/

Komplo Teorileri Çalışmaları – Joseph E. Uscinski

3056 görüntülenme
54 dk okuma süresi
Kualia Analitik Felsefe

Kualia Analitik Felsefe

Çevirmen: Nurullah Balcı

Kaynak: Uscinski, J. E. (2017). The study of conspiracy theories. Argumenta2, 1-13.

Komplo Teorileri Çalışmaları

Joseph E. Uscinski

Miami Üniversitesi

ÖZET

Komplo teorileri çalışmaları, geçtiğimiz son on yılda çok büyük bir değişim geçirmiştir. Bu konudaki ilk ilmî çalışmalar tarihsel ve kültürel analizlere dayanırken, günümüzdeki çalışmalar, bir takım desteksiz kanaatlere ya da daha genel komplocu düşünce tarzına başvuran kişilerin sundukları bilgilere odaklanmaktadır. Bu tarz bir odak değişimi sayesinde uzmanlar, komplo teorilerinin neden ve nasıl taraftar topladığına dair daha fazla bilgi edinme imkanı bulmuşlardır. Bu değişim aynı zamanda psikologlar, sosyal-psikologlar ve komplo teorileri çalışması yürüten siyaset bilimcilerin kapsamlı bir şekilde ele almaları gereken bazı tehlikeleri de beraberinde getirmektedir. Bu makalede, mevcut ilmî konunun olası fayda ve tehlikelerini orta koydum.

Anahtar kelimeler: Komplo Teorileri, Komplo, Paranoyak Yaklaşım, Kamuoyu.

 

Komplo teorileri ve bu teorilere inanan insanlara dair çalışmalar, Richard Hofstadter’in 1950’ler ve 1960’lardaki ‘’paranoyak yaklaşım’’ incelemesiyle geniş ölçüde başladı (Hofstadter 1964). Sonraki yıllarda, komplo teorileri çalışmaları, çoğunlukla tarihçilerin çalışma alanında kalmıştır (Davis 1972, Gribbin 1974, Hogue 1976, Wood 1982). 1990’larda kültür eleştirmenleri konuyu ele almış (Knight 1997, 1999, Melley 2000, Markley 1997), daha sonra filozof ve bilgi kuramcılarının ortaya koyduğu bir çok eserde tanımlanan yeni yüzyıla doğru bir kayma gerçekleşmiştir (Basham 2003, Clarke 2002, Coady 2003, Dentith 2014, Heins 2007, Keeley 1999, 2003, Pigden 1995, Raikka 2009). Bu süreç boyunca birkaç sosyal bilimci komplo teorileri hakkında yazmış (McHoskey 1995, McClosky and Chong 1985, Goertzel 1994, McCauley and Jacques 1979) fakat bu çalışmalar, daha geniş bir araştırma kapsamına girmeyen özel çalışmalar olmuştur. Hem tarihçiler hem de kültür araştırmacıları, tarihsel süreçleri ve eğilimleri inceleyerek, komplo teorileri çalışmalarına daha nitelikli şekilde yaklaşmışlardır. Araştırmacılar, – bireysel düzeyde – insanları komplo teorilerine inanmaya iten ya da insanları bu desteksiz komplo inançlarından kurtaracak faktörleri daha iyi anlamak üzerine çok az çaba göstermişlerdir. Fakat bu durum 2008’de aniden değişmiştir.

1990’ların sonu ve 21. yüzyılın başlarında, bazı olaylar, bir çok komplo teorisinin başlıca konusu haline gelmiştir. Birleşik Krallık’ta Prenses Diana’nın ölümü ve 7/7 saldırıları; Birleşik Devletler’de George W. Bush’un tartışmalı seçimi, 9/11 saldırıları, terörle küresel mücadele ve sonra da Barack Obama’nın başkanlığa gelişi. Bu bahsettiğimiz olaylara ilişkin komplo teorileri, muhtemelen sosyal bilimcileri komplo teorilerini bireysel düzeyde çalışmaya yönelik büyük ölçüde kaynak oluşturmaya sevk etti. Özellikle Birleşik Krallık ve Birleşik Devletler’den bahsetmemin sebebi, komplo teorilerine dair bilimsel çalışmaların büyük ölçüde Britanyalı ve Amerikalı uzmanlardan çıkmış olmasıdır.

Psikologlar, sosyal-psikologlar ve siyaset bilimcilerin çalışmaları, insanların Prenses Diana’nın ölümü (Wood, Douglas ve Sutton 2012), 7/7 Londra saldırıları (Wood ve Finlay 2008), 9/11 saldırıları (Swami, Chamorro-Premuzic ve Furnham 2010) ve Barack Obama’nın aniden iktidara gelişi (Pasek et al. 2014) hakkındaki komplo teorilerine neden inandıklarını araştırmıştır. Bu çalışmalar, daha fazla sosyal bilimciyi bu alana girip daha geniş çaptaki komplo teorilerine olan inancı ve bu inançlardan kaynaklanan davranış örüntülerini incelemeye teşvik etmiştir (Jolley ve Dogla 2014, vander Linden 2015).

