İnsanca Öldürülebilirler.
Hayvan hakları savunusu pek çok argüman üzerinden temellendirilmeye çalışılabilir. Duyarlılıktan argüman, Türcülükten argüman, Acımasızlıktan argüman, Kendine sahiplikten argüman bunlar arasındadır (1). Genelde kullanılan argümanlar hayvanların duyarlı olmasına ve kendilik bilincine belirli bir düzey sahip olmalarından (veya ihtimallerinden) hareket ederler. Bu iki yaklaşım arasındaki fark ilkinin hayvan refahının ilgilenilmesi gereken sorun olarak görmesiyken ikincisinin direkt hayvanın kendine sahip olmasından kaynaklı ona karşı müdahalesizliği savunur. Bu itirazı iki yaklaşımdan birisine ilintilendirmek gerekirse, o yaklaşım hiç şüphesiz ilki olacaktır. Yukarıdaki eleştiri, hayvanların yaşadıklarının kötü olduğunun farkında biri olarak sadece koşullarının düzeltilmesi gerektiğinin yeterli olacağını savunan birisinin ağzından çıkmıştır diyebiliriz. Şimdi, bu eleştirinin direkt kendisi bir mantık hatası olarak ele alınamaz, ancak hayvan hakları açısından değerlendirildiğinde, çelişkisi, hak kavramının diğer özneler tarafından dokunulmazlığa sahip olmasını getirmesinde yatmaktadır. Eğer kendilik bilincine sahip olduğu kuşkusunu taşıdığımız bir canlıdan söz ediyorsak, kendilik bilincinden kendilik sahipliğine ve oradan hak tanınmasına geçmemiz çok kolay olacaktır. Burada refahı öne çıkaran tartışmalar, bu argümantasyonun işleyişinde pratik olarak sorunların olduğunu işaret eder ve uygulanamamasındansa olabilecek en iyiye yönelmek tutumlarından birisidir (2). Olabilecek ihtimale yönelmek ise tartışmalıdır, hayvanların sadece refahını öne çıkararak iyi yaşam koşullarına dereceli olarak kavuşabileceklerini savunmak, bu yaklaşımda hayvanların tam anlamıyla birey kabul edilmemesinden kaynaklı nafile durmaktadır. İnsanların gerçek anlamda haklara sahip olmadığı düşünülen canlıların refahını bizimkiyle eş düzeyde bulacakları temennisi yetersizdir. Bu isteği güdüleyecek sebep bulunabilir mi? Yukarıda haklar üzerinden savunu geliştirenlere yönelik imkan eleştirisi tam bu nedenle kendilerini vuruyor görünmektedir.
İnsanca öldürülmek aynı zamanda kesinlikle kabul edilemez koşulların istemsiz kabulünü de beraberinde getirmektedir. Cinayet, tecavüz, hırsızlık gibi suçlar için görmezden gelip, ‘bu seferlik ceza verilmesin’ demek insan haklarıyla ne kadar uyumsuz ise aynısı hayvan haklarında da geçerli olacaktır.
Ahlakı Anlamıyorlar.
Hayvanların ahlakı anlamaması ahlaki edimlerin onlara uygulanıp uygulanmamasından bağımsız ele alınabilir. Marjinal yaşam durumlarını önümüze seren argüman ahlakı hiçbir şekilde anlayamayacak insanların gündelik hayatta ahlaki değerlendirmelere tabii tutulduğunu ve sezgimizin de değerlendirmenin yapılması gerektiğine yönelik olduğunu ifade eder. Burada daha önce de bahsedildiği şekilde ahlaki sorumlu ve ahlaki tabii tutulabilir olarak ayrım yapıldığında hayvanların ahlakı anlaması zorunlu olmaz.
Ahlaki Yargılar Subjektiftir.
Ahlaki yargıların subjektif olup olmadığı tartışmalıdır, ama üç seçenek üzerinden ahlaki yargıların subjektifliğinin hayvan hakları savunusuna etkisini incelemeye çalışalım. İlk olarak ahlaki yargıların gerçekten tamamen subjektif olduğunu kabul edelim, bu durumda bir insan vegan ise diğer insanları vegan yapması nesnel bir zemin üzerinden olmayacaktır. Çünkü ahlaki yargıların kendisi nesnel olmadığı için, vegan olan şahıs kendi tutumunu duygusal temelden hareketle gerekçelendirebilir. Artık hayvanların öldürülmesi bizim hayvanların öldürülme durumunu kötü algılayışımızdan başka bir zeminde temellendirilemeyecektir. Yani, olay tamamen şahsın durumu algılayışından ibarettir. Kişi şöyle bir argüman geliştirebilir: 1-Duygulara göre eylemek rasyonel bir gerekçe olmadığında makuldür, 2- Hayvanların öldürülmesi duygusal olarak çekindiğim bir şeydir, 3- O halde hayvanları yemekten ve hayvan ürünleri kullanmaktan kaçınmalıyım.
