Faydacı Hesapta Mutluluk Kadar Izdırap da Önemlidir – Scott Samuelson

2403 görüntülenme
14 dk okuma süresi
Fatih Köktemir

Fatih Köktemir

Boğaziçi Üniversitesi Çeviribilim bölümü lisans öğrencisidir. İlgi alanları 18. ve 19. Yüzyıl Avrupa tarihi, felsefesi ve kültürüdür.

Daha 20 yaşındayken John Stuart Mill, onu neredeyse intihara sürükleyen bir depresyonun içine düştü. Bu, ızdırap bir şekilde ironikti zira kendisi tamamen mutluluğun maksimizasyonu temel alınarak yetiştirilmişti. Bu filozofun, böyle rasyonel bir felsefenin neden olduğu umutsuzluktan kurtulma yolu bize ızdırapla ilgili önemli bir ders verebilir.

Jeremy Bentham’ın fikirlerinden etkilenen James Mill, oğlunu olabildiğince çok insan için en iyisini hedefleyen faydacı düşünceye uygun bir eğitimle sıkı bir şekilde yetiştirmişti. Yeterince matematiksel olduğundan ötürü müzik de bu eğitimin içinde ufak bir yer edinmişti – bu, “beyin gelişimi için Mozart dinlemenin” erken bir örneği gibi görülebilir. Bunun dışında, somut gelişime faydası olmayan her şey derslerin dışında tutulmuştu. J.S. Mill 15 yaşında Cambridge’e başvurduğunda hukuk, tarih, felsefe, ekonomi, bilim ve matematikte o derece uzmanlaşmıştı ki profesörlerin ona öğretebileceği daha fazla şey olmadığını söyleyerek onu geri çevirdiler.

Genç Mill sosyal reformlar için ne kadar çaba gösterse de, gönlü tam olarak bu reformlardan yana değildi. İçinde intihara meyilli bir ruh barındıran bir faydacı makine haline gelmişti. İyi bir analiz yeteneğine sahip olan umutsuzluk içindeki filozof, sorunu tespit etmekte gecikmedi:

“Sorunu kendimde aramak fikri aklıma geldi: ‘Hayattaki tüm amaçlarının gerçekleştiğini farz et; kurumlarda ve fikirlerde meydana gelmesini istediğin değişimlerin hepsinin şu anda gerçekleştiğini düşün: bu sana büyük bir zevk ve mutluluk getirir miydi?’ diye sordum kendime. Ve bastırılamayan öz bilincim açıkça yanıtladı: ‘Hayır!’ Bu yanıtla birlikte yüreğim gömüldü sanki: tüm hayatımın üzerine kurulu olduğu temel yıkılmıştı.”

Tarihimizin büyük bölümünde ızdırabı bir gizem olarak gördük ve baş edebilmek için de onu karmaşık bir sembolik çerçeveye oturttuk, çoğu zaman da bu çerçeveden yaşamı bir deneme alanı gibi gördük. 18. Yüzyılda ızdırap gizemi; acı ve sefaletin, faydacı reformcuların gözünde Tanrı’nın mükemmelliyetinin kesin inkarına dönüştüğü bir ‘kötülük problemi’ haline geldi. Mill, babasından şöyle bahseder: “Kötülükle dolu bir dünyanın, kusursuz iyilik ve dürüstlük sahibi bir yaratıcının eseri olduğu fikrine inanmayı imkansız buluyordu.”

Bir faydacı için, ızdırabın yaratıcısına tapma fikri saçma olmanın yanı sıra ahlakın amacıyla da ters düşer ve bizi aslında düzeltmemiz gereken şeylere boyun eğmeye iter. Doğal düzene tapmak bizi ahlaklı canavarlara dönüştürebilir. Mill şöyle der: “Gerçek şu ki, insanların hapis ya da idam cezası almasına neden olan hemen hemen her şeye doğanın gündelik icraatlarında rastlanılabilir.”

Mill’in ‘İnsanlık Dini’ diye adlandırdığı şey, eski Tanrı tasarısını bir yana atıp dünyada gerçekleşenlerle ilgili sorumluluk almayı içerir. Yapmamız gereken, Tanrı’nın hiçbir zaman olamadığı o iyi mimar olmaktır.

Dünyayı yeniden tasarlamanın kolay bir iş olmadığı zamanla anlaşılmıştır. Mill, bizim ızdıraba neden olma gücümüzün doğanınkine nazaran küçük olduğunu iddia eder: “Anarşi ve Robespierre’in Terör Dönemi bile adaletsizlik, yıkım ve ölüm bakımından bir veba salgını yahut bir kasırgayla boy ölçüşemez.”

Ancak bu fikri 20. Yüzyıldan sonra da savunmak zordur. Auschwitz’le karşılaştırıldığında 1755 Lizbon Depremi, Hiroşima’yla karşılaştırıldığında bir grip salgını da nedir ki? Potansiyel küresel ısınma ve nükleer savaş felaketleri, kıyametin yalnızca Tanrı’nın imtiyazında olmadığını gösterir.

Fakat sorun yalnızca İnsanlık Dini’nin felaketleriyle sınırlı değildir. Faydacı prensiplere bağlılığımızdan ötürü maddeten gelişim sağlasak da, artan mutluluğumuz her zaman anlamlı hale gelmez. Mill’in bastıramadığı o ‘Hayır!’ yanıtı, ‘terk edenler’ (exiteers) diye adlandırdığım insanlarda da bariz bir şekilde görülür. Sayıları gittikçe artan bu insanlar, aralarındaki ideolojik farklılıklardan bağımsız olarak, bazen de vurucu bir şekilde sistemi terk etmek isterler. Bastırılamayan bu ‘Hayır!’ yanıtı bazen en rahat yaşamlara bile uyuşturucu ve avuntularla susturulmuş rahatsız edici anksiyete biçiminde dadanabilir. Eğer birbirimizi salt fayda bakımından göreceksek, Jean-Paul Sartre’ın Facebook ve Twitter’dan çok önce söylediği şu sözle karşı karşıya kalırız: “Cehennem başkalarıdır.”

