///

Neoliberalizm -Kevin Vallier (Stanford Felsefe Ansiklopedisi)

6076 görüntülenme
135 dk okuma süresi
Kualia Analitik Felsefe

Kualia Analitik Felsefe

Neoliberalizm -Kevin Vallier (Stanford Felsefe Ansiklopedisi)

Çevirenler: Dr. Mustafa Alper Ener, Muhammed Esad Çatak

Editör: Hasan Ayer

İlk baskı: 9 Haziran 2021, Cuma

Neoliberalizm -Kevin Vallier (Stanford Felsefe Ansiklopedisi)

Literatürde bir mutabakat olmasa da, genellikle “neoliberalizm” terimi, toplumun siyasi ve ekonomik kurumlarının güçlü bir şekilde liberal ve kapitalist olması ve anayasayla sınırlandırılmış demokrasi ve ılımlı refah devleti ile desteklenmesi gerektiğini savunan felsefi görüş olarak anlaşılmaktadır. Neoliberalizm üzerine yapılan son çalışmalar bunun kapsamlı ve özgün bir siyaset felsefesi olduğunu göstermektedir. Bu yazıda, neoliberalizm üzerinde yapılan yeni tarihi çalışmalarda başat rol oynayan ve siyaset felsefesi ile siyasal ekonomi konularında eserler veren F. A. Hayek, Milton Friedman ve James Buchanan tarafından paylaşılan siyasi görüşler, ilkeler ve politikalar incelenerek neoliberalizm kavramı ayrıntılı şekilde açıklanacaktır. Bu düşünürlerin çalışmalarındaki ortak konuları belirlemek, neoliberalizmi insicamlı bir siyasi öğreti olarak ortaya koyacaktır.

Bu yazıda, bazı yetersiz neoliberalizmin tanımlamaları ana hatlarıyla açıklandıktan sonra, liberalizm, kapitalizm, demokrasi ve refah devleti konularında neoliberal yaklaşımlar eleştirel bir şekilde ele alınacak ve nihayet neoliberalizme yönelik ortak eleştiriler tartışılacaktır.

  • 1. Çetrefilli Bir Terimi Açıklamak
  • 2. Yetersiz Tanımlar
  • 2.1 Bir Değerler Sistemi Olarak Neoliberalizm
  • 2.2 Faydacılık İçinde Bir Düşünce Okulu Olarak Neoliberalizm
  • 2.3 Liberteryenizm Olarak Neoliberalizm
  • 2.4 İdeal Teori Olarak Neoliberalizm
  • 3. Liberalizm
  • 4. Kapitalizm
  • 5. Demokrasi
  • 6. Refah Devleti
  • 7. Neoliberalizm Eleştirileri
  • 7.1 Değer Eleştirileri
  • 7.2 Eşitsizlik
  • 7.3 Demokrasiyi Zayıflatmak
  • 7.4 Ekonomik İrrasyonalite
  • 7.5 Keynesyen Reddiyeler
  • 7.6 Damlama Ekonomisi
  • 7.7 Liberteryen Eleştiriler
  • 7.8 Sömürgeci Eleştiriler
  • 7.9 Popülist/Milliyetçi Eleştiriler
  • 7.10 Feminist Eleştiriler
  • 7.11 Diğer Eleştiriler
  • 8. Özet
  • Kaynakça

1. Çetrefilli Bir Terimi Açıklamak

 “Neoliberalizm” terimi ile ne kastedildiği üzerine uzun yıllar çalışılmıştır. Neoliberalizm piyasayı putlaştıran bir ideoloji midir? Yahut kapitalist sınıfın egemenliğini kurmayı amaçlayan siyasi bir program mıdır? Neoliberalizm devlete düşman mıdır, yoksa rekabetçi piyasalar devletin işine mi gelmektedir? Rajesh Venugopal (2015: 166), neoliberalizmin artık literatürde, hatta Michel Foucault (2004 [2010]) gibi en itibarlı uygulayıcıların çoğu tarafından bile, tartışmalı, tutarsız ve buhran içinde bir kavram olarak kabul edildiğini ileri sürmüştür. Venugopal’ın değerlendirmesi, tartışmaya açık olmakla birlikte henüz on yıl öncesine kadar yerindeydi.

