//

Nedensellik, Panteizm ve Deizm – Edward Feser

3942 görüntülenme
29 dk okuma süresi
Kualia Analitik Felsefe

Kualia Analitik Felsefe

Kaynak: http://edwardfeser.blogspot.com/2014/12/causality-pantheism-and-deism.html

Çevirmen: Gonca Temel

NEDENSELLİK, PANTEİZM VE DEİZM

 

Agere sequitur esse (“eylem oluştan sonra gelir” veya “hareket varoluşu izler”), Skolastik metafiziğin temel bir ilkesidir. Buradaki fikir şudur: Bir şeyin nasıl hareket ettiği ya da nasıl davrandığı, ne olduğunu yansıtır. Ancak, diyelim ki, bir şey gerçekte hiç hareket etmiyor veya hiçbir davranış sergilemiyor. Söz konusu ilke dikkate alındığında, şeyin gerçekte var olmadığı çıkarımı yapılamaz mı? Çok hızlı gitmeyelim… Sonuçta bir şey gerçekte eyleme dökmese bile hareket yetisine sahip olabilir. (Mesela, şu anda yapmıyor olsanız bile bu sayfadan ayrılabilir ve bunun yerine başka bir web sitesini okuyabilirsiniz.) Bu durum, varoluştan emin olmak için kafi görünüyor. Bir şey var olmasaydı, bir yetiye sahip olduğu söylenemezdi. Ancak, bir şeyin hareket etme veya davranış sergileme yetisinden bile yoksun olduğunu varsayalım. Bu durumda onun gerçekte var olmadığı çıkarımı yapılamaz mı?

Yeterlilik olmadan varılan bu sonucu doğrulamak, Jaegwon Kim’in, Alexander’ın Diktesi olarak adlandırdığı şeyi haklı çıkarmış olacaktır: Gerçek olmak nedensel güçlere sahip olmaktır. (Dikte; ismini, Space, Time, and Deity‘nin 2. cildinde bu ifadeye yer veren Samuel Alexander’dan almıştır. Kim, bunu birçok yerde, örneğin burada tartışmıştır.)

Söylenen, bize çok keskin gelmiş olsa bile – mesela, Platonik Formların var olabileceği, ancak nedensel olarak durağan olabileceğine dayanarak- Alexander’ın Diktesi’nin daha kısıtlı bir versiyonunu yine de doğrulayabiliriz. Mesela, maddi nesnelerin gerçek olması için nedensel güçleri olması gerektiği düşünülebiliriz. Trenton Merricks, cansız makrofiziksel nesnelere karşı eleyici (eliminativist) bir tavrı savunurken, Alexander’ın ilkesinin bu kısıtlı versiyonunu onaylar (Objects and Persons, s. 81). Beyzbol topu veya taş gibi makrofiziksel bir nesnenin gerçek olması için, nedensel güçleri olması gerektiğini savunmaktadır ve yine de (kendi iddiasına göre) bu sözde nesnelerin sadece mikrofiziksel kısımlarının; atomlarının, — (“atomlar”, Merricks için uygun mikro-düzeydeki herhangi bir şeyin yerini tutar) — tüm nedensel işleri yaptığını söylüyor. Beyzbol topları, taşlar ve benzerleri gerçekte hiçbir şeye neden olmazlar. Dolayısıyla beyzbol topları, taşlar ve benzerleri gerçekte mevcut değildir. Var olan, yalnızca beyzbol topu şeklinde düzenlenmiş atomlar, taş şeklinde düzenlenmiş atomlar vb.dir. (Merricks, canlılar konusunda aynı eleyici sonuca varmaz. En azından bilinçli canlılar onun görüşüne göre kendi mikrofiziksel parçalarının üzerinde ve üstünde nedensel güçlere sahiptirler, ve belki de diğer canlılar da öyledir.)

Ben, Merricks’in eleyici çıkarımına kesinlikle katılmıyorum. (Bkz. Scholastic Metaphysics, bölüm 3, özellikle s. 177-84. Okuyucuların halihazırda fark etmiş olabilecekleri gibi, bu, Aristotelesçi bir bakış açısıyla, Merricks’in bile, en azından duyarlı olmayan ile duyarlı olan arasındaki ve belki de inorganik ile organik arasındaki ayrımın, yalnızca mikrofizik açısından açıklamaların dile geldiği doğada kırıldığını düşündüğünü söylemektir.) Ama bana göre, durduğu yerle ilgili sorun, Alexander’ın Diktesi’ndeki bir varyasyona  – aslında doğru olduğunu düşündüğüm bir varyasyona bağlılığı değil.

