Kaynak: https://www.marxists.org/archive/harman/2007/xx/prisnbooks.htm
Çevirmen: Tibet Şahin
Antonio Gramsci’yi devrimci bir Marksistten başka biri olarak göstermek isteyenler onun hapishanede yazdığı defterler üstüne yoğunlaşırlar. Gramsci Hapishane Defterlerini faşist bir gardiyanın gözetimi altında yazmıştır ve kendisini sıklıkla gerçek anlamını gizlemek konusunda zorunda hissetmiştir. Dolayısıyla, Marksizm’e ‘pratik felsefe’ denilir, ‘Ilyich’ ile Lenin ve ‘modern prens’ (Nicollo Machiavelli’nin Rönesans İtalyası’nda devrimci birleşmeyi gerçekleştireceğini umduğu ‘prens’ refere edilerek) ile devrimci parti kastedilir. Yine de, defterlerde gören gözlere sahip olanlar için devrimci anlamının açık olduğu defalarca referans vardır. Böylece, örneğin, kendi döneminin en etkili İtalyan entelektüeli olan, genç Gramsci’yi büyük ölçüde etkilemiş Benedetto Croce üstüne yazıları Croce’un ‘reformizmi’ ve ‘demir ve ateşi’ tarihten çıkarması konusundaki eleştirilerle doludur. Hapishande Defterlerindeki günümüzün sözde ‘Gramscicilerine’ yöneltilebilecek bir pasaj, “tarihsel gelişimi hakemi ve sadık bir şekilde saygı görülmesi gereken önceden kurulmuş normlarıyla bir oyun olarak kavramak önceden kavramsallaştırılmış tarihin bir biçimidir … bu, kendisini içsel olarak sağlıklı tutamayan bir canlıyı ‘dışarıdan’ onarmayla ilgili bir sorundur’.
Gramsci’nin reformist-akademik yorumları aslında Karl Marx’ın ekonomi anlayışının temel elementlerini ve onun, bunun eninde sonunda kitle eylemine neden olan büyük sosyal krizlere götüreceğini öne süren düşen kâr oranlarına doğru eğilim analizini destekleyen pasajlarını görmezden gelmektedirler.
Gramsci için, ‘eğilimsel olan’, ‘sosyal toplulukta kendisi tarafından moleküler ilerici itkinin eğilimsel olarak felaket bir sonuca götüren, diğer ‘bireysel ilerici itkilere’ sebep olan diyalektik bir süreci’ belirten ‘gerçek bir “tarihsel”, ve metodolojik değil, doğadan olmalıdır’. Belki de Gramsci’yi klasik Marksizm’e karşı kullanmak için en etkili girişimlerden birinin, Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe’unki, ‘Gramsci’nin çok fazla bir ekonomik determinist olduğunu’ öne sürmeleriyle sonuçlanması şaşırtıcı değildir. [5]
Gramsci’nin reformist-akademik yorumlamasında merkezi olan sınıf savaşı ve sosyal devrim kavramlarını karşılayan onun ‘hegemonya’ konseptidir. Yine de Gramsci’nin konsepti tanıtmak için şereflendirdiği kişi… Lenin’dir!
Pratik felsefenin en büyük modern teorisyeni [yani Lenin] ‘ekonomizm’in çeşitli eğilimlerine karşı … güç-olarak-devlet teorisine bir tamlayıcı olarak hegemonya doktrinini yapılandırmıştır.
İdeolojik argümanın devrimci bir yüzleşme yerine geçebileceği reformist düşüncesine karşı olan ‘tamlayıcı’ kelimesine dikkat edin.
Megan Trudell ve Chris Bambery’nin kendi makalelerinde gösterdiği üzere, Gramsci 1918 ve 1926’daki tutukluluğu arasındaki yıllarda mücadele yoluyla bir öğrenme sürecinden geçmiştir. Bu süreç, içinde devrimci partinin kitleler ona dönene kadar izolasyonda bekleyemeyeceğini, ama ideolojik mücadeleyi ekonomik ve politik mücadele ile birleştirerek kitlelerin liderliği için mücadele etmek zorunda olduğunu öne sürdüğü Liyon Tezleri gibi yazılarda doruk noktasına ulaşmıştır. Bu metodun anahtar bir unsuru, Lenin’in ve Leon Trotsky’nin 1921 ve 1922’de toplanan Komitern’in üçüncü ve dördüncü kongrelerinde öne sürdükleri Birleşmiş Cephe’dir. Hapishane Defterlerinin içeriğinin çoğu bu girişimi teorik olarak geliştirmeyle ilgilidir. Hegemonya, ideoloji, devrimci parti ve mücadelenin çeşitli biçimleri (‘cephe savaşı’ ve ‘manevra savaşı’) temalarının bağlantılı olmalarının nedeni budur.