Konu üzerinde çalışan çoğu yazar, inceledikleri komplo teorilerini patoloji olarak nitelendirmese de, ortaya konan eserlerin birçoğuna bu gözle bakılabilir. Bir çok uzman, komplo teorilerini ‘’mitler’’, ‘’yanlış kanaatler’’, ‘’hatalı bilgiler’’ ve ‘’söylentiler’’ olarak tanımlamaktadır (i.e., Berinsky 2015, Nyhan, Reifler ve Ubel 2013, Lewandowsky et al. 2012). ‘’Komplo teorisi’’ terimi ve türevleri, birden çok anlamı ifade edebildiği için, bu bahsettiğimiz duruma şaşırmamak gerekir. Komplo teorileri ve bunlara inanan insanlar sıklıkla irrasyonel olmakla itham edilir (Husting ve Orr 2007, Coady 2006).

Günümüzdeki çalışmalar, insanların komplo teorilerine inanmaktan nasıl uzak tutulabileceğine odaklanmış gibi görünüyor (Bode ve Vraga 2015, Lewandowsky et al. 2012, Nyhan ve Reifler 2010, Nyhan et al. 2013, Thorson 2015, Berinsky 2015). İnsanların neden bu tür fikirlere sahip olduğunu ve bu fikirlerini ne tür bilgilerin değiştirebileceğini daha iyi anlamaya çalışmak, bilimsel bir uğraş olarak çaba harcamaya değerdir. Bir kamuoyu araştırmacısı olarak, bu çalışmayı ayakta alkışlıyorum. Olaya pratik açıdan baktığımızda, insanları doğru olana ikna etmek ve bunu yapabileceğimiz araçlarımızın olması, hayat kurtarıcı olabilmektedir. Örneğin; kategori 5 büyüklüğünde bir kasırga yaklaşıyorsa, hükümetin bu duruma inanmayanları şehri boşaltmaya ikna edecek gerekli araç-gereçlerinin olması gerekir. Çünkü bahsettiğimiz olayda insan hayatı söz konusu.

Sosyal bilimciler insanları komplo teorilerinden uzak tutmaya yarayacak malzemeleri araştırırken, ister istemez ihtilafı güçlendiren şeyler ortaya koyabilmektedir. Sosyal bilimciler çoğu zaman komplo teorilerini yanlış algı ya da yanlış kanaatler olarak nitelendirmektedir, fakat komplo teorileri bunlardan çok daha fazlasıdır. Komplo teorileri, zayıfın güç karşısında denge oluşturmak için kullandığı ihtilaf araçlarıdır (Uscinski ve Parent 2014). Bundan dolayı, insanları inandıkları komplo teorilerinden kurtarmak demek, onları bir tür politik ihtilaftan da kurtarmak demektir.

Bu makalenin amacı, günümüzde yürütülen mevcut ilmî çalışmaların ortaya koyacağı avantaj ve riskleri değerlendirip, sosyal bilimcileri komplo teorilerini incelerken çok dikkatli olmaya teşvik etmektir. Öncelikle birkaç tanımla başlıyorum. Sonra da, komplo teorilerine şüpheyle yaklaşılması gerektiğini fakat direkt doğru ya da yanlış bilgiler olarak adlandırılmamaları gerektiğini öne sürüyorum; çünkü komplo teorilerinin kendilerine has ve onları çürütülmekten koruyan epistemolojik özellikleri vardır. Daha sonra da, güç yoğunlaşması karşısında komplo teorilerinin bir denge oluşturmaya yaradıkları için toplumun sağlıklı işleyişi açısından gerekli olduğunu öne sürüyorum. Makalenin sonraki bölümlerinde de, son yıllarda sosyal bilimcilerin kaydettikleri ilerlemeler ve bu ilerlemenin oluşturduğu tehlikelerin altı çiziliyor. Son olarak da, komplo teorilerine karşı savaşta etkili yöntemler geliştirirken, sosyal bilimcilerin farkında olmadan komplo teorilerinin kudretini artırabilecek güçlü ilgiler uyandırdığını gösteriyorum.

  1. Tanımlar

Kavramsal açıklığı ortaya koymak adına, birkaç tanımla başlamak istiyorum. Komplo kelimesiyle ifade ettiğim şey; bir grup güç sahibi insanın siyasi ya da ekonomik gücü gasp etmek, bireylerin haklarını ihlal etmek, hayati önem taşıyan sırları öğrenmek ya da devlet kurumlarını yasadışı şekilde değiştirmek için ortaya koyduğu gizli eylemdir (Uscinski ve Parent 2014: 31). Komplolar gerçektir ve düzenli aralıklarla oluşturulur; Watergate ve Iran-Kontro  bunlara örnektir.

Komplo teorisi kavramı ile de, komplocu dediğimiz bir grup insanın kendi menfaatleri için halkın iyiliğine karşı gizli şekilde hareket etmelerinin nedensel unsuru olan tarihi, güncel ya da gelecekteki olayların tanımını kastediyorum. Hayırsever kişilerin insanlığın iyiliği için gizli şekilde çalışmalarını tanımlayan teoriler (ör; kanser hastalığına çare bulmak için gizli çalışmalar yürüten doktorlar) bu tanımın dışındadır. Bu tür teoriler, bir düşmana atfedilen teorilerle karşılaştırıldığında çok daha nadirdir ve daha farklı faktörler dizisinin ürünleridir.

