Yazar: Onur Göksel Yokuş
Bilgi Argümanı Ve Qualia
Mary’nin Odası düşünce deneyini, felsefeyle az buçuk ilgilenen pek çok insan duymuştur. Hatta bu konuyla ilgili bir Ted-ed videosu bile bulmak mümkün. Bu düşünce deneyinin popülerliğinin yanı sıra bağlı olduğu argümanı savunmak adına daha önce C.D.Broad ve Thomas Nagel tarafından da belirli düşünce deneyleri ortaya atıldı. Kendi görüşümce hiçbir düşünce deneyi Frank Jackson’un kurguladığı kadar sorunu göstermeye yönelik olmasa da, yine de zihin felsefesinde önemli yerleri bulunan bu iki düşünürün de düşünce deneylerini anlatarak ufak nüans farklılıklarının gösterilmesi sağlanmış olur.
C.D.Broad’un tasarladığı kutsal melek figürü, amonyumun kimyevi yapısını en ufak ayrıntısına kadar bilebilir. Yine de bu kimyevi yapıdaki bir nesnenin, veya ondan çok da az bir farkla olsa da ayrılan bir başka kimyevi maddenin insanın algısındaki etkisini bilemez. Amonyumun kendisinin insanın fizyolojisinde ne tür değişikliklere yol açacağını söyleyebilir ama amonyumu koklamadan önceki insan ile kokladıktan sonraki psikolojik değişim hakkında herhangi bir tahmin yapamaz. Buna benzer olarak biyoloji biliminin gelişimini had safhaya erdirdiğini düşündüğümüzde, algılama şekli bizden epey farklı olan yarasaların dünyayı anlamalarıyla ilgili herhangi bir tahminimiz olamaz. Nagel’ın burada yarasayı düşünce deneyinde obje olarak kullanmasının nedeni hem bir miktar da olsa bilincinin olduğunu varsaymamız hem de dış dünyayı görerek çok az algılayabilirken sonar benzeri duyum sistemleri ile çevrelerini anlayabilmektedirler. Bu farkla insanların algılayışlarından çok daha farklı bir içsel sistemleri olduğunu ima ederek yarasalar ile ilgili bilginin hiçbir zaman nitelik algısıyla ilgili bilgiyi çıkarsamamıza yetmeyeceğini vurgular. İsmini zikrettiğim bu iki düşünürün de deneyleri ve zihin felsefesiyle ilgili yaptıkları değerli, yine de argümanın içerisinde daha çok tartışma doğabilmesi adına iki düşünce deneyi de Mary’nin odası tasarımı kadar başarılı olamadılar. Jackson’un deneyinin başarısı hem algımızın büyük bir kısmını kaplayan görsel alanı içermesi hem de bunu spesifik hale getirip renkleri kullanması olmuştur diyebiliriz. Zaten bir noktadan sonra fark edileceği gibi tartışma istemsiz olarak renklerin doğasına evrilebilir bir konum alacak ve bu durumdan yola çıkarak düşünce deneyinin ulaşmak istediği hedeften uzaklaştığı da söylenebilir.
Artık Mary’nin odasında ne olduğuna gelecek olursak, odanın içerisinde dış dünyaya ait temel algı nesnelerimiz bulunmuyor. Siyah ve beyaz renkleri dışında Mary yaşadığı odada başka herhangi bir renkle karşılaşmıyor. Peki ne zamana kadar diye soralım. Doğumundan, dışarıya çıkana ve gerçekten renklerin nasıl birşey olduğunu öğrenene kadar Mary, kırmızı sarı gibi renklerin tamamı ve tabii ki onların tonlarından bir haber yetişiyor. Yine belirtmemiz gereken bir unsur olarak, Mary odasında esir tutulurken renkler ile ilgili öğrenilebilecek her şeyi kitaplardan ve televizyondan öğrendiğini aktaralım (televizyon da siyah beyaz.). Öyle ki SarıB1221 tonunun beyinde nerede algılandığını ve diğer bölgelerle olan etkileşimini bilebilecek kadar üst düzey bir renk uzmanı bilim insanı oluyor. Bir gün geliyor ki, Mary’yi tutsak tutan kişiler onun dışarı çıkmasına izin veriyor ve arka bahçedeki çiçeklerle ve daha da önemlisi onların renkleriyle en sonunda karşılaşmış oluyor.
Çoğu okurumuzun da tahmin edebileceği gibi buradaki soru: Mary dışarı çıktığı zaman yeni bir şey öğrendi mi? İstemsiz olarak öğrendiğini düşünürüz. Öğrendiğini düşünüyorsak bilginin bağlamını açmamız gerekli. Öğrenilen bu yeni bilgi bize algı nesnelerinin yani qualianın ontolojisinin fizikselden ayrı olduğunu mu ima ediyor sorusu ile öğrenilen bilginin fiziksel olmasına rağmen farklı statüde olduğunu mu anlamalıyız sorusu arasındaki ayrım fizikalizmin reddedilmesi ile savunulması arasındaki ayrımı işaret ediyor.
Argümanın maddeleşmiş hali aşağıdaki gibidir:
P1- Mary insanların renk algısıyla ilgili bilinebilecek bütün fiziksel bilgilere sahiptir. P2- Mary odasının dışına çıktığı zaman renklerle ilgili yeni birşey öğreniyor. P3- Dolayısıyla Mary’nin öğrendiği bilgi fiziksel bir bilgi değil.
Bu argümana karşı ilk elle tutulur yanıt David Lewis ve Lawrence Nemirov tarafınca getirildi. Yeti hipotezi olarak adlandırılan görüşü Lewis’in ağzından dinleyelim:
”… bir şeyin ne gibi olduğunu bilmek hiç de bir bilgiye sahip olmak demek değildir. Bu eleştiri şu ana kadar dile getirdiğimiz açık ihtimallerin hiçbirisine yönelik bir tehdit değildir. Bundan ziyade ne gibi olduğunu bilmek hayal gücü ile daha sonradan bu bilgi nesnesini kafada canlandırmak, daha sonra karşılaştığında tanıyabilmek ve diğer renklerle kıyaslayabilmeyi sağlar.” (25)
Yani yeti hipotezine göre Mary’nin renkler ile karşılaştığında elde ettiği şey, Sokrates’in ölümlü olduğu sonucuna vardığımız gibi çıkarımsal bir bilgiyi bize vermez, bununla beraber Mary odaya tekrardan döndüğünde renkleri hatırlayabilir, renkler hakkında düşünebilir veya diğer renkler ile benzerliğini, ayrılığını değerlendirebilir. Fark edildiyse sayılan bu fiiller -ebilme, -abilme durumları yani yeti durumlarını işaretler, x ve y bilinmeyenlerinin olduğu bir denklemde bilinmeyenlerin öğrenilmesi ile Mary’nin kırmızı rengiyle karşılaşması arasında bir fark olmasının nedeni Lewis için sadece bundan ibarettir.
Bu görüşe çok fazla eleştiri getirildiğini ve yazının devamında bahsedeceğim alternatifi dolayısıyla görüşün albenisinin kalmadığını belirtmem gerek. Yine de ben hala savunulabilir bir pozisyon olduğu kanaatindeyim. Görüşe yönelik eleştirilerin sağlamlığını baz aldığımda en az tehditi teşkil eden Janet Levin’in eleştirisi olduğunu ve bir miktar da yeti hipotezinin vurguladığı şeyi gözden kaçırdığı görülebilir. Levin’e göre Mary odasının dışına çıktıktan sonra bilgi sahibi olduğu renklerin karşılığını bulmakla kalmıyor. Aynı zamanda gördüğü renklerin ilişkilerine bakarak onların arasındaki benzerlik durumlarını da edinmiş olduğu için yetiden bağımsız olarak bahsedebileceğimiz bir bilgiye erişeceğini belirtir (26). Eleştirinin olayı kaçırdığını düşündüğüm yanı ise bu bilgilerin de aslında oda içerisinde öğrenilebilecek olması, tabiki Levin burada renklerin arasında uyum bulmaktan, mesela sarı ve kırmızı renklerini subjektif olarak yakıştırma durumunu baz alıyorsa farklı açıdan değerlendirmemiz gerekiyor. Kendi metninde bunu açıkça belirtmese de bu ihtimali göz önüne alarak, Mary’nin birlikte olduğu zaman beğenebileceği veya farklı ilişkiler kurabileceği renklerin ne olacağını beyindeki nöral bağıntılar aracılığıyla öğrenilebileceğini söyleyebiliriz. Renkler arası ilişkiler sonucu varılan yargıların renk deneyiminden ayrı olduğunu göz önüne alırsak yukarıdaki öncüller içerisinde değerlendirilebilecek bir eleştiri olmadığını görüyoruz. Dolayısıyla Levin’in eleştirisinin geçerli olmadığını söyleyebiliriz.