Gramsci bunları geliştirmeye çalıştıkça pratik mücadeleyle ilişkisi kesilmiştir. 1928’de ‘Kitaplar ve magazinler yalnızca genelleşmiş fikirleri içeriyorlar ve dünyadaki olayların gidişatını yalnızca yapabildikleri en iyi şekilde çiziyorlar,’ diye yazmıştı. ‘Tom, Dick ve Harry’nin yaşamlarına ilişkin doğrudan, açık ve canlı bir anlayışa sahip olmana asla izin vermezler. Eğer gerçek bireyleri anlayamıyorsan, evrensel ve genel olanı da anlayamazsın.’ Gramsci’nin izolasyonu onun, hapishanesinin dışında olan önemli olaylar hakkında- Stalinizm’in etkileri ve Almanya’da faşizmin zaferi- ve onların ürettikleri politik ihtilaflar hakkında dolaylı ve karışık bir bilgiye sahip olduğunu gösterir. Bu, onun kendi düşüncelerini yalnızca gardiyanlardan değil, ama aynı zamanda onun Marksist okurlarından ve bazen de, varsayılabilir ki, kendisinden gizleyen bir belirsiz Ezopi (Aesopian) bir dil kullanma gerekliliğiyle birleşmiştir. Sonuç, onun bazı yazılarındaki soyutluk ve belirsizliktir. Bilhassa, kendisi hem bir başkaldırı organize edebilecek hem de ideolojik mücadeleye katılabilecek devrimci bir partinin gerekliliğine olan devam eden inancını açık bir şekilde anlatamazdı. Sonun olarak, onun yazıları Lenin ve Troçki’yle pek alakası olmayan bir yolla yanlış yorumlanmaya açıktır (Doktora tezlerinde Troçki ve Lenin çalışmalarının kesinlikle sağlamadığı bir yolla doktora tezlerinde saygıya değer alıntılar sağlayan ‘Gramsci çalışmalarının’ akademide serpilmesinin bir sebebi budur). Ama hapiste geçen uzun seneler Gramsci’ye belirli teorik noktalar konusunda 20. Yüzyıl’ın ilk on yıllarının diğer büyük aktivist Marksistlerin düşünmediği bir yolla, yüzyılımızdaki devrimcilerin kâr elde edebileceğine dair teorik kaynaklar sağlayacak şekilde enine boyuna düşünmek için zaman vermiştir.
Hegemonya ve politik mücadele
Defterler gözden geçirilirse iki ilgili mesele vardır. İtalya’daki Benito Mussolini’nin iktidara gelmesiyle sonuçlanan devrimci dalga neden başarısız oldu? Neden İtalyan burjuvazisi ülkeyi kapitalist bir doğrultuda birleştirmekte, her ne kadar Rönesans zamanında Fransız burjuvazisinden çok daha ileride başlamış olsa da, Fransız burjuvazisinden çok daha az başarılıydı?
Gramsci bir deneyimden diğerine ve sayfa sayfa yeniden geriye hareket eder. Böyle yapar çünkü iki soru için de bir cevap görür – ekonomik bir gücün, eski bir siyasi yapıyı devirmek amacıyla ezilenlerin tüm kesimlerini bir kalkışmaya çekebilecek kitlesel kapasite ile kendisini siyasi bir kuvvete çevirememesi. 19. Yüzyıl İtalyası’nda en radikal unsurlar, ilk olarak İtalyan Jakobenleri ve sonrasında Giuseppe Mazzini’nin Eylem Partisi ve Giuseppe Garibaldi köylülerin (peasant) öfkesini toprak sahiplerine salıvermek ve böylece bir burjuva İtalyan ulusu yaratma düşğnceleri için kitlesel bir temel sağlamak konusunda Fransız Jakobenleri’ni izlemeyi reddettiler. 1918 ve 1920’de İtalyan Sosyalist Partisi’ndeki dominant figürlerin ikisi de, bir tarafta Giacinto Seratti, öbür tarafta Amadeo Bordiga, eğer yeterince uzun beklerlerse işçilerin ekonomik gücünün kendisini otomatik olarak politik güce dönüştüreceği görüşünü paylaştılar. Filippo Turati etrafındaki revizyonistlere ve parlamentoya karşı tutumları farklıydı, ancak köylü kitlesini, terhis edilmiş askerleri ve küçük burjuvazinin hoşnutsuz katmanlarını güç için devrimci bir kitlenin arkasına çekmek adına pratik ve ideolojik adımlarda liderlik yapma ihtiyacını görmek konusunda ortak bir başarısızlığı paylaştılar. Bu, büyük burjuvazi 1922’de onlara döndüğünde faşistlerin doldurabildiği siyasi bir boşluk bıraktı.
Gramsci için devrimci hareket başarısız oldu, çünkü diğer ezilen ve sömürülen grupları yeni bir toplum için mücadeleye çekmeden (‘korporatizm’ olarak adlandırdığı) acil ekonomik çıkarlar etrafında örgütlendi. Lenin’in örneğine atıfta bulunur çünkü bu tam olarak Lenin’in Ne Yapmalı?’da örnek olarak öne sürdüğü şeydir:
İşçi kitlelerinin farkındalığı, eğer işçiler diğer sosyal sınıfların her birini entekektüel, ahlaki ve politik yaşamlarının bütün tezahürlerinde incelemeyi öğrenmezlerse- eğer tüm sınıfların, tabakaların ve nüfus gruplarının faaliyet ve yaşamının tüm taraflarının materyalist bir analizini ve materyalist bir değerlendirmesini yapmayı öğrenmezlersegerçek bir sınıf farkındalığı olamazlar. İşçi sınıfının dikkatini, gözlem güçlerini ve farkındalığıni münhasıran veya hatta öncelikle kendisine odaklayan kişi sosyal demokrat değildir [yani. devrimci sosyalist]: işçi sınıfının öz-bilgisi, günümüz toplumunun tüm sınıflarının karşılıklı ilişkilerini kavrayışındaki tam bir açıklığa ayrılmaz bir biçimde bağlıdır … bunlar politik yaşam tecrübesi ile çalıştıkça.
Sosyal demokratın ideali … güç ve zulmün kötüye kullanılmasının her tezahürüne, nerede olursa olsun, hangi katman veya sınıfta olursa olsun, tüm bu tezahürleri polis şiddetinin ve kapitalist sömürünün büyük resmine genelleştirebilen, sosyalist görüşlerini ve demokratik taleplerini herkesten önce yayan ve proletaryanın kurtuluş mücadelesinin dünya-tarihsel önemini açıklamak için her küçük olayı kullanabilen bir insanların tribünü olmalıdır.
