İnsan Doğası İçin Kötü Haber Niteliğinde 10 Psikolojik Bulgu

3057 görüntülenme
16 dk okuma süresi
Sevim İrem Alkılınç

Sevim İrem Alkılınç

Hacettepe Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı mezunu, noter yeminli mütercim tercüman. Dergiye yaptığı çevirilerin yanı sıra çeviri kalite kontrolünden sorumludur. Analitik ve evrimsel psikoloji okumayı sever.

Yıllardır tekrarlanan bir soru – insanlar kusurlu olsalar da özünde nazik, makul, iyi huylu yaratıklar mı? Yoksa derinlerde kötü, bağnaz, başıboş, kibirli, kinci ve bencil olmaya mahkum muyuz? Bu soruya verilebilecek basit bir yanıt yok ve bireyler arasında elbette farklılıklar var ama burada konuyu insan doğasının daha karanlık ve daha az çarpıcı özelliklerini açığa çıkaran 10 moral bozucu bulgu ışığında kanıt temelli olarak aydınlatacağız:

Azınlıkları ve savunmasız kişileri insanlardan aşağı görüyoruz. Bu kaba insandışılaştırmaya dair çarpıcı bir örnek, küçük bir öğrenci grubunun evsiz veya uyuşturucu bağımlısı kişilerin fotoğraflarına baktıklarında, daha yüksek statüdeki bireylere karşı olduğundan daha az sinirsel aktivite gösterdiği bir beyin taraması çalışmasında görülmüştür. Başka bir çalışma ise Arap göçüne karşı olan kişilerin Arap ve Müslümanları gerçek anlamda ortalama insandan daha az evrilmiş olarak değerlendirdiğini göstermiştir. Diğer örnekler arasında gençlerin yaşlı insanları insandışılaştırdığı ve hem erkeklerin hem de kadınların, sarhoş kadınları insanlıktan aşağı gördüklerini gösteren örnekler bulunuyor. Dahası, insandışılaştırma eğilimi erken yaşta başlıyor – beş yaşındaki çocuklar, grup-dışı gördükleri yüzleri (çocuktan farklı bir şehirden gelen veya kendi cinsiyetinden farklı olan insanları), grup-içi yüzlerden daha az insanmış gibi algılıyorlar.

2013 tarihli bir çalışmaya göre dört yaşından itibaren Schadenfreude (başkasının acısından keyif alma) duygusunu yaşıyoruz. Eğer çocuk, kişinin bu acıyı hakettiğini düşünüyorsa bu duygu daha da güçleniyor. Daha güncel bir çalışma, çocukların altı yaşından itibaren çıkartma satın almak yerine antisosyal bir kuklaya uygulanacak şiddeti izlemek için para harcamayı tercih ettiklerini ortaya koymuştur.

Karmaya inanıyoruz – haksızlığa uğrayan kişilerin kaderlerini hak ettiğini varsayıyoruz. Bu tür inançlarla ilişkili kötü sonuçlar, Amerikalı psikolog Melvin Lerner ve Carolyn Simmons’ın şimdilerde klasik olan 1966 tarihli araştırmasında kanıtlanmıştır. Kadın bir öğrencinin yanlış cevap verdiği sorular için elektrik şokuyla cezalandırıldığı bu deneydeki kadın katılımcılar, öğrencinin acı çektiğini tekrar göreceklerini duyduklarında, özellikle bu acıyı azaltmak için yapabilecekleri hiçbir şey olmadığını düşünüyorlarsa, sonrasında öğrenciyi daha az sempatik ve hayranlık uyandırıcı biri olarak değerlendirmişlerdir. Bu tarihten beri yapılan araştırmalar, adaletli bir dünyaya dair inançlarımızı korumak adına yoksulları, tecavüz kurbanlarını, AIDS hastalarını ve diğerlerini, kaderleri yüzünden suçlama eğiliminde olduğumuzu göstermiştir. Dolayısıyla zengin insanlara karşı bilinçaltımızdaki tozpembe görüşlerimizin sebebinin bu ve buna benzer süreçler olması muhtemeldir.