Levin’den sonra Lycan’ın eleştirisinin potansiyal bir tehdit olabileceğini ve kendisinden de sonra tanıtılacak Brian Loar’ın argümanı ile birlikte tasniflenebileceğini göreceğiz. Lycan’ın eleştirilerinden birisi, elde edeceğimiz herhangi bir bilginin doğruluk değerinin zorunlu olarak o bilgiye bağlı olduğu ve bu durumun yeti hipotezini paralize ettiğine yöneliktir. Eğer doğruluk dediğimiz değerden söz edeceksek doğru bilginin sınamayla garanti edilen bir durum olduğunu ve sınamanın da bilgiyle ilişkili olduğunu, ayrılamayacağını söyleyebiliriz. Bu durumda Mary’nin odasına tekrardan döndüğünde gördüğü kırmızı rengini doğru bir şekilde hatırlayabilmesi bilgisel bir süreçtir. Tıpkı bir matematik sorusunu yaptığımızda onun sağlamasını almamız gibi Mary de edindiği bilgiyi doğru bir şekilde hatırlayarak bir nevi onun sağlamasını almış olur yani bilgisel bir sürece katar.
Ama buradaki sıkıntı Mary’nin sağlamasını aldığı bilginin tek adımlı bir işlem olmasıdır. Mesela kırmızı rengine baktığım zaman, hangi renge baktığımı sorduğunuzda arada aslında bilgisel bir süreç sayılabilecek bir nedensellik yoktur. Mary ne varsa direkt onu söyler ki farklı işlemler yaparak aynı sonucu bulmak ile direkt açığa çıkarılan durum arasında takdir edersiniz bir fark vardır. Bu eleştirinin aynı zamanda zihin felsefesinde kendilik bilgisi’nin konusu ve bu eleştirinin de eleştirisi olduğunu ama belirli oranda makul olduğundan ve çok uzatmak istemediğim için girmiyorum.
Peki bilginin yapısından çıkarsanıp getirilebilecek daha fazla eleştiri bulabilir miyiz ? Lycan’a göre bu sorunun cevabı hiç kuşkusuz evettir. Bir bilginin anlamının karşı tarafta bulunması istiyorsa bilginin yapısı ve içeriği birlikte olmalıdır, dolayısıyla kırmızı rengiyle ilgili kitaptan öğrenilen bütün fiziksel bilgiler renklerin yapısı ve ilişkileriyle ilgili bilgi sunmasına rağmen, içeriği barındırmadığı kendi başına fiziksel bilgi tam bilgiye tekabül etmeyecektir. Mesela Erdi Kızgır’ı tanıdığımı söylediğimde aslında onun nasıl biri olduğuna dair de fikir sahibi olduğumu belirtirim. Onun sadece internetten gördüğüm haliyle kişiliğiyle alakalı yorum yapmam anlamsız olacağı için, tanışmamış olacağım durumda O nu sadece bildiğimi, ama tanımadığımı söylemem gerekir.
Bu eleştiriye biraz dikkatli yaklaşmamız gerekiyor. Çünkü renklerle karşılaşmanın içeriği dolduracağına ilişkin öngörümüz verilen örnekteki gibi işlemeyebilir. İçeriğin, karşılaşma ile sağlanacağını ama yine de fizikalizme eleştiri mahiyetinde kullanılamayacağını söyleyebiliriz. Ama bu görüşü dile getirdiğimiz zaman yeti hipotezinin dışına çıkıyoruz. Lewis bire birde bu eleştiriye anti tez hazırlamasa da diyeceği şey az çok şöyle olurdu: İçeriği bilmekle, aynı zamanda ilişkisel bağlamı da açığa kavuşturmuş oluyoruz. Anlamsız kalabilecek pek çok bağıntı anlam kazandığı için içerik ile yapı arasında bağ olacağını dile getirmek durumundayız. Dolayısıyla içerik ve yapı birbiriyle etkileşim halinde olmalıysa, renklerle olan karşılaşmamız da renklerin yapısına dair bize yeni şeyler sunmalı.
Peki renkleri içerik olarak kabul ettiğimizde yapısına yönelik bir etkisi var mıdır? Mary, yukarıda da denildiği gibi öğrenilebilecek bütün renk ilişkilerini hatta beyindeki karşılık geldiği nöral ağlara kadar her şeyi bildiği için renklerle karşılaşmanın yapıya bir eklemesinin olacağını söylenemez.
Lycan’ın ikinci eleştirisi de hipoteze zarar vermemiş gibi duruyor. Öte yandan ilk eleştirisine bağlı olarak gelişebilecek farklı bir eleştirinin daha olduğunu söylenmişti. Bu da kırmızı veya bir başka rengin tonlarıyla Lycan’ın ilk argümanına sabitlenebilecek, Brian Loar’ın argümanı.
Örnek vermek gerekirse, kaçımız evdeki televizyonun rengini birebir aynı tonla hatırlar? Veya her gün gördüğümüz bir nesnenin bile rengini tam olarak hatırlayabildiğimize emin miyiz ? Bu iki soruya neredeyse herkes olumsuz yanıt verir. Kimsenin duvarındaki boyanın beyaz ile grinin arasında kaçıncı ton olabileceğini hatırlayamadığına da emin olabiliriz. Çünkü şahsım olarak da her gün baktığım bir nesnenin tam olarak tonunu gözümün önüne getirmeye çalışırken zorlanırım. Bu zorlanmanın neden olduğunun basit bir cevabı var. Pek çok şeyi tam olarak hatırlayamıyoruz; Çünkü hatrı sayılır oranda renk ve renklerin içerisinde renk sayısından daha fazla sayıda tonaj var. Sayılarla işi kesinleştireceksek; insan gözünün 1 milyon civarında rengi algılayabildiğini koni hücrelerinin yapısından çıkarsayabiliyoruz ve bu çeşitlilikte spesifik tonajı hatırlamak oldukça zor birşey. Şimdi yine Mary’e dönecek olursak, Mary’nin arka bahçeye yaptığı küçük turdan sonra odasına döndüğünde yaptığı geri çağırmanın bizimkilerden farklı bir geri çağırma olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Mary’nin yapacağı şey, gördüğü sınırlı alandaki nesnelerin renklerini geri çağırmak olacaktır. Hatta Jackson’ın makalesine birebir bağlı kalırsak odağını kırmızı bir çiçeğe yönelttiğini ve özellikle onu hatırlayabileceğini söyleriz. Bahçenin içerisindeki diğer objeleri değerlendirmeye almasak bile Mary’nin bir kere de olsa kırmızı rengiyle karşılaşması sonucunda gördüğü tonu, renk skalasındaki yerin biraz sağında veya solunda olduğunu hatırlaması hepimiz için çok makul, özellikle hafızanın zaman içerisinde değişiklik yaptığını, olan şeylere eklemeler ve çıkarmalar yapabileceğini göz önüne katarsak oldukça normal bir vaka. Yani Mary’nin bir kere gördüğü renk ile aslında kırmızının genel olarak görmediği tonları hakkında da bilgi sahibi olduğunu söyleyebiliyoruz. Çünkü deneyimlerden elde edilen temel bilgi hafızayla bu deneyimlerin kendisine birşeylerin eklenip çıkarılabileceğidir. Renklerin çeşitliliklerinden dem vurup renk hafızasında ekleme ve çıkarmaların olacağının söylenmesi de aslında bu amacı taşır. Kendi başına direkt bir eleştiri değildir ama karşılaştığımız deneyimin beraberinde sadece o anda algılanan halini getirmediği, aynı zamanda varyantlarını da getirdiğini vurgulaması açısından önemlidir. Bu sayede, Mary’nin öğrendiği bu şey kırmızı konseptinin kendisidir denebilir.
Bu eleştiri çoğu zihin felsefecisi için Lewis’in yorumunu geçersiz kılmaya yetiyor. Yine de hala bir takım soru işaretlerini yöneltebiliriz. Bu cevaba yönelik şöyle bir yaklaşım getirilebilir: Mary daha sonradan kırmızı hakkında bütüncül bir bilgiye sahip olsa bile bu bilgi ” x + y = 10 ” işleminde x’e herhangi bir değer verildiğini öğrendiğimizde y’nin mutlak olarak kalan değere ulaştığını biliyor olmamıza benzer. Yani ilk başta x’in belirli bir değer taşıdığını öğrenilir ve onunla birlikte y bilgisi zorunlu olarak gelir. Aslında ‘kırmızı rengiyle karşılaştığım zaman genel bir kırmızı konseptiyle de karşılaşıyorum’ diyebiliriz. Böylelikle kırmızı tonlarına erişiminin olması Mary için gayet doğal olur. Peki farklı, kilit bir tonda, varsayalım kırmızı ile sarı arasındaki bir tonu gören Mary için ne diyebiliriz ? O rengi gören Mary hem sarı hem de kırmızı konseptine kavuşmuş oluyor yani tek bir veriden iki çıkarsamaya varmış oluyor. Yukarıda verdiğim örnekten yola çıkarak bir bilinmeyen daha eklendiğini ve bu bilinmeyenin de cevabının elde edildiğini düşünebilirsiniz. Bir tanesi, yani sadece x biliniyorsa ve sonucunda hem y hem z açığa çıkıyorsa buna bilgi diyebilir miyiz en nihayetinde? Burada rengin dalga boyuyla yapılan bir tanımı kullanılabilir ve aslında birbirlerine uzak görünen renklerin bile bütünlüklü bir yapıya sahip olduğunu söyleyip az önce verilen örneğin bir sorun teşkil etmeyeceğini düşünebiliriz. Bunu seçmek biraz zorlama gelebilir. Yine de dalga fonksiyonu ve renklerin eşleşebileceğini biliyoruz. O yüzden yeti hipotezinin halen, sınırlı bir alanda savunulabileceğini düşünmekteyim.