Tanrı’yı oynama girişimimizdeki sorun; işçi, yapıcı, bakıcı, sanatçı, öğretmen, öğrenci ve vatandaş gibi riske ve zafiyete açık rolleri üstlenmemiz gerekirken bu oyunun bizi sorunlar ve düzelticiler, pazarcılar ve müşteriler, doktorlar ve hastalar, göstericiler ve izleyiciler, yöneticiler ve yönetilenler, tanrılar ve canavarlar olarak ayırmasıdır.

Kötülük problemi hakkındaki faydacı görüş yarı yarıya doğrudur. Izdırap, en nihayetinde amaç ve inançlarımıza üstün gelir. Aksini iddia etmek kalpsizliktir. Ancak kötülük probleminin Tanrı’yı ve doğanın iyiliğini bir kenara attığı düşüncesi yanlıştır. Temel bir ızdırap boyutunu inkar edersek, daha da ızdırap çekeriz. İnsan olmanın temelinde muazzam bir gizem vardır: ızdıraba karşı koyma ve ona boyun eğme paradoksu. Paradoksun herhangi bir tarafından vazgeçmek, gerçek kötülük problemidir.

Hayattaki en iyi şeyler bizi bu gizem hakkında bilgilendirir. Örneğin sanat, bize trajedilerimizi anımsatarak bizi neşelendirir. Mizah, bize aşağılanmalarımızı göstererek bizi kahkahaya boğar. Bağışlayıcılık, ilişkilerimizi tahrip etmeden bize yargılama ve yargılanma imkanı verir. Özgürlük, bizi hataya açık hale getirerek hayatlarımıza anlam kazandırır. Bütün bu gizemler süreç içerisinde inancı engellemese de, bütün enerjimizi ona tabi de kılmazlar. Maddi gelişim için çoğu zaman yararsız olsalar da, bu yararsızlıkları anlamlı bir yaşam için ziyadesiyle yararlıdır.

Bir başka ironiye bakalım: Mill’i, faydacılık kaynaklı depresyonundan çıkaran şey de ızdıraptı. Bir tarihçinin babasını çocukken kaybettiği yönündeki beyanını okuyan Mill ağlamaya başladı ve ağlamak onu mutlu etti: ‘Umutsuzluğum ortadan kayboldu; bir kütük ya da kaya olmadığımı fark ettim.’

Daha sonra, iç dünyasının ekosistemini besleyen Romantik şiirle tanıştı. Edebiyat, çalışmalarına duygusal bir boyut katarak, ona ızdırap paradoksundan türeyen yeni bir değer anlayışı gösterdi.

En önemlisi de, Mill, evli bir kadına âşık oldu. Harriet Taylor’ın kocası öldüğünde, Mill alaycı bir şekilde şöyle dedi: ‘Bu kötülükten bana kendim için en iyisini elde etme şansı verildi.’ Nihai eşi, Mill’in babasında hayranlık duyduğu o entelektüel coşkuya sahip olmanın yanı sıra, Mill’in yetiştirilmesi sırasında hiçbir zaman elde edemediği şiirin de vücut bulmuş haliydi: ‘Soyut ve salt bilimsel olan her şey bendeydi; insani unsurlar ise ondan geldi.’ dedi Mill eşiyle olan ilişkisi hakkında.

Mill, ızdırap paradoksunu aşk ve edebiyat gibi daha yüksek iyilerin temel haz biçimlerinden daha tatmin edici olduğunu söyleyerek çözmeye çalışır. Bir bakıma bu doğrudur. Ancak bu tatminin koşulları faydacı olmaktan çıkar; daha çok macera, güzellik ve hatta yücelikle ilgilidirler. Siyaset felsefecisi Michael Sandel, Justice: What’s the Right Thing to Do? adlı kitabında şöyle der: ‘Mill, faydacılığı kaba bir haz ve acı hesabına indirgenmekten, faydanın kendisinden bağımsız bir insani haysiyet ve şahsiyet ahlakı idealine başvurarak kurtarmıştır.’

İnsanlık Dini konusunda dikkatli olmalıyız zira hayatlarımızı ona bağlamak, onların içini boşaltır. Fakat Mill’in süreç içerisine şiiri de dahil etme yönündeki ateşli arzusundan öğrenecek çok şeyimiz var. Mill’in eğitimi dışında tutulan şairlerden biri olan George Herbert’ın 1633’te kısaca dile getirdiği paradoksa bir bakalım:

“Yakınacağım, öveceğim yine de

Hayıflanıp, tasvip edeceğim

Acı tatlı günlerime

Yas tutup, sevineceğim”

Faydacılığın yanlışlığını gösterip, bize ızdırabın kapısını açan araçlar olmadan, en mutlu yaşam bile sefilcedir.

Kaynak: https://aeon.co/ideas/suffering-not-just-happiness-weighs-in-the-utilitarian-calculus

1 Comment

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Düşünme Araçları ve Isaiah Berlin’in İki Özgürlük Kavramı

Önceki Makale

Felsefe, Bilim Eğitiminde Neden Önemlidir? – Subrena E. Smith