Bununla birlikte, son zamanlarda birkaç kitabın neoliberalizme yaklaşımı (Burgin 2012; Biebricher 2018; Slobodian 2018; Whyte 2019), neoliberalizmin emekleyen bir siyasi kavram olarak şekillenmesine yardımcı olmuştur. Quinn Slobodian’ın belirttiği gibi, son on yılda neoliberalizme ve onun küresel yönetim reçetelerine tarihi bir görüntü vermek ve “siyasi küfür” veya “anti-liberal sloganı” titiz bir arşiv araştırması konusuna dönüştürmek için olağanüstü çabalar sarf edilmiştir (2018: 3).

Benzer şekilde, Thomas Biebricher (2018: 8-9) de neoliberalizmin karşılaştığı analitik engellerin artık muhafazakarlık ve sosyalizm gibi diğer siyasi görüşlerinkinden daha büyük olmadığını savunmaktadır.

Bu yakın zamanlı tarih çalışmalarının ışığında neoliberalizmi artık özgün bir siyaset teorisi olarak değerlendirmek mümkündür. Neoliberalizm, bir toplumun siyasi ve ekonomik kurumlarının güçlü bir şekilde liberal ve kapitalist olarak örgütlenmesi ve anayasayla sınırlandırılmış demokrasi ve ılımlı refah devleti anlayışı ile de desteklenmesi gerektiğini savunmaktadır. Neoliberaller, özgürlükleri korumak ve ekonomik refahı artırmak için liberal hakları ve serbest piyasa ekonomisini desteklemektedirler. Neoliberaller, genellikle demokrat olmakla birlikte, demokrasinin gerekliliği kadar sınırlarının da altını çizmektedirler. Ayrıca neoliberaller genel olarak devletin sosyal güvenlik ve kamusal malları sağlaması gerektiğini düşünmekle birlikte, düzenleyici devlete, geniş çaplı kamu harcamalarına ve hükümetlerin yürüttüğü konjonktür karşıtı (zıttı) politikalara şüpheyle yaklaşmaktadırlar. Bunların sonucu olarak neoliberalizm salt ekonomik bir öğretiden ibaret olarak değerlendirilememektedir.

Biebricher’e göre, neoliberalizm, işleyen piyasaların ekonomik olmayan ön koşullarını ve piyasalar ile bunların çevreleri arasındaki karşılıklı etkileşimi açıkça ele almaktadır (2018: 27). Bununla birlikte neoliberaller, işleyen piyasaların devamı için olmazsa olmaz unsurların nasıl belirleneceği konusunu da incelemektedir (2018: 26).

Slobodian, neoliberallerin, piyasa düzenine hizmet edecek doğru devleti ve doğru hukuku bulmanın zihinsel tasavvurları olarak gördüklerini savunmaktadır (2018: 87).

Görüldüğü gibi, neoliberaller farklı gerekçelerle özgün kurumsal reçeteler sunmaktadırlar. O halde felsefi bir öğreti olarak neoliberalizmin, kurumları insanların homo economicus olduğu fikriyle kuşatma çabasından teşekkül etmediğini belirtmek gerekir (Brown 2019). Aksine neoliberalizm, Jessica Whyte’ın (2019: 8) belirttiği gibi, salt ekonominin ötesinde normatif bir boyuta da sahiptir, zira neoliberaller işleyen bir rekabetçi piyasanın ancak yeterli ahlaki ve hukuki temelle mümkün olabileceğini savunmaktadırlar, öyle ki neoliberal kurumlara yönelik argümanlarda her zaman normatif ilkelere başvurulmaktadır (2019: 14, 233).