Yukarıda sunduğumuz yeti hipotezi tartışmasının dışına çıkarsak, bilgi argümanına yönelik yedi tane daha temel eleştiri var diyebiliriz ve bunlardan biri fizikselin tanımının net olmamasından kaynaklı, argümanın fizaklizme direkt bir tehdit içermeyeceği ile ilgili (27). Benim daha çok beğendiğim ise bilgi edinme sürecinin duyum ile büyük bir bağıntısının olduğunu göz önüne alan model. Qualianın ontolojisiyle ilgili ilişkisellik yani naif gerçekçilik görüşünün bu modelle kuracağı bağın diğer modellere nazaran daha kuvvetli olduğunu söyleyebiliriz. Öncülleri kuracak olursak:
P1- Belirli duyu organları dış dünyadan gelen bilgiyle bağıntılıdır.
P2- Duyu organları bilgiyi dönüştürmekle birlikte kullanılabilmesi için ona uygun ortam gereklidir. P3- Duyum bilgilerinin yokluğunda ona uygun bilginin olmayacağını söyleyebiliriz.
C1- Belirli bilgiler, bilgilerin kendisini gerektiren duyum organı ve ortamın aracılığıyla edinilir
Bunun ne demek olduğunu yine bir düşünce deneyiyle anlatılabilir:Karşımızda herhangi bir doktorun olduğunu ve bizim de hastanede refakatçi olduğumuzu düşünelim. Ve doktorun özel bir hastasının olduğunu refakat ettiğimiz süre içerisinde gözlemliyoruz. Durumu özel olan hastanın yaşadığı sıkıntı dokunma duyusunun olmaması ve aynı zamanda da göremiyor oluşu. Bu ilginç hastanın doktor ile ilişkisini gözlemlediğimiz süreç içerisinde doktorun hastaya bazı şeyleri öğretmeye çalıştığını gözlemliyoruz ama bunun ne olduğunu bilmediğimizi varsayalım. En sonunda dayanamayıp yanlarına gidiyor ve doktorun belirli geometrik şekilleri hastaya anlatmaya çalışıp ona boyut kavramını kazandırmak istediğini fark ediyoruz. Doğuştan beri bu duruma sahip A hastasının bir gün görme duyusuna kavuştuğunu, etrafında olan biteni görebildiğini hayal edelim. Bu noktada artık A hastası dış dünyanın nasıl bir yer olduğunu ve diğer boyutsal kavramları öğrenmiş olsa da öğrenme imkanının daha önce tahakkuk edebileceğini düşünebilir miydik? Bir soru daha ilave edecek olursak: hastanın ancak görerek öğrendiği şeyin ve doktorun ona anlatarak aktaramadığı bilginin fiziksel olmayan bir bilgi olduğu tartışılabilir mi? Şuan fizikselin tam olarak ne olduğunu bilmiyor olsak da, fiziksel durumları düşünürken zorunlu olarak beraberinde getirdiğimiz boyut kavramının fizikselin içinde olup olmadığı tartışması gereksiz görünüyor. Bu noktada orjinal deneyin kendisine geçecek olursak, Mary’nin görme yetisine sahip olduğunu, sadece ortamının kısıtlandığı söyleyebiliriz. Bununla birlikte Mary’nin belirli şartlar altında renkleri işleyebileceğini iddia etmek önermeler bazında yine hatalı olmadığı için iddia’nın halen daha savunulabilirliği olur.
Bilgi argümanına karşı önemli bir karşı atak daha var. Fenomenal konsept stratejiyi yazının devamında bir miktar anlatmak istediğim için burada çok kısa bir şekilde verip zombi argümanına geçmek istiyorum. Bilgi argümanı içerisinde ‘New Knowledge/Old Fact’ olarak dönüşen stratejinin Michael Tye’ın da çok güzel özetlediği gibi bir file bakma deneyimiyle anlaşılabileceğini söyleyebiliriz. Hayvanat bahçesinde bir file baktığınız zaman fili baktığınız açıdan, yani tek bir tarafıyla görürsünüz. Bakma yönünüzü değiştirdikçe bu cüsseli memelinin farklı silüetlerini de algılar hale gelirsiniz. Temelde görüşün iddia ettiği şey farklı bir ontoloji alanına ait bir nitelikle karşılaşmadığımız, karşılaştığımız tek şeyin bizdeki bir konseptten ibaret olduğudur. Görüşün savunucularınca ‘özellik’ ve ‘temsil şekli’ arasındaki fark vurgulanarak anti fizikalistlerin bu ayrımı görmezden geldikleri veya bu ayrıma yönelik eleştirilerinin yetersiz olduğu vurgulanmıştır (28).
Tahayyül Edilebilirlik ve Zombiler
Zihin felsefesi şahsımca felsefe içerisinde, bilinci olan her canlıyı ilk elden ilgilendirmesi gereken, sorunun öneminin olmasa da, merakının en yoğun olması gerektiği alan. Ve bu merakı besleyen şey çoğu zaman sezinlediğimiz şekliyle zihnin fiziksele indirgenemeyeceği veya fizikselin kendi başına yetmeyeceği duygusudur ve buna rağmen bilinç dediğimiz şey hemen dibimizdedir. Ayrıca bu duyguya kapılmak için bilgi argümanından veya Mary adlı bilim insanından haberdar olmamıza da gerek yoktur. Sadece acı gibi, fiziksel olmasını bir türlü aklımızın almadığı nitelik algılarına dikkatimizi yöneltmemiz yeterli olacaktır. Ve bir kere bu sezgiye ulaştıktan sonra zihnin fiziksel olması düşünmeniz için epey çabalamanız, okumanız gerekir. Hatta okuduktan sonra bile bu şüpheleri tamamen yok etme durumunu garanti edilemez. Şahsım adına, zihnin fiziksel olduğunu düşünsem bile ve bunu belirli argümanlara dayandırsam da kaynak okumalarına girişen birisinin fizikalist olmayan bir zihin teorisine yönelmesi hiç de zor değil. Zira Chalmers’ın yaptığı ankette felsefecilerin %56.5’inin fizikalist bir zihin teorisini benimserken kalan %43.5 gibi bir azımsanmayacak oran da fizikalist olmayan veya agnostik görüş belirtme/görüş belirtmeme seçenekleri arasında kendilerini sınıflandırmış bulunmaktalar (29). Dolayısıyla, birçoğunun sadece sezgilerin arkasına sığınarak savundukları görüşün doğru olduğunu ummalarını hayal etmek saflık olur. Fizikalizme yönelik ciddi eleştirilerin olduğu ve bunların hafife alınmaması gerektiğini de ayrıca düşünmekteyim.
Zihnin fiziksel olmayacağı sezgilerimizi biraz daha güçlendirmeye çalışan argümanlardan bir diğeri ise ‘zombi’ argümanıdır. Argüman çoğu zaman ‘Conceivability’ argümanıyla anılsa bile zombilerin direktman metafizik olarak mümkün olup olamayacağını değerlendiren ve 2 boyutlu semantiğe başvurmadan bunu yapan argümanlar mevcut. İlk olarak mental kelime dağarcığının zombilerde olamayacağını belirten ve az önce bahsi geçen kategoride değerlendirebileceğimiz Todd Moody’nin (30) eleştirisini ele almak istiyorum. Tabiki bunu yapmadan önce zombiler ile neyi kast ettiğimi de açmamız gerekli. Felsefeciler arasındaki tabirle ‘ Hollywood’ zombilerinden, yani vücudunun belirli yerleri çürümüş, normal bir insana hiç benzemeyen zombilerden bahsetmiyoruz. Aksine kurgusal yönü tamamiyle oyulmuş, bilinçli sıradan bir insan nasıl gözüküyorsa, tıpkı onun gibi olan bir zombiden bahsediyoruz. Bu varlığı zombi olarak değerlendirmemizin sebebi ise insanlarla olan bütün bu uyumlu dış özelliklerine rağmen kafasının içinde bilinç dediğimiz şeyin gerçekleşmiyor oluşu. Yani, insanın bütün yapabildiklerini yapabilen, spesifik tepkiler gösteren ama buna rağmen bilinçli olmayan ve bilinçli dışarıdan olup olamayacağı anlaşılamayacak bir zombiden bahsediyoruz. Sezgisel olarak fiziksel olmadığını düşündüğümüz zihin için sezgisel olmayan bir argüman. En azından ilk bakışta. Çoğumuz neşeyle gözleri parlayan bir zombiyi hayal etmekte zorlanıyor. Ama madem zombileri bilinçsiz olarak tasarladık, bu tasarımların gündelik hayatta karşılıklarının olup olmadığına da bir bakalım (31). Kaynak kısmında ulaşabileceğiniz haberler, uyurgezer olarak etrafta normal insanların yaptıklarının birebir aynısını yapabilen ama yaptıklarının hiçbir şekilde farkında olmayan insanlarla ilgili. Kısaca bahsi geçen eylemleri gerçekleştirirken bilinci olmayan kişilerden bahsediyoruz. Peki burada bilincin miktarının tıpkı uykudaki gibi bariz bir şekilde azaldığını veya sadece bilincinde olduğumuzun sağlamasını almamızı sağlayacak hafıza problemlerinin olduğunu dile getiremez miyiz? Bu tarz düşünceler elbette üretilebilirdir. Fakat uyurgezer örneği gibi örnekler daha çok zombi metaforunun anlaşılması için kullanıldığından bu durumun kendisinin mümkünatı hakkında bir tartışmaya girilmesine gerek yoktur. Dolayısıyla yukarıda ismi zikredilen Moody’nin fikrine geçebiliriz.
