/

Emin Olma Hakkı Olarak Bilme – A.J. Ayer

2471 görüntülenme
18 dk okuma süresi
Fatih Buharalı

Fatih Buharalı

Bilkent Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans eğitimine devam ediyor. Marksizm, psikanaliz, yapısalcılık ve yapısöküm gibi konular üzerine okuma yapmayı seviyor.

Kaynak metin: ‘Knowing as having the right to be sure’ (Bu makale, Stephen Herington’ın editörlüğünü yaptığı “Metaphysics and Epistemology: A Guided Anthology” adlı kitaptan alınmıştır. İtalik ile yazılmış olan ilk üç paragrafın yazarı da bu editördür.)

Yazar: A.J. Ayer

Çevirmen: Fatih Buharalı

 

Bilgi Bir Tür Objektif Kesinlik midir?

Bir şeyi bilmenin ne demek olduğunun en temel doğasını ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Eğer bir önceki metnin doğru olduğuna inanılacak olursa, o zaman belki de inancın bir tür bilgi olmasının bir koşulu da inancın sağlam bir kanıtla desteklenmesidir. Fakat bu kanıt ne kadar iyi olmalıdır? (Örneğin, çok mu iyi olması gerekir, hatta mükemmel olması?) Kanıta sahip olmak nedir? (Örneğin, bir kişi bir şeyin bir kanıt olduğunun farkında olması, o şeyi bilinçli bir şekilde kanıt olarak kullanması mı gerekir?) Önünüzde duran ve yaygınca bilinen bu çalışma bu soruları ele alıyor. Çalışmanın sahibi, 20. Yüzyıl İngiliz felsefesinin, özellikle Oxford Üniversitesi’nde baskın olan figürlerinden A. J. Ayer’dir (1910-89). Bu seçkide Ayer, bir kişinin bir parça bilgiye sahip olup olmadığını belirlemekteki bazı zorluklara dikkat çekiyor. Bu zorluklar, bir şeyi bildiği iddia edilen kişi tarafından karşılanması gereken sabit bir objektif koşula duyulan ihtiyacın etrafında kümelenir. Bu standart, kesinliğin objektif bir türünü oluşturabilir mi? Ayer oluşturabileceğini öne sürüyor.

Ayer’in söylemeye çalıştığı, bilmenin, bilen kişinin emin hissetmesini gerektirdiği değildir. Emin hissetmenin bilmenin yeterli bir koşulu olduğu da değildir. Ayer’e göre önemli olan, bilgiye sahip olan kişinin emin olma hakkına sahip olması gerektiğidir. Bir inancınızdan tamamıyla emin olduğunuzu düşünün. Hatta inancınızı destekleyen sağlam bir kanıtınız olduğundan da kesinlikle emin olduğunuzu düşünün. Böylesi bir durumda bile, kendinize olan güveniniz tamamen yanlış yönlendirilmiş veya yanlış konumlandırılmış olabilir. Kanıtınızın güvenilirliğini gözünüzde fazla büyütüyor olabilirsiniz. İnancınızın aslında yanlış olduğunu gösteren bir kanıtı atlıyor olabilirsiniz. Bir kişi sahip olduğu bir inanca böylesi bir özgüvenle bağlıyken, sizin o kişinin bu kadar bağlı olmaması gerektiğini düşündüğünüz örnekler bulmak çok zor değildir. Fakat o kişinin inançlarıyla bu bakımdan geçerli olan bir şey, sizin inançlarınız için de geçerli olabilir. Burada önemli olan, objektif bir görev olarak emin olma hakkını anlamamızdır. Ayer’in çıkarım yaptığı şu fikir, bilgiyi kavrayışımızda yer bulmalıdır: Bilmek, buna bağlı olarak objektif bir görev olmalıdır.

Ayer, aynı zamanda bu objektif yolla bir kişinin nasıl yardım görebileceğini de not düşüyor. Olabildiğince güvenilirlikle ve titizlikle bir inanç geliştirmiş olabilirsiniz (örneğin sağlam görüş yeteneğinizi kullanarak). Bu size inancınızın doğruluğundan emin olmak için objektif bir hak verir. Fakat inancınızı ne kadar sağlamlıkla geliştirmiş olduğunuzun farkında olmayabilirsiniz. Basitçe, inancınızı sağlamlıkla geliştirmişsinizdir fakat böyle olduğunuzun farkında değilsinizdir. Bu durumda, inancınız yine de bir bilgi olabilir mi? Örneğin bir çocuk, birtakım inançlar geliştirmekte objektif olarak mükemmel bir koşulu, bu koşul hakkında en ufak bir fikri olmasa bile, karşılayabilir mi – bu, kanıtın öz-bilinçli kullanımını gerektirmeyen bir koşul olsa bile?