Komplo teorileri bir tür güç kavramıdır; bu teoriler kimin elinde ve nasıl kullanılmakta? Komplo teorilerinin bu yönü çoğu zaman göz ardı edilir. Komplo teorileri, güç sahibi olduğu bilinen grupları (ör; başkan, bir yasama organı, sanayiler ya da şirketler, yabancı ülkeler, çok uluslu gruplar, vb.) komplo kurmakla itham eder. Güç sahibi olmayan gruplar nadiren komplo kurmakla suçlanır. Evsiz insanların darbe girişimi yapacağı ya da trans bireylerin toplumu ele geçireceğine dair komplo teorileri duymanız pek olası değildir. Zayıf ya da marjinal insanların komplo kurabileceklerine dair kanaat çok nadirdir. Eğer bu inanlar bir komplo gerçekleştirebilirse, zannedilenden daha fazla güç sahibi oldukları düşünülür. Bu durum, klasik siyasi teori çerçevesinde düşünüldüğünde sıra dışı kalıyor: Örneğin Machiavelli, zayıf insanların istediklerini elde edecek güçte olmadığından dolayı komplo kurmak zorunda olduğunu; diğer yandan güç sahibi insanlarınsa istediklerini elde etmek için kullanabilecekleri güçleri olduğundan dolayı komplo kurmak zorunda olmadıklarını ileri sürer (Machiavelli 1996, bkz. discussion in Uscinski and Parent 2014: 152). Yine de Batı dünyasında komplo teorileri, güçlü olanı fail ilan eder.

Nötr bir tanımla komplo teoricisi, komplo teorilerine inanan kişi demektir. On yıllar boyunca yapılan anketler, örneğin bütün Amerikalıların bu anlamda komplo teoricisi olduğunu ortaya koymaktadır. Fakat bu kavram çoğu zaman, komplo teorilerini oluşturup yaymakta girişimci bir rol üstlenen kişileri (David Icke ya da Alex Jones gibi)  ayırmakta kullanılır.

Komplo kavramı gerçek ve somut bir olayı ifade eder fakat komplo teorisi, doğru ya da yanlış olma ihtimali olan suçlayıcı bir eylemi tanımlar. Komplo ve komplo teorisini birbirinden ayıran çizgi net değildir ve hep yoğun bir şekilde tartışılmıştır (Clarke 2006, Coady 2003, 2006, Keeley 1999, 2003). Herkes en az bir tane komplo teorisine inanır ve bir çok komplo teorisini de reddeder. Bundan dolayı insanlar, hangi komplo teorilerinin ‘’doğru olabileceği’’ ve hangilerinin ‘’doğru’’ olduğu konusunda uzlaşamaz. Peki insanların bu noktada sapla samanı ayırırken yürüttüğü mantık nedir? Bana öyle geliyor ki, birçok insan tutarlı bir yol izlemeden bazı komplo teorilerinin doğru bazılarının da yalan olduğunu kabul ediyor. İnsanlar makul kanıt standartlarıyla hiçbir alakası olmayan faktörlere dayanarak seçim yapıyor gibiler. Örneğin, insanlar muhalifi oldukları siyasi partileri karalayan komplo teorilerine daha fazla inanma eğilimindedir (Miller, Saunders ve Farhart 2016, Oliver ve Wood 2014, Uscinski, Klofstad ve Atkinson 2016). Epistemologlar, doğru komplo teorilerini yanlış olanlardan ayırt etmek ile de mücadele etmiştir ve bazıları doğru komplo teorileri ve yanlış komplo teorilerini birbirinden ayırmaya yarayan tutarlı kurallar ortaya koymaktan da kaçınmıştır (Keeley 1999).

Bu makalenin amacına uygun olarak, Neil Levy (2007) tarafından ortaya konan basit ve tutarlı standardı kullanarak komplo teorisi ve komplo arasındaki sınırı çizeceğim. Levy’nin öncülü, doğru şekilde oluşturulan epistemik otoriteler, komploların varlığını belirler şeklindedir. Levy doğru şekilde oluşturulan epistemik otoriteleri, toplumun her yerine yayılan ve doğru bilgi değerlendirmesi yapmakla eğitilmiş sorgu uzmanları grubunun kamuya ve incelemeye açık (ör; mahkemeler, bilim kurumları) metot ve sonuçlarına dayanan doğru bilgileri içeren kurumlar olarak tanımlamaktadır. Eğer bu otoriteler bir şeyin komplo olduğunu söylüyorsa, o şey  doğrudur; eğer komplo teorisi olduğunu söylüyorsa, o şeyin yanlış olma ihtimali vardır.

Komplo inancı ile kastettiğim, bir kişinin belli bir komplo teorisine olan inancıdır. Örneğin; Rosie O’Donnel’ın 11 Eylül’de İkiz Kuleler’in planlı bir patlama sonucu yıkıldığına inanması gibi. Komplocu düşünce ise, olayların ve şartların aşağı yukarı komploların ürünü olduğunu varsayan dünya görüşünü ifade eder (ör., Brotherton, French ve Pickering 2013). Kişi ne kadar komplocu çerçevede düşünürse, belli komplo teorilerine inanma ihtimali o kadar artar. Örneğin; eski çalışmalar gösteriyor ki, güçlü komplocu eğilimleri olan kişilerin, medya önyargısı (Uscinsky et al. 2016), bilimsel buluşlar (Lewandowsky, Gignac ve Oberauer 2013) ve düşürülen uçaklar (Nyhan et al. 2016) hakkındaki komplo teorilerine inanma ihtimalleri daha fazladır. Böylesi bir dünya görüşü, kişilerin, otoritelerin yaptığı açıklamaları uydurma ve güç sahibi insanları da komplocu olarak görmelerini sağlayan bir tür önyargı olarak düşünülebilir (Wood et al. 2012).