Yukarıdaki önerme sistemi sadece kişinin kendi içinde tanımlıdır. Sahip olduğumuz bütün duygu durumları sadece birincil kişi bakış açısına sahip öznece değerlendirilebileceği için hayvansal içeriğe sahip ürünlerin kötü bir duygusal karşılığa sahip olacağı herkes için kesin değildir. Bu durumda önerme kaplam olarak doğru kalsa bile vegan olan kişinin karşısında, vegan olmayan kişiyi veganlığa çekmesi onun duygusal karşılığı ile alakalı olacaktır.
Diğer durumu olması gereken olarak alıyoruz. Şuan öznel veya nesnel ahlaktan hangisinin doğru olduğu tartışmalı bir konu olmak ile birlikte öznelciliği savunan kişi de pek tabi veganlığın nesnel bir zeminde savunulabileceğini ifade edebilir, hatta insanları vegan olmaları için onlarla konuşabilir. Burada öznelci açıdan düşünen kişinin nesnel zemine göre hareket etmesi, öznelcilik lehine düşünmesine sebep olan etkenlere karşı tartışmanın son bulmadığını düşünerek daha önce bahsettiğimiz temkinlilik ilkesine başvurması olacaktır. Temkinlilik ilkesi sadece pratik durumlara uyarlananın ötesinde görüldüğü gibi teorik düzlemde de uygulanabilmektedir. Dolayısıyla bu kişinin veganlığı savunma motivasyonu daha düşük olduğu düşünülebilse de kişi duruma nesnelci gibi yaklaşmaktadır.
Son seçenek olarak ahlaki nesnelci olan kişi gelir. Bu kişi de öznelciliğin bir ihtimal olarak doğru olduğuna olur verebilir, ama düşüncesi ağırlıklı olarak nesnelciliğe yakın olduğundan zaten veganlığı savunmak adına ahlaki motivasyona sahiptir. Böyle düşünen birisinin ahlaki yargıların subjektif olduğu eleştirisini, eğer konunun bileninden getirilmediyse, ciddiye alması söz konusu değildir.
Sonuç olarak direkt öznelci düşünen birisi bile duygusal olarak vegan olmayı makul bulabilir, ama yukarıda da denildiği gibi kendi düşünüşünü yayma zemini nesnel olmayacaktır.
Hasat da Yapmamamız Gerekmektedir.
Belirli durumlarda isteyerek veya istemeyerek hayvanların zarar görmesine sebebiyet verebiliriz. Hasat yapılırken hasat edilen alandaki pek çok canlının kasıtsız ölümü istemsiz ölümlere örnek verilebilir. Burada düşünülmesi gereken insanların hasat makineleri olmadan yaşamlarını devam ettirebilecek olması, hasat makinelerinin o canlılara zarar vermeden tasarlanma imkanı gibi sorunlardır ve bu sorunların kaynağı temel argümanda keyfilik olarak geçen kısma bağlanmaktadır. Eğer hasat makinaları insanların yaşamları için olmazsa olmaz (insan popülasyonuna tamamen yetme anlamında) teknolojik ürünler ise bu makinaların tarladaki hayvanlara zarar vermemeye yönelik tasarlanabilir olup olmadığına bakılmalıdır. Tasarımı bir şekilde mümkün değil ise ve keyfiyet sınırlarında de yer almıyorsa buradaki eleştiri makul olmaz çünkü temel argümanın kapsamı dışında kalmaktadır.
Tamamen Vegan Olunamaz.
Burada belirli kasıtlar olunabilir. Aklıma gelenleri sıralayacağım: 1- Yanlışlıkla, yukarıda olduğu gibi duyarlı canlıları öldürebildiğimiz (arabanın camına yapışan sinekler vb.) 2- Hayatı idame ettirmek için gereken bütün ürünleri vegan şekilde temin etmek mümkün değildir.