Neoliberalizmi, üç yirminci yüzyıl siyasal iktisatçısı, F. A. Hayek, Milton Friedman ve James Buchanan tarafından ortak olarak ele alınan siyasi kavramları, ilkeleri ve politikaları inceleyerek açıklayabiliriz. İktisat üzerine eğitim almış olmalarına rağmen üçü de siyaset teorisi üzerine yazmış ve Hayek ile Buchanan bunu oldukça kapsamlı bir şekilde yapmıştır. Bu düşünürlerin çalışmalarındaki ortak konuları belirlemek neoliberalizmi bir siyasi öğreti olarak doğru bir şekilde ortaya koyacaktır.

Bu üç şahsiyet, neoliberalizm üzerine yukarıda bahsedilen tarihsel araştırmalara karşılık olarak seçilmişlerdir. Biebricher (2018: 2) Avrupa odaklı “ordoliberalleri”, özellikle Walter Eucken, Wilhelm Röpke ve Alexander Rustow’u neoliberal saymasına rağmen, bu üç düşünürü de neoliberal olarak tanımlamaktadır. Slobodian (2018: 268) Friedman, Hayek ve Buchanan’ı neoliberal olarak tanımlamakla birlikte liberteryen olduğu tartışmalı olan Ludwig von Mises’i[1] ve geniş bir ordoliberal topluluğu da neoliberal saymaktadır. Ayrıca, Slobodian değerlendirmelerini “Cenevre okulu neoliberalizmi” olarak adlandırdığı şeye odaklamaktadır, ki bu okulda küresel kurumlar hakkında birçok neoliberal düşünceye yoğunlaşılmıştır.[2] Whyte (2019: 31), Buchanan’dan çok Hayek ve Friedman’a odaklanmakta, ancak onları daha geniş bir karakter kadrosuna dahil etmektedir. Görüldüğü üzere, tek neoliberaller Hayek, Friedman ve Buchanan olmamalarına rağmen bu kişiler yeni tarihsel analizin merkezinde yer almaktadırlar. Dolayısıyla, onların düşüncelerine odaklanarak yalnızca analiz külfetini hafifletmekle kalmıyor, aynı zamanda neoliberalizmin en mütefekkir ve ferasetli savunucuları tarafından inşa edilen fikirlere odaklanmak için alan açmış oluyoruz. Ayrıca, diğer neoliberaller felsefi görüşlerinden çok daha az bahsetmişlerdir, dolayısıyla onlar üzerinde çalışılacak daha az konu vardır. Belki de diğer neoliberallerin görece sessizliği, onları temsilen Hayek, Friedman ve Buchanan’ı kullanmayı savunmayı zorlaştırmaktadır ancak bu kişilerin siyasi görüş ve politikaları önemli ölçüde örtüşmektedir.[3]

Bu yazının neoliberalizmi tanımlamaya yönelik yaklaşımı, Biebricher, Slobodian, Whyte ve Brown’ınkinden (Brown 2019) farklıdır, tıpkı siyaset teorisyenleri ve felsefecilerinin tarihçilerden ve aslında felsefecilerin siyaset teorisyenlerinden farklı olduğu gibi. Neoliberalizm, incelememiz için bir temel sağlamak amacıyla bir şekilde sabit bir öğreti olarak anlaşılabilir ve bu sayede daha sonra bu öğretiden sapmaları açıklayabiliriz. Neoliberalizmi, tarihçilerin ve hatta bazı siyaset teorisyenlerinin yaptığı gibi dinamik bir düşünce sistemi olarak ele almak belki daha doğaldır, ancak Hayek, Friedman ve Buchanan üzerine bir inceleme, neoliberalizmin bir tür siyaset felsefesi sayılmaya yetecek kadar statik bir öğreti olduğunu ortaya çıkarmaktadır.

