reddetmediğini ancak onu devlet müdahalesi aracılığıyla uygulamaya koyma teşebbüsünün yanlış olduğunu söyleyebilir. Bunu yapmak bir bireyin öz-sahiplik (self-ownership) hakkına müdahaledir. Ancak bazı muhafazakarlar bu eleştirinin Kirk’in eleştirisindeki bir noktayı atladığını iddia etmekteler. Muhafazakarlar Kirk’in aklındaki aşkın ahlaki düzenin büyük ihtimalle geleneksel Tomistik doğal hukuk teorisi tarafınca insanoğluna atfedilen doğal amaç veya hedef gibi bir şeyi veyahut Locke’cu doğal hukuk tarafınca ortaya konan insanoğlunun tanrının mülkü olması gibi bir şeyi içersediğini söyleyeceklerdir. Böyle bir düzen insanoğlunun tutarlı olarak sahip olduğu söylenebilecek türden doğal haklar üzerine kesin kısıtlamalar/sınırlar koymaktadır zira bu teorilere göre bizim doğal haklara sahip olmamızdaki mantık onların doğal amaçlarımızı veya hedeflerimizi idrak etmemize olanak sağlamalarıdır. Geleneksel Tomistik doğal hukuk teorisyenlerine göre bu durum prensipte bizim doğal amaçlarımızın veya hedeflerimizin tersinde davranma hakkımızın olmadığı sonucuna varır. Bundan dolayıdır ki doğası itibariyle ahlaki olmayan şeyi yapma hakkı diye bir şey yoktur (örneğin illegal uyuşturucular kullanmak veya porno izlemek). Locke için ise bu durum tanrının bizim üzerimizdeki haklarını ihlal eden şeyleri yapma hakkımızın olmadığı sonucuna varır (örneğin intihar etmek). O halde Kirk’in eleştirisinin itkisi geleneksel doğal hukuk teorilerinin, ister Tomist ister Locke’cu olsun, ahlak dışı olarak değerlendirdiği şeyleri yapma hakkına ısrar bağlamında liberteryenizmin tabiatı gereği muhafazakarların yükümlülüklerimizin dayanağını oluşturduğunu düşündükleri metafizik zemini reddetmesidir.
Kirk’in ikinci eleştirisi “düzen”in özgürlükten veya adaletten önce geldiğidir zira özgürlük veya adalet “düzen makul bir ölçüde sağlandıktan sonra tahsis edilebilir”. Ancak Kirk liberteryenlerin “soyut Özgürlüğü öncelediğini” ve bundan dolayı methettikleri özgürlüğü tehlikeye soktuklarını iddia etmektedir. Bu görüşe bazı liberteryenler şöyle cevap vermektedir: bireylerin yaşam, özgürlük ve mülkiyet haklarına yönelik saygı düzenin temelini oluşturmaktadır zira bu “görünmez el” mekanizması tarafınca düzenin ortaya çıktığı gönüllü faaliyetleri mümkün kılmaktadır. Bu anlaşmazlık bizi Kirk’in üçüncü eleştirisine sürüklemektedir. Bu eleştirinin okları liberteryenizmin “sivil toplumu bir arada tutan şey parayla yakından bağlantılı olan kişisel çıkardır” görüşüne yöneliktir. Kirk için, liberteryenlerin başvurduğu piyasa mekanizmalarının toplumdaki fertlerin birbirlerini salt olarak karşılıklı fayda zemininden hareketle sözleşmeler yapan iktisadi ortaklardan daha fazlası olarak gördükleri ahlaki bir çerçeveyi zorunlu olarak gerektirdiğini söylemektedir. Kirk, Burke’ye benzer şekilde toplumun “ölüleri, yaşayanları ve doğacakları birleştiren bir ruhlar topluluğu” olduğunu söylemektedir. Bu düşünce çizgisi yon yıllarda özgür bir toplumun iktisadi, siyasi ve hukuki kurumlarının vatandaşlar arasındaki karşılıklı güven bağlamında işleyebileceğini söyleyen Roger Scruton tarafınca takip edilmiştir. Bu durum soyut haklar ve akılcı (rational) kişisel çıkardan çok daha derin bir biçimde işleyen toplumsal bağlar ve bağlılıklar—dini, etnik ve kültürel— tarafınca tanımlanıp müşterek bir biçimde paylaşılan bir toplumsal üyeliği gerektirmektedir.