Gramsci’nin endişesi, doğrudan doğruya devrimci olarak görmediği bir dönemde tam olarak bu görevin nasıl yerine getirileceğidir. Ayrıca, bunu “Batı’da” Rusya’da olduğundan daha zor görmektedir, çünkü, kendisine göre, insanları mevcut devletlere bağlayan ideolojik bağlar, resmi ve gayri resmi örgütlerin (‘sivil toplum’)yoğun ağlarının varlığı nedeniyle Rusya’da olduğundan daha güçlüdür. Bunlar alt sınıfları etkilerler, ancak liderlikleri şu ya da bu şekilde mevcut toplumun yapılarına bağlıdır ve ideolojileri ‘alt’ [yani düşük] sınıfların içine yükleyen bir kanal hizmeti görürler.
“Hegemonik” mücadele, işçi sınıfını mevcut sömürgeci düzene bağlayan fikirlerden kurtarmak ve diğer “alt” sınıfları işçi sınıfıyla bir”blok” a bağlamak için çifte bir savaştır.
Fikirlerin Savaşı
Gramsci ideolojik mücadeleyi ‘felsefi’ bir mücadele olarak betimler-bu dünyanın farklı kavrayışları arasındaki bir savaş anlamına gelir: Herkes bir filozofutr, her ne kadar kendi yolunda ve bilinçsizce olsa da, çünkü herhangi bir düşünsel faaliyetin en ufak tezahüründe bile, ‘dilde’ bile, dünyanın, sonrasında farkındalığın ve eleştirinin olduğu ikinci seviyeye geçecek şekilde, belirli bir kavrayışı içerilmiştir.
Belirli bir toplumda büyüyen herhangi biri, ‘dış çevre tarafından’, yani ‘bilinçli dünyaya geldikleri andan itibaren otomatik olarak dahil oldukları sosyal gruplar’ tarafından mekanik olarak dayatılan bir ‘dünya anlayışını paylaşırlar. Açıkça İtalyan kırsal yaşamını düşünerek, “bilgeliği hukuk olan yerel rahip veya yaşlanan patrikten” ya da “kendi aptallığı ve hareket edememesinden ekşiyen küçük entelektüellerden” etkilenebileceklerini yazıyor. Bu farklı kavrayış, “sağduyuyu” oluşturan – daha faza düşünce olmadan verili alınan ve “insanların eleştirel bir farkındalık olmadan, kopuk ve epizodik [süreksiz] bir şekilde” “düşünmelerine” neden olan görüşlerdir.
Marksizm, polemik ve eleştiri yoluyla, ‘varolan düşünce tarzının yerini almak’ için,dünyanın bu gibi verili alınan kavrayışlarına meydan okuyarak başlar. Bu ‘bir “sağduyueleştirisidir”’ ama ‘kendisini, yenileyerek ve halihazırda mevcut olan bir faaliyetin “eleştirisini” yaparak, ilk olarak sağduyuya dayandırır. ‘Belirli bir hegemonik gücün (yani siyasi bilincin) bir parçası olma bilincinin’, ‘içgüdüsel bir bağımsızlık hissi’nin ‘temel ve ilkel bir aşaması’ vardır. Ancak bu, diğer kavramlarla karıştırılarak Gramsci’nin düşüncesinin reformist-akademik açıklamalarında neredeyse eksik olan hayati bir kavramı, ‘çelişkili bilinci’ üretir: Kitledeki aktif adam pratik bir aktiviteye sahiptir, ama yine de dünyanın, dünyayı dönüştürdüğü kadar anlayışını içeren pratik aktivitesinin net bir teorik bilincine sahip değildir. Aslında, teoril bilinci tarihsel olarak faaliyetine karşı olabilir. Neredeyse iki teorik bilince (ya da çelişkili bir bilince) sahip olduğunu söylenebilir: faaliyetinde örtük olan ve gerçekte onu gerçek dünyanın pratik dönüşümünde tüm diğer işçilerle birleştiren; ve yüzeysel olarak açık veya sözel olan, geçmişten miras aldığı ve eleştirel olmayan bir şekilde öğrendiği bilinç.
“Sözel anlayış”, “çelişkili bilinç durumunun herhangi bir eyleme, herhangi bir karara veya herhangi bir seçeneğe izin vermediği” bir durum yaratarak ve “siyasi pasifliğe” yol açarak feci etkiye sahip olan pratik faaliyete geri götürebilir. “İdeolojiler”, “mücadele edilmesi gereken gerçek tarihsel gerçeklerdir ve onların tahakküm için araçlar olarak doğası… ‘pratiğin devrilmesinin gerekli bir anı’ olarak yönetileni yönetenlerden düşünsel olarak bağımsız kılmak için ifşa edilir”.
Karl Kautsky’de bulunacak ve bazen Lenin tarafından tekrarlanan, sosyalist fikirlerin “dışarıdan” işçi sınıfına getirilmesi gerektiği kaba formülasyonları Gramsci tarafından yeniden biçimlendirilir. İşçi sınıfı içerisinde, yeni bir dünya anlayışının temelini oluşturan unsurlar mevcuttur. Ancak, çelişen kavramlar kütlesinden damıtılmaları gerekir. Ve bu, yalnızca organizasyon bu görevi yerine getirmek için geliştiği sürece olabilir. Herhangi bir kendiliğinden mücadelede var olan “bilinçli liderlik” in çok sayıda unsuru, yeni anlayışlar için savaşmak üzere bir araya gelmelidir. Dolayısıyla ideolojik hegemonya mücadelesi devrimci bir parti – “modern prens” inşa etme mücadelesini de içerir:
Bir insan kitlesi kendisini “ayırt etmez”, en geniş anlamda kendisini örgütlemeden kendi içinde bağımsız olmaz; ve entellektüelleri olmayan, yani organizatörleri ve liderleri olmayan, başka bir deyişle, kavramsal ve felsefi fikirlerde ‘uzmanlaşan’ bir grup insanın varlığıtarafından somut olarak ayırt edilen teori-pratik bağının teorik yönü olmayan örgüt yoktur. .