İki itirazda da sorun hem keyfilik hem kişisel edim ile ilgilidir. Birinci durumda istencimizin dahil olmadığı, özellikle kaçınmamıza karşın meydana gelmiş zarar ahlaki olarak yanlıştır denemez, ahlaki olarak yanlış dememiz ahlak ile özne ilişkisini tamamen değiştirirdi. İkinci eleştiri için ise zaten gündelik, temel olarak kullanılan ürünleri hayvansal içeriğe sahip olup olmadığına göre seçtiğimizde bu sıkıntı ortadan kalkmaktadır. Sadece şartlara göre bazı ülkelerde kullanılması gereken ama ürünün vegan karşılığı olmadığında kullanılmaya mecbur kalınan tüketim ürünleri bu duruma tezat olabilir. Ama yine hatırlatılmalıdır, ürünün tüketilmesi keyfilik sınırları içerisinde gerçekleşmemiştir. Dolayısıyla eleştiri ortadan kalkar. Bu duruma ek olarak, bir eleştirmen, hayvanlar üzerinde ilaç ve aşı çalışmalarının yapılması durumu örnek gösterebilir. Eleştirisinin haklı olmadığı nokta eğer hayvan deneyi olmaksızın aşı ve ilaç çalışmaları yapmaya çalışılmadığı taktirde, pratik durumları, kişileri, yani teoriyi kapsamayacak şekilde gerçek olurdu. Keyfilik, kendine sahiplik, temkinlilik üçgeninin getirdiği teorik kapsam oldukça net gözükmektedir,
‘’Çiftlik Hayvanları.. ‘’
Eğer kayda değer bir çoğunluk veya herkes vegan olursa hayatımızda değişecek kimi pratikler olacak. Bunlar, artık mezbahada çalışan herkesin işinden olacağından çiftliklerde yaşayan hayvanların ve soylarının devamının yaşantısının ciddi şekilde değişecek olmasına kadar uzanır. Dolayısıyla geleceğe ilişkin bir tahmin yapılmıştır ve bu tahminin/lerin pratik sonuçları üzerinden veganlığa veya hayvan hakları savunuculuğuna eleştiri getirilmeye çalışılabilir. Teorik olarak eleştirmektense teorinin pratik sonuçlarının beklendiği gibi olmadığı eleştirisi diyebiliriz bu eleştirilere. Burada yer alacak eleştiriler ise; 1- Çiftlik hayvanlarının ciddi bir kesim/herkes vegan olursa soylarının tükeneceği, 2- Çiftlik hayvanlarının ciddi bir kesin/herkes vegan olursa sayılarının ciddi şekilde artacağı, 3- Çiftlik hayvanları ciddi bir kesim/herkes vegan olursa doğada öldürüleceği ve 4- Çiftlik hayvanları bizim onlardan istifade etmemiz için üretilmişler/yetiştirilmişlerdir.
Bu maddelerin hepsinin belirli sorunları vardır. İlkindeki sorun belirli amaçlar ile yetiştirilen hayvanların artık sırf bizim kullanımımızdan çıktığı için onlara yardım etmeyi keseceğimizdir. Uzun zamandır sadece çok ürün vermeye yönelik yapay seçilim uygulanan ve kendi yaşam alanlarına salınmayan canlıların, çiftlikler bir anda kapandığında kalacakları durum onları bu ana kadar getiren bizlerin de sorumluluğunda olmaktadır. Burada Afrika’nın düzlüklerinde vahşi yaşamın içinde canlıların hayatına müdahale edilmesi tartışılmamaktadır, çünkü aslan ve ceylanların yaşayış şeklinde bizim direkt bir etkimiz bulunmamakta. İlk elden etkimizin olduğu çiftlik hayvanlarının yaşayış tarzını düzeltmek de bu anlamda asgari ahlaki yükümlülük olacaktır diyebiliriz. Nasıl hata yapan birisinin asgari yükümlülüğü hatanın tam karşılığı olan bir ürün veya değeri yerine koyarak eksilttiği şeyi tamamlaması ise aynı şekilde bizim ile birlikte hayatları normal akışından uzaklaşmış canlıları olması gereken duruma getirmede yardım etmek de asgari bir çaba olacaktır. Diğer taraftan başka bir kötü sonuca yol açmamak adına kişinin sorumluluğunda olan bir olaya sahip çıkması tercih edilebilir değildir, hayvanların doğal yaşam şartlarında yaşayacakları kötülükler irade sahibi kişilerce maruz kaldıkları kötülüklerden ahlaki olmada ayrılır, hayvan hakları savunucularının ilk dikkat çektiği yer de burasıdır.
İkinci eleştiri de aslında ilkinin tersi olan bir varsayımdır. Çiftlik hayvanları doğaya salınırsa sayılarının ciddi şekilde artacağı ve bu durumun ekosistemde başka sorunlara yol açacağı olasılığından hareket eder. Böylelikle insan ilk başta iyi denebilecek bir eylemde bulunmuş olsa da dolaylı yoldan kötülüğe, dahası hesaplayabileceği yani irade alanındaki bir kötülüğe sebebiyet vermektedir. Burada şunu tekrardan söylemek gerek: İrade ile yerine getirilmiş bir kötülüğün sonucu olarak ahlaki kötü olan durumu nihai telafi etme yükümlülüğündeyiz. Nasıl ki bir araba tamircisi kendi görevi olan tamir işinde ilk sorunu çözmek adına yeni bir sorun yarattıysa diğer sorun da, yapacağı iş için ödeme almamasına karşın onun yükümlülüğündedir. Aynı şekilde bizim neden olduğumuz bir durumun çözümü biz o çözüme ulaşana kadar bizi ilgilendirir. Tabii ki burada hayvanların atalarından yapay seçilim yoluyla farklılaştırılması gibi durumlar bu sürecin son kısımlarına dahil olmuş birisi için direkt bağlayıcı olmaz. Burada tamamen yükümlülüğümüz yok denebilir, ama ikincil bir yükümlülük ciddi şekilde yardıma ihtiyacı olan insan veya insan olmayan bireylere yardım etme yönündedir. İhtiyaçlarının kaynağı biz olalım veya olmayalım. Bu durumda, genel işleyişi korumak adına hayvanların üremelerinin kontrolü kendine sahiplik tartışmaları içerisinde değerlendirilerek bir karara varılabilir veya hayvan refahı ile hibrid olarak da tartışılabilir. Benim bu konudaki görüşüm kendine sahipliğin temel olmasıyla birlikte değerlendirme yapılırken hayvan refahını da göz önüne alarak karar verilebileceğidir.