Kendisine göre duygularımız, hislerimiz ve mod durumlarımız için kullanılan kelimelerin zombilerde herhangi bir karşılığı olamaz. Yani dışarıdan tıpatıp bir insan gibi gözüktüğünü iddia ettiğimiz zombilerin bilinçle özdeşleşmiş bazı eylemleri yerine getiremeyeceğini iddia eder. Peki insanın bütün mimiklerini kopyalayabilen bir zombi en azından bu dünyadaki bilinçli olma kavramıyla mümkün olamaz mı? Kolaydan karmaşığa doğru, davranışsal karşılıkları olduğunu düşündüğümüz nitelik algılarının değerlendirmesini değerlendirerek olup olamayacağına bir bakalım. İlk olarak üşüme ve bunun sonucunda titreme örneğini verelim. Bu örneği zombiye uyarlamaya kalktığımız zaman sırıtacağını düşünmüyorum. Hatta yine bilinçli bir insan gibi soğuktan şikayet ettiğini belirten cümleleri dahi kendi durumunu rapor etme babında dile getirebilir. Bir sonraki seviyeye geçtiğimizde iki çiftin birbirine olan sevgisinin bir zombi çiftinde davranışsal ve sözel karşılığının olup olmayacağına bakalım. İki zombinin, birbirlerini sevdiklerini söylerken aslında beyinlerinde gerçekleşen her şeyin sadece bir takım nedensel ilişkilerden ibaret olduğunu dile getirebilir miyiz? Aslında aşk duygusunu cinsel isteği arttırması için ortaya çıkan bir fenomen olduğunu dile getirdiğinizde karmaşık gözüken bütün bu arzuların yol açtığı davranışların da nereden temel aldığını söylemiş oluyoruz. Yani bir zombinin, çiftine ‘seni seviyorum’ cümlesini kullandığında, insanların yaşadığı yoğun duygulardan ziyade üreme güdüsüne ait bir göndermenin bünyesinde ne kadar yoğun olduğunu dile getirmeye çalıştığını anlayabiliriz.
Peki en zor durumda, yani bir zombinin bilinç kavramıyla ilgili konuşması konusunda ne diyebiliriz? Moody’nin eleştirisi aslında tam olarak bu noktayla ilgili. Bilinci olmayan, ama evrimsel geçmişimiz gereği sahip olduğumuz ve algılarımıza eşlenik olan bütün bilinç durumlarında, zombilerin kullanabileceği bütün mental içerikli sözcüklerin işlevlere işaret edebileceğini söylemiştik. Ama fonksiyonel etkisi belli olmayan bilinç kavramının konuşulduğu mental ifadeleri zombilerin kullanabilmesi ihtimalinden bahsedebilir miyiz ? Bu soruya iki ayrı taraftan da evet cevabı gelebilir. Fizikalistlerin bir kısmı için fonksiyonal olarak bizim tıpatıp aynımız olduğunu iddia ettiğimiz kopyalarımız bizim bilinçle ilgili yaptığımız konuşmaların aynısını yapabilirler. Diğer tarafta nitelik düalizmi gibi fizikalist olmayan görüş savunucuları da bunun böyle olabileceğini ifade ediyor.
Zombi metaforunda, bilincin fiziksel olup olmadığı tartışmalarında metafizik olarak mümkün olduğunu söyleyenler ve buna itiraz edenler genelde tahayyül edilebilirlik argümanına başvuruyorlar ve ilk elden metafizik yapıya bu tarz eleştirilerin getirilmesi konusunda genel olarak olumsuz fikirleri benimsemiş durumdalar. Benimsediğim görüşü savunanların aksine Moody’nin eleştirisinin bilinçle ilgili sözcüklerde karşılığının olup olamayacağına bir bakalım. Zombilerin bizim kurduğumuz bütün cümlelerin aynısını kurabilme ihtimalini fonksiyon kavramından uzaklaştırıp fenomenal konseptler üzerinden ilerlersek zombiler ile aramızdaki ufak farklılıkların gün yüzüne çıkıp çıkmayacağına bakmalıyız. Farklılıklardan ilki, fenomenal konseptlerin bizim bildiğimiz diğer bütün konseptlerden farklı olmasına karşın, bilincin ontolojisinden çok bilinç ile fiziksel düşünüş tarzımızın niye bu kadar ayrı gözüktüğünü göstermek için kullanılmasıdır. Konseptlerin çeşitleri değişse bile ortak paydasının bu ayrıklık olduğunu söyliyebiliriz. Dolayısıyla, bilinçle ilgili konseptlerimizden söz ederken bilincin kendisini konseptlerden ibaretmiş gibi almıyoruz. Yani ‘bilinç eşittir bu konsept’ ifadesi ilk bakışta bilincin tam tanımını vermemiş oluyor. Zombilere fenomenal konseptleri uygulamaya çalıştığımız zaman ise onlarda da kendi bilgi işleme mekanizmalarına dair ‘normal’den farklı işlemler gerçekleştiğini ve buna yönelik ifadeler kurabildiklerini varsayabiliriz. Zombilerden aldığımız bu ifade bizim bilinçle ilgili konuşurken ima ettiğimiz şeyin karşılığı olsun. Karşımızda bir zombinin olduğunu ve onunla konuştuğumuz zaman, bilincimizin ayrık konseptlerden ibaret olmadığını söylememiz onda karşılık bulacak mıdır?
Gerçekte bilinçli olan A kişisinin farazi olarak karşısındaki insan benzeri zombiye şöyle birşey dediğini farz edelim: ”benim konseptlerim bilinç durumumu değerlendirmemi sağlar ama konseptimin kendisi bilincimden tamamen bağımsızdır veyahut konseptin kendisi bir miktar da olsa bilince bağlıdır.” Bu cümleyi duyan zombinin, kendi algılayışında (bilinçsiz, tamamen durum değerlendirmesinden ibaret algısında) cümleyi anlamlandırması sıkıntılı gibi durabilir. Çünkü bilincin konseptsel bazda değerlendirilmesi dışında taşıdığı belirli nitelikler de var gibidir. Bu nitelikler kapsamında düşündüğümüzde, mesela Mary’nin dışarı çıktığı vakit renklerde karşılaştığında yaşayacağını düşündüğümüz şaşkınlık gibi, bir zombi kopyanın Mary ile aynı tepkileri verebileceğini düşünmek bize zor gelebilir. Bu zorluğun sebeplerinden birisinin fenomenal deneyimlerimizin çok geniş olması ve fiziksel olan ile zihinsel olan ayrımında, konsept bazında bir ayrım yaptığımızda dahi ayrık konseptle değerlendirileceğini söylediğimiz yalancı fenomenal (zombi kopyanın beyninde olan durum) durumların içeriğinin oldukça boş gelmesidir. Mary’nin olduğu durumda zombi beyninin içinde zihinsel olan birşey yok ise daha ne olabilir, veya olacağını düşündüğümüz şeyi bizim ifade ettiğimiz yapıda aktarabilir mi? Diye sormak daha makul olacaktır. Ne var ki bunun kritiğini konseptlere ayrılan kısımda yapmak daha doğru olacak.
Şimdi, zombi metaforuyla esas kastedilen argümana, yani tahayyül edilebilirlik (conceivability) argümanına geçtiğimiz zaman ilk olarak öncülleri en genel haliyle kuralım:
P1- Zombiler tahayyül edilebilir varlıklardır. P2- Zombiler tahayyül edilebilir ise metafizik olarak mümkün varlıklardır. P3- Zombiler matefizik olarak mümkün ise fizikalizm yanlıştır. S4- Zombiler metafizik olarak mümkündür dolayısıyla fizikalizm yanlıştır.
Bu öncüllerde metafizik ile tahayyül edilebilirlik arasında nasıl bir ilişki kurduğumuzu görmek adına modal mantığın uzantısı olan iki boyutlu semantiğe bir miktar değinmemiz gerekli.