Bu yazıda kullanılan “neoliberalizm” terimi, bu terimin tüm farklı kullanımlarını karşılamamaktadır. Dolayısıyla, “neoliberalizm”in her bir kullanımda ne anlama geldiğini açıklamak yerine, üç kritere dayalı bir açıklama sunmayı amaçlıyoruz. İlk olarak, “neoliberalizm” terimi, oldukça kapsamlı bir dizi görüşü ifade etme amacıyla kullanılmalıdır. İkinci olarak, bu konumla en sık ilişkilendirilen şahsiyetlerin görüşlerini belirlemek için kullanılmalıdır. Son olarak, “neoliberalizm”in daha popüler ve aşağılayıcı kullanımlarından ziyade, terimin en ciddi ve tarafsız tanımlarını, örneğin akademik tarihçiler tarafından kullanılışını belirlemeye odaklanılmalıdır. Bu yazının söz konusu terimin anlamına ilişkin açıklaması bu üç kriteri de karşılamaktadır. Şöyle ki, bu yazı, insicamlı bir öğretiyi savunucularının görüşleri ışığında tanımlamakta ve “neoliberalizm” terimini, terimin yakın dönem akademik tarihçiler tarafından kullanımıyla örtüşür şekilde kullanmaktadır. Nihayet Hayek, Friedman ve Buchanan’ın düşüncesindeki ortak yaklaşımların incelenmesi ile de söz konusu üç amaç takip edilmiş olmaktadır.

2. Yetersiz Tanımlar

Neoliberalizmi bu tabirle ekseriyetle ilişkilendirilen kişilerin fikirleri ile tarihçiler tarafından önerilen tanımlar yoluyla anlamak istiyorsak, neoliberalizmi siyasetin ve ekonominin nasıl organize edilmesi gerektiğine dair bir öğreti olarak değerlendirmeliyiz. Söz konusu öğreti bir adalet ya da meşruiyet teorisi değildir, tam aksine, neoliberaller önerdikleri kurumları savunmak için çok sayıda ahlaki düşünceye başvurmaktadırlar. Bunun yanında, neoliberalizmi şu aşağıdaki dört kategoriden herhangi birine uygun olarak tanımlamaktan da kaçınmalıyız. Dolayısıyla neoliberalizm, bir değerler sistemi ya da iyi yaşam anlayışı, faydacılık içinde bir düşünce okulu, bir liberteryenizm yorumu veya ideal bir teori olarak tanımlanmamalıdır.

2.1 Bir Değerler Sistemi Olarak Neoliberalizm

Birçok kişi neoliberal toplumların menfaati diğer belli başlı değerlerin önüne koyduğunu düşünmektedir. Örneğin David Harvey, neoliberalizmin piyasa mübadelesini “tüm insan eylemlerine rehberlik edebilecek ve önceden sahip olunan tüm ahlaki inançların yerine geçebilecek başlı başına bir etik” olarak değerlendirdiğini savunmaktadır (2005: 3).

George Monbiot, neoliberalizmin rekabeti insan ilişkilerinin tanımlayıcı özelliği olarak gördüğünü ve vatandaşları tüketici olarak yeniden tanımladığını ileri sürmektedir (2016).

Brown (2019) da aynı fikirdedir. Bazıları neoliberalizmin, herkesin ekonomik refaha veya büyümeye odaklanmasını gerektiren bir ideoloji olduğunu öne sürmektedir. Bazıları ise neoliberalizmin, firmaların kurumsal sosyal sorumluluğunu reddeden ve yalnızca kârlarına odaklanmalarını tavsiye eden bir firma etiği olduğunu savunmaktadır (Steger & Roy 2010: 13).

Ne var ki, neoliberaller toplumsal yaşamın belirli bir değer sistemi hakkında değil, toplumsal kurumların tasarımı hakkında bir görüş ileri sürmektedirler. Gerçekten de, nasıl iyi bir yaşam sürüleceği konusunda çok az şey söylemektedirler. Aksine neoliberaller, kapitalizm savunularının kâr arayışının bir yaşam biçimi olarak kabul edilmesini zorunlu kılmadığını ve piyasaların böyle bir değer sistemine sahip insanlar üretmediğini savunmaktadırlar. Doğrusu, sosyal adalete aşırı düşkünlük, sonuçların eşitliği, her türlü kâr arayışına düşmanlık gibi belirli tutum ve değerlerin özgür bir toplumun temellerini baltalayabileceğini düşünmektedirler ancak bu, onların tüketim ahlakını benimsedikleri anlamına gelmemektedir.

