/

Agnostizmin Beş Seviyesi – Bill Vallicella

2441 görüntülenme
14 dk okuma süresi
Kualia Analitik Felsefe

Kualia Analitik Felsefe

Kaynak metin: https://maverickphilosopher.typepad.com/maverick_philosopher/2019/12/five-grades-of-agnosticism.html

Yazar: Bill Vallicella

Çevirmen: Bora Özden

Agnostisizmin Beş Seviyesi

David Hrowitz’in Dark Agenda: The War to Destroy Christian America adlı eserinde gördüğümüz üzere:

Benim teolojik görüşlerim, bir agnostiğin -bilmeyen birinin- görüşleridir. Kutsal bir tasarımcının olup olmadığını bilmiyorum. (s. 24)

Açıkçası ben de çok bilmiyorum ama Horowitz’in önceki sayfada okuyucuya söylediği şu şeye katılıyorum:

. . . Tanrı’nın var olup olmadığı sorusu çözülemez. Her iki taraf da inanca güvenmelidir. (s. 23)

Öyleyse ben ve Horowitz arasındaki fark ne? Onun tanımına göre ikimiz de agnostiğiz. Fakat ben bir teistim, o ise değil. Demek ki farklı agnostisizm türlerini veya seviyelerini ayırt etmemiz gerekiyor. Bu sayede birinin hem teist hem de agnostik olabileceğini görebiliriz.

AG-1: “Bilmiyorum, umrumda da değil. Tanrı’nın varlığı benim için yaşamsal bir mesele değil.“ Bu tür bir agnostik, pratik bir ateisttir. Sanki Tanrı yokmuş gibi yaşar fakat varlığını da inkar etmez.

AG-2: “Bilmiyorum ama bu meseleyi önemsiyorum. Tanrı’nın varlığını onaylamak için de reddetmek için de iyi bir neden görmüyorum. Dolayısıyla da kesin bir yargıya varamıyorum. Günlük hayatta kafamı böyle bi soru ile meşgul etmektense ölümlü bir insanın sıradan hayatıyla yetinmeyi tercih ediyorum. Ne ölümsüzlüğü hayal ediyorum ne de öbür dünyayı arzuluyorum. Tanrı’nın varlığı sorusunun önemli olduğunu kabul etsem de sürekli üzerine düşünmemi gerektirecek kadar önemli olduğunu düşünmüyorum.“ Bu tür bir agnostisizm, Pyrrhonizm düşüncesine oldukça yakındır.

AG-3: “Bilmiyorum ama bu soruyu umursuyor ve sorunun önemini takdir ediyorum. Onaylamak ya da reddetmek için iyi bir neden görmüyorum ve kesin bir yargıya varmıyorum ve hep sormaya devam ediyorum. Nihai mutluluğumun tehlikede olduğunu hissediyorum. Tanrı’nın varlığı sorusunu cevaplanamaz diye görmezden gelmenin ve günlük hayatıma geri dönmenin tedbirsizce olacağını hissediyorum.”

AG-4: “Bilmiyorum ama bu soruyu umursuyor ve sorunun gerçekten ne kadar önemli olduğunu takdir ediyorum. Kanıt olmadan inanma konusunda -bunu yaşamın diğer alanlarında da sürekli olarak yaptığımızı görerek- epistemik olarak itiraz edilebilir hiçbir şey bulmuyorum. Ancak hala kendimi inanma konusunda ikna edemiyorum.”

AG-5: “Bilmiyorum, ama umursuyor ve sorunun gerçekten ne kadar önemli olduğunu takdir ediyorum. Belirli sebeplerden dolayı Tanrı’nın varlığına inanıyorum. Bu nedenler ne mantıksal ne de epistemik olarak zorlayıcı değiller. Benim inancım yaşayan bir inançtır ve entelektüel bir onay olmak zorunda değildir. Benim inancım, benim yaşadığım bir şeydir ve kendi yaşamım da inancımın psikolojik gerçekliğini yansıtıyor.”