Modal mantık derken olası olduğunu veya zorunlu olduğunu söylediğimiz ifadelerin değerlendirildiği mantık alanını anlamalıyız. Bir ifadenin olası olduğuna veya zorunlu olarak herhangi bir evrende olabilirliğini anlamak için mümkün evrenlerde bu ifadenin karşılığının ne olduğuna bakmalıyız. Mesela öznesinden fiili çıkarsanan ifadeler, olası her dünyada zorunlu olarak bulunacakken, ‘ağacın yaprağının sararması’ ifadesi her evrende zorunlu olarak bulunmak durumunda değildir. Dolayısıyla ‘A’ ifadesinin durumunu değerlendirmek için olası dünyalarda bu ifadenin olup olmama durumuna bakarız. Olası bütün evrenlerde ‘A’ ifadesi var ise zorunlu, yoksa, yani bizim evrenimizde varsa da olası ifade deriz.
İki boyutlu semantikte başka dünyalar arası olası olma ve zorunlu olma ilişkilerine bakarken geleneksel bir boyutlu modal mantığın aksine iki tane parametre kullanarak ifadelerin işaretlerinin (reference) bağlı olduğu dünyaya göre değerlendirmesini yapıyoruz. Böylelikle ilk parametre ile ifadenin işaret ettiği alan dünyanın yapısına bağlı oluyorken ikinci parametreyle karşı olgusal alanda sabitlenmiş ifadelerin işaretlerini değerlendirmeye alıyoruz.
Chalmers bu iki parametreyi birincil ve ikincil içlem olarak ayırarak ünlü H2O=Su eşitliğini inceliyor (32). Bu eşitliğe baktığımız zaman bundan sonra su gibi göreceğimiz her entitinin aslında su olup olmadığını değerlendirmemiz için bu eşitliğe başvurabiliyoruz, tanım olarak aynı ifadeleri içerse de, bir başka dünyadaki su benzeri entite H2O karşılığını sahip değilse o dünyadaki okyanus,deniz gibi suyun doldurduğu yerlerde bulunmasına veya içilebilmesine rağmen başka bir karşılığı olan bu entite su olmamış oluyor. Tam bu noktada düşündüğümüz şey, aslında su dediğimiz molekülün daha farklı bir yapıda olabileceğidir. Yani eşitliğin kendisi keşfedilmeden önce su yapı olarak diğer potansiyel yapılardan herhangi birisi olabilirdi. Chalmers bu duruma birincil içlem adını koyuyor. İkincil içlem de suyun diğer dünyalarda da H2O’dan başka yapıya sahip olmama durumunu oluyor böylece.
Peki bu ayrım niye önemli ? Bu ayrımda, modal mantığa yani olası olma ve gerekli (necessity) olma durumlarına katı belirlenimlerin (rigid designators) kendisini de ekleyerek a posteriori zorunlulukları olumsallık/gereklilik bağıntısında inceleyebilir konuma geliyoruz. Chalmers böylelikle tahayyül edilebilirlik üzerinden bilincin, katı belirlenim yoluyla fizikalizmi çürütebileceği iddiasını geliştiriyor. İddiasını geliştirirken tahayyül edilebilirlik kavramını da açmamız gerekli tabiki. Chalmers kavramı açarken birincil/ikincil, prima facie/ideal, negatif/pozitif tahayyül edilebilirlik kavramlarını sunuyor. Birincil tahayyül edilebilirlik herhangi bir ifadenin bütün dünyalarda düşünülebilir olmasını ifade eder, yani su örneğinde de dediğimiz gibi, suyun karşılığı olarak XYZ veya farklı bir yapı düşünebiliriz. Dolayısıyla bu türde ifadeler a priori olarak yanlışlanabilirler. İkincil tahayyül edilebilirlik de olası, farklı bir dünyada ifadenin karşılığı bulmayacağı durumlardır. Yine az önce değindiğimiz su örneğinde suyun XYZ ile eşit çıkması olası dünyalarda mümkün olmayacaktır.
Diğer yandan bir ifadenin düşünülebilir olmasını sezgiler ile veya o ifadenin sağlama alınmış haliyle ele alabiliriz. Mesela ‘domates sebzedir’ ifadesi prima facie düşünülebilirken ideal anlamda bu ifade doğru değildir. İfadenin doğrusu ‘domates meyvedir.’ şeklinde olmalıdır. Son olarak negatif tahayyül edilebilirlik ifadenin kendi tanımı gereği yanlış olup olmadığına bakarken pozitif tahayyül edilebilirlik ifadenin kurduğu öncüllerin kendisini yanlışlayıp yanlışlamamasına bakar. Dolayısıyla negatif tahayyül edilebilirlik ile argümanın kurulması daha kolay olsa bile Chalmers’ın pozitif tahayyül edilebilirliği de eş seviyede geçerli kullandığını görüyoruz. Bütün kavramları verdiğimize göre Chalmers’ın birincil ve ikincil içlemleri tahayyül edilebilirlik kavramları üzerinden nasıl yorumladığına bakalım:
P1- A iken değil T tahayyül edilebilirdir. P2- A iken değil T tahayyül edilebilir ise birincil derece da olasıdır. P3- A iken değil T birincil derece olasıysa ikincil derece de olasıdır. P4- A iken değil T ikincil derece olasıysa fizikalizm yanlıştır. S- Fizikalizm yanlıştır.
Burada A bütün fiziksel bilgileri kapsarken değil T bilincin olmaması durumunu belirtmektedir. Bununla birlikte birincil içlemin varsayıldığı konumda beraberinde ikinci içlemi de getirdiğini görüyoruz. Su örneğini, aynı yapıya sahip argümanda denemeye kalkarsak böyle bir sonuca ulaşamayacağımızı kolaylıkla söyleyebiliriz. Aynı şekilde sonradan bildiğimiz diğer bütün katı belirlenimler için de bu geçerlidir. Peki bilincin bu argüman kalıbına uygulanması için Chalmers nasıl bir tasımlamaya sahip ? Chalmers için su veya diğer eşitlikler diğer dünyalarda en azından özellik olarak karşılıklara sahip olabilirler. Bir başka evrende aslında su olmadığını farkettiğimiz XYZ maddesi karşısında hayrete düşmemiz gibi diğer katı belirlenimler için de aynı tepkiyi verebiliriz. Burada şaşırmamızın sebebiyse bildiğimiz maddenin bir başka mekanda birebir aynı özellikte olmasına rağmen farklı bir ‘kimliğe’ sahip olmasıdır. Yani XYZ’yle ilgili ‘watery stuff’ yani suyumsu şey diye bahsedebiliriz. Bilinç için bir benzerini yapmaya kalkıştığımızdaysa ‘bilinçsel şey’ kalıbının olası dünyalardan herhangi birinde farklı bir kimliğe sahip olamayacağını görüyoruz. Bunun sebebiyse, bilinci suya yaptığımız gibi kimliği ve özelliği şeklindeki sınıfların ayrı değerlendirilmeye tabi tutulamayacağıdır. Bilinç, nerede olursa olsun en azından his olarak aynı şeydir. Bilincinde olduğumuz şeylerin değişmesi farklılığa neden olmayacaktır. Dolayısıyla bilinci varsayarken bizim evrenimize benzer bütün evrenlerde olabilecek bir fenomen olarak ele almalıyız. Bilincin bir benzerini veya farklı yapıda olanını düşünemeyeceğimiz için bilinçle ilgili ortaya atılan teori bütün olası evrenlerde, bilince izin veren yapı var ise zorunlu olarak doğru olmalıdır. Aynı zamanda birincil ve ikincil içlemlerin aynı işarete sahip olmasından dolayı Chalmers için tüm fiziksel yapının birincil düzey olasılıkta bilince sebebiyet vermemesi ikincil düzey olasılığı da, yani bizim evrenimizde de bilincin fizikselden çıkamayacağına yönelik bir tehdit oluşturur. Fizikalistlerin bu tehditten kurtulması adına bilincin özünün (öz ile yukarıda kimlik ve özellik ayrımındaki kimlik kastedilmekte) bilimsel gelişmeler ışığında ortaya çıkması gerekiyor. Veya öncüllerde belirli hataların olduğu gösterilmelidir.
Akla gelen ilk eleştirilerden birisi spesifik bir öncüle karşı gelmeyen, argümanın kendisine tamamen karşıt bir argüman kurarak cevap vermeye çalışan Keith Frankish’in anti-zombie argümanı (33). Kendisine göre anti zombilerin tahayyül edilebilir olduğu bir argüman dizgesi oluşturduğumuz takdirde Chalmers’ınkiyle aynı yapıya sahip ama tam tersi sonuca çıkan bir argüman elde etmiş oluruz. Ve bu argümanın geçerliliği de yapı gereği orjinal olan ile aynı geçerliliğe sahiptir. Burada Frankish’in iddiasını din felsefesinde modal ontolojik argümana karşı sunulan argümanlara benzetebiliriz. Aşina olmayanlar için, tanrının varlığını herhangi bir evrende kanıtladığımız taktirde yine tanrının tanımı gereği diğer evrenlerde de zorunlu olarak tanrı var olacaktır ve karşıt olarak da eğer tanrının varlığı herhangi bir evrenden tanım gereği çıkarsanamıyorsa diğer evrenler de de tanrı olmayacaktır. Evet, argüman gerçekten de bunu çağrıştıyor. Lakin buradaki sıkıntımız, tanrının varlığının kesin olmamasına karşın bilinçten kesinkes eminiz. Yani argümana başlarken bilincin var olduğunu kabul etmek durumunda kalırız ki, bu da bizim modal ontoloji argümanındaki gibi bir karşı çıkışı engeller. Dolayısıyla iki argüman yapısının aynı olduğunu kabul edemeyiz.