Örneğin, Friedman’ı ele alalım. Friedman, özgürlük lehine argümanların bir kısmının temelinin, hiç kimse iyi bir yaşamın nelerden oluştuğunu gerçekten bilmediği için insanların neye değer vermesi gerektiğini bilemememiz olduğunu savunmaktadır; ona göre, özgür bir toplum iyidir çünkü insanların bu soruları kendilerine göre cevaplamaları için farklı yaşam biçimlerini denemelerine izin vermektedir (Friedman 1987 [2017: 185]). Friedman (1962a [2002: 133]), şirketlerin ilk görevinin hissedarları için kârları maksimize etmek olduğunu ve kamu politikasının kâr maksimizasyonunun herkesin yararına olmasını sağlaması gerektiğini belirtirken bile insanların neye değer vermesi gerektiği konusunda bir yargıda bulunmamaktadır.

Hayek ve Buchanan, iyi yaşamın servet maksimizasyonu gibi ekonomik amaçlardan oluştuğu fikrini çok daha açık bir şekilde reddetmektedir. Buchanan (1991: 343), borcu yasaklayan sosyal normları (1987: 456, 461) ve “ahlaki-etik kurallar veya davranış normları”nı takip ederek (1999: 451) şahsi etik sorumluluğun altını çizmektedir. Hayek, özgür bir toplumda sosyal yaşamın, insanların kâr arayışı ile bir bağlantısı olmayan bir dizi kural ve norma uymasını gerektirdiğini düşünmektedir, çünkü ona göre bu kuralların çoğu bilinçli düşüncelerimizin altında yatmaktadır (Hayek 1973). Şaşırtıcı bir şekilde, hem Hayek (1988: 135-142) hem de G. Brennan ve Buchanan (1985: 150), özgür toplumların, temelde dini dürtülere dayalı olarak hareket etmeye hazır insanlara ihtiyaç duyduğunu bile düşünmektedirler.

Kuşkusuz, Friedman ve Buchanan insan davranışlarının çoğunu anlamak için “homo economicus”tan söz etmektedir. Ancak Buchanan (Brennan ve Buchanan 1981: 81) “homo economicus”u geniş anlamda kullanmaktadır; ona göre, “homo economicus”un neredeyse her şeyi maksimize ettiği görülebilir, dolayısıyla, örneğin servet maksimizasyonuyla içsel bir bağlantısı yoktur.

2.2 Faydacılık İçinde Bir Düşünce Okulu Olarak Neoliberalizm

Bazı teorisyenler, genellikle bu üç neoliberale atıfta bulunmak için kullanılan bir terim olan “klasik liberalizm”in, sosyal düzenin temeli hususunda aslında faydacı olduğunu ileri sürmektedir (Freeman 2011: 25).[4] Bununla birlikte, Buchanan (1975) faydacılığı reddeden açık bir sözleşmecidir (contractarian) çünkü faydacılık, kişisel değerleri Buchanan’ın imkansız veya uygunsuz bulduğu bir şekilde bir araya getirmeyi gerektirmektedir. Çoğu kimse Friedman’ı (1974a [2017: 72]) bir faydacı olarak nitelendirirken, o “Ben faydacılığı asla kabul etmedim” demektedir. Friedman’ın serbest piyasayı fayda maksimizasyonu bakımından savunması, onun, insanların bazı durumlarda fayda maksimizasyonunu yasaklayabilecek temel haklardan yoksun olduğunu düşündüğü anlamına gelmemektedir. Friedman, evrensel kabule sahip olduklarını düşündüğü için fayda temelli fikirlere odaklanmaktadır. Hayek (1988: 69) ise sadece faydacılığı reddetmekle kalmamakta, daha geniş bir küme olan sonuçsalcı (consequentialist) sosyal düzen teorilerine de karşı çıkmaktadır. Bir diğer ifadeyle, Hayek, ahlakın mutluluk gibi belirli bir amaca ulaşmaya dayandırıldığı herhangi bir gerekçelendirme çabasına karşı çıkmaktadır. Dolayısıyla, Hayek’in (1978: 132) de bir sözleşmeci olarak tanımlanması gerekir.