Kirk’in dördüncü eleştirisi liberteryenlerin genellikle insan doğasının iyi ve faydalı olduğuna ancak belli toplumsal kurumlarla zarar gördüğüne inanmaları olduğudur. Bunun tersine muhafazakarlar insan doğasının namükemmel ve mükelleştirilemez olduğuna, en azından bu hayatta, inanmaktadırlar. Muhtemelen burada Kirkin aklında olan şey insanoğlunun ve onun aklının kapasitesinin herhangi birinin Ayn Rand gibi yazarlarda bulabileceği türden kutsanması durumudur. Ancak bütün liberteryenler bu temaya aynı türden bir vurgu yapmamıştır. Yine de liberteryen düşüncede varolan toplumların eksikliklerini bireylerden ziyade kurumlara ve özellikle de devlete atfetme eğilimi ağır basmaktadır. Kirk’in beşinci eleştirisi bu tutumu doğrudan hedefleyip liberteryenizmin “büyük zalim devlet” görüşü ile muhafazakarlığın “devlet insan doğasının kendini gerçekleştirmesinin ve insan medeniyetinin gelişimi için doğal ve gereklidir” görüşünü kıyaslamaktadır.” Bu fikir de devleti insanlar arasındaki sözleşmelerden türemeyip nesnel bir doğaya sahip olan, aile ve kilise gibi bir toplumsal kurum olarak değerlendiren Tomistik doğal hukuk geleneğinden kaynaklanmaktadır.
Bu argümanın oluşumu sırasında Kirk aynı zamanda liberteryenlerin “devlet aygıtı” ile “hükümeti” karıştırdığını, gerçekte hükümetin devletin geçici bir aracı (instument) olduğunu söylemektedir. Devlet hükümetin içinde bulunduğu organik sosyal bütündür ancak onun asıl işlevi yürütme organı olması hasebiyle ortak iyiyi (common good) tehdit edebilecek olan bireysel tutkuları ve çıkarları sınırlamaktır. Bazı liberteryenler (örneğin hükümet eyleminin kamu tercihi analizinin savunucuları) buna hükümet yetkililerinin özel şahıslardan farklı olmayarak bencil tutkular ve çıkarlar tarafınca güdülendiğini söyleyip itiraz edeceklerdir. Ancak muhafazakarlar modern dünyada bu gerçeğin baskın olan bireyci ethos yüzünden olduğunu ve bu ethosun bütün insan ilişkilerini pazar (market) faaliyetlerine göre belirlediğini iddia etme* eğilimindedirler. İlahi olan tarafınca belirlenen doğal bir kurum olarak görülen “geleneksel devlet” düşüncesi yerini klasik liberalizmin öz çıkarı geliştirmek için toplum sözleşmesi tarafınca yaratılmış olan “insan yapımı devlet”ine bıraktığında, eski noblesse oblige ideali ve kutsal bir emanet olarak tanrı tarafınca insanlara özel çıkardan ziyade kamu çıkarı için bahşedilen “devlet” ideali tahrip edildi. Muhafazakar bakış açısına göre modern devletin patolojilerinin liberteryen eleştirileri bir doktorun kendi hastasına enjekte ettiği hastalığın teşhisine benzemektedir.
Kirk’in son eleştirisi, liberteryenizmin bu dünyanın “ego/ben” için olduğu sanrısında olduğu ve toplumun korunumunun bağlı olduğu “görev, disiplin ve fedakarlık”tan kaçındığı yönünde. Bu görüş eski roma “pietas”ı bağlamında saygısızcadır; yani liberteryenler antik inançlara, geleneklere, doğal dünyaya veya ülke sevgisine saygı duymamaktadırlar. Bu suçlamalar adil değil gibi gözüküyor zira birçok liberteryen dindar ve vatanseverdir. Ancak Kirk’in eleştirisi muhtemelen liberteryenlerin kişisel saikalarına değil, bunun yerine felsefelerinin implikasyonlarına yöneliktir. Muhafazakarların liberteryenizmde eleştirmeye eğilimli oldukları şey liberteryenizmin bizim diğer insanlara yönelik açıkça rızamız olmasa da uygulanabilir pozitif yükümlülüklerimiz olmadığı konusundaki ısrarıdır. Çoğu muhafazakar aslında bu türden yükümlülüklerimizin olduğunu iddia etmektedirler: ebeveynlerimize, çocuklarımıza, diğer soydaşlarımıza; ülkemize, ve en azından bazı koşullar altında toplumdaki ihtiyaç sahiplerine. Bu yükümlülükler muhafazakarların en az liberteryenler kadar şiddetle karşı çıkacağı egaliteryan adalet konseptine dayanmamaktadır, bunun yerine organik ve dürüst bir biçimde egaliteryan olmayan bir toplum görüşüne dayanmaktadır. Kirk, Marcus Aureliustan bir alıntı yapmıştır: “işbirliği için doğduk, eller gibi, ayaklar gibi”. Hepimiz eşit bir onura veya göreve sahip değiliz ancak her birimiz toplumda yeri doldurulamaz bir rol oynamaktayız. Toplumun en güçlü fertleri eğer güçlerinden feragat edemiyorlarsa en azından bu gücü toplumdaki en zayıflara yardım etmek için kullanmak gibi bir göreve/ödeve sahiptir. Muhafazakarlar bu yardımın ilk olarak ailelerden, kiliselerden ve ihtiyaç sahiplerine yakın olan özel kuruluşlardan gelmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Ancak hükümetin bu husustaki görevi, özellikle yerel seviyede, dogmatik bir biçimde saf dışı bırakılamaz.
Bu nedenle Scruton Nozick’in vergilendirmenin zorla çalıştırmakla eş değer olduğu iddiasına karşı çıkarak “böyle bir argümanı kabul edersek o halde muhafazakar teşebbüsü (enterprise) ortadan kaldırırız ve vatandaşların birbirlerine ve devlete bağlı oldukları yükümlülük örüntülerini kabul etmeyi sonlandırırız” demiştir. Birçok muhafazakarın düşündüğü gibi eğer devlet kamu yararını sağlamak için var olan doğal bir kurumsa, o halde işlevini yerine getirmesine yardımcı olacak gerekli araçlara sahip olabilmesi için onun gelirimizin bir kısmına sahip olmaya hakkı vardır. Muhafazakarlar güçlü mülkiyet haklarını destekleme eğiliminde olmalarına rağmen birçoğu mülkiyeti toplumsal bir işleve sahip bir şey olarak değerlendirmektedirler. Bu durum, en azından belirli tanımlanmış koşullar altında, diğerlerinin bizim zenginliğimizin fazlası üzerinde hakkı olduğu sonucuna bizi götürmektedir.
Bir liberteryenin bu türden muhafazakar eleştirilere yönelik verebileceği cevaplar muhtemelen büyük ölçüde Meyer’in eklemlemeci/kaynaştırmacı görüşüne ilgi gösterip göstermediğine dayalı olacaktır. Muhafazakarların başvurduğu Burkecu gelenekselciliğin ve doğal hukuğun öncüllerine sempati duymakta olan bir liberteryen, Kirk ve diğerlerinin bunlardan çıkarsadığı sonuçlardan bir yandan kaçınacakken bir yandan da muhafazakar eleştirileri ciddiye almak zorunda kalıp bu öncülleri korumanın bir yolunu bulması elzem olacaktır. Liberteryenizmin faydacı veyahut sözleşmeci kanatlarına bağlı olanlar ise yüksek ihtimalle bu türden muhafazakar öncülleri daha en başta çekici bulmayacaktır ve muhafazakar eleştirilerden daha az rahatsız olacaklardır.
Gerçekten çok güzel bir çeviri olmuş. Önsöz de yerli yerinde ve konuya hakim biri tarafından yazıldığı ortada. Hasan Ayeri tebrik ediyorum
Burada kavramlar birbirine karışmış.
Liberteryenizmin karşıtı muhafazakarlık değil, otoriteryenizm. Ayrıca liberteryenizm = bireyselcilik, otoriteryenizm = kolektivizm benzetmeleri de yapılabilir. Belki otoriteryenizm ile otoriterinin/sistemin muhafazası (muhafazakarlık) ilişkilendirilebilir, Liberteryenizm ile de sistemin reforme edilmesi ya da ileriye götürülmesi (progressivism) ilişkilendirilebilir.
Liberteryenizm – otoriteryenizm eksenine liberteryenizme ilerledikçe regülasyonların (kurallar sisteminin) gevşetilmesi düşünülürken, otoriteryenizme kaydıkça kuralların çoğaltılması ve sıkılaştırılması anlaşılır.
Bu ikisinden herhangi birinin toplumda çok uç düzeyde bulunması da zararlıdır. Aşırı katı (değişmez/dogmatik) sistemler zamanın değişen ihtiyaç veremez hale gelecekler, aşırı gevşek (uç-liberteryen) sistemlerde de toplum düzeni bireylerce sağlanamayacak, herkes kendine özgü kurallarını işletmeye çalıştığı düzensiz kaotik bir sistem ortaya çıkacaktır (vahşi batı ya da anarşizm gibi).
Dolayısıyla her iki uç ta sıkıntılıdır. İkisinin ılımlı uygulandığı, zaman geçtikçe mevcut kurumları yenileyip sistemi reforme eden bir karma sisteme ihtiyaç vardır.
İki görüşün de savunucularının ayırdına varamadıkları şey, her insanı kendileri gibi zannettikleri için kendi fıtratlarına uygun sistemin (muhafazakarlık ya da progressivizm) toplumun tüm kesimlerine de uyacağını varsaymalarıdır. Liberteryenizm, herkesin liberteryen fıtratta olduğu toplumlarda, muhafazakarlık da herkesin muhafazakar fıtratta olduğu toplumlarda sorunsuz işleyecektir ama yeni bireylerin hangi fıtratta doğacağını kontrol etmek mümkün olmadığından sistem işlemez hale gelecektir.
Bakınız: https://qph.fs.quoracdn.net/main-qimg-5c543cb39aeb9f8c2310b8f18f5e9ee2