Beşinci tür agnostisizm, bir tür teizmdir. Ancak bu teizm, Tanrı’nın var olduğunu bildiğini iddia eden veya Tanrı’nın var olduğunu kanıtlayabileceğini iddia eden bir kişinin teizmi değildir. Ama yine de bir tür teizmdir çünkü Tanrı’nın varlığının bir onaylamasıdır. Buradan bir kişinin hem agnostik hem de teist olabileceği sonucuna varılabilir. Aslına bakarsanız ben bir insanın olması gereken tek teist türünün agnostisizm olduğunu ileri sürüyorum.

Peki benimle Horowitz arasındaki fark kısaca nedir? Onun tanımına göre ikimiz de agnostiğiz. Fakat ben bir AG-5 agnostiği olmama rağmen, o ise -çıkarabildiğim kadarıyla- bir AG-3 agnostiği.

 

Ek (12/12). Vito Caiati’nin cevabı:

“Agnostisizmin Beş Seviyesi” adlı son gönderinizi, Tanrı’nın varlığı ile ilgilenen bu felsefi    duruşun çeşitli yönlerini başarılı bir şekilde ortaya koyabilmesi sebebiyle oldukça değerli buldum. Hayatım boyunca kendimi bu “beş sınıf” arasında AG-1 haricindekilerin her birine    ayrı ayrı dalmış olarak buldum. Bildiğiniz üzere, hayatımın büyük kısmı gibi şimdi de AG-5’in spesifik bir versiyonunu onaylıyorum. Bu versiyon, hayatımı Roma Katolik Kilisesi’nin öğrettiği Hristiyan dogmalar ve uygulamalarına odaklanan bir versiyon. Katolikliğe en son dönüşüm, son birkaç yıldaki yazışmalarımızdan da hatırlayacağınız üzere, birtakım entelektüel çatışmalar içeriyordu ve bunun sebebi ise benim inancımın yanında hep güçlü bir şüpheci          eğilimim olmasıydı. Tanrı’nın varlığına dair bir iddiada yer alan göz korkutucu zorluklar, daha çok dogma ve doktrin meselelerine karışanlarla birleştirildiği zamanlarda benim bu     şüphecieğilimim gerçekten pekişebilmiştir. AG-5’te onayladığınız şey olan felsefi teizmin, yani teistik bir Tanrı’nın varlığının doğrulanması ve ona bağlılığın, en iyi seçenek olduğunu               düşünmüşümdür sık sık. Bence zaten bunlar, akıl ve vicdan için apaçık ahlaki ilkelerdir. Sizce bu konuda haklı mıyım?

Pek sayılmaz. Ben AG-5’i birçok farklı şekilde doldurulabilecek ve daha spesifik hale getirilebilecek bir teizm türü olarak düşünüyorum. Şimdi sayacağım inançların çoğu, hatta tümü AG-5’e eklenebilir: ruhun ölümsüzlüğü, bedenin dirilişi, tek Tanrı’nın üçlü doğası, ilahi basitlik, ilahi enkarnasyon vb. Hatta, ölüm sonrası ödül ve cezalar, ölümden sonra liyakat kazanmanın imkansızlığı vb. gibi daha spesifik inançlar bile AG-5’in doğası içinde yer alabilir. Bu saydıklarımın hiçbiri AG-5’in doğası ile çelişmez. AG-5’in hariç tuttuğu şey, bu konularla ilgili herhangi bir çıkarımın iddia edilmesidir (çıkarımların nesnel kesinlik gerektirdiğini varsayıyorum). Dolayısıyla AG-5 geleneksel Roma Katolik iddiasına ters düşüyor. Çünkü geleneksel Roma Katolik Kilisesi’nin onu takip edenlere öğrettiği iddiası, kendi hakimiyetinin inanç ve ahlak açısından ilahi bir mutlakiyetle onaylanmış ve temellendirilmiş bir otoriteyle yanılmaz bir şekilde sunulur. AG-5 ise bu tür bir dogmatizmi ortadan kaldırır.

Öyleyse din nereye uyuyor? Sonuçta teizme bağlılık (her ne kadar kişinin yaşam tarzına rehberlik etse de) bir din değil, özel bir felsefi ve ahlaki duruştur. Size göre teistik bir Tanrı’da insanın yaşamını şekillendiren inancı, mesela bir dini geleneğin seçimini önemsiz kılar mı? Eğer öyleyse bir tanrının varlığına ters düşmeyen doktrinsel, etik ve litürjik özelliklere sahip olduğu sürece kişinin içine doğduğu teistik geleneği takip etmesi tavsiye edilebilir mi?