Maddi bir nesnenin gerçek olması için, nedensel güçlere sahip olması gerektiği tezi, aranedenciliğin panteizme nasıl bir eğilimi olduğunu anlamanın anahtarıdır. Aranedencilik, Tanrı’nın hem İlk Neden olduğu, — diğer ikincil nedenlerin nedensel gücünün kaynağı olması anlamında “İlk”– hem de tek neden olduğu görüşüdür. Ortak akıl, dışarıdaki masada bıraktığınızda, buzlu bir dondurmayı eritenin Güneş olduğunu varsayar; oysa aranedenciliğe göre, güneşte kaldıklarında çubuklu dondurmaları, buz küplerini ve bunun gibi şeyleri eriten, Tanrı’dır. Garajınızdaki duvarı tahrip eden kuru çürüklük için mantarı suçlarsınız; oysa aranedenciliğe göre, mantarın var olduğu vesilesiyle kuru çürümeye neden olan Tanrı’dır. Bu görüşe göre ne güneşin ne mantarın ne de Tanrı’dan başka herhangi bir şeyin nedensel gücü vardır. Hakikaten bir şeyi yapan, yalnızca, Tanrı’dır. Dolayısıyla, maddi nesnelere atfettiğimiz eylem aslında Tanrı’ya atfedilmelidir.

Ancak bu doğruysa ve maddi bir nesnenin gerçek olması için nedensel güçlere sahip olması gerektiği de doğruysa, o zaman, maddi nesneler gerçek değildir. Yalnızca Tanrı gerçektir. Dolayısıyla,aranedencilik doğruysa, burada; Güneş’i bir buzluçayı eritirken ya da bir pencereyi parçalayan bir beyzbol topunu ya da daha başka şeyleri gözlemlediğinizi düşündüğünüzde, gerçekte gözlemlediğiniz şey, yalnızca, eylemde bulunmakta olan Tanrı’dır ve bundan başka bir şey değildir, mantığı vardır. Bunu, Merricks’in, bir pencereyi parçalayan bir beyzbol topu dediğimiz şeyin, beyzbol topu olarak düzenlenmiş atomların, pencere şeklinde düzenlenmiş atomların dağılmasına neden olmasından gayrı, “gerçek” bir şey olmadığı fikriyle karşılaştıralım. Tıpkı, Merricks’in görüşüne göre, beyzbol topları ve pencerelerin atomların düzenlemelerine dönüşmesi gibi, aranedencilikte de dünya temelde Tanrı’ya dönüşerek, bizi bir tür panteizmle başbaşa bırakır. Aranedencilikle bakarsak, “güneş”, “mantar”, “taş”, “beyzbol topları” vb. gerçekte, yalnızca, Tanrı’nın dokuz milyar isminden sadece birkaçıdır (Arthur C. Clarke’dan özür dileyerek) diyebilirsiniz.

Açıklığa kavuşturmak için şunu söyleyeyim, Merricks, onları savunmak şöyle dursun, aranedencilik ve panteizmden söz etmez bile. Ancak, cansız makrofiziksel nesnelerle ilgili eleyicilik argümanı ile aranedencilik arasındaki paralellik, yol göstericidir. Şimdi, Merricks’in durduğu yerin başka bir yönünü ve Tanrı’nın dünya ile ilişkisi hakkındaki bir başka görüşe paralel oluşunu düşünün. Merricks, bir beyzbol topunun atomlarının oynadığı rolün üzerinde ve üstünde, bir pencerenin kırılması durumunda nedensel bir rol oynadığını; atomların tek başlarına bu etkiyi yaratmak için yeterli oldukları sürece, parçalanmanın “üstbelirlendiği” (overdetermined) olacağını savunur. Ancak, bunu doğrulamak için özel bir nedenimiz olmadıkça, böyle bir üstbelirlenimin olmadığını varsaymalıyız. Beyzbol topu, beşinci bir tekerlek, nedensel hikayenin gereksiz bir parçası olabilir. Bu yüzden onu hikayeden çıkarmalıyız. Sadece atomlar gerçektir.