Spesifik olarak öncüllerin kendisine getirilen eleştirilerden birisi fiziksele dair konseptlerimizin genişleyeceği, genişlemesiyle birlikte de zihinsel/fiziksel bağına dair daha elle tutulur yorumlar yapabileceğimizdir (34). Burada kastedilen Russell monizmi veyahut nötral monizm olarak adlandırılan görüştür. Russell monizminin fizikselin içerisinde mi yoksa panpişizme mi daha yatkın olduğu ayrı bir tartışma konusu olsa da, temelde görüşün savunduğu şey, zihinsel ile fiziksel olarak ayırdığımız yapının ortak, ama algıladığımız iki yapıdan da farklı bir temele sahip olduğu, zihne de fizikselin nesnelerin içsel özelliklerinden Russell’ın tabiriyle ‘eğilim’lerinden kaynaklanmasıdır. Chalmers’ın kendisi de bu potansiyal eleştirinin varlığını kabul eder. The Character of Consciousness kitabında argüman yapısını iki sonuçla kurar ve ikinci sonuca ya da Russell monizmi doğrudur diye yazar. Russell monizminin ise panpişizme endekslenmesi için kitap içerisinde başka bir çabası yoktur. Dolayısıyla, bu haliyle argümanın kendisi fizikalistler için bir açık kapı olarak gözüküyor. Ama fizikalistler tarafından Russell monizminin panpişizme yol açmayacak versiyonunun daha makul olduğu gösterilmeli.
John Pery tarafından ileri sürülen bir diğer eleştiri zombilerin varlığının epifenomenalizmi varsaydığıdır (35). Epifenomalizm, bilincin fiziksel olarak herhangi bir etkisinin olmadığını savunan görüştür. Kirk’ün argümanının bir versiyonu olarak anlaşılabilecek bu eleştirinin zombilerle ilgili gözden kaçırdığı önemli bir nokta söyleyebiliriz. Kaçan nokta, bilinci davranışlar veya fonksiyonlar nezdinde bilinçsizlikle aynı kefeye koyma davranışımızın bilincin fizikselde zorunlu olarak etkisinin olmayacağı anlamına gelmiyor. Aynı zamanda bilincin fiziksel etkisinin olmasına rağmen ayırt edilememesi anlamına da geldiği için zombilerden epifenomalizme direkt geçiş yapamıyoruz. Bilinci pek ala dış dünyaya olan etkisinin ayırt edilemez olduğunu da söyleyebiliriz. Sadece nedensel etkisinin olmadığı seçeneği varsayılmak zorunda değildir.
Yablo tarafından getirilen ve argümana karşı tehdit oluştuğunu düşündüğümüz son bir eleştiriye daha yer vererek bu bölüme son vermek istiyorum. Yablo’nun vurguladığı nokta, tahayyül edilebilirlik argümanı içerisinde düşünülebilir olmadan olası olmaya yönelik bir geçişin olması gerektiği, yani ‘ düşünülebilir olan olasıdır.’ ifadesini alınmasıdır. Ne var ki sonuç kısmına geçişte bu ifade ‘zombi dünyasının olması kavramsal olarak mümkündür’ den ‘ kavramsal olarak mümkün zombi dünyaları var’ ifadesine çevrilemeyeceği için fizikalizmin yanlışlığına varamayız. Burada bilinci modal mantıkta işaret ederken kulllandığımız içlemlerin ayrılmadığını belirtmek önemli, birincil ve ikincil içlemlerin bilinç durumunda ayrılamama durumunu kabul edebiliriz yine de mantıksal zorunluluktan metafizik olasılığa geçiş Chalmers tarafından gösterilememiştir. (36)
Açıklayıcı Boşluk Ve Konseptler
Zombi tartışmasında eleştirilere eklenmesi gereken görüşü Mary’nin odası deneyinde de belirtmiştik. Daha fazla uzatmamak adına görüşün karşılığı olan ifadelerin ne anlama geldiğini değerlendirme vakti geldi.
Fenomenal konseptler, çeşitli duygu, algı vb. Durumlarda yaşadığımız deneyimin niye fiziksel kavramlarla bu kadar kopuk gözüktüğünü göstermek adına savunulan bir stratejidir. Ve sezgilerimize hitap etmesi açısından günlük, bilinçli deneyimlerimizin kendimiz tarafından değerlendirilmesinin fiziksel, fonksiyonel veya yönelimsel kavramlardan tamamen izole olmuş bu kavramların yine aynı türden kavramlar ile mukayese edilememesinden kaynaklandığını söyler. Dolayısıyla konseptlerin hakkında konuşurken de gündelik hayatta kullandığımız bağlantıların herhangi birisini kullanmamız tanım gereği yasaklanmış olur. Peki bu durumda şuan bu konseptler hakkında nasıl konuşabiliyoruz? Diye sorulduğundaysa, konseptlerin yönelimsel/fonksiyonel bağıntılarından kaynaklı bir çıkarsama yapmadığımızı, tekrardan hatırlatmakta fayda var. Burada yaptığımız akıl yürütmenin nice kaynağı olarak deneyimlerimiz ile fiziksel olan arasında kavrayış olarak dolduramadığımız boşluğun kendisini gösterebiliriz.
Fizikalizme gelen eleştirilerden başlıcalarından birisi de açıklayıcı boşluğun fizikalizmi yanlışlayacağıdır. Bu teze karşı gelmek adına fizikalistler fenomenal konseptleri belirli şekillerde açımlamaya çalışıyorlar (37). için farklı zamanlardaki makalelerinde dile getirdiği şekliyle konspetleri tanımlayacağımız form tanışıksal (recognitional) yani teorik olarak türetilemeyecek, sadece deneyimden, hem türü hem de tipi çıkarsamamızı sağlayabilecek bir yapı olmalıdır. Bu yapı, ilk düşünce deneyimizde Mary’nin kırmızı rengiyle karşılaşmasında ve sonra kırmızı rengi üzerine yaptığı tasavvurlarda kırmızı konseptini elde etmesi, yani hem kırmızının belirli bir tipini, hem de kırmızı tonlarını kapsayan bir kavramı türetmesini sağlamıştır. Bunu Horgan’ın bilgi argümanına getirdiği cevaba da bir miktar benzetebiliriz. Bilginin kendisini gerektiren dış ortamın yokluğunda Mary nasıl gerekli bilgiyi üretemiyorduysa, burada da odasından çıkmadan önce kırmızı konseptine sahip değildi. Daha sonradan, bu konseptin kendisiyle ilk elden tanışarak bilgi edindi. Benzer bir örnek olması açısından çölün ortasında bir şekilde mahsur kaldığınızı düşünün. Oradan kurtulmak için çaresizce etrafınıza bakınırken daha önce hiç görmediğiniz bir çöl çiçeği görüyorsunuz. İlk bakışta size kesinlikle kavranması zor gelen bu varlıkla sonra tekrar tekrar karşılaştığınızı düşünün (Öyle ya, bir kere mahsur kalmanıza rağmen bir türlü akıllanamamışsınız!). En nihayetinde bu çöl bitkisi sizin için tanıdık bir canlı/varlık haline gelecek ve bitkinin türü ile spesifik üyeleri arasında, tıpkı kırmızının tekil tonları ve konsepti arasında yaptığınız gibi bir ayrım yapabilecek konuma geleceksiniz.
Bununla birlikte bu tanım içerisine belirli sıkıntılar da mevcut. İlk olarak konseptin ayrı nesneleri gösteren işaretleri (references) birbirinden ayırt edemeyebileceği sorunuyla yüz yüze geliyoruz. Örnek vermek gerekirse, Aynı türden olduğunu bildiğimiz ve görüntüleri tıpatıp aynı olan ikiz kardeşlerin tip olarak ayrı işaretleri olmasının garantisini ‘tanışıksallık’ görüşü veremiyormuş gibi gözüküyor. Yani ikiz kardeşleri bu görüş içerisinde bir ve aynı olarak algılayabiliriz demek oluyor. Diğer bir sıkıntı olarak da kırmızı rengiyle ilgili konseptimizin, kırmızıyı teşkil eden yüzey özellikleriyle (kırmızı maddeden yansıyan ışık vb özellikler) konseptin kendisi arasındaki yakın ilişki yüzünden diğer konseptlerden ne kadar ayırabileceğimiz olarak gözüküyor.
Konseptleri değerlendirmenin yollarından bir diğersi ise konseptlerin dizinsel olabilme durumlarını tartışmaktır. Bunu Mary’nin yeni ‘bilgi’sini spesifik bir durumda dizinsel bir bilgi edinmesiyle açıklayabiliriz. Mary’nin spesifik bir zaman ve konumda edinmiş olduğu bilgi tüm fiziksel bilgilerden çıkarsanmak durumunda olmayacağı için konseptin fiziksel ile bağının olmayacağını da iddia edebiliriz. Bu iddiayı biraz daha açımlamak istersek, saatin tam şu anda 15.00 olmasının belirli önermelerle elde edilemeyecek, daha doğrusu önermeler aracılığıyla ulaşılamayacak bir bilgi türü olduğunu söyleyebiliriz. Sonuçta saatin şuan kaç olduğunu sonuç olarak gösterecek önermeler kuramayız. Ve bilincinde olduğumuz şeyin bağlamı çevremiz olduğu için, çevremizden de diğer konseptlerden kurulacak önermesel bilgiyi bilinç ile endeksleyemeyeceğimizden bilincin diğer konseptler tarafınca değerlendirilememesini bu bağlamda anlayabiliyoruz bu görüş içerisinde. Tartışma için: (38)
Burada değinmemiz gerekecek ölçüde tartışmaya konu olmuş bir diğer konsept türü de ‘alıntısal’ konseptlerdir. Papineau’nün çeşitli makalelerinde bu konseptlerin neliğine dair yeterli bilgiler edinebiliriz. Kendisi ‘alıntısal’ları fenomenal bilincimiz tarafından bir miktar da olsa kurulumu sağlanan konseptler olarak görür. Burada alıntısal konseptin fenomenal bilinç tarafından kurulmasıyla diğer konseptlerden ayrıldığı gözümüze çarpmış olmalı. Ne var ki konseptin tam olarak bilinçli deneyimden kurulduğunu savunan kimseyi göremiyoruz. Eğer böyle bir ifadeyle karşılaşsaydık, stratejinin açıklayıcı boşluğun neden olduğuna dair varsayımları ciddiye alınmayacak türden olduğunu basitçe söyleyebilirdik. Çünkü, fenomenal deneyimlerimizin diğer kavramlardan ayrı gözüktüğünü zaten bilmekteyiz. Ayrı gözüktükleri için fenomenal deneyimin de kavramsal ölçüde farklı olduğunu söylemek soruna dair bir cevap olmaktan öte sadece bir tespit olacaktır. Bilincin ayrıklığı adına çözüm sunmamız için bilinçten farklı ama onunla alakalı olacak bir şeyle soruna yaklaşmalıyız. Çözüm olarak da bilinci değerlendirmeyi onsuz olmadan yapamayacağımız kavramları dahil etmek en basit yöntemmiş gibi duruyor. Peki var olmak için bir parça bile olsa bilincin kendisini gerektiren konsept yukarıdaki ‘tespit’ durumu olarak değerlendirilemez mi? Kanaatimce bu yanlış bir eşleştirme olacaktır. Durumu anlatmak adına iki parçalı bir yapbozu örnek verebiliriz. Bu parçalardan birisini fenomenal bilinç temelli konsept, diğerini de fenomenal bilinç olarak alırsak iki parçanın birleşmesi durumunda anlamlı bir bütünün elde edileceğini söyleriz. Anoloji olarak verdiğimiz bu örnek durumu karşılamak için yeterli olacaktır.
Konseptler konusunda kısaca verilen bu ayrıma ek olarak çoğu materyalist zihin felsefecisinin kabul ettiği bir ayrımı daha eklemek gerek. Konseptin kendisini deneyimi değerlendirirken ve deneyimin nasıl hissettirdiği, algılandığı konusunda yorum yaparken konseptin birincil kişi kısmını ele alıyoruz. Diğer taraftan fenomenal konseptlerin diğer konseptlerden yalıtılmış olduğunu söylerken konseptlerle ilgili nesnel bir değerlendirme sunuyoruz. İlk durum içerisinde konseptin deneyimi şekillendirmesi/ele alması tamamen kişiye ait olduğu için deneyimin nasıllığı nesnel bakış açısına kapalı oluyor haliyle. Yazının başında da konseptleri tanımlarken üstüne sık sık vurgu yaptığım izole olması durumuysa öznellikten yani birincil kişi bakış açısıyla sınırlandırılmadığı ve herkesin anlayabileceği bir çıkarım olduğundan üçüncül kişi bakış açısıyla fenomenal konseptlerin ele alınabildiğini söylüyoruz. Haliyle ‘konseptlerin bilinç durumunu yorumlamamızı sağlarken ve konsept yapısı üzerine konuşurken’ ayrımını yapmamız gerekli. Bu ayrımın önemini Chalmers’ın eleştirisinde daha iyi göreceğiz.
Chalmers (39) fenomenal konseptlerin yokluklarını kavrayabileceğimiz veya kavrayamayacağımız iki senaryoyu kendi zombi ikizi üzerinden öne sürer. İlk durum için, konseptlerin varlığını kavrayamadığımız durumda açıklayıcı boşluk tekrar bizim için bir sıkıntı yaratacaktır. Konseptin varlığını kavrayamadığımız zaman ise açıklayıcı boşluğa dair bir açıklama öne sürüldüğünü kabul edemeyeceğizdir. Argümanın detaylı halinde birincil kişi bakış açısı ve üçüncül kişi bakış açısı kıyaslanır. Birincil kişi bakış açısıyla konseptin olmadığını kavramaya çalıştığımız zombi kopyanın zombi olup olmadığını rahatlıkla söyleyemeyiz, dolayısıyla konseptlerin bu alanda bir açıklama gücü olmaz. İkincil olarak da üçüncül kişi bakış açısıyla konseptinin olup olmadığını değerlendirdiğimiz kopya Chalmers’ın deneyim sahibi olup olmadığını anlamaya çalışmamız bu konseptin tanımı gereği mümkün olmayacağı için konseptin de açıklayıcı bir yapısı olmayacaktır. Argümanın kendisine baktığımız zaman, Chalmers’ın iddiasına göre, konseptleri farklı bakış açılarıyla ele aldığımızda herhangi bir açıklayıcılık statüsünü göremiyoruz veya da konseptin olmadığını, Chalmers’ın gözlemince dışarıdan kavrayabilir olamıyoruz.
Şimdi, Chalmers’ın argümantasyonundaki sorun ne? Benim görebildiğim kadarıyla iki tane yanlış varsayım mevcut. İlk olarak, üçüncül kişi bakış açısıyla değerlendirdiğimizde konseptlerin açıklayıcı boşluğa yönelik varsayımsal bir açıklama getirdiği zaten söylemiştik. Normal bir şekilde, olayları ait olduğu içlemin kavramlarıyla değerlendirdiğimiz için, fenomenal olaylara ait farklı bir konsept yapısının da olabileceğini öne sürmek konseptin açıklayıcılığına zarar vermiyor. Ama Chalmers’ın beklentisi konseptin üçüncül kişi bakış açısından yola çıkarak açıklayıcı boşluk gibi sorunların giderilmesinden ziyade konseptin varlığının birincil kişi ile üçüncül kişiyi direkt bağlayacak şekilde gösterilmesi olduğu için bu eleştiriyi getiriyor. Hiç değilse beklentinin içerdiği tespitin doğru olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu, tanım gereği konseptin tutarlılığına zarar vermiyor. Aynı zamanda konseptin a priori olarak sorgulanması ve gerekçelendirilebilir olması da fizikalizme karşı stratejiyi savunulabilir konumda kılmaya yetecektir. İkinci yanlış varsayım birincil kişi bakış açısıyla üçüncül kişi bakış açısı kavramlarını zorunlu olarak birbirine endeksli olarak görülmesidir. Chalmers bu ayrık konseptlerin birincil kişi bakış açısı olmaksızın tamamen anlamsız olacağını düşünmekte. Buradaki gizli varsayım, kendi başına konseptleri tasarladığımızda, konseptler içerisinde değerlendirilen belirli durumların zihinsel durumlar olmadığı taktirde (fiziksel bir durum da olmayacağı için) içerik olarak herhangi bir karşılıkları olmayacağıdır. Ama bu iddia yersizdir. Zira konseptleri iki farklı şekilde tasarladığımız için, konsepte sahip zombimizin konseptinin yönelimsel ve fonksiyonel içeriklerinin olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu içeriklere ulaşımı varken konseptin kendisine yönelik fonksiyonel veya yönelimsel herhangi bir eşleşme olmayacağını belirtmemiz gerekebilir, veya basit bir şekilde bilinçsel içeriğin fiziksele indirgenebileceğini ve zombilerin mümkün olmayabileceğini de söyleyebiliriz. İlk iddia daha garantiyken ikincisi için belli ön kabuller gerekecektir. İçeriklerin böyle olması, içeriğin konsept içerisinde değerlendirildiğinde bilinçli biz ve konsept sahibi zombi arasında herhangi bir epistemik farklılığa neden olmayacağı için (ikimiz de ayırt edilemez olacağız) konseptlerin zaten bizim tarafımızdan tespit edilme iddiası yoktur. Sadece konseptlerin varlığını çıkarsayabilmemizi sağlayan argümanlar fizikalizme karşı öne sürülen görüşlerin geçersizliğini göstermede kullanılabilir ve bütün olay da buradadır. Chalmers’ın karşı çıkışından konsept stratejinin başarısız olduğu gösterilememiştir.