2.3 Liberteryenizm Olarak Neoliberalizm

Neoliberaller ulus devlete liberteryenlerden çok daha yakındırlar. Ayrıca, liberteryenler, Robert Nozick (1974) tarafından ileri sürülen bir yaklaşım olan, genellikle bir ahlak ve adalet teorisine doğrudan dayanan kurumsal yapıları savunmaktadırlar. Buna karşılık, neoliberaller, çeşitli noktalarda adalet diline başvursalar bile, doğal haklar teorisi gibi ayrıntılı adalet teorilerine nadiren başvurmaktadırlar. Adalet hususunda doğal haklar teorilerine baktığımızda, Buchanan’ın onlara inanmadığını görürüz. Siyaset felsefesi üzerine yaptığı inceleme olan The Limits of Liberty, bizim kabul ettiğimizin ötesinde bir ahlakın olmadığı ısrarıyla başlamaktadır (Buchanan 1975: 1). Hayek, doğal haklar hakkında neredeyse hiç yorum yapmamakta ve Friedman bunları ekseriyetle retorik olarak tartışmaktadır. Elbette bu söylenenler, neoliberallerin devlet gücünün kullanımı üzerindeki deontik kısıtlamaları reddettiği anlamına gelmemektedir. Hayek ve Buchanan’ın sözleşmecilikleri, herkesin kabul edemeyeceği bir yolla özgürlük ve refah peşinde koşmanın önüne geçmektedir. Neoliberaller bunun yerine sonuçsalcılığı benimsemeden liberalizm için sonuç temelli argümanlara odaklanmaktadırlar. Liberalizmin iyi sonuçları olduğu iddiasına dayanarak liberalizmi bir dereceye kadar basitçe açıklamaya çalışmaktadırlar.

Neoliberalizmin, klasik liberal fikirlerin yirminci yüzyıla özgü bazı zorluklara karşı yeniden canlanması olduğunu ileri sürmek temeli sağlam bir argümandır. Neoliberalizm, büyük devletleri destekleyen üç yirminci yüzyıl ideolojisine yanıt olarak 1940’ların sonlarında ortaya çıkmıştır: komünizm (sosyalizmin en belirgin biçimi olarak), faşizm ve sosyal demokrasi. Neoliberaller, devlet iktidarını, bu üç türden büyük devletlerin üstlendiği işlevlerden çok daha sınırlı bir dizi işlevle sınırlamaya çalışmışlardır. Hayek’in bilgi sistemleri üzerine çalışması, komünist merkezi planlama sistemine bir yanıttır. Friedman’ın parasalcılık kuramı (monetarism), Keynesyen makroekonomik politikaya bir yanıttır. Ayrıca Buchanan’ın kamu tercihi araştırma programı, genel denge ekonomisine ve piyasa başarısızlığı ekonomisine bir yanıttır.

2.4 İdeal Teori Olarak Neoliberalizm

Felsefeciler ideal teoriyi çeşitli şekillerde anlamaya başlamışlardır ancak biz bu anlamda John Rawls’un ideal teoriyi insan yeteneklerinin, davranışının belli başlı yüksek ahlaki örnekleri ve doğal durumlar altında en iyi sosyal ve siyasal düzen, bilhassa doğru adalet kavramını içinde barındıran kurumlarla uyum sağlamaya bir hazırlık olarak tanımlayan anlayışını takip edebiliriz. İdeal adalet teorileri, herkesin kurumsal adil kurallara tam olarak uyarak adaletin kendisinden beklediği gibi davrandığı bir toplum için vatandaşların çaba göstermesi gereken bir “gerçekçi ütopya”yı ortaya koymaktadır (Rawls 2001: 4, 13).