Yinelemek gerekirse, Merricks’in eleyici çıkarımına katiyen katılmıyorum. Ancak buradaki mesele, mikrofizik seviyenin metafiziksel olarak ayrıcalıklı olduğu varsayımıyla ilgilidir (Scholastic Metaphysics’te eleştirdiğim bir varsayım). Merricks’in üstbelirlenimi  reddetmesi ile ilgili bir itirazda bulunmamıza gerek yok. (“Üstbelirlenim” konusunun nedensel determinizm ile ilgisi olmadığını unutmayın. Fikir şudur: A nedeni tek başına bir etki E’yi açıklamak için yeterli olursa, B’nin başka bir nedeni olduğu varsayımı, hesaba katmak için gerekenden daha fazla nedene sahip olması anlamında E’yi, üstbelirlemiş olur. Ortadaki mesele, özellikle A ve E arasındaki ilişkinin belirleyici nedensellik nedenlerinden biri olup olmadığı değildir.)

Şimdi, en güçlü haliyle, Tanrı’nın dünyayı var ettiğini ancak varlığını korumasına gerek olmadığını savunan Deizm’i düşünün. Dünyanın, en azından prensipte, Tanrı’nın sürekli koruma eyleminden ayrı olarak var olmasına izin veren herhangi bir görüş, Tanrı’yı Merricks’in metafiziğindeki beyzbol topu gibi bir şey yapar. Merricks’in görüşüne göre, beyzbol topu görüntüsünü oluşturan atomlar gerçekten tüm nedensel işleri yapıyorlar ve beyzbol topu, atomların etkilerini gereksiz yere üstbelirleyen beşinci bir tekerlek oluyor. Benzer şekilde, eğer doğal dünya metafiziksel olarak, prensipte, Tanrı’nın besleyici  nedensel eylemlerinden ayrı olarak varlığını sürdürebilecekse, o zaman, Tanrı bir beşinci tekerlektir. Onun mevcut dünyayı beslemesi,  üstbelirlenimin bir örneği olacaktır. Dolayısıyla, beyzbol topununun, Merricks’in görüşüne göre, nedensel hikayeden kaldırılması gerektiği gibi, dünyanın prensipte onsuz an be an varlığını sürdürebileceği görüşü göz önüne alındığında, Tanrı da nedensel hikayeden ayrılmak zorundadır. Tıpkı aranedenciliğin panteizme meylettiği gibi, deizm de ateizme meyleder. Tanrı her şeyi yaparsa, her şey Tanrı’dır; eğer Tanrı hiçbir şey yapmazsa, hiçbir şey Tanrı değildir. (Hatırlatayım, Merricks’in kendisi bu teolojik meselelerin hiçbirini ele almıyor. Ben görüşlerini sadece karşılaştırma amacıyla kullanıyorum.)

Bu nedenle, teistin, aranedencilik ve deizm arasında bir orta yola meyletmesi önerilir ve — Aquinas ve diğer Skolastikler tarafından savunulan– eşzamanlılığın (concurretism) yapmayı amaçladığı şey tam olarak budur. Eşzamanlılığa göre, doğal nesneler gerçek, yerleşik nedensel güce sahiptir, ancak Tanrı, işbirlikli neden gibi bir hareket ile “aynı zamana rastlamadığı” sürece, bu güç bir an bile kullanılamaz. Birkaç benzetme: Keskinliği göz önüne alındığında, bir neşterin, künt bir odun parçasında olmayan bir kesme gücü vardır; yine de, cerrah, hastanın etine bastırarak işbirliğinde bulunmadığı sürece, neşter gerçekten kesmeyecektir. Kırmızı tonu göz önüne alındığında, bir cam parçasının karşısındaki duvarın kırmızı görünmesine neden olma gücü vardır; ancak, ışık onun içinden parlayarak işbirliğinde bulunmadığı sürece, cam bunu yapmayacaktır. Benzer şekilde, yaratılan veya ikincil nedenler; Tanrı, Birinci Neden olarak işbirliği yapmadıkça, güçlerini kullanamazlar. Bu güçler doğal nesnelerin “içine inşa edildiğinden”, (keskinlik neşterin içine veya renk tonu camın içine inşa edildiğinden) aranedencilikten kaçınılır. Güçler ilahi bir eşzamanlılık olmadan çalışamayacağı için de, deizmden kaçınılır.