Emin Olma Hakkı Olarak Bilme

Şu ana kadar tartıştığımız sorulara bulduğumuz cevaplar henüz bizi bir şeyi bilmenin ne demek olduğunu bildiğimiz bir konuma getirmemiştir. İlk şart bilinen şeyin doğru olmasıdır; fakat bu, bilinen şeyin ne olduğunun bilindiğinden emin olma ek şartını koştuğumuzda bile yeterli değildir. Zira aslında gerçek olan bir şeyden emin olmak, ama yine de bilmemek de mümkündür. Bir kişinin emin olmaya hakkının olmadığı durumlar söz konusu olabilir. Örneğin kazara bir merdivenin altından geçen batıl inançlı bir insan bunun sonucunda başına kötü bir şey geleceğinden emin olabilir ve bu konuda gerçekten haklı çıkabilir. Fakat bu kişinin böyle bir şey olacağını bildiğini söylemek doğru değildir. Sahip olduğu inanca genellikle pek güvenilir sayılmayacak bir akıl yürütme sürecinin sonucunda ulaşmıştır; bu yüzden, öngörüsü doğru çıkmış olsa bile bunun bilgiyle bir ilgisi yoktur. Aynı şekilde, eğer bir kişi matematiksel bir önermenin doğruluğundan geçersizliği kanıtlanabilecek bir kanıta dayanarak emin olsaydı, bu önerme doğru olsaydı bile bildiğine dair ek bir kanıt olmadan bu kişinin önermeyi bildiği söylenemezdi. Fakat bilgi için gerekli olan koşulları şu ya da bu şekilde sağlayamayan örnekler bulmak oldukça kolayken, bu koşulların neler olduğunu belirlemek o kadar kolay değildir.

Onları keşfetmeye çalışmanın bir yolu, “Nasıl biliyorsun?” sorusuna verilen hangi cevapların tatmin edici olduğunu düşünmektir. Böylelikle insanların, doğruluklarını göstermek için geçerli bir kanıtları olduğu müddetçe matematik veya mantık doğrularını bildikleri söylenebilir ve hatta, kendileri bu kanıtı ortaya koyamasalar fakat kanıtlayabilecek bir kişiden bu bilgiyi elde etmiş olsalar bile bu söylenebilirdi. Ampirik bir olguyu bilme iddiaları algı, anılar, şahitlikler, tarihsel kayıtlar veya bilimsel yasalar kaynak gösterilerek savunulabilir. Fakat böylesi bir savunu bir şeyin bilgi olması için yeterince güçlü değildir. Bir şeyin bilgi olup olmadığı, o durumun spesifik koşullarına bağlıdır. Eğer bana bir tür fiziksel objenin şu ya da bu yerde olduğunu nasıl bildiğim sorulsaydı, onu görebildiğimi söylemem genellikle yeterli bir cevap olurdu; fakat eğer görüşüm kötüyse ve bulunduğum yerde ışık azsa bu cevap yeterli olmayabilir. Haklı çıksam bile, objenin gerçekten orada olduğunu bilmediğim söylenebilir. Eğer zayıf bir hafızam varsa ve hatırladığımı iddia ettiğim olay gerçekleşeli uzun süre olmuşsa, o olay hakkındaki hatırladıklarım beni yanıltmasalar bile, bilgi olmaya yetmeyebilir. Eğer bir tanık güvenilir değilse, onun desteklenmemiş kanıtları ona tamamen güvendiğimiz ve onun da bizi gerçekten de kandırmadığını bildiğimiz bir durumda bile doğruyu söyleyip söylemediğini bilmemize yeterli olmayabilir. Verili bir durumda gösterilen kanıtların bilginin kanıtı olarak sayılmaya yetip yetmediğine karar vermek mümkündür. Fakat genel olarak ne kadar yetip yetmeyeceğini söylemek için algının, hafızanın, tanıklığın ve öbür tür kanıt kaynaklarının hangi koşullar altında güvenilir olduğunu bir listesini oluşturarak belirlememiz gerekir. Ki bu yapması oldukça karışık bir şeydir, yapılması daha en baştan imkânsız olan bir şey değilse eğer.