İdeolojik Mücadeleyi Sürdürmek
İdeolojik açıklık ve hegemonya için mücadele farklı düzeylerde gerçekleşir. Bir düzeyde, bu yerellikte veya işyerinde gerçekleşen argümanlardır. Burada kilit rol bir hareketin ne için savaştığı ve muhaliflerinin kim olduğu hakkında temel bir kavrayışa sahip olan insanlar tarafından oynanır. Bunlar çok daha fazla sayıda insanı organize etmenin ve etkilemenin anahtarıdır (sadece sendika aktivistlerinin, mağaza görevlilerinin ve işyeri temsilcilerinin ya da ırkçılığa ya da savaşa karşı harekete geçmeye çalışanların oynadığı rolü düşünün). Ancak bu insanlar kendi fikirlerini dış dünyadan kopuk tutmazlar. Organizasyonlarının tepesinde, medyada, ulusal siyasi kanallarda vb. Yapılan tartışmalardan etkilenirler.
Gramsci, belli fikirleri olan ama kendi ‘entelektüel oluşumunu’ geliştirme şansı bulamamış ve kendisini ondan daha fazla biliyor gibi gözüken insanlar tarafından tartışmada yenilmiş bulan ‘halkın adamı’ örneğini ele alır. “Entelektüel üst olan bir ideolojik düşmanla her karşılaştığında” görüşlerini değiştirmeli midir? Grupta görüşlerini paylaştığı, tartışmayı kazanabilecek insanların olduğunu bilerek bunu yapmaz. Onların, grubun görüşlerinin muhalif görüşe üstün olduğunu kanıtlayacak bir yolda, ‘her ne kadar onun leyhine argümanlar şimdilik üretilemese de’, öne sürdüklerini hatırlar.
Dolayısıyla, bir düzeyde fikirlere tutunanlar, tartışmanın daha yüksek bir düzeyde yürütülmesinden etkilenirler – ‘halkın adamı’, grubun aktivistlerince yürütülen şekliyle argümandan etkilenir ve sırayla onlar da Ulusal medyada, parlamento kurumlarında, üniversitelerde v.byer alan argümanlardan etkilenirler. Böyle bir ideolojik savaşı kazanmayı ümit edenlerin ‘asla argümanları tekrar etmekten… yorulmamaları (biçimin yazınsal çeşitliliğini sunarak da olsa)’ ve ‘doğrudan kitlelerin dışında ortaya çıkan, fakat onlarla temas halinde kalan yeni tip aydınlar’ yaratarak ‘halkın sürekli büyüyen tabakalarının entelektüel seviyesini yükseltmek için’ sürekli çalışması gerekir ‘.
Gramsci için, en üst düzeydeki argümanlar ‘organik aydınlar’ ve ‘geleneksel aydınlar’ arasında yer almaktadır. Organik entelektüeller fikirlerini belirli bir sınıfın mücadelelerine bilinçli olarak bağlayan insanlardır. Geleneksel entelektüeller ise aksine, mevcut toplumun pek çok fikrini verili alırlarken, fikirlerin çatışmasını maddi mücadelelerle hiçbir bağlantısı olmadan sadece entelektüel düzeyde meydana geliyor gibi görürler. Bu nedenle yaklaşımları, bu fikirlere karşı herhangi bir güçlükle yüzleşmek için kendi bilgilerine ve prestijlerine dayanarak mevcut toplumu haklı çıkarma eğilimindedir. Devrimci organik entelektüeller, pratik sınıf mücadelesiyle kendi bağlantılarını unutmadan, bu argümanları üstlenebilmelidir.
Teori ve pratik sorunu
O halde hegemonya mücadelesi, farklı rakip dünya görüşleri arasındaki bir mücadeledir. Ancak bu, her biri kendi hikayesini anlatan ve her biri diğeri kadar iyi olan farklı “paradigmaları” dayatma mücadelesi olarak görülebilir. Bu postmodernist, post-yapısalcı ve post-Marksist düşünürler (ya da, lafın gelişi, düşünmeyenler)tarafından diriltilen eski “relativist” görüştür. Her ne kadar 1980’lerin ortalarında anahtar ‘post-Marksist’ çalışmalardan biri (Laclau ve Mouffe’nin Hegemonyası ve Sosyalist Stratejisi) Gramsci terminolojisini kullanmak için, hegemonya kavramı … Marksist teorinin … temel kategorileriyle bağdaşmayan bir toplumsal mantık ortaya çıkardığından, Gramsci’yi eleştirmek zorunda kalmış olsa da, bunlardan bazıları Gramsci’yi kendi antika bando arabasına bağlamaya çalıştı.
Hapishane Defterlerinde relativist bir yaklaşımı haklı gösterebilecek belirsiz söyleyiş parçaları vardır. Gramsci kaba, mekanik materyalizm olarak gördüğü Nikolai Bukharin’in Tarihsel Materyalizm’ine güçlü tepki vererek bir noktada ‘dış dünya’ kavramlarına karşı gelir. Ancak böyle bir ifade, Gramsci’nin ‘nesnel’ bilgi hakkında yazdığı birçok yere zıttır ve gerçeklik bilgisinin sadece gözlemleyerek sorunsuz bir şekilde elde ettiğimiz bir şey olduğu fikrine bir tepki olarak görülmelidir. Gramsci için gerçekliği nasıl gözlemlediğimizi belirleyen kavramların bir teste tabi tutulması gerekir. Ve tekrar tekrar teste atıfta bulunur – pratik testine. Dolayısıyla Marksizm vaftizini “pratik felsefe” olarak gördü.
Başlangıç noktası Marx’ın Feuerbach üzerine ikinci tezidir:
Nesnel hakikatin insan düşüncesine atfedilip atfedilemeyeceği sorunu- bir teori sorunu değil, pratik bir sorundur. İnsan, hakikati, yani düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, bu dünyaya aitliğini pratikte kanıtlamalıdır. Pratikten yalıtılmış düşüncenin gerçekliği ya da gerçeksizliği konusundaki tartışma, tamamıyla skolastik bir sorundur.
Bu nedenle Gramsci ‘hakikat’ ve ‘objektif’ bir dünya hakkında- ‘objektiften kasıt insani açıdan objektiftir’- yalnızca insan faaliyeti tarafından keşfedilen bir şey olarak konuşmanın olanaklı olduğunu öne sürer: Bir felsefenin tarihsel değeri, kendisi için edindiği “pratik” etkililikten, ‘pratiği’ en geniş anlamıyla anlarsak, hesaplanabilir. Her felsefenin bir toplumun ifadesi olduğu doğruysa, o topluma tepki vermeli ve hem olumlu hem de olumsuz belli etkiler üretmelidir.
Devrimciler, maddi dünyayı analiz etmedeki doğruluğu yalnızca onu değiştirmeye çalışırken test edebilirler:
Eğer teori ve pratiğin tanımlanması sorunu gündeme getirilecekse, birinin inşa edebileceği bu bağlamda,belirli bir pratikte, kendini pratiğin kendisiyle çakıştırarak ve tanımlayarak, ilerleyen tarihsel süreci, pratiği her unsuruyla daha homojen, daha uyumlu, daha verimli hale getirerek hızlandırabilecek bir teoride yapılabilir… veya alternatif olarak, belirli bir teorik pozisyon verili olduğunda, birisi teorinin gerçekleşmesi için önemli olan pratik unsuru organize edebilir. Teori ve pratiğin tanımlanması, kendisi yoluyla pratiğin rasyonel ve gerekli, ve teorinin gerçekçi ve rasyonel gösterildiği eleştirel bir eylemdir.
Bu Gramsci’yi ABD’de bir asır önce çok etkili olan ‘pragmatist’ felsefe okuluna yaklaştırıyor gibi görünebilir. Bu okula göre, bir ifadenin “gerçeği”, derhal pratik yararıyla belirlenir. Aslında Gramsci, her ne kadar ‘gerçek ihtiyaçları hissettiler ve bunları iz bırakmayan bir kesinlik ile “tarif ettiler” ise de ‘pragmatistlerin sahip olduğu dil anlayışının kabul edilemez olduğunu’ yazıyor.
Açıkçası, fikirlerin pratik faaliyetlerle doğrulanmasına ilişkin dar bir bakış açısıyla ilgili sorun, Gramsci’nin yanlış olarak kabul ettiği her türlü görüşü haklı çıkaracak olmasıdır. Örneğin din, bir tür zihinsel rahatlık sağladığı insanlar için faydalı ve dolayısıyla doğru olabilir. Veya Mussolini başarılı olduğu için doğru olarak ve Gramsci hapishanede sona erdiği içinyanlış olarak görülebilir. Gramsci, teori ve pratiğin doğrulanmasını bu kadar dar bir anlamda yerleştirmeyireddeder. Ona göre söz konusu olan, bir bütün olarak insanlığın tarihsel gelişimidir.
‘Felsefi yenilikler … somut olarak – yani tarihsel ve sosyal olarak – evrensel hale geldikçe kendilerini “tarihsel bakımdan doğru ”olarak göstereceklerdir. Fakat bu, sadece bu ya da o kişi veya grup için değil, tarihsel gelişiminde bir bütün olarak insanlık için olmalıdır. “İnsan, bilgi tarihsel olarak tek bir üniter kültürel sistemde birleşmiş bütün insan ırkı için gerçek olduğu ölçüde objektif olarak bilir”.
Ve böyle birleşik bir kültürel sistem ancak pratik sınıf mücadelelerinin bir sonucu olarak ortaya çıkabilir. “Bu tarihsel birleşme süreci, insan toplumunu parçalayan iç çelişkilerin ortadan kalkmasıyla gerçekleşir.” Bu çelişkiler, pratik kökenleri itibariyle”geçici” hale gelen ideolojileri olan gruplar üretir. Dolayısıyla, “nesnellik mücadelesi”, “kısmi ve yanıltıcı ideolojilerden kurtulma” mücadelesidir ve “insan ırkının kültürel birleşmesi mücadelesi ile özdeştir”.
Bu süreç, insanların farklı maddi çıkarlarının, yaklaşımları üzerinde daha az doğrudan etkiye sahip olduğu fiziksel bilimlerde en ileri gitmiştir:
Şimdiye kadar deneysel bilim, bu tür bir kültürel birliğin en geniş kapsamına ulaştığı alanı sağlamıştır … Gerçekliğin tipik üniter süreci burada, insan ve doğa arasındaki diyalektik arabuluculuğun ilk modeli olan bilim adamının deneysel aktivitesinde bulunur… insan bu yolla teknoloji sayesinde kendini doğa ile ilişki içine sokar, onu tanır ve ona hükmeder.
Ancak gerçekliğin sosyal yönlerini anlama söz konusu olduğunda, farklı sınıfların farklı pratik kaygıları, baskın sınıflarla ilişkili entelektüellerin asla kısmi kavrayışların ötesine geçemedikleri gerçeğe karşı farklı yaklaşımlara dönüşür. Bunları genelleştirdiklerinde, mutlaka dünyanın çelişkili açıklamalarını sunarlar. Çünkü Marksizm, yalnızca kendisinin mücadelesinin önceki düşünce sistemlerini kuşatan çelişkilerin üstesinden gelme gücü olan insanlığın birliğinin gerçekleşmesini sağlayabilecek sınıfın teorisidir. Burada Gramsci’nin argümanı Georg Lukács’ın yaklaşık on yıl önce merkezi denemesi olan Proletaryanın Yeniden Yapılandırılması ve Bilinci’nde, Tarih ve Sınıf Bilinci adlı eserinde ortaya koyduğuna çok yakın. Lukács, Aydınlanma’nın büyük filozoflarının dünyaya sadece kısmi ve çelişkili anlayışlar sağlayabildiklerini, çünkü pratik faaliyeti yaşadığı toplumla karşılaşmasında ve böylece onun içsel işleyişine ilişkin anlayışında belirli bir noktadan öteye gidemeyen, büyüyen bir sınıfla, burjuvaziyle ilişkili olduklarını öne sürdü. Bu, sömürüdeki köklerine karşı kapitalizmin kalbiyle savaşan bir sınıf üstüne- işçi sınıfı üstüne- kurulu teorilerle aşılabilecek burjuvazi düşüncesinin ‘antinomilerini’ (kavramsal çelişkiler) nedenini açıklar.
Marksizmin çelişkili olmayan bir dünya görüşü sağlama kapasitesi, önceki teorilerde bulunan kısmi gerçekleri de kavrayabileceği ve neden çelişki ve sahtelik içinde olduklarını gösterebileceği anlamına gelir. Yani, pratik kendi teorilerini doğrulamıyor gibi görünse bile, belirli bir anlamda diğer görüşleri eleştirebilme yeteneğiyle kendikanıtlayabilir. Marksistler, dünya devriminin tüm görüşlerini haklı çıkarmasını beklemek zorunda değiller!
Gramsci, Marksizmin neoklasik (veya marjinalist) ekonomi okuluyla nasıl başa çıkması gerektiğine bir örnek sunar:
Eğer kişi ekonominin eleştirel [yani Marksist]kavrayışını savunmak istiyorsa, ortodoks iktisadın başka bir dilde de olsa aynı problemlerle uğraştığı konusunda ele alınan problemlerin özdeşliğini ve eleştirel çözümün üstün olan olduğunu göstererek ısrar etmelidir.
Marx’ın ekonomi yazılarında kendisinden önce gelen ‘klasik’ burjuva iktisatçılarına uyguladığı yaklaşım budur. Laf arasında, fikirlerinin gelişimi ile burjuvazinin pratik kaygıları arasındaki karşılıklı ilişkiye işaret eder. Pratikte eski toplumu dönüştürmeye çalışan bir sınıf olduğu sürece, o toplumun işlediği mitleri altüst eden teorik fikirler geliştirmeyi başardı. Böylece Marx, Adam Smith’in fikirlerinin çoğunun ‘bilimsel’ veya ‘ezoterik’ karakteri hakkında yazar. Smith’in (İskoçya’daki kapitalist ilişkilerin tam hakimiyetini sağlamak için) pratik kaygısıdaha kendini tüm topluma, devlete v.b tabi kılmamış olan devrimci burjuvazinin dilini kullanarak, [40] ‘açıkça burjuva yükselişinin yorumlayıcısı olarak bilimseldir. Bu, Smith’in ekonomik kategoriler – ya da burjuva sisteminin gizli yapısı- arasındaki iç bağlantıları kavramaya, ‘burjuva toplumunun iç fizyolojisine girmeye çalışmasına yol açar’.
Bunun karşısına, Smith’in düşüncesinde, yerleşik kapitalizmin belirli özelliklerine eleştirel bir şekilde baktığı sürece ortaya çıkan bilimsel olmayan, ‘ezoterik’ unsurları koydu. (Karşıtlık, Smith’in biri emek yoluyla değer üretimine ve dolaylı olarak sömürüye, diğeri de zaten üretilen gelirlerin bölünmesine dayanan değer teorisinin iki versiyonunda en açık şekilde ortaya çıkar.)
Bilimsel olmayan,ilahi (apologetic)versiyonlar, kendisini piyasanın yüzey görünümünü betimlemekle sınırlayan ‘kaba politik ekonomi’nin ortaya çıkmasıyla egemen oldu. Bu- ve bunun hakiki bilimsel araştırmanın olanaklarıyla sınırlanmış bilimsel ilginin tek yolu olarak gösterimi, şuan tüm pratik akıllı burjuvanın ilgilendiği şeydi. Kapital,hem klasik politik ekonomi araştırmalarını tamamlayan hem de sınırlarının ve iç çelişkilerinin nereden geldiğini gösteren bir eleştiridir.
Bu nedenle Gramsci’nin yaklaşımı, Marx’ın yazılarının birçoğu Gramsci yazarken hala yayınlanmamış olmasına rağmen Marx’ınkiyle oldukça aynı çizgidedir. Bununla birlikte, teori ve pratik arasındaki ilişkide Gramsci’de sadece kısmen geliştirilmiş bir bileşen vardır. Kitlelerin sağduyusunda, diğer görüşlerle karıştırılmış şekilde yeni bir dünya görüşünün unsurlarına işaret eder. Ancak bunun nasıl olabileceğine dair sadece birkaç pasaj sunar.