Tanrı’nın dünyayla olan ilişkilerinin tüm modelleri, bu ikisinin arasındaki eşzamanlılıkçı tavrı yeterince aktaramaz. Örneğin, Tanrı’nın dünyayla olan ilişkisini, ruhun bedenle olan ilişkisi ile karşılaştırmak, besbelli ki panteistik (veya en azından panentestik) çıkarımlar doğuracaktır. Birçok kez savunduğum gibi, dünyayı bir tür makine ve Tanrı’yı da bir makinist olarak düşünmek de çok kötü bir misaldir. Elbette dünya bazı yönlerden bir makine gibidir. Örneğin, makineler çok karmaşık olabilir ve dünya da çok karmaşıktır. Ve Tanrı da bazı yönlerden bir makinistle karşılaştırılabilir. Örneğin, makinistler akıllıdır ve Tanrı da akıllıdır. Ancak, her şey hesaba katınca, bu, makine / makinist benzetmesini iyi bir benzetme yapmaya yeterli değildir. Pek tabii, Tanrı bazı yönlerden bir ruhla da karşılaştırılabilir ve dünyayı da bazı yönlerden bir bedenle karşılaştırabiliriz. Mesela, bir ruh gibi, Tanrı da maddeden çok ruhtur; bir beden gibi, dünya da entegre bir sistemdir. Fakat, ruh / beden benzetmesi, Tanrı ve dünya arasındaki ilişki için hala çok kötü bir benzetmedir (en azından klasik bir teist bakış açısından) ve makine / makinist benzetmesi de çok kötü bir benzetmedir.

Yine başka bir yerde sözünü ettiğim gibi (örneğin, Nova et Vetera makalemde “Aristoteles ve William Paley: Aquinas’ın Beşinci Yolu Arasında”), makine/makinist benzetmesinin aranedenci ve deist imaları vardır. Deist imalarını görmek kolay. Makineler otomatik olarak belli bir hızda yol alır ve makinist ölse bile bunu yapmaya devam edebilir. Dolayısıyla dünya bir makine gibiyse, bir makinistin var olması, metafiziksel olarak, gerekli değildir. Doğal olarak, makinistin varlığı hakkındaki “tasarım argümanlar”, en iyi ihtimalle, sadece olasılıksal çıkarımlardır. Ve doğal olarak, Laplace gibi, makinist hipotezinin gereksiz olduğunu söyleyebiliriz. Durum bu olsa da olmasa da, böyle bir makinist ,klasik teizmin Tanrısı olamaz, çünkü klasik teist için dünya, prensipte bile, Tanrı’nın koruma eylemi olmadan bir an için bile var olamaz.

Aranedenci imaları görmek içinse daha ileri bir kavramın tanıtılması gerekiyor. Nedensel güçlerin birçok Skolastik ve Skolastik olmayan teorisyeni için, nedensel güç kavramı, bir  içkin nihailik (immanent finality) kavramıyla el ele gider. Yani, nedensel bir güç, doğası gereği, nihai bir nedenden dolayı belirli bir sonuca veya bir sonuç yelpazesine “yönelir”. Elimdeki örneklere başvurayım mesela, bir kibritin ucundaki fosfor doğası gereği alev ve ısı üretmeye “yönelir”, bir meşe palamudu doğası gereği meşeye dönüşmeye “yönelir” ve saire. Eğer hal böyle olmasaydı, etkili nedenlerin oluşturdukları düzeni sergiledikleri –etkilerinin tipik olarak rastgele değil belirli bir türden olması– gerçeği anlaşılır olmazdı. Kısacası, etkili nedensellik, nihai nedenselliğin var olduğunu farzeder. Dolayısıyla, maddi bir şeyin bir sona doğru doğal bir kesinliği ya da “yönlülüğü” olmasaydı, doğal ya da “yerleşik” bir nedensel gücü de olmazdı. (Hikayenin tamamı için bir kez daha Scholastic Metaphysics‘e, özellikle s. 92-105’e bakınız.)