Dahası, bazı belirli koşullarda bile ‘Nasıl biliyorsun?’ sorusunun doğrudan bir cevabı olacağını varsayamayız. Birinin bir şeyi bildiği fakat nasıl bildiğini gösteremediği durumlar da pekâlâ var olabilir. Bu noktada ‘Acı hissettiğimi biliyorum’ gibi tek başlarına bile bir sürü soruya yol açan anlık deneyimlerle ilgili ifadeleri pek de hesaba katmıyorum. Bu tür durumlarda bir şeyin nasıl bilindiğiyle ilgili soruların ortaya çıkmadığı öne sürülebilir. Fakat açık bir şekilde ortaya çıktıklarında bile, bu soru karşılıksız kalabilir. Birisinin belli türden olayları -mesela piyango sonuçları gibi normalde öngörülebilir olmadığı düşünülen olayları- tutarlı bir şekilde öngörebildiğini varsayalım. Eğer bu kişinin bu konudaki başarısı yeteri kadar etkileyiciyse, ulaştığı sonuçlara rasyonel bir metot olmaksızın ulaşmışsa, hatta doğrudan hiçbir metoda başvurmadan ulaşmışsa bile hangi numaranın kazanacağını önceden bildiğini pekâlâ söyleyebiliriz. Bunu içgüdü yoluyla bildiğini söyleyebiliriz; fakat bu onun hangi numaranın kazanacağını bildiğini fakat nasıl bildiğini söyleyemediğini belirtmekten daha ileri gitmez. Aynı şekilde, başkalarının zihnini herhangi bir kanıt olmaksızın okumakta tutarlı bir şekilde başarılı olan birisinin bunları telepati aracılığıyla bildiğini söyleyebiliriz. Fakat bu kaçınılmaz olarak o kişinin gerçekten de bildiğini fakat alışık olmayan yöntemler aracılığıyla bildiğini söylemekten başka bir sonuca çıkmaz. Burada ‘içgüdü’ ve ‘telepati’ gibi kavramların kullanılmasının tek amacı, hiçbir açıklamanın bulunamadığı gerçeğini gizlemektir.

Fakat bu tür bir bilginin teorik olarak bile olsa mümkün olduğunu varsayarsak, doğru inançla bilgi arasındaki ayrım ne olacak? Piyangonun sonuçlarını bilen adamımızla sadece bir dizi şanslı tahminde bulunan birisi arasında ne fark olacak? Bu sorunun cevabı, adamın kendisi söz konusu olduğu sürece, herhangi bir farkın olmasına gerek olmadığıdır. Bu kişinin, gelecekte ne olacağını önceden bildiğinin düşünüldüğü zamanki düşünce süreci ve ruh hali, sadece tahmin yürüttüğü zamankiyle birebir aynı olabilir. Aradaki tek fark, bildiğini söylediğimiz zaman bu ona emin olma hakkını tanımak anlamına gelirken, sadece tahmin ettiğini söylediğimiz zaman bu hakkın ondan alıkonulmasıdır. Bu imtiyazı ona tanıyıp tanımamamız, yaptığı şey hakkında ne düşündüğümüze bağlı olacaktır. Normalde bilgiye kabul edilmiş ulaşma yollarından birini kullanmadıkları takdirde insanların bir şeyleri bildiğini söylemeyiz. Eğer birisi doğru bir sonuca yeterli bir temele dayanmadan ulaşırsa, bu kişinin o şeyi gerçekten bilmediğini söylememiz olasıdır. Fakat bu kişi verili bir alanda istikrarlı bir şekilde başarılıysa, söz konusu olan şeyleri gerçekten bildiğini, nasıl bildiğini açıklayamasak bile söyleyebiliriz. Sırf başarısını baz alarak da olsa ona emin olma hakkını bahşetmeliyiz. Bu konuda haklı olarak insanların düşüncelerinin farklı olmasını bekleyebiliriz. Herkes birbirini takip eden bir dizi başarılı öngörünün, ne kadar uzun sürerse sürsünler, tek başına bilgi olarak sayılmaya yetebileceğini düşünmeyebilir. Böyle bir durumda bu tutum şüphesiz ki yanlıştır. Bir kişinin emin olma hakkına sahip olup olmadığına karar vermek için kabul edilmiş kriterlerin olduğu bir durumda, tatmin olmalarının bir şeyin bilgi sayılması için yeterli olmadığında ısrarcı olan biri, cezası her neyse, ‘bilmek’ fiilini yanlış kullanmakla suçlanabilir. Fakat herhangi bir kullanım kuralı tarafınca bu bakımdan ele alınmayan örnekler bulmak veya tasarlamak mümkündür. O halde, bir şeyin bir bilgi örneği olarak sayılıp sayılmadığı bizim özgür muhakememize bırakılmıştır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Tanrı’nın Kadir-i Mutlaklığı – George Mavrodes

Önceki Makale

Agnostizmin Beş Seviyesi – Bill Vallicella