  1. Komplo Teorilerine Yanlış Muamelesi Yapılmamalı.

Komplolar vuku bulur ve insanların dikkatli olması gerekir, fakat komplo teorileri, uygun epistemolojik kurumların en iyi hükmünü temsil etmezler (Levy 2007). Komplo teorileri, resmi açıklamalarla çeliştiği için şüphelidirler ve onlara şüpheyle yaklaşılmalıdır.1 Eğer komplo ve komplo teorisi arasındaki farkı belirsiz hale getirirsek (ör, bkz. deHaven-Smith 2006), doğru bilgi üreten metot ve kurumların anlamsız olduğunu söylemiş olur, gerçeği ortaya çıkarırken her yolun da mübah olduğunu ima etmiş oluruz.

Tüm bunlar çerçevesinde, komploların varlığını belirlemeye en uygun olan kurumlar, aynı zamanda çok sağlam elit yapılardır. Üniversiteler, akran incelemesine (peer review) tabi tutulan dergi ve gazeteler, seçkin gazeteciler, devlet kurumları ve buna benzer yapılar güçlü ve elittir; dolayısıyla bu yapılar, sözde komploların bir parçası olmakla ya da sağlam ve tarafsız hüküm ortaya koymak için sözde komploculara çok yakın olmakla suçlanan yapılardır.

Bilgi üreten en iyi kurumlar bile istemeden hata yapar; bazen hata yapmalarının sebebi tarafsız olmamalarıdır. Tam da bu noktada komplo teorisi üretimi başlar. Bir çıkar çatışmasının tespit edildiği olaylarda komplo teoricileri, hakim kurumların hükmüne muhalefet oluşturmak için kanıt toplamaya başlayacaktır. Her zaman bir çıkar çatışmasının olduğunu ya da komplo teorilerinin varlığını tespit eden kurumlarımızın önyargılı olduğunu veya menfi eylemleri örtbas etmek için bir entrikanın parçası olduklarını ima etmiyorum. Daha ziyade, bilgi üreten kurumlarımızın şüpheden ya da sitemden âzâde olmadıklarını – olmaları da gerekmediğini – öne sürüyorum.

Komplo teorileri, yanlışlanamaz oldukları için benzersiz epistemolojik varlıklardır (Keeley 1999, Uscinski ve Parent 2014 syf. 40). Perde arkasında gizli bir senaryonun var olmadığını kanıtlamak zordur. Pozitif kanıt eksikliği ve yanlışlayıcı kanıtın olmaması, komplo teorilerinin lehine bir durum oluşturur. Bu uygunsuz bir durum değildir: güç sahibi aktörlerin bir şey saklamaya çalışması, teyit edici kanıtların saklanacağı ve dedikoduların ortalığa yayılacağı anlamına gelir. Madde hareketlerini inceleyen araştırma alanında – örneğin, atom parçacıklarının incelenmesinde – şöyle bir varsayım mevcuttur: incelenmekte olan nesneler, davranışlarını değiştirmez ya da eylemlerini araştırmacıdan gizlemezler. Komplocuların, eylemlerini saklamak için araştırmacılara tepki vermesini bekleriz (Keeley 1999).

Bu durum, sırf iddia edilenlerin tam tersini ya da gizli bir senaryonun dönmediğini ispatlayamadığımız için, her komplo teorisinin doğru olduğunu kabul etmemiz gerektiği anlamına gelmiyor. Teorilerini desteklemek için komplo teoricileri tarafından ortaya konan kanıta dayalı iddiaları önemseyemeyeceğimiz anlamına da gelmiyor. Örneğin; Oliver Stone’un yaptığı JFK filmi, Başkan John F. Kennedy suikastı hakkında sözde gerçek iddialar ortaya koyuyor. Fakat bu iddiaların bir çoğu açıkça yanlış ve Stone da bunu kabul etmekte. Bu, Kennedy’i öldürmek için bir komplonun kurulmadığı anlamına gelmiyor; Stone tarafından sunulan kanıtların bu komplo teorisinin doğru olma ihtimalini artırmadığı anlamına geliyor.

Komplo teorilerinin doğru olabileceğinden bahsetmişken, komplo teorilerinin doğru/yanlış ayrımı kullanarak etiketlenmemesi gerektiğini söylemek isterim. Komplo teorilerinin, lehlerine olan teyit edilebilir kanıtların miktarına göre şüpheli olarak adlandırılmaları taraftarıyım. Tabi ki komplo teorilerinin doğruluğunu değerlendirmenin makul yolları da vardır. Örneğin Brian Keeley, bir komplonun organize edilip gizlenmesinde rol oynayan ne kadar fazla aktör varsa, o komplonun ortaya çıkması da o kadar olası hale geleceğini savunur. Yani eğer bir komplonun ifşa olabilecek binlerce aktörü varsa, öyle bir komplonun var olma olasılığı düşüktür (Keeley 1999, ayrıca bkz. Grimes 2016). Savunulmak istenen nokta şu ki, komplo teorileri yanlışlanamaz oldukları için, onları destelemek amacıyla kullanılan ve doğru ya da yanlış olarak sınıflandırılan kanıta dayalı iddialardan farklıdırlar.

  1. Komplo Teorileri, Toplumun Sağlıklı İşleyişi için Gereklidir

Komplo teoricileri, sürekli aşağılanır ve alaya maruz kalır (Husting ve Orr 2007); onlara salak, deli, akılsız, paranoyak, vb sıfatlar yakıştırılır. İlginçtir ki en ünlü ve yıkıcı komplo teoricileri arasında Adolf Hitler, Timothy McVeigh, Anders Behring Breivik, Usame Bin Ladin gibi isimler de vardır. Komplo teoricilerine, sundukları hizmetten ötürü nerdeyse hiç teşekkür edilmez. Sıradan bir insandan, yararlı bir komplo teoricisi ismi söylemesi istendiğinde muhtemelen hiç isim veremeyecektir. Bu hiç de adil olmayan bir durumdur.

Herkes gibi komplo teoricilerinin de olumlu ve olumsuz yanları vardır, fakat toplum olarak onların ortaya koyduklarının sorumluluk kısmına odaklanıyoruz. İnsanlar ahlaki üstünlük taslamak için uç fikirli insanların iyi yönlerini araştırmadan onları yermeyi tercih eder. Evet, bu insanların ortaya koyduğu olumsuz yönler aşikar ve zararlıdır ve komplo teorileri çoğu zaman yanlış olabilmektedir. Fikir piyasasının çok önemli bir parçası olmak, komplo teorilerinin oynadığı muhtemelen en önemli roldür.

Komplo teoricileri bir çok şeye benzetilebilir – at sinekleri, bekçi köpekleri, tetikleyici mekanizma – fakat onlar savunma avukatlarına daha fazla benzemektedir. Erk sahibi kurumun davacı olduğu siyasi fikirler savaşında karşı tarafın avukatıdırlar ve mevcut mantığa savaş açmışlardır. Çoğu savunma avukatı gibi komplo teoricilerinin kaybettiği davalar kazandıklarından fazladır. Bir daha komplo teorisi duyduğunuzda bunu aklınızda bulundurun (muhtemelen duyduğunuz şey yanlıştır). En temelde komplo teorileri güçlünün fikirlerinin zayıfınkine, profesyonelinkilerin amatörlerinkine ve uzmanınkilerin acemilerinkine karşı savaşmasıyla ilgilidir. Uzun vadede otoriteler çoğu zaman bu savaşı kazanır.

Bazen mahkemeler hata yapar ve bazı kararların da gözden geçirilmesi gerekir. İşte tam bu noktada komplo teoricileri devreye girer. Otoritelerin hatalarını araştırmanın ve o hataları düzeltmenin tek yolu savunma ve temyizdir. Komplo teorileri uzun vadede güç sahibi kişileri iyi davranışa teşvik eder: eğer güç sahibi kişiler komplo kuruyorsa, birilerinin onları izlediğini, hareketlerini takip ettiğini ve ifşa etmek istediğini bilirler.

Komplo teoricileri doğru sebeplerden dolayı haklı iseler, hukuku tesis etmiş olurlar. Woodward ve Bernstein’in Watergate skandalını araştırmasını düşünün. Eğer yanlış sebeplerden ötürü haklılarsa, uluslar inşa edebilirler. Bağımsızlık İlânı’nda Amerikalı Kurucuları düşünün. Doğru sebeplerden ötürü haksızlarsa, yeni bilgileri açığa çıkarabilirler. Mesela komplo teoricilerinin inadı sayesinde bugün Kennedy suikastı hakkında çok daha fazla şey biliyoruz.

Yine de bazen komplo teoricileri, yanlış sebeplerden ötürü haksızdırlar ve bu da açık bir mağlubiyettir. Bu da sonradan anlaşılan bir durumdur ve ödenmeye değer bir bedeldir. Fikirler er meydanında karşı karşıya gelmeden onların değerini bilemeyiz ve eğer komplo teoricileri politik gerçeklere meydan okumaz ve zayıf insanların adına konuşmazsa, bunları başka kim yapabilir?

Çoğu Batı ülkesinde medya, skandalları, hataları ve komploları ifşa edecek kadar özgürdür. Fakat anaakım medyanın kör noktaları vardır. Mesela Woodward ve Bernstein, Watergate skandalı araştırmasında ilerleme kaydettikçe, Washington Post’ta epey bir endişe oluşmuştu. Gazetecilerin bazen yandaş tavırları vardır ve destekledikleri partilere karşı çok dikkatli davranırlar. Sözde komplo teorilerini hız kesmeden araştırmak da, bu gazetecilere itibar kaybettirebilir. Bu çerçevede komplo teoricileri, ana akım kurumların sustukları noktada son çare olarak bazen harekete geçmelidir.

Komplo teorileri, güçlü grupların teşkil ettiği tehditlere karşı, zayıf gruplar için bir alarm sistemi gibi düşünülebilir. Joseph Parent ve ben, ‘’komplo teorileri mağluplar içindir’’ hipotezimizde bir grup teorisiyle başlıyoruz: gruplar, kaynak oluşturmak ya da kaynakları ele geçirmek için diğer gruplarla yarışır ve bu kaynakları otoriter şekilde dağıtır. Kazanılan zaferler daha fazla zafer kazanmak için kullanılabildiğinden dolayı, mağlup grupların daha uyanık ve hareketli olmaları için güçlü motivasyonları vardır. Komplo teorileri, zayıf grupların kayıplarını telefi etmelerini, yükselişe geçmelerini, kolektif eylem sorunlarını gidermelerini ve insanları tehlikelere karşı duyarlı hale getirmelerini sağlayan bir yol temin eder (Unscinski ve Parent 2014). Büyüyen gruplar, küçük gruplar ve sosyal hareketler, benzer sebepler için komplo teorisi oluşturmaya başvuracaktır: mevcut güç yapılarına karşı koymak ve bu yapıların teşkil edeceği tehditlere tepki gösterebilmek. Güçsüz kalmak ya da sayıca az olmak, endişe ve kontrolsüzlük, komplo teorisi oluşturmaya sebep olacaktır. Her iki durumda da, teşkil edilen tehditlere karşı denge oluşturmak, komplo teorisi oluşturmanın ana hedefidir. En çok galip olan gruplar daha az endişe duyar, daha fazla kontrol sahibi olur ve komplo teorilerine daha az ihtiyaç duyar.

Tarih gösteriyor ki, güç, sınırlı olduğunda, bölündüğünde ve kontrol altında olduğunda en iyi formdadır. Komplo teorileri, zayıf insanları güç karşısında denge oluşturmaya ittiği için, yanlış bilgi denen şeyden (mitler, söylentiler, yanlış inançlar, vb.) çok daha ayrı yere sahiptir. Komplo teorilerinin bu özelliği, komplo teorisi araştırması yapan sosyal bilimciler tarafından hafife alınmamalıdır.

  1. Sosyal Bilimcilerin Kat ettikleri Yol ve Kat edilen Bu Yolun Teşkil Ettiği Tehlikeler.

1970’ler ve 1990’larda, komplocu inançları ve altında yatan komplocu düşünceyi inceleyen çok az sayıda makale yayımlanmıştır (Goertzel 1994, McHoskey 1995, McClosky ve Chong 1985, McCauley ve Jacques 1979, Crocker et al. 1999, Butler, Koopman ve Zimbardo 1995, Abalakina-Paap et al. 1999). Bu makaleler, grupların ya da toplumun neye inandığından ziyade bireylerin neye inandığını incelemek için nicel metotlar – anketler ve deneyler – kullanan ilk yazıların bazılarıydı. Fakat bu makaleler  psikoloji, sosyal-psikoloji, sosyoloji ya da siyaset biliminde ne geniş bir araştırma alanı oluşturdu ne de bu alanların bir parçası haline geldi.

Nicel araştırma alanında, yirmi birinci yüzyılın ilk on yılının sonuna kadar tutarlı bir araştırma çerçevesi oluşturulmamıştı.  Michael Wood, Karen Douglas ve Robbie Sutton tarafından çıkarılan Sosyal Psikoloji ve Kişilik Bilimi dergisinde 2012 ‘de yayımlanan ‘’Ölü ve Diri: Çelişkili Komplo Teorilerine Olan İnanç’’ yazısı, muhtemelen bir dönüm noktasıydı. Bu çalışma, bir komplo teorisine inanan bir çok insanın, mantıken doğru olamayacak başka komplo teorilerine de inandığını göstermiştir. Örneğin; deniz komandoları Usame bin Ladin’in sığına girmeden önce Ladin’in öldüğüne inananlar, Ladin’in hala hayatta olduğuna da inanmaktadır. Bu çalışma göstermiştir ki, komplo teorilerine olan inanç, herhangi bir komplo teorisinin mantıklı ve kanıta dayalı açıklanmasıyla ilgili değil; daha çok resmi açıklamaları içten içe reddetmek ve güç sahibi kişileri zan altında bırakmakla ilişkilidir. Bu zan altında bırakma eylemleri, iki şekilde gerçekleşir: (1) kanıt ve mantık, komplo teoricilerinin iddia ettiği kadar komplo teorilerine inancı tetiklemez ve (2) resmi açıklamaların sahte, güç sahibi kişilerin komplocu, olayların ve şartların büyük komploların ürünü olduğuna dair bir dünya görüşü vardır.

Wood, Douglas ve Sutton’ın (2012) bulguları, bir çok alandaki araştırmacıları komplo teorilerini bireysel ya da kolektif psikopatoloji (ör; paranoya) olarak görmekten vazgeçirip, araştırmacıların başka siyasi fikirlere dair doğru bulduğu şeylere (komplo teorilerinin, bir bireyin eğilimlerine hitap eden bilgilerin ürünü olduğu kanaati) uyan fikirler dizisi olarak görmesini sağlamıştır (i.e., Zaller 1992). Wood et al.’ın 2012’deki makalesinden beri bir çok bilim insanı, komploları görmeye dair altta yatan dünya görüşü olarak nitelendirdikleri şeyi incelemişlerdir (Bruder et al. 2013, Imhoff ve Bruder 2013, Brotherton et al. 2013, Lantian et al. 2016, Lewandowsky et al. 2013, Brotherton 2015, van der Tempel ve Alcock 2015, Dagnall et al. 2015, Swami et al. 2011, Uscinski et al. 2016). Bazı insanların komplo teorilerine inanmaya, diğer insanlardan daha fazla eğilimli olduğu, bu çalışmaların ana fikridir. Yani bazı insanlar yeterli kanıt olmasa bile her komplo teorisine inanır, fakat spektrumun diğer ucundaki insanlar naiftir ve çok miktarda kanıt olmasına rağmen bir komplonun varlığını reddeder. Eğer bu dünya görüşüne, siyaset bilimcilerinin tarafgirliğe ya da politik ideolojiye baktığı gibi bakarsak, bu komplo dünya görüşü bireylerin çevrelerindeki bilgileri, olayları ve şartları yorumlamasına yardımcı olur diyebiliriz. Bundan dolayı siyaset bilimciler komplo inançlarına, eğilimler dizisinin üzerine konulmuş yeni bilgilerin bir ürünü olarak bakmaya başlamıştır (Uscinski et al. 2016, Carey et al. 2016, örneğin psikolojide, bkz. Newheiser, Farias ve Tausch 2011).

Siyaset bilimcileri tarafından konu hakkında yayımlanan ilk gazete ve dergi makaleleri, (1) insanların, muhalifi oldukları siyasi rakiplerini karalayan komplo teorilerine inanma eğiliminde olup, (2) taraftarı oldukları grubu komplo kurmakla itham eden komplo teorilerine de kulak asmadıklarını göstermiştir (Miller et al. 2016, Oliver ve Wood 2014). Bu tür araştırmalar gösteriyor ki, insanlar komplo teorilerini destekleyen kanıtları değerlendirirken açık fikirli olmak yerine, sadece yerleşmiş fikirlerine uyan komplo teorilerine itimat etmeyi seçiyor (gösterilen kanıtlar çok sağlam olsa da olmasa da). Miller et al. 2016, komplo teorilerinin çoğu zaman harekete geçmiş tarafgir akıl yürütmenin bir ürünü olduğunu söylüyor (Taber ve Lodge 2006, ayrıca bkz. Claasen ve Ensley 2016).

Uscinski et al. 2016, hem Moller et al. 2016 hem de Oliver ve Wood 2014 tarafından tanımlanan politik bakış açılarını, Wood et al. 2012’nin bulgularıyla harmanlamıştır. Bu harman yoluyla Uscinski et al. 2016 şunları ifade eder: komplo inançları, harekete geçmiş tarafgir akıl yürütmenin bir ürünüdür ve bireyler, komploların olayları açıkladığını söyleyen bir dünya görüşüne sahip olduklarında ortaya komplo inançları çıkabilmektedir. Bu durum, Birleşik Devletler’deki yandaş komplo teorilerinin, nüfusun %25’inden fazlasını neden ikna edemediğini açıklıyor (Birther ve Truther teorileri, aynı anda bir çok yerde bulanmalarına rağmen maksimum yaklaşık bu kadar sonuç alıyorlar). Sadece yeterli seviyeye çıkmış komplocu dünya görüşü olanlar ve komplo kurmakla suçlanmayan politik spektrumun tarafında olanlar belli bir yandaş komplo teorisine inanacaktır.

Sosyal bilimciler, insanları komplo teorilerine inandırmanın yollarını keşfetmeye başlamıştır. Örneğin; Uscinski et al. (2016, ayrıca bkz. Nyhan et al. 2016), bir komplo teorisiyle uyumlu eğilimleri olan insanlara o komplo teorisini işaret eden bilgi parçaları vermenin – bu parçaların destekleyici kanıtları olmasa bile – o insanların bu komplo teorisine inanmalarını sağladığını göstermiştir. Bu sürecin nasıl işlediğini bilmek, tehlikeleri de beraberinde getirmektedir. Güç sahibi grupların, insanların kanıt yerine komplo teorilerine inanmalarını sağlayabilmelerini istemeyiz. Komplo teorileri, güç sahiplerini ve korunaklı kişileri komplo kurmakla suçladığında, insanların komplo teorilerine inanmalarını sağlayabilmek pek de zararlı olmaz. Güç sahipleri, zayıf insanları suçlamak için komplo teorilerini kullandığında ise, insanların komplo teorilerine inanmalarını sağlamak daha tehlikeli sonuçlara yol açacaktır.

Diğer taraftan da birçok sosyal bilimci, insanları komplo inançlarından nasıl vazgeçireceklerini anlamaya yönelik çok çaba sarf etmiştir. Bu tarz bir araştırma, büyük ölçüde yararlar sağlamaktadır. Bir zamanlar tedavisi bulunan kabakulak ve kızamık gibi hastalıklar, bazı insanların aşıların güvenli olmadığına dair komplo teorilerine inanıp aşıdan kaçmaları üzerine yeniden ortaya çıkmıştır. Şu an güney Florida’da insanlara bulaşmakta olan Zika virüsünün, sosyal medyadaki komplo teorileri yüzünden tedavi edilmesinin zor olacağına dair bir endişe var. Aşırı uç komplo teorilerine olan inanç, şiddet eylemlerine –Anders Breivik olayı gibi – yol açmıştır. Irkçı komplo inançları, Yahudiler ve başka ırklara karşı şiddete sebep olmuştur. Bu tür komplo inançları ortadan kaldırılırsa sağlanacak faydayı bir düşünün.