Erken dönem modernlerinin “mekanik dünya resmi”, her şeyden öte, Aristotelesçi, içkin ya da “yerleşik” bir nihailiğin ya da teleolojiyin reddedilmesiydi. Bu resimde, maddi dünyanın doğasında var olan bir yönelim ya da nihailik yoktur. Atfedebileceğimiz herhangi bir nihai nedensellik veya teleoloji, gerçekten sadece maddi dünyanın kendisine yabancı olan bazı gözlemcilerin (ister insan olsun ister ilahi) zihnindedir. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, ilk modernistler aynı zamanda Brian Ellis’in “pasifist” doğa görüşü dediği şeye – yani, doğal nesnelerin pasif ya da herhangi bir içsel nedensel güçten yoksun olarak düşünüldüğü görüşe de yöneldiler. Bu görüşe göre, doğal nesneler herhangi bir içsel eğilimden dolayı değil, Tanrı’nın sadece onların bu şekilde davranmalarını şart kıldığı ve şartlarını da “doğa kanunları”nda sakladığı için o şekilde davranırlar. Dünyanın bir tür obje olarak görülüşü – örneğin, bir saat; Tanrı da saat  ustası gibi – bu teleolojik olmayan ve pasifist doğa anlayışı tarafından öne sürülür ve pekiştirilir. Tıpkı bir saatin zaman-anlatım işlevi, bir saati oluşturan metal parçalarından tamamen harici olduğu gibi, tüm teleoloji ya da nihailik de doğal düzene göre tamamen haricidir.

Şeylerin bu resmi dolaylı olarak aranedencidir. Eğer nihailik ya da yönelim gerçekten tümden Tanrı’da ise ve katiyen dünyada değilse, o zaman (nedensel gücün içsel nihailığı öngördüğü tezi göz önüne alındığında), nedensel güç gerçekten Tanrı’dadır ve katiyen dünyada değildir. Ve böylece görüş örtük olarak panteisttir. Çünkü maddi bir şeyin nedensel gücü yoksa (üzerine konuştuğumuz, Alexander’ın Diktesi’ndeki varyasyon göz önüne alındığında), o gerçek değildir. Kısacası: İçkin nihailik yoksa, nedensel güç yok; nedensel güç yoksa, maddi nesne yok; yani, içkin nihailik yoksa, maddi nesne yok. Aristotelesçi bir doğa felsefesini terk etmek dolaylı olarak doğayı terk etmektir. (Ev ödevi: Dünyanın Tanrı’ya emilimini, modern teolojide doğanın lütfa emilimiyle ilişkilendirin.)

Ve böylece, tahmin edilebilir ki, bazı modernler deist veya hatta ateist bir yöne giderken, diğerleri radikal bir anti-materyalist ve hatta panteist bir yöne gittiler. Malebranche’nin aranedencilik ve panteizmi, Spinoza’nın tam panteizmi, Leibniz ve Berkeley’in idealizmi ve Kantçı sonrası felsefenin mutlak idealizminden de anlaşıldığı gibi.

Elbette, makine benzetmesi genellikle deist, aranedenci veya panteist niyeti olmayan insanlar – örneğin Paley ve “tasarım argümanının” diğer savunucuları ile çağdaş “Akıllı Tasarım” teorisyenleri tarafından kullanılır. Ve benzetmenin bariz bir popüler çekiciliği var, çünkü sokaktaki adamın  “Saat ustası Tanrı” modelini anlaması; Skolastik’in harekete ve kudrete olan itirazını, özünde sıralı olan nedensel zinciri vesaireyi anlamasından çok daha kolaydır. Ancak metafiziksel olarak bu benzetme yüzeyseldir. Dahası, bu bir teolojik karmaşadır. Bu benzetmenin çıkarımlarını pek bilmeyiz, çünkü bunu kullananlar genellikle üzerine düşünmezler, benzetmenin o andaki savunma ihtiyaçlarına hizmet etmesi onlar için yeterlidir. (Birçok kez söz ettiğim gibi, Kimlik teorisiyle ilgili Thomistic yanlışlıkların altında yatan, tek başına evrim ile ilgili olan her şeyden ziyade, bu benzetmenin doğasında olan metafizik ve teolojik problemlerdir.)