Lakin Chalmers’ın izlediği düşünce çizgisine daha detaylı yer vermek de önemlidir. İlk olarak konseptin işaret ettiği boşluğa (zombi ikizde) değinerek epistemik durumların farklılığı üzerinden anti fizikalist bir argüman geliştirmek makul bir fikir gibi görünebilir. Yani, konseptlerin aynı şekilde izole olarak düşünüldüğü ikizlerde bilgisel durum farklı olacağı için, konseptin kendisi zihinsel durumla ilgili bilgimize dair birşey sunmayacaktır. Burada iddia edilen savın üçüncül kişi bakış açısını yine kaçırdığını nüanslı şekilde göstermek gerekli. Zira bu tarz konseptlerin varlığıyla sadece normal insan-zombi ayırdına varılmadığı gibi normal renk algılayıcısı-tersine dönmüş renk algılayıcısı ayrımı da edinilebilir. Yani konsepte getirilen eleştirinin kaçırdığı şey güneşi kırmızı olarak gören kişinin sarı gören kişiyle aynı epistemik durumda olmalarına karşın bilgi içeriklerinin değiştiğini görmezden gelmeleridir. Dolayısıyla bu eleştiriyi getirerek sarı ile kırmızı renginin tanımını konsept içerisinden verileceğinin imasını taşır. Ama böyle bir zorunluluk yoktur. Çünkü spesifik olarak rengin veya herhangi bir algı durumunun ne olduğuyla, o algı durumlarının nasıl algılandığı arasında kavramsal bir farklılık vardır. Eğer nasıllığı aynı olan durumları inceliyorsak, bilgisel durumun aynı olduğunu söyleyebiliriz. Mesela bardak yapımının nasıllığını öğrenmek demek bardağın spesifik olarak hangi maddeden yapıldığını öğrenmek anlamını taşımaz. Taşımamasına karşın aynı bilgisel yapıya sahip oluruz.
İkinci bir karşı çıkış özellik ile temsil şeklinin nitelik algısı konusunda birbirlerine zorunlu olarak bağlı olduklarını söylemek olacaktır. Bu eleştiri yukarıda getirilen nelik ve nasıllık arasındaki ayrımı kapatma imasını taşır. Bunun sebebi ise spesifik türden renk algısının ona uygun bir konseptle birlikte var olacağını düşünülmesidir. Durumu en iyi açıklayacak örnek, ikiz dünyalarda yaşayan iki kardeşin birebir aynı gözüken sıvıya (suya) dair aynı algı şekilleri var iken algıladıkları şeyin içeriklerinin farklı olmasıdır. Bilinç durumundaysa algı şekli ile içeriği birbirini karşılamalıdır. Suya verilen ‘akışkan’ özelliğini su olmayan ama çok benzeyen bir XZY sıvısında kullanabileceğimiz gibi bilinçte sarı olan ama sarı olmayan şeklinde ayıramayız. Bu aslında zombi kısmında tartışılan konunun aynısıdır. Ama burada bir ön kabul yatmaktadır. O da zorunlu bir zihinsel ile fiziksel ayrımı yapıp, içerikte zihinsel bir durum yok ise hiçbir şeyin olamayacağını söyleyip, ardından da konsept açıklamasını geçersiz kılmaktır. Ama zihin fiziksel ayrımının bu kadar keskin bir şekilde yapılabileceğini göstermek adına nitelik veya töz dualizminin kanıtlandığını göstermek, ardından bu argümanı savunmak gerekir. Gösterilmediği takdirde zombi ikiz tarafından algılanan yalancı algının bir şeye tekabül edeceğini söylemek yanlış olmaz. Her ne kadar tekabül edilen bu şey bir bilinç durumu olmayacak olsa da bu savunulabilir bir savdır.
Yukarıda verilen itirazlara verilen cevapların yanı sıra iddiayı güçlendirmek adına Carruthers’ın yaptığı gibi zombi-zombi Chalmers ayrımı da yapabiliriz. Epistemik durumumuzu zombiyle eşit duruma getirmek istemeyen Chalmers için bu düşünce oldukça kabul edilebilir olmalıdır. Çünkü fenomenal konsepte sahip olmayan zombi bu konseptin ayrıklığıyla ilgili herhangi bir sorguya giremeyecekken, zombi Chalmers tıpkı bizim girdiğimiz gibi, fiziksel ile zihinselin niye böylesine ayrı gözüktüğü sorgusuna girecektir. Yani bizim dert edindiğimiz şeyleri soracak ve dışarıdan aslında aynı bilgisel durumda gözükecek.
KAYNAKÇA
(25) Lewis, D. 1983a “Mad Pain and Martian Pain,” Philosophical Papers Oxford: Oxford University Press.
(27)thorgan.faculty.arizona.edu/sites/thorgan.faculty.arizona.edu/files/Mary%20Mary,%20Au%20Contraire-%20Reply%20to%20Raffman.pdf
(28) Papineau, David. 2002. Thinking about Consciousness. New York: Oxford University Press
(29) philpapers.org/archive/BOUWDP
(30) citeseerx.ist.psu.edu/viewdoc/download?doi=10.1.1.39.8607&rep=rep1&type=pdf
(31)health.usnews.com/health-news/family-health/sleep/articles/2009/05/08/7-criminal-cases-that-invoked-the-sleepwalking-defense
(32) Chalmers, David, 2011, The Character of Consciousness, Oxford University Press
(33)nbviewer.jupyter.org/github/k0711/kf_articles/blob/master/Frankish_Anti-zombie_eprint.pdf
(34) Stoljar, Daniel, 2006, Ignorance and Imagination: The Epistemic Origin of the Problem of Consciousness, Oxford U. P.
(35) Perry, John, 2001, Knowledge Possibility and Consciousness, MIT Press.
(36) Kirk, Robert, 2008, Zombies and Consciousness, Oxford U.P.
plato.stanford.edu/entries/zombies/
Hawthorne, John, 2002, Conceivability and Possibility, Clarendon P.
(37) (38) Alter, Torin, 2008, Phenomenal Concepts and Phenomenal Knowledge, Oxford U.P.
(38) Tye, Michael, 2012, Metarialism Whitout Phenomenal Consepts, MIT P.
(39) http://consc.net/papers/pceg.html
Yazı çok uzun ve anlaması zor. Anladığım kadarıyla meselenin özü şu:
Bir fizik evren var. Bir de fizik evrenin bilincimizde algıladığımız hali. Algılarımızdaki hali de fizik evrenin parçası mı yoksa ondan bağımsız mı diye soruluyor sanırım.
Algılarımızdaki evren de fizik evrenin bir parçasıdır. Algımızı (bilincimizi) oluşturan cihaz beynimizdir. Her birimizin algısını/beynini birbirine yakın ancak küçük yönlerden farklı fotoğraf makineleri gibi düşünürsek, her birimiz aynı objenin birbirine yakın ancak bir miktar farklı fotoğraflarını çekiyoruz. Bu bizim bireysel algısal limitlerimiz ile ilgilidir. Bu fotoğrafların her biri fizik evrenin bir parçasını yansıtır.
Eğer ki fotoğraf makinesi objenin çarpık bir fotoğrafını çekiyorsa (gerçeklikle ilgisi yok ise), bu üretilen çarpık bilgi makinenin arızalı olmasındandır. Bu genelde delilik veya şizofreni olarak adlandırılır.
Hayalgücü de kontrollü ölçüde delilik gerektirir, algılanan fizik evrenin çarpıtılarak var olmayan konseptler üretilebilmesi için. Hayal edilen konseptlerin bir kısmının fizik evrende karşılığı olabilir, bir kısmı da tamamen hayal ürünü olabilir.
Ama bu hayallere yol açan algısal mekanizmaların kendisi de fizik evrenin kurallarına tabidir dolayısıyla ürettikleri bilgi de fizik evrene (ya da olasılıklar evrenine) aittir.
Zombi argümanı biraz mesnetsiz, bilinci (algısal mekanizmaları) olmayıp da bizim gibi tepki veren varlıkların olması mümkün değil. Evrene verdiğimiz tepkilerin tamamı bilincimiz ile algılayıp yaptığımız yorumlara (kimyasal reaksiyonlara) dayanmakta. Tek hücrelilerden beri bu böyle.
Burada asıl sorulması gereken soru hayalgücü, daha önce algılanmış objelerden varolmayan (ya da henüz doğrulanmamış) objeleri nasıl yaratıyor? Sanırım beyinde kaydedilen verilerin/izlenimlerin hayalgücü/delilik merkezinde çarpıştırılması, verilerin yapısını bozarak yeni bir veri yaratıyor.
Şunun gibi belki: https://i.pinimg.com/originals/9a/8c/74/9a8c74aa8590c003bc4dbab56222a32a.gif