Yukarıda belirtilen böyle bir pasaj,’faaliyetinde örtük’ teorik bir bilince sahip olan’ ‘kitledeki insan’referansı ile çelişkili bilinçlealakalıdır. Başka bir pasajda Gramsci, felsefe tarihini tartışırken şöyle yazar: ‘Önce gelme uygulamaya, sosyal ilişkilerdeki değişikliklerin gerçek tarihine geçer; bunlardan (ve dolayısıyla, son analizde, ekonomiden) filozofların kendilerine koydukları ve üzerinde durdukları sorunlar ortaya çıkmaktadır (veya öne sürülmektedir). Fakat pratiğin nasıl teori haline geldiğini açıklamaz. Bu düşünceyi daha da geliştirmek, Gramsci’nin kavrayışlarına Marx ve Frederick Engels’in bazı kavrayışlarını ve ayrıca Joseph Stalin – Valentin Voloshinov ile ters düşen birçok Rus Marksistinkini eklemek anlamına gelir.
Dil, ideoloji ve sınıf
Marx ve Engels, Alman İdeolojisinde (Gramsci’nin erişemediği yayınlanmamış eserlerden biridir), ‘Fikirlerin, kavrayışların, bilincin üretilmesi, ilk başta doğrudan insanların maddi faaliyeti ve maddi ilişkisiyle, gerçek hayatın diliyle iç içedir. İnsanların maddi ilişkilerini düşünmek, kavramak, bu aşamada maddi davranışın doğrudan akışı olarak ortaya çıkar ”.
“Düşüncenin doğrudan gerçekliği” olan dil, zorunlu olarak sosyaldir. ‘Dil, diğer insanlar için var olan pratik bilinçtir ve bu nedenlesadece benim için kişisel olarak da vardır; dil, tıpkı bilinç gibi, sadece diğer insanlarla ilişkinin ihtiyacından, gerekliliğinden kaynaklanır.
Dil ve pratik etkinlik birbirinden ayrılamazdır. İnsanlar birbirleriyle pratik faaliyette yer aldıkları sürece, birbirleriyle iletişim kurmaları, bu faaliyetin durumlarına karşılık gelen sözlü ifadeler bulmaları gerekir. Ve her yeni pratik faaliyet biçimi ortaya çıktığında (bu, örneğin geçim kaynağı oluşturmanın yeni yolları, sosyal gruplar arasındaki yeni mücadeleler ya da başka bir şey olsun), yeni dilsel ifadeler (eskilerin yeniden yorumlanması) ve onlarla birlikte, gerçekliği kavramsallaştırmanın yeni yolları ortaya çıkar.
Voloshinov (Alman İdeolojisi’nden haberi olmayan biri daha), pratik, dil ve düşünce arasındaki ilişkiye benzer bir anlayış geliştirdi, ancak çok daha fazla uzunlukta, iki değerli kitapta – Marksizm ve Dil Felsefesi ve Freudizm: Marksist Bir Eleştiri. Dilin somut sosyal durumlarda geliştiğini, her zaman diyalog içerdiğini – birinin bir şey söylediğini, birinin yanıtladığını vb. öne sürdü. Bu süreçte insanlar, kullanıldıkları pratik bağlamdan ayrılamayacak yeni kelimeler ve yeni kavramlar ortaya koyarlar. Ancak dilsel kullanımdaki değişiklikler, insanların düşüncelerini ‘iç konuşma’ ile ifade ettiklerinden, insanların bilincini zorunlu olarak etkilemektedir. Dolayısıyla, yönetici sınıfların ‘ideolojik işaretler üzerinde bir süper sınıf, ebedi karakter’ düzenleyerek insanların nasıl düşündüğünü belirleme girişimleri ile insanların birbirleriyle kendi pratik etkileşimlerini ifade etme biçimleri arasında sürekli bir çatışma vardır. Örneğin, kitlelerin kendi ihtiyaçlarını ve deneyimlerini ifade etmeye başlama yoluyla çatışan insanlara dayatmaya çalıştığı anlamla “iyi”, “doğru”, “dürüst” gibi kavramların çelişkili yorumları vardır.
Bu şekilde Voloshinov, Gramsci’ninkine çok benzeyen bir çelişkili bilinç anlayışı geliştirir. Ancak Voloshinov çoğunlukla, Gramsci’nin yaptığı gibi, bilinci şekillendirmedeki kolektif mücadelenin rolüne dikkat etmek yerine, bireylerin zihinsel olarak yırtıldıklarında ne yapabilecekleri ve ne yapmaları gerektiği, bu çelişkilerin bireyler için nasıl kafa karışıklığı yarattığıyla ilgilenmektedir.
Marx, Gramsci ve Voloshinov’un analizleri arasında, Ludwig Wittgenstein ile ilişkilendirilen dil felsefesindeki bazı gelişmelerle bazı ilginç paralellikler vardır. Wittgenstein, insanların günlük dilde deneyimlerini ifade etme biçimlerinin anlamı düzeltme girişimleriyle çatıştığını fark etti. Fakat varılan sonuç, anlamı düzeltme girişimlerinin başarısızlığa uğramak zorunda olduğu ve insanların dünyayı farklı ‘dil oyunları’ ile yorumladıklarını kabul etmenin gerekmesiydi. Basitçe filozofları etkileyen, onları başka türlü düşünmeye vardıran şey bir tür ‘zihinsel kramp’tı. Bu, Wittgenstein’ın yaklaşımının unsurlarının post-Marksistler ve postmodernistler tarafından sahiplenilmesini sağlamıştır. Aksine, Marx-Gramsci-Voloshinov’un yaklaşımı, farklı dil oyunlarını sömürücü bir toplumdaki farklı sınıfların farklı pratik faaliyetlerine karşılık geliyor olarak görür. Wittgenstein’ın en ünlü hayali dil oyunlarından biri, taş levhaları taşırken birbirleriyle iletişim kurmak için kelimeler kullanan insanları içerir. [50] Ancak dikkate almadığı şey, eğer biri patron ve diğeri onun için köle ise bu kelimelere verebilecekleri farklı anlamlardır.