Neoliberaller, politik kuramlaştırmanın her iki ögesini de reddetmektedirler. İlk olarak, bir ideal hakkında teori oluşturmayı kabul etmemektedirler. Bunun nedeni, neoliberallerin genellikle ahlaki bilgi edinme yeteneğimiz konusunda şüpheci olmalarıdır; gerçekten doğru ve iyi olanı bilmenin önünde epistemik bir engel vardır. Friedman da aynı doğrultuda, özgür bir toplumun temelinin “günahın ne olduğunu” bilmememiz olduğunda ısrarcıdır. Hayek ise, bilgimizin sınırlılığı göz önüne alındığında, arzu edilen bir toplumsal iç düzenin ayrıntılı bir planının çok yararlı olup olmayacağının ya da herhangi birinin bu planı çizmeye kadir olup olmadığının bu aşamada en azından şüpheli olduğunu ileri sürmektedir (1944 [2007: 237]). Hayek, siyaset felsefecilerinin toplumları icat ettiğini düşünmemektedir; aynı şekilde neoliberaller de kendilerini ideal bir toplumun nasıl işleyeceğini tanımlayacak bir konumda görmemektedirler.

Bundan da önemlisi, Buchanan (1975: 91-106) felsefi bir anarşisttir: “İdeal toplum, hiçbir kimse veya grubun diğerini zorlamadığı anarşidir”. Friedman (1974a [2017: 87]) ise, “ideal bir görüşe sahip olmanın arzu edilir” olduğunu düşünmektedir ve liberteryenizmi bu ideal olarak benimsediği düşünülebilir. Dahası, desteklediği refah devleti politikalarının çoğunun ideal bir sosyal düzenin parçası olmayacağını düşünüyor olabilir. Yine de hem Friedman hem de Buchanan, ideale ulaşma girişimlerinin geri tepebileceğini ve bu nedenle siyasi ekonominin kurumlarda marjinal iyileştirmeler yapmaya odaklanması gerektiğini düşünmektedir. Sonuç olarak, neoliberallerin bazı siyasi idealleri vardır ancak bu onların siyasi-ekonomik öğretilerinin, yani gerçekte savundukları şeyin merkezinde değildir.

İkinci olarak, Hayek (1944 [2007: 157-170]), Friedman (1962b [2017: 23]) ve Buchanan (Buchanan ve Tullock 1962), insanların adalet ve kanunun emirlerine uyma eğiliminde olmaları fikrine karşı çıkmaktadır. İnsanlar, özellikle de çok fazla güce sahip olduklarında, yanlışlar yaparlar. Friedman’ın (1962b [2017: 23]) dediği gibi, “liberallere göre insanlar kusurlu varlıklardır”. Ayrıca Friedman, toplumu düzenlemenin, iyilerin iyilik yapmasına yardım etmekle ilgili olduğu kadar, “kötü” insanların zarar vermesini engellemekle de ilgili olduğunu düşünmektedir. Buchanan’ın tutumu, siyaseti “romantizme kapılmaksızın” kuramsallaştırmak ve adalet ilkeleri hakkında yapılan sözleşmeli bir anlaşmanın uygulanabilirliğini reddetmektir. Aksine, uyum onların sosyal düzen modellerinde içsel bir değişkendir, farklı sosyal kurallar dizisi farklı uyum seviyeleri üretecektir ve kısmen bu temelde seçilecektir. Kısacası, uyumun zorluğu asla hafife alınamaz. İdeal dışı teorileri, aynı zamanda her türden sosyalizme muhalefetleriyle de ilişkilidir: sosyalizm, sözde uygulanabilirliği tamamen insan doğasının, insanları daha rasyonel ve özgecil hale getirmek için, değiştirilebileceğine dair gayrimeşru varsayıma dayanan sorumsuz bir ideal teoridir. Toplum, sosyalistlerin öngördüğü gibi işlemeyecektir.

3. Liberalizm

Hayek, Friedman ve Buchanan, kendilerini her şeyden önce bireylerin ve aile gibi küçük grupların özgürlüğünün savunucuları olarak görmektedirler. Özgürlük genellikle olumsuz bir cümle ile açıklanmaktadır, örneğin Hayek özgürlüğün “toplumda bazılarının diğerlerince baskı altında tutulmasının mümkün olduğu kadar azaltılması” (1960 [2011: 11]) olduğunu söylemektedir, Baