/

Judith Jarvis Thomson’un “Bir Kürtaj Savunusu” Üzerine Bir İnceleme

4438 görüntülenme
37 dk okuma süresi
Emre Bilgiç

Emre Bilgiç

Ankara Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu. Master çalışmasını Ankara Üniversitesi Sistematik Felsefe ve Mantık Anabilim Dalı'nda tamamladı. Master tezinin başlığı, "Fichte Felsefesinde Wissenschaftslehre'nin Temel İlkelerine göre Hukuk ve Ahlak arasındaki Ayrım". Ankara Üniversitesi, Sistematik Felsefe ve Mantık Anabilim Dalı'nda doktora çalışmasını sürdürüyor. Başlıca ilgilendiği alanlar, Kant felsefesi ve Kantçı felsefeler, Hukuk felsefesi, Dil felsefesi, Feminizm ve Etik. Hobileri basketbol ve yüzme.

Yazar: Emre Bilgiç

Judith Jarvis Thomson’un “Bir Kürtaj Savunusu” Üzerine Bir İnceleme

 1. Kürtaj karşıtı argüman

(1) Her insanın yaşama hakkı vardır.

(2) Fetüs bir insandır.

(3) Fetüsün yaşama hakkı vardır. (1,2)

(4) Her insanın bedeni üzerinde tasarrufta bulunma hakkı vardır.

(5) Hamile kadın bir insandır.

(6) Hamile kadının bedeni üzerinde tasarrufta bulunma hakkı vardır. (4,5)

(7) Yaşama hakkı, beden üzerinde tasarrufta bulunma hakkından üstündür.

(8) Fetüsün yaşama hakkı, hamile kadının bedeni üzerinde tasarrufta bulunma hakkından üstündür. (3,6,7)

(9) Hamile kadının kürtaj hakkı yoktur. (8)

 

2. J. J. Thomson’un Kürtaj Savunusu

Kürtaj üzerine yapılan tartışmaların büyük bir bölümü (2) üzerinedir. Thomson, bu kısır tartışmaya girmek istemediğinden, (2)’nin doğru olduğunu varsaydığı bir kürtaj savunusu yapar. Thomson’un itirazı (1)’in anlamına yöneliktir. Yaşama hakkının kapsamını sorgulayarak, bazı özel durumlarda bir kişinin yaşamını sonlandırmanın onun yaşama hakkına müdahale anlamına gelmediğini öne sürer. Thomson bu iddiasını birtakım düşünce deneyleriyle desteklemeye çalışır.

Thomson en meşhur düşünce deneyi ‘kemancı’ şu şekildedir:

Bir sabah uyandığınızda kendinizi bir hastanede bulursunuz. Müzik Sevenler Derneği’ne mensup bir grup insan, ölümcül bir böbrek hastalığı olan bir kemancıya böbrek bulma adına, tıbbi kayıtları incelemişler; bu kayıtlarda sizin kan ve doku örneklerinizin kemancıyla uyumlu olduğunu tespit etmişler; sizi kaçırmışlar ve kemancının kanındaki zehri temizlemesi için sizin dolaşım sisteminizi kemancıya bağlamışlardır. Hastane yöneticisi yanınıza gelir ve size kemancıyla olan bağlantınızı koparırsanız kemancının öleceğini, ancak bağlantıyı koparmazsanız 9 ay içinde kemancının böbreğini tedavi edebileceklerini söyler.

Kürtaj karşıtı argümanın aynısı bu örneğe de uygulanabilirdir:

 

(1) Her insanın yaşama hakkı vardır.

(2) Kemancı bir insandır.

(3) Kemancının yaşama hakkı vardır. (1,2)

(4) Her insanın bedeni üzerinde tasarrufta bulunma hakkı vardır.

(5) Siz bir insansınız.

(6) Bedeniniz üzerinde tasarrufta bulunma hakkınız vardır. (4,5)

(7) Yaşama hakkı, beden üzerinde tasarrufta bulunma hakkından üstündür

(8) Kemancının yaşama hakkı, bedeniniz üzerinde tasarrufta bulunma hakkınızdan üstündür (3,6,7).

(9) Bağlantıyı koparma hakkınız yoktur (8).

 

Bu argüman, kürtaj argümanıyla birebir aynı olmasına rağmen sağduyuya daha aykırı görünür. Makale geneline bakıldığında, Thomson temelde şu üç soruya cevap vermemizi istiyor gibidir:

 

(i) Bağlantıyı koparma hakkınız var mıdır?

 

(ii) Bağlantıyı koparma hakkınız yoksa, bu işlemin yaşamınıza mal olmasının mümkün olduğu veya yüzde yüz olasılıkla yaşamınıza mal olacağı bir durumda da mı yoktur?

 

(iii) Bağlantıyı koparma hakkınız yoksa, tedavi süresinin daha uzun—örneğin 9 yıl—olduğu bir durumda da mı yoktur? Bağlantıyı koparma hakkınız varsa, tedavi süresinin daha kısa—örneğin 1 saat—olduğu bir durumda da mı vardır?

 

(i)’e cevabımız evetse, ya beden üzerinde tasarrufta bulunma hakkının yaşama hakkından üstün olduğu durumlar vardır ve (7) yanlıştır ya da kemancının yaşamını sonlandırmak yaşama hakkına aykırı değildir ve (8)’den (9) çıkmaz. Durum böyleyse, kürtajın da meşru olabileceğini kabul etmemiz gerekir.

 

(i)’ye cevabımız evet olsa da, kemancı örneğinin hamilelik durumundan ziyade cinsel saldırı sonucu gerçekleşen hamilelik durumuna benzediği savunulabilirdir; zira dolaşım sisteminizi kemancınınkine bağlarlarken gönüllü değilsinizdir. Ancak bu durumda yeni bir soruyla karşılaşırız: ‘Kemancı masum bir insan değil midir?’ veya bunu kürtaj durumuna uygularsak ‘Cinsel saldırı sonucu meydana gelen fetüs daha mı az insandır veya daha mı az masumdur?’. Saldırıyı fetüs yapmadığına göre, cinsel saldırı sonucu meydana gelen fetüs ile gönüllü birliktelik sonucu meydana gelen fetüs eşit masumiyete sahiptir ve tanım gereği ikisinin de eşit düzeyde insan olduğu açıktır. Bu nedenle kürtaj karşıtı argüman tutarlı kalmak istiyorsa 14 yaşındaki bir kız çocuğunun cinsel saldırı sonucu hamile kaldığı bir durumda da kürtajı reddetmelidir.

 

(i)’e cevabımız hayırsa, (ii)’ye cevap verilmelidir. Kemancının yaşaması, yaşamınıza mal olacaksa ne yapmalısınız? Görünen o ki kemancı sizinle eşit düzeyde yaşama hakkına sahiptir. Her durumda kürtajı reddedenler, doğumun annenin ölümüne sebep olacağı durumlar için şu akıl yürütmeyi gerçekleştirirler:

 

(1) Kürtaj doğrudan öldürmektir.

(2) Kürtaj yaptırmamak hamile kadını ölüme terk etmektir.

(3) Birini öldürmeme ödevi, birini hayatta tutma ödevinden daha bağlayıcıdır.

(4) Kürtaj yaptırmamak hamile kadının ölümüne mal olacaksa bile yapılmamalıdır. (1,2,3)

 

Bu argümanı kabul edip kemancı örneğine dönecek olursak, yapılan işlem sonucu ölecek dahi olsanız yine de bağlantıyı koparma hakkınız yoktur. Dolayısıyla, 14 yaşındaki bir kız çocuğunun cinsel saldırı sonucu hamile kaldığı ve bu hamilelik sonucunda yaşamını kaybedeceği bir olasılıkta bile fetüsü aldırma hakkı yoktur.

Ayrıca hak meselesinin süreyle veya zorluk derecesiyle bir alakası olmamalıdır. Bu nedenle (iii) sorulmalıdır. Kemancının bağlı kalma süresi 9 yıl olsaydı, yine de bağlantıyı koparma hakkımız olmayacak mıydı? Bağlantıyı koparma hakkımız olduğunu varsayalım, kemancı sadece 1 saat içinde iyileşecek olsaydı bu hakka yine de sahip olur muyduk? Elbette ki bu süre 1 saat olsaydı ve bu işlemin bize hiçbir zararı olmayacak olsaydı, bu bağlantıyı koparmamız ayıplanırdı. 14 yaşındaki bir kız çocuğunun cinsel saldırı sonucu hamile kaldığını ve hamilelik süresinin 9 yıl olduğunu düşünelim. Her durumda kürtaj karşıtı olan argüman tutarlı kalmak istiyorsa, bu durumda da kürtaja karşı olmalıdır. Diğer yandan, hamilelik süresi 1 saat olsaydı ve doğacak çocuğu devlet alıp yetiştirseydi, kürtajı ayıplayanlar olacaktı. Ancak her ayıplanma bir hak doğurmaz.

Thomson her ayıplanmanın bir hak doğurmadığını ortaya koymak için çeşitli örneklere başvurur. Bunlardan birincisi şu şekildedir: İki kardeşe tek bir çikolata paketi verilir. Birinci durumda çikolata paketi ikisine alınmıştır; ikinci durumda büyük kardeşe alınmıştır. Her iki durumda da büyük kardeşin çikolata paketini tek başına bitirmesi ayıplanır ama sadece birincisinde küçük kardeşin çikolatada hakkı vardır. Ayıplanmak, karşı tarafa hak doğurmaz.

Thomson’un bu konuyla ilgili ortaya koyduğu bir düşünce deneyi şu şekildedir: Ateşli bir hastalık geçireyim ve beni iyileştirecek tek şey, Henry Fonda‘nın soğuk ellerini alnıma koyması olsun. Bu durumda olmam, Henry Fonda üzerinde hakkım olduğunu göstermez. Henry Fonda elini alnına koymak zorunda değildir.

Henry Fonda yan odada bile olsa, bu hak durumu değişmez. Henry Fonda’nın yan odada olup gelmemesi ile Batı kıyısında olup gelmemesi arasında hak olarak bir fark yoktur. Elbette ki yan odada olduğu halde gelmemesi daha çok ayıplanır. Ancak zorluk derecesi hakkı etkilemez. Dolayısıyla, kemancının 1 saat bağlı kalacak olmasıyla 9 yıl bağlı kalacak olması arasında hak bakımından bir fark yoktur. Bağlantıyı kopardığımız durumda ilkinde ayıplanıp ikincisinde ayıplanmamamız farklı bir konudur. Sonuç olarak hamilelik süresinin 1 saat olması ile 9 yıl olması arasında, kürtaj hakkı açısından bir fark yoktur.

Thomson fetüsün yaşaması ile hamile kadının bedeni üzerindeki tasarrufu arasındaki çatışmanın ikincisi lehine meşru bir biçimde giderilebileceğini gösterir. Buraya kadar yapılan akıl yürütmede, en azından ‘siz izin vermeden kimse sizin böbreğinizi kullanamaz’ gibi bir sonuca varıldıysa, başkasının yaşama hakkının bazı koşullarda onu hayatta tutma ödevini içermediğini söyleyebiliriz. Yani yaşama hakkı, bir kişinin yaşaması için asgari koşulları sağlamayı içermez.

Buna itiraz olarak ‘yaşama hakkı en azından, her durumda öldürülmemeyi içerir ve kürtaj öldürmektir’ denirse, kemancı örneğine yeniden dönülebilir ve bağlantıyı koparmanın kemancıyı öldürmek anlamına gelip gelmediği sorgulanır. Bağlantıyı koparmak, kemancıyı öldürmek anlamına gelmiyorsa, kürtaj yaptırmak da fetüsü öldürmek anlamına gelmez. Bağlantıyı koparmak kemancıyı öldürmek anlamına geliyorsa, yaşama hakkının sadece haksız yere öldürülmemeyi içerdiğini söyleyebiliriz. O halde kürtaj yaptırmak yaşamı sonlandırmasına rağmen yaşama hakkını ihlal etmeyebilir. Öte yandan, kemancının benimle bağlantı halinde olması, bana sadece bu bağlantıyı koparma hakkını verir. Bir mucize olur da kemancı yaşarsa gidip kemancıyı öldürme hakkım yoktur. Aynı şekilde fetüs aldırıldığında kuvözde yaşayabilecekse, kişinin bir çocuğu olduğu fikrinden rahatsızlık duyması, bu fetüsü öldürme hakkını ona vermez.

Kemancı örneğindeki kişinin kemancıya karşı sorumlu olmadığı, ancak ebeveynlerin fetüsün bakımı ve korunmasından sorumlu olduğu iddia edilebilir. Bu durumda ebeveynlerin bu sorumluluğu nasıl üstlendiği tartışılmalıdır. Örneğin, 14 yaşında cinsel saldırı sonucu hamile kalan birinin, karnındaki fetüsün sorumluluğunu üstlendiğini söyleyebilir miyiz? Burada bu kızın bu sorumluluğu üstlenmemesi için yapması gereken şey ne olabilirdi? 13 yaşında rahmini aldırmak veya cinsel saldırıya uğrayabileceği hiçbir yerde olmamak mı? Sonuç olarak, tek başına biyolojik bağlantı sorumluluk üstlenme için yetersiz görünmektedir.

Kişinin fetüsü korumayı üstlenip üstlenmediği gönüllü birliktelikler üzerinden tartışılabilir. Gönüllü birlikteliğin korunarak veya korunmayarak yaşandığı iki olasılığı düşünelim.

Korunarak yaşanan gönüllü birliktelik sonucu fetüsün meydana gelmesi mümkündür. Yeterli korunma ne anlama gelir? Fetüs meydana gelmişse yeterince korunulmadığı söylenebilir mi?

Thomson’un burada başvurduğu düşünce deneyi ‘insan-bitkiler’dir.

İnsan-bitkilerinin tohumlarının polenler gibi havada uçtuğunu düşünün. Bu polenlerden bazıları evinize girmiş ve salonunuza kök salmış olsun. Bu durum özelinde yeterince korunmamak ne anlama gelebilir? Evi havalandırmak için dahi olsa camı açmamak mı? Diyelim ki camı hiç açmıyorsunuz; en güçlü camı yaptırdınız; cam kusurlu çıktı; polen içeri girdi ve salonunuza kök saldı. Artık bu insan-bitkilerinin salonunuzu kullanmaya hakkı vardır diyebilir miyiz? Size ‘camlı bir evde oturuyorsunuz, öyleyse bunun sorumluluğunu üstlendiniz’ diyebilirler mi?

Thomson fetüsün meydana gelmesinin yeterince korunulmadığı anlamına gelmediğini gösterir. Böylece yeterince korunduğunu iddia eden bir kadının, hamile olması durumunda bunun aksini ispatlamak mümkün görünmez. Hamile kadının korunmadığını tespit etmek mümkün olsun ve bu olasılıkları tartışalım.

Korunmayarak yaşanan bir gönüllü birliktelik sonucu meydana gelmiş bir fetüsün, hamile kadının yaşamını tehdit ettiğini düşünelim. Bu durumda yeniden iki kişinin eşit düzeyde yaşama hakkına sahip olduğu bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Kişi bu sorumluluğu alarak hamile kaldıysa, meşru müdafaa hakkı hala geçerli midir? Meşru müdafaa hakkı geçerliyse, aynı şekilde fetüsün de meşru müdafaa hakkı olduğu ve birinin onun yerine bu hakkı koruyabileceği söylenebilir mi? Üçüncü taraf bu konuda ne yapmalıdır?

Üçüncü taraf (örneğin bir sağlık kurumu), hem hamile kadının hem de fetüsün, hem yaşama hakkına hem de meşru müdafaa hakkına sahip olduğunu öne sürerek tarafsız kalmak isteyebilir; ancak bu gerçekten tarafsız kalmak mıdır?

Thomson’un burada başvurduğu düşünce deneyi ‘genişleyen çocuk’tur.

Kendinize ait bir odayı bir çocukla paylaşmaya karar veriyorsunuz, ancak çocuk sürekli genişlemeye başlıyor. Çocuğun genişlemesi odanın duvarlarını patlatana kadar devam edecek ve dolayısıyla odada sıkışıp öleceksiniz, fakat çocuk ölmeyecektir. Bu durumda insanların yaşamını korumakla görevlendirilen üçüncü bir taraf, müdahalede bulunmayarak tarafsız kaldığını iddia edebilir mi?

Bu konuyla ilgili olarak Thomson’un verdiği bir başka örnek şu şekildedir: Jones ve Smith kaban giymezlerse soğuktan donarak ölecekler. Jones, Smith’in kabanını bulup giysin. Smith, Jones’tan kabanını geri almak istediği için üçüncü bir tarafa başvurabilir. Üçüncü taraf bu meseleye karışmak istemezse bu bir tarafsızlık anlamına gelmez. Öte yandan, üçüncü tarafın yardım etme zorunluluğu olduğu anlamına da gelmeyebilir; yine de en azından üçüncü tarafın bu konuya karışma hakkı yoktur denilemez.

Bununla birlikte, kişinin canını kurtarma pahasına başkasını öldürme hakkı yoktur denilebilir. Örneğin, Bir X kişisi Y’yi öldürmediğinde başkaları tarafından öldürülecek olsun. X’in kendi canını kurtarma pahasına Y’yi öldürme hakkı yoktur. Thomson bu konunun, hamilelik durumundan farklı olduğunu öne sürer; zira hamilelik durumunda, yaşamı tehdit altında olan hamile kadın ve onun yaşamını tehdit eden fetüs olmak üzere sadece iki kişi vardır.

Thomson’a göre, kürtaj tartışmasıyla ilgili oldukça hayati olan bir diğer konu, kürtaj karşıtlarının bütüncül bir hukuk algısına sahip olmamalarıdır. Kürtaj karşıtları, tutarlı olmak istiyorlarsa, ahlaka ilişkin tutumlarının kanunun geneline yayılmasını istemeliler. Thomson burada ahlaka ilişkin tutumları iyi samiriyelilik [Good Samaritanism] ve makul samiriyelilik [Minimally Decent Samaritanism] olmak üzere ikiye ayırır. Örneğin, bir suç olayını görüp müdahale eden iyi samiriyelidir; polisi arayan kişi makul samiriyelidir. Kemancının 9 ay boyunca bağlı kalmasına izin veren kişi ve Batı kıyısından gelen Henry Fonda iyi samiriyelidir. Kemancının 9 ay bağlı kalacağı durumda buna izin vermeyecek olsa da, kemancının bir saat içerisinde iyileşeceği olasılıkta bağlı kalmasına izin veren kişi ve Batı kıyısından gelmeyecek olsa da yan odada bulunduğunda gelecek olan Henry Fonda makul samiriyelidir.

Thomson, Kitty Genovese vakasını örnek olarak gösterir ve bu olayda müdahale etmek bir yana polisi aramayanların bile kanunen cezalandırılmadığını söyler. Yani kanun o anki haliyle iyi samiriyelilik bir yana dursun makul samiriyelilik bile beklememektedir. Buna rağmen kürtaj karşıtları hamile kadından iyi samiriyelilik beklerler. 14 yaşında cinsel saldırı sonucu hamile kalmış bir kızın kürtaj yaptırması, iyi samiriyelilik yapmadığı için ahlaken kusurlu görülmesine neden olabilir. Ancak bunu yapmasını yasaklamak için kanunun iyi samiriyelilik üzerine kurulması gerekir. Çoğu durumda makul samiriyelilik bile beklemeyen bir kanunun, sadece kürtaj konusunda iyi samiriyeliliğe göre düzenlemesini istemek açık bir tutarsızlık ve bütüncül bir hukuk görüşünden yoksunluktur.

 3. J.J. Thomson’un Kürtaj Savunusuna Yöneltilen İtirazların Değerlendirmesi

J.J. Thomson’un kürtaj savunusuna karşı yöneltilen itirazlardan biri Peter Singer’a aittir. Singer, ‘kemancı’ ve ‘Henry Fonda’ deneyinden yola çıkarak, Thomson’un haklar teorisinin sonuçlardan bağımsız olduğunu, faydacı ahlak anlayışına dayanmadığını ve bu nedenle bir faydacı açısından reddedilebilir olduğunu öne sürer. Bir insanın yaşamını kurtarmak için tek yol 9 ay boyunca ona bağlı kalmaksa, bir faydacı bu bağlantıyı koparmanın yanlış olduğunu düşünecektir (2011: 133-134).

Singer’ın itirazına en az iki yönden karşı çıkılabilir. Birincisi, Thomson farklı olasılıkları gündeme getirerek kürtajı bazı koşullarda reddetmeyi kabul edilemez hale getirmiştir. Singer bu diğer olasılıkları ele almaz. İkincisi, ‘Thomson’un haklar teorisi faydacı bir temelde kurulmamıştır öyleyse faydacı temelde kurulan bir hukuka uygun olmayacaktır’ demek, hukukun gerçekteki uygulanışını ve hukukun belirli bir bütünlük içerisinde uygulanması gerektiğini göz ardı eder. Thomson’un iyi samiriyelilik ve makul samiriyelilik arasında yaptığı ayrım, hukuk teorisinin bir bütün olması gerektiğini ortaya koymak içindir. Thomson, hukukun şu anki haliyle makul samiriyelilik bile beklemediğini, fakat yine de makul samiriyelilik üzerine de kurulabileceği ortaya koyar, ancak bu durumda bile hala birçok konuda kürtajın serbest bırakılması gerekir. Bütün hukuk makul samiriyelilik üzerine kurulsa bile, hamile kadından hukuken iyi samiriyelilik beklenemez. Bütün hukukun iyi samiriyelilik üzerine kurulması ise pratik olarak mümkün değildir.

Thomson’un kürtaj savunusu aleyhindeki bir diğer önemli itiraz ise “Sorumluluk İtirazı”dır. Bu itiraz, kemancı ve hamilelik arasında kurulan analojinin bazı yönlerden yanlış olduğunu öne sürer. Bu itirazın içerdiği iddiaları Jeff McMahan şu şekilde özetler:

 

(1) Kemancıya bağlanan kişi bu bağlantının sorumlusu değilken, hamile kişi hamile kalmasından sorumludur.

(2) Kemancıya bağlanan kişi kemancının yardıma ihtiyacı olmasından sorumlu değilken, hamile kalan kişi fetüsün ona ihtiyacı olmasından sorumludur.

(3) Kemancıya bağlanan kişinin kemancıyla özel bir ilişkisi yokken, hamile kişi fetüsün annesidir.

(4) Kemancıya bağlanan kişi kemancının ölmesine izin verirken, kürtaj yaptıran kişi çocuğu doğrudan öldürmüş olur. (2002: 364)

 

Thomson (1)’e karşı ‘insan-bitkiler’ düşünce deneyini geliştirmiştir; (3)’e karşı biyolojik bağlantının sorumlu olmak için yeterli olmadığını ortaya koymuştur; (4)’e karşı ise fetüs aldırıldığında ölmeyecekse onu öldürme hakkımız olmadığını savlamıştır.

Özellikle (2) üzerine literatürde yoğun bir tartışma vardır. (2)’deki eleştirinin geçersiz olması için şu soruya hayır cevabı vermek gerekir: Hamile kadının, fetüsün yaşamak için yardıma muhtaç olduğu bir konumda bulunmasına neden olması, fetüse yaşam desteğini sağlamak zorunda olduğunu gösterir mi? Thomson’un argümanını savunanlar bu soruya hayır cevabı verilebileceğini göstermek için yeni bir düşünce deneyi geliştirir:

10 sene önce bilincinde olmayan bir viyolonselist doktora götürülür. Tedavisinin tek yolu bir ilacı kullanmasıdır. Ancak bu ilacın 10 sene sonra ortaya çıkacak olan bir yan etkisi vardır. Şimdi viyolonselist bu ilacın yan etkisi olarak kemancıyla aynı böbrek rahatsızlığından müzdariptir ve doku ve kan örneği sadece ona bu ilacı veren doktorunkiyle uyumludur. Viyolonselistin hayatta kalması, doktora 9 ay bağlanmasına bağlıdır. Doktor viyolonseliste yardım etmek zorunda mıdır? (Silverstein, 1987; Boonin-Vail, 1997; McMahan 2002: 365).

Buna itiraz olarak, bu düşünce deneyinin hamilelikle uyuşmadığı, doktorun buradaki yardımının sadece daha kötü bir durumu önlemek için olduğu, ancak hamilelikte böyle bir durumun söz konusu olmadığı iddia edilebilirdir. Ancak burada tartışılması gereken şudur: Yok olmak, var olmaktan daha iyi bir durum mudur yoksa daha kötü bir durum mudur? Yok olmak var olmaktan daha iyi bir durum ise, kürtaj yaptırmakta bir sıkıntı yoktur. Yok olmak var olmaktan daha kötü bir durum ise, hamile kalan kadının fetüsü daha iyi bir duruma getirdiği söylenebilir ve bu durumda bu düşünce deneyi hamilelikle uyuşur. Öyleyse bu düşünce deneyinde, doktorun kendisini viyolonseliste bağlamak suretiyle ona yardım etmek zorunda olmadığını düşünüyorsak, bu durum hamilelik için de geçerli olmak zorundadır ve kürtaj yaptırmakta hukuken bir sakınca yoktur.

 

Sonuç

Thomson’un makalesine karşı geliştirilen argümanların eleştiriye ısrarla ahlaki yönden devam etmesi, ahlak ve ideal hukuk arasında doğrudan bir ilişki olduğu varsayımı üzerine kuruludur. Ancak ideal hukukun, sistematiklik ve bütünlük gibi çok daha temel değerlerinin olduğu kabul edilebilirdir. Thomson’un yaptığı eleştirinin ihmal edilen fakat en özgün yanlarından biri iyi samiriyelilik ve makul samiriyelilik arasında bir ayrım yaparak, hukukun ahlaki bir tutum almadığını, ama alacaksa öncelikle makul samiriyeliliği bütün hukukun temeli haline getirmesi gerektiğini, ancak ondan sonra hala pratik olarak mümkünse iyi samiriyeliliğe geçiş yapılabileceğini öne sürmesidir. Eğer iyi anlaşılırsa bu eleştiri, örtük olarak da olsa, bir eylemin ahlaki yönden kusurlu olmasının, ona hukuk tarafından izin verilmemesi gerektiği anlamına gelmediğini ortaya koyar. Buradan yola çıkılarak şu iddia edilebilir ki, Thomson kürtajın ahlaken sorunlu olmadığını iddia etmez. Kürtaj bir ahlaksızlık olsa bile buna hukuken izin verilmesi gerektiğini öne sürer (Thomson bu tartışmalarda ‘ahlaken zorlanamaz’ tabirini kullansa da bunun ‘hukuken yasaklanamaz’ anlamına geldiği açıktır). Çünkü hukukun iyi samiriyelilik beklemediğini ve bazı durumlara özel olarak istisna uygulayamayacağını öne sürer. Örneğin, hukuk bir kişiye saldırdıklarında, tarafsız birine onu canı pahasına korumayı emreden bir düzenleme içermiyorsa bunun bir benzerini kürtaj için yapamaz; hukuk Henry Fonda’nın Batı kıyısından gelmesini emredemiyorsa, kürtajı da yasaklayamaz; hukuk sahip olduğum şeyleri açlıktan ölmek üzere olan insanlarla paylaşmamı emredemiyorsa, kürtajı da engelleyemez…

 

Kaynakça

Boonin-Vail, David. “A Defense of ‘A Defense of Abortion’: On the Responsibility Objection to Thomson’s Argument.” Ethics, vol. 107, no. 2, 1997, pp. 286–313. JSTOR, www.jstor.org/stable/2381949. Erişim tarihi: 5 Eylül 2020.

McMahan, Jeff. The Ethics of Killing. New York: Oxford University Press, 2002.

Silverstein, Harry S. “On a Woman’s ‘Responsibility’ for the Fetus.” Social Theory and Practice, vol. 13, no. 1, 1987, pp. 103–119. JSTOR, www.jstor.org/stable/23560286. Erişim tarihi: 5 Eylül 2020.

Singer, Peter. Practical Ethics. Cambridge University Press, 2011

Thomson, Judith Jarvis. “A Defense of Abortion.” Philosophy & Public Affairs, vol. 1, no. 1, 1971, s. 47–66. JSTOR, www.jstor.org/stable/2265091. Erişim tarihi: 1 Eylül 2020.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Yeni Ateizmde “Yeni” Olan Nedir? – Steven Kettell

Önceki Makale

Din Felsefesi ve Bilimsel Dönüş – Aku Visala