Üçüncü kısım yine aynı şekilde bir yukarıdaki paragraf içerisindeki tartışmanın ilgi konusudur. Bu seçenekte çiftlik hayvanlarının özel olarak üremelerinin kontrolü ve korunmaları hem hak hem refah içerisinde değerlendirilebilir, onun dışında hayvanların doğaya salındıklarında, insanların etkisine maruz kalmadan, doğa tarafından yaşadıkları kötülükleri ahlaki kötülük olarak değerlendirmeyip bizim alakamızın olmadığını söyleyenler de vardır . Hayvanlarla olan bağımızı tamamen koparabileceğimiz görüşü kadar hayvanlara tamamen müdahalede bulunmamız gereken (önümüzdeki kötülüğe sessiz kalmamamız gerekmektedir.) görüşün de sorunları vardır. Hayvanlara tamamen müdahale etmemiz pratik olarak imkansız gibi görünmekle birlikte tam tersi durum da sorumsuz gözükmektedir. Burada üçüncül bir seçenek olarak elimizin uzanabildiği kadarıyla (hayvan çiftliklerindeki canlılar) başlamak ve etki alanımız içinde kalarak gerisine karışmama alternatifi, var olmamızın sebebi olarak ekosistemi göz önüne aldığımızda, yaşamamız için gereklidir. Doğanın işleyişi şuan bizim müdahale edemeyeceğimiz şekilde ise ve müdahale durumunda (Afrika’daki aslanların yapay et yemesi gibi, ceylanların ve diğer otçul canlıların sürekli nüfuslarının kontrolü tarzında aşırı bilgi yükü gerektiren işler) doğadaki dengenin bozulması sonucu bizim de varlığımız tehlikeye giriyorsa o zaman yaşam mücadelesine girmiş bulunuruz. Ahlaki uğraşımız keyfilik sınırlarının dışına çıkar. Dolayısıyla temel argümanın dışına çıkılmış olur.
Dördüncü seçenek ise ilk üç seçenekten farklı olarak, eğer çiftlik hayvanlarını biz yetiştiriyorsak, o zaman çiftlik hayvanlarının sahipliğinin bize ait olduğunu ifade eden görüştür. Çiftlikteki hayvanların salınması durumunda gelecek kaygısı söz konusu değildir. Bu itirazın yanlışlığı bariz diye düşünüyorum. Eğer bir canlının minimal düzeyde de olsa moral statü yükleyebileceğimiz kimliği/benliği yok ise ve bu ihtimal de kapı dışarı edilmişse bu canlının salt fizyolojik gelişimi bir raddeye kadar sahiplenilebilir durmaktadır. Ama yine aynı şekilde fizyolojik süreçlerden doğan, kendi fizyolojik süreçlerinin yükümlülüğünü o canlının üstüne yükleyen bir bilinçlilik yapısı bu sahipliği önceler. İkinci türdeki canlının gelişimi boyunca ne kadar desteklendiyse de kendi varlığının bilgisine sahip olmak ve bunu yönlendirebilme yetisi ilk elden onun elinde olacağı için bu tarz bir sahiplik sezgisel olduğu kadar önermesel olarak da mümkün olmayacaktır. Basit bir karşılaştırma; olarak on sekiz yaşına kadar oğluna bakmış olan bir annenin oğlu üstünde, on sekiz yaşından sonra, tam hak iddia etmesi ve oğlunun bütün eylemlerini belirlemeye çalışması gösterilebilir. Bu çaba ve iddia gerekçelendirilemez.
Kaynakça
1) Park, Seungbae, Moral Vegetarianism vs Moral Omnivorism, 2017, Human Affairs 27 (3):289-300.
2) Regan, Tom, ‘’Animal Rights Human Wrongs: An Introduction to Moral Philosophy’’, 2003, Rowman&Littlefield