Gramsci, Voloshinov, Marx ve Engels’in analizlerinde değişen derecelerde örtük olan, farklı seviyelerde var olan olarak bilinçliliktir. Bireyler harekete geçtiklerinde, eylemlerinin ve dünyanın etkiledikleri bölümünün dilde açığa vurulan yanlış olamayacak (fiziksel halüsinasyon altında olmadıklarını varsayarsak) doğrudan bir farkındalığına sahiplerdir. Bununla birlikte, bu doğrudan farkındalığın üzerinde ve ötesinde, mevcut toplumun ideolojisinden doğan ve genel deneyimleri bir bütün olarak dünyayla olan bağlantılarını açıklayacak bir çerçevede yerleştirmeye çalışan daha genel bir bilinçlilik vardır. Bu, bilinçlilik içinde çelişkilere yol açan şeydir. Yerleşik ideoloji, insanların yaşamları hakkında bir şey söylerken, doğrudan eylemleri onları çok farklı bir şey söylemeye yönlendirir – dünyanın yepyeni bir anlayışına dönüşme potansiyeli olan bir şey.
Kapitalist bir toplumda, deneyimleri yerleşik ideolojilerle en tutarlı biçimde çelişen, periyodik olarak isyan etmeye ve bunu yaparak dünyanın farklı bir anlayışının embriyolarını geliştirmeye sürüklenen, sömürü yoluyla değerin kendisinden çıkarıldığı sınıftır.Bilinçleri çelişkilidir çünkü pratik faaliyetleri hem mevcut toplumun kurucusudur (çalışmaları onun devam etmesini sağlar) hem de ona karşı çıkmaya sürüklenir. Bunun farkında olunması, elbette, değer üretenin emek olduğunun ve kapitalist toplumun dinamiklerinin, o emeği sağlayanların umutlarıyla tekrar tekrar çatıştığının farkına varılmasına bağlıdır.
Bu nedenle Gramsci, ‘değer, diğer adı ile işçi ve endüstriyel üretici güçler arasındaki ilişki’ yi ekonomide bir ‘üniter merkez’ olarak görebiliyordu. Bu arada, Laclau ve Mouffe reformizm ve otomizm yönünde Gramsci’nin ‘ötesine geçme’ girişimlerinde bu yüzden Gramsci’yi ekonomiyi ‘özelleştirdiği’ (essentialise), yani “ekonominin toplumun hegemonik yeniden düzenleme potansiyeli için aşılamaz bir sınır oluşturduğuna” inandığı ve “ekonomiyi gerekli yasalarla birleşmiş homojen bir alan olarak gören doğalcı önyargıya” düştüğü için eleştirmek zorundadırlar.
Bu Gramsci’nin kapitalist sömürünün kendisine karşı dönmeye başlayan (‘bir özne olmak’) objesi olarak işçi sınıfı anlayışıdır. Bu, onun, tüm post-Marksist sözde Gramscicilerin zannettiğinin aksine, Marksist fikirlerin insan kitleleri arasında yükselen tüm o düşüncelerle zıt şekilde durmadığında diretebileceği anlamına gelir:
Temel bir teorik soru ortaya çıkar: modern teori [yani Marksizm] kitlelerin ‘kendiliğinden’ duygularına karşı olabilir mi (‘Kendiliğinden’ onların… ‘sağduyu’ ile aydınlatılan günlük deneyimler tarafından biçimlenmeleri anlamındadır …) Onlara karşı olamaz. İkisi arasında nitel değil, “nicel” bir derece farkı vardır. Yani, karşılıklı bir ‘azaltma’, birinden diğerine geçiş ve bunun tersi mümkün olmalıdır.
Defterlerin bir noktasında, ‘spontanist’ ve ‘gönüllü’ olmakla suçlanan 1918-20 Turin hareketine atıfta bulunarak bunun ne anlama geldiğini açıklıyor:
Harekete verilen liderlik hem yaratıcı hem de doğruydu. Bu liderlik ‘soyut’ değildi … Kendisini, spesifik tarihsel ilişkilerde biçimlenmiş şekilde, belirli duygularla, bakış açılarıyla, dünyanın parçalanmış kavrayışlarıyla v.b gerçek insanlara adadı. Bunlar, belirli bir maddi üretim durumunun, farklı toplumsal unsurların içindeki ‘tesadüfi’ yığılma ile ‘kendiliğinden’ birleşimlerinin sonucuydu. Spontaneliğin (kendiliğindenliğin) bu unsuru ihmal edilmemiştir ve hiç hor görülmemiştir. Eğitilmiş, yönlendirilmiş, yabancı kirliliklerden arındırılmış; Amaç onu modern teoriyle aynı çizgiye getirmekti – ama canlı ve tarihsel olarak etkili bir şekilde … hareket kitlelere tarihsel ve kurumsal değerlerin yaratıcısı olma, bir devletin kurucusu olma konusunda ‘teorik’ bir bilinç verdi.
- yüzyılda hegemonik bir sosyalist hareketin inşasına katkıda bulunmak isteyen her devrimci için bir rehber olarak görülmesi gereken şey budur.