AG-5, dini dışlayan felsefi bir şema değildir. Hatta ben AG-5‘in dini konuşlandırmaya ve geliştirmeye izin verdiğini düşünüyorum. Ayrıca, eğer din toplumsal bir olgu ise AG-5 sadece özel olmayan bir gelişime izin verirdi.

Yaşamı şekillendiren (Tanrı’nın var olduğuna dair salt inancın ötesine geçen) bir inancın var olan herhangi bir dini geleneğe bağlı kalmayı gerektirmediğini söyleyebilirim. Ancak bu, çoğu kişi için inanması zor bir söylem olurdu. Bu kişilerin içinde yetiştirildikleri geleneğe bağlı kalmaları akıllıca olur. Dinden çok yıkıcı bir siyasi ideoloji olan İslam hariç, ancak belki de bu en azından barışçıl Müslümanlar için dinsizlikten daha iyidir.

İşte bu nedenle Vito, pedofillerin veya sosyal hizmet uzmanından başka bir şey olmayanların veya teoloji hakkında hiçbir bilgisi olmayanların bulunmadığı, geleneksel olanı aktarmaya çalışan bir Latin kitlesine sahip bir bölge bulmanız koşuluyla Roma Katolik çevresi içinde kalmanız akıllıca olacaktır.

Gönderiniz, vahiy vb. birçok konu ile ilgili yeni soru işaretleri oluşturuyor ancak ben daha fazla tartışmayacağım.

Evet, öyle. Ama ben şahsen tartışmamızı “ölüm bizi ayırana kadar” devam ettirmeyi isterim. Bence, bir insanın bu dünyadaki kısa ömrünü geçirmesi için bu Büyük Soruları eleştirel bir şekilde ama saygı ile ele almaktan daha iyi ve asil bir yol yoktur. Bu Büyük Sorular, aynı sizin değindiğiniz ilahi vahyin olasılığı ve gerçekliği sorusu gibi; Teslis, Enkarnasyon, Transubstantiasyon, Yükseliş, Varsayım vb. tüm teolojik ve felsefi bilmecenin geri kalanını içerir. Ta ki ölüm gelip bizi huzura kavuşturana kadar.

Peki ya kavuşturmazsa? İşte o zaman, hayatımızı en mükemmel şekilde geçirdik ve değerinden de hiçbir şey kaybetmedik demektir.

1 Comment

  1. AG 5 agnostisizm değil. Düpedüz teizm.

    İnanç (teizm) bilmeyi gerektirmez. Bilmeyi gerektirseydi inanç olmazdı zaten, bilmek olurdu. Doğruluğunu bildiğin bir şeye inanman gerekmez. Güneşe, ağaca, suya inanmazsın, onları bilirsin.

    Ateizm de bilmeyi gerektirmez, delil olsun olmasın yaratıcı bir gücün olmadığına inanırsın. Bir de yaratıcı güce inanan ancak dindar olmayan, mevcut dinlerin insan yapısı olduğuna inanan teistler de vardır. Bu inançların hiçbiri bilmeyi gerektirmez. İnanç bilgi değildir.

    Agnostikler yaratıcıya bir olgu gibi yaklaşıp varlığını doğrulamak mümkün olmadığı için hüküm vermekten ve taraf tutmaktan çekinmekteler. Bu biraz sorumluluk savuşturma gibi geliyor bana. Sanırım geçmişte toplumda yaptırıma uğramaktan sıyrılabilmek ve posizyonlarını gerekçelendirilebilmek için böyle bir söylem geliştirmiş olabilirler.

    İnanç, rasyonel analizden doğmaz, kafa yormaya gerek yok. Ya vardır ya yoktur. Gerekçelendirmeye gerek duymaz.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Emin Olma Hakkı Olarak Bilme – A.J. Ayer

Önceki Makale

Kant’ta ‘Var Olma’nın Bir Yüklem Olmaması Meselesinin Frege ve Russell’daki Gösterimi, Kısa Bir Not