Dünyadan Tanrı’ya akıl yürütmek, doğal maddelerden amaçlarına akıl yürütmektir. Eğer bu akıl yürütme işe yarayacaksa, kişinin sağlam bir nedensellik metafiziği ve sağlam bir madde metafiziği anlayışına sahip olmasında fayda vardır. Makine benzetmesi ve doğal maddeleri içsel nedensel güçten açıkça veya dolaylı olarak mahrum bırakan diğer görüşler, nedensellik ve maddenin kötü metafiziğini pekiştirir.

 

 

2 Comments

  1. Çok teşekkür ediyorum emeklerinize sağlık.
    Elimden geldiğince tüm yazıları okumaya çalışıyorum.
    Wittgenstein üzerine biraz daha fazla yazı olursa sevinirim.

  2. Bu metnin anlaşılması zor. Benim anladığım:

    Gerçek nesneden kasıt evrenin temel taşı olan parçacıklar. Bunların gerçek olmasının sebebi sebep sonuç denklemlerinde yer almaları yani evrenin işleyişinde etki yaratıyor olmaları.

    Metinde bu etkinin kaynağı sorgulanıyor sanırım. İçkin nihailikten kastedilenin ne olduğu anlaşılmıyor. Bununla ilgili vücuttaki organlar bünyenin kendi içsel nihai amaç/ihtiyaçlarına göre mi şekillendi (teleoloji) yoksa o organı rastgele geliştiren bünyeler daha avantajlı hale gelip soylarını devam mı ettirdi (naturalism) gibi bir örnek verilmekte.

    Teleologlar evrendeki nesnelerin kendilerine verilen görevlere göre şekillendiklerini/hareket ettiklerini (içsel özellikleri ya da dışsal bir irade tarafından) düşünmekte imiş sanırım.

    Dolayısıyla 2.paragrafa dönersek, sanırım sorulan soru, gerçek nesnelerin (temel taşlarının) özellikleri rastlantısal mı (yani evrenin oluşumun sebebi değil de sonucu mu) yoksa önceden belirlenmiş mi (yani evrenin varoluşundan önce mi, evrenin varoluşunun sebebi mi)?

    Alıntı: “Bu görüşe göre, doğal nesneler herhangi bir içsel eğilimden dolayı değil, Tanrı’nın sadece onların bu şekilde davranmalarını şart kıldığı ve şartlarını da “doğa kanunları”nda sakladığı için o şekilde davranırlar. Dünyanın bir tür obje olarak görülüşü – örneğin, bir saat; Tanrı da saat ustası gibi – bu teleolojik olmayan ve pasifist doğa anlayışı tarafından öne sürülür ve pekiştirilir. Tıpkı bir saatin zaman-anlatım işlevi, bir saati oluşturan metal parçalarından tamamen harici olduğu gibi, tüm teleoloji ya da nihailik de doğal düzene göre tamamen haricidir.”

    Yukarıdaki alıntıdaki görüş bana mantıklı geliyor. Evren bana kurulu bir düzenek gibi geliyor ve temel taşları çevre şartlarına göre evrimleşmiyor. Evren var olur olmaz ortaya çıkmış sabit özellikleri var. Sanki ana bir denklemdeki sabitler gibiler. Organik canlılar gibi evrimleşen hususlar ise denklemdeki değişkenler. Denkleme etkileri uzun vadede değişiyor, ona göre de denklemin sonucunu etkiliyorlar.

    Bu durumda bu temel taşların özellikleri (nihailiği) içkin olmalı. Bu nihailiğin içkin değil de dışsal olması sanırım bu özelliklerin öncesinde bir Yaratıcı tarafından belirlenmiş olması anlamına gelecektir. Ama bunu doğrulayabilmenin yolu evrenin var oluşundan öncesi bir zamanı gözlemlemeyi gerektirir dolayısıyla şu anda mümkün değil.

    Sanırım evrimleşen canlılar olmasaydı, evren saat gibi işleyen sabitleri olan (içkin nihailik) statik bir denklem olacaktı. Ancak evrim mekanizması (naturalizm), sisteme değişkenler, rastlantısallık ve kaos/dinamizm katmış oldu. Bu sayede denklemin içeriği zamana yayılı olarak değişmekte. Demek ki şu an karma bir sistem işlemekte.

    Peki bu değişkenliğin varlık amacı nedir?

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Komplo Teorileri Çalışmaları – Joseph E. Uscinski

Önceki Makale

Hoşgörü (Stanford Felsefe Ansiklopedisi)