Bu araştırma alanının ortaya koyduğu bir bulgu da şudur ki, insanları komplo teorilerine inanmaktan vazgeçirmek zordur ve onları vazgeçirmeye çalıştığınızda ‘’ters etki’’ meydana gelebilir ve inandıkları komplo teorisini çürüten bilgilere maruz kalan kişiler, inançlarına iki kat daha fazla bağlanmaya başlayabilmektedir (Nyhan ve Reifler 2010, Nyhan et al. 2013). Komplo inançlarını düzeltmeye yönelik günümüzdeki yeni bir çalışma, Başkan Obama’nın sağlık reformu girişimine dair inançları incelemektedir (Berinsky 2015). Bu çalışmada kullanılan düzeltmeler, özellikle insanlar partizan bir yoldaşından düzeltici bir bilgi aldığında çok daha etkili sonuçlar vermiştir. İleriki çalışmaların bu bulgulara eklemeler yapıp daha etkili düzeltici unsurlar ortaya koyması muhtemeldir. Şüphe yok ki bu çalışma umut vaat etmektedir. Yanlış inançları düzeltici şekilde bilgiler ortaya koyabilmek, bir çok sorunu ortadan kaldıracaktır.

Diğer yandan, bu araştırma alanı, komplo inançlarına bir bilgi sorunu gözüyle bakar: Eğer insanlar sağlıklı bilgiye ulaşabilseydi, ‘’doğru’’ inançları olurdu. Bu tür çalışmalar, komplo inançlarının bilişsel sıkıntıdan çok daha fazlası olabileceğini hesaba katmazlar. Komplo inançları güce karşı bir protesto olduğu için, pek düzeltilmesi istenen şeyler değildir. Öncelikle diyebiliriz ki, komplo inançlarını düzeltme becerisi, bu beceriye sahip kişilere yeni tür ikna güçleri verebilir. Bu insanlar, kendi eylemlerini sorgulayan inançları bertaraf etme yetisini elde edebilirler. İkinci olarak da, yanlış bilginin aksine, komplo inançlarının yanlış olup olmadıkları kesin değildir. Doğrulukları şüpheli olsa bile, çürütülemez oldukları için yanlış bilgiler olmayabilirler. Bu tür inançları ‘’düzeltmek’’, insanları hakikate yönlendirmekten ziyade onları hakikatten uzaklaştırma riski içerir.

  1. Sonuç

Demokrasi, bir borsa gibi işler. Borsaların iş yürütmesi için alıcı ve satıcı denen iki gruba ihtiyaç vardır. Bu gruplardan biri bazen yanlış tahminde bulunur ve para kaybeder, ki bu da bu sistemin çalışmasını sürdürmek için gerekli bir durumdur. Benzer şekilde demokrasinin de geleneksel sistemi yozlaşmaktan uzak tutmak için onu inceleyecek ve sorgulayacak insanlara ihtiyacı vardır. Bu anlamda komplo teoricileri, fikir girişimcileridir ve girişimciliğin doğasından ötürü çoğu amacına ulaşamayacaktır.

Komplo teorilerinin hala kötü bir ünü vardır – çoğu insan komplo teorilerine direk şüpheyle bakar ya da alenen onlarla dalga geçer. Bu durum makuldür ve çoğu komplo teorisi de muhtemelen doğru değildir. Peki bu kadar kötü üne sahip bir şey neden bu kadar popüler olmuştur? Eğer komplo teoricileri deli ya da aptalsa, sayıları neden bu kadar fazla ve bu kadar inatçılar? Belki de bunun sebebi, komplo teorilerinin belli başlı detaylar değil de daha geniş güç kavramlarıyla ilgileniyor oluşudur: bu güce kim sahip ve bu gücü ne için kullanıyorlar?

Bu anlamda komplo teorileri alarm zilleridir, dikenli tellerdir ve erken uyarı sistemleridir. Zayıf insanları gelen tehlikelere, temel kural ihlallerine ve gücü kötüye kullanmaya karşı uyarırlar. Tehditler vuku bulmadan bile alarmları harekete geçirirler. Soru şu: demokrasinin daha sağlıklı hale gelmesi için, daha fazla mı yoksa daha az alarm ziline mi ihtiyaç vardır? Bu bir tercih meselesidir ve her iki tercihin de beraberinde gelen riskler vardır. Günümüzdeki bilimsel çerçeve, bu riskler üzerinde düşünmeye daha fazla zaman ayırmalıdır. Eğer bu zamanı ayırmazlarsa, araştırmacılar gerçek yozlaşmayı, yalanı ve kötüye kullanmayı ortadan kaldırmadan insanların yozlaşma, yalan ve kötüye kullanma korkularını ortadan kaldırmak zorunda kalabilir.

 

1 Elbette bir komplo teorisinin uygun epistemolojik kurumlarla çelişmediği örnekler vardır. Mesela, bir olay meydana geldiğinde insanlar, uygun epistemolojik kurumlar o olayın sebebine dair bir hüküm vermeden önce o olayı açıklamak için bir komplo teorisine başvurabilir.

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Paternalizm (Stanford Felsefe Ansiklopedisi)

Önceki Makale

Nedensellik, Panteizm ve Deizm – Edward Feser