Bağnaz ve dogmatiğiz. İnsanlar mantıklı ve açık görüşlü olsalardı, birinin yanlış inançlarını düzeltmenin doğru yolu onlara konuyla ilgili gerçekleri sunmak olurdu. Ancak 1979’da yapılan klasik bir çalışma bu yaklaşımın faydasız olduğunu göstermiştir – idam cezasını güçlü bir şekilde destekleyen veya buna karşı olan katılımcılar, görüşlerini sarsacak gerçekleri tamamıyla görmezden gelerek önceki görüşlerine daha inatçı bir şekilde bağlanmışlardır. Bunun sebeplerinden biri, görüşlerimize ters düşen gerçekleri kimlik duygumuzu zedeler nitelikte görmemizdir. Bir şeyleri ne kadar anlayabildiğimiz konusunda birçoğumuzun kendinden fazla emin olmasının ve fikirlerimizin diğerlerininkinden üstün olduğuna inandığımızda bunun bizi konuyla ilgili daha çok bilgi edinmekten alıkoymasının da faydası yoktur.

Kendi düşüncelerimize vakit ayıracağımıza elektrikli sandalyede ölmeyi tercih ediyoruz. Bu bulgu 2014’te yapılan, erkek katılımcıların %67’sinin ve kadın katılımcıların %25’inin huzurlu bir düşünme seansına 15 dakika ayırmaktansa kendilerine acı verici elektrik şoku vermeyi tercih ettiği tartışmalı bir çalışmada öne sürülmüştür.

Kibirliyiz ve kendimize fazla güveniyoruz. Mantıksızlığımız ve dogmatikliğimizde biraz alçakgönüllülük ve kendini bilme olsaydı durum o kadar da kötü olmayabilirdi ama birçoğumuz ortalıkta araba kullanma becerimiz, zekamız ve çekiciliğimiz gibi yeteneklerimiz ve vasıflarımıza dair abartılı görüşlerle dolaşıyoruz – bu da ‘bütün kadınların güçlü, bütün erkeklerin yakışıklı ve bütün çocukların da ortalamanın üzerinde’ olduğu kurgusal şehirden ilhamla Wobegon Gölü Etkisi adı verilen bir olgu. İşin ilginç yanı ise içimizde en az becerikli olanların aşırı özgüvenli olmaya en eğilimli kişiler olmasıdır (Dunning-Kruger etkisi). Bu kibir dolu kendini-yüceltme, ne kadar prensipli ve adaletli olduğumuza dair görüşlerimiz gibi ahlakımız sözkonusu olduğunda en uç ve mantıksız hale geliyor gibi görünüyor. Hatta hapishane mahkumu suçlular bile toplumdaki ortalama bir bireyden daha nazik, güvenilir ve dürüst olduklarını düşünüyorlar.

Ahlaki ikiyüzlüleriz. Başkalarının ahlaki zayıflıklarını en önce ve yüksek sesle kınayan kişilere karşı temkinli davranmakta fayda var – ahlak dersi verenler de muhtemelen en az o kadar suçlu ama kendi günahlarına karşı daha hafif bir tutum sergiliyorlar. Araştırmacılar bir çalışmada insanların kendi bencil davranışlarının aynısı başkaları tarafından sergilendiğinde (verilen iki deneysel görevden daha hızlı ve kolay olanını kendilerine aldıklarında) çok daha az adaletli davrandıklarını öne sürmüştür. Benzer şekilde, yapan-gözleyen asimetrisi olarak bilinen, üzerinde uzun zamandır araştırmalar yapılan fenomen, başka insanların kötü davranışlarını, örneğin partnerinizin sadakatsizliğini, kişinin karakteriyle ama aynı davranışları kendimiz sergilediğimizde bunu içinde bulunduğumuz durumla ilişkilendirme eğilimimiz olduğunu göstermektedir. Bu kendine hizmet eden çifte standartlar nezaketsizliğin arttığına dair ortak hissiyatımızı bile açıklayabilir – son dönemde yapılan çalışmalar, aynı kaba davranışı kendimiz veya bir arkadaşımız yerine yabancı biri sergilediğinde çok daha sert gördüğümüzü göstermiştir.

Hepimiz potansiyel birer trolüz. Kendini Twitter’daki bir tartışmanın içerisinde bulmuş olan herkesin bildiği üzere çevrimiçi disinhibisyon etkisi ve (internette kolayca başarılabilen) anonim olmanın ahlaksızlık eğilimlerimizi arttırması sebebiyle sosyal medya insan doğasının en kötü özelliklerinin bazılarını büyütüyor olabilir. Araştırmalar gündelik sadizme eğilimli olan kişilerin (endişe verecek derecede büyük bir bölümümüzün) çevrimiçi trollemeye özellikle yatkın olduğunu gösterirken, geçtiğimiz yıl yayımlanan bir araştırma kötü bir ruh halinde olmanın ve başkalarının trollüğüne maruz kalmanın kişinin kendisinin de trollük yapma ihtimalini ikiye katladığını ortaya çıkarmıştır. Hatta birkaç kişinin başlattığı trollük gitgide artan negatif bir etkiye sebep olabilmektedir ki araştırmacılar CNN.com’daki ‘riskli olarak işaretlenen gönderilerin ve işaretli gönderisi olan kullanıcı sayısının … zamanla arttığı’ okuyucu tartışmalarını çalışırken vardıkları sonuç da buydu.

Psikopatik özellikleri olan başarısız liderleri tercih ediyoruz. Amerikalı kişilik psikoloğu Dan McAdams yakın zamanda ABD Başkanı Donald Trump’ın açıkça görülen saldırganlığı ve hakaretlerinin ‘ilkel bir çekiciliği’ olduğunu ve ‘kışkırtıcı Tweet’lerinin’ tıpkı erkek alfa şempanzelerin ‘korkutma amaçlı’ ‘taarruz gösterileri’ gibi olduğunu öne sürmüştür. Eğer McAdams’ın değerlendirmesi doğruysa daha geniş çaplı bir modellemeye – psikopatik özelliklerin liderler arasında ortalamadan daha çok görüldüğü bulgusuna– uyarlanabilir. New York’taki mali yöneticilerin psikopatik özelliklerde daha yüksek ancak duygusal zekada ortalamanın altında puanlar aldıkları araştırmayı örnek alabiliriz. Bu yaz yayımlanan bir meta-analizde, gerçekten de psikopati özelliklerinin fazlalığı ile liderlik pozisyonlarına gelebilme arasında az miktarda ama önemli bir bağlantı olduğu bulunmuştur; ki bu da psikopati, kötü yöneticilikle ilişkilendirildiği için önemlidir.

Karanlık kişilik özellikleri olan insanlardan cinsel anlamda etkileniyoruz. Psikopatik özellikleri olan kişileri yalnızca liderimiz olarak seçmekle kalmıyoruz; bulgulara göre erkekler ve kadınlar ‘karanlık üçlü’ denilen –narsisizm, psikopati ve Makyavelcilik– özelliklerini taşıyan kişilere kısa bir süreliğine de olsa cinsel ilgi duyuyor, böylece bu özelliklerin daha da yayılmasını riske ediyor. Çalışmalardan birinde kadınların bir erkeği, bu erkek çıkarcı, manipülatif ve duygusuz olarak anlatıldığında daha çekici buldukları ortaya koyulmuştur. Teorilerden biri de karanlık özelliklerin özgüven ve risk alma eğilimi açısından başarılı bir ‘eş niteliği’ gösterdiğidir. Bunun gelecekteki türler için bir önemi var mı? Belki de var – 2016’da yapılan başka bir araştırma, narsisist erkeklerin yüzlerini daha çekici bulan kadınların daha çok çocuk sahibi olma eğiliminde olduğunu bulmuştur.

Çok da üzülmeyin – bu bulgular bazılarımızın temel içgüdülerinin üstesinden gelmedeki başarısı hakkında hiçbir şey söylemiyor. Hatta muhtemelen eksik yönlerimizin üstesinden gelmenin ve böylece doğamızın iyilik meleklerini yetiştirmenin en iyi yolu bu eksikliklerimizi kabul etmek ve anlamak.

Bu yazı The British Pscyhological Society’nin Research Digest’te yayımladığı makaleden uyarlanmıştır.

Kaynak:

Christian Jarrett, “The bad news on human nature, in 10 findings from psychology”, Aeon, 5 Aralık 2018, Editör: Pam Weintraub, https://aeon.co/ideas/the-bad-news-on-human-nature-in-10-findings-from-psychology (erişim: 29 Ağustos 2019), çev. Sevim İrem Alkılınç.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Felsefe, Bilim Eğitiminde Neden Önemlidir? – Subrena E. Smith

Önceki Makale

Bilim Nerede Ters Gitti ? – Theo Theocharis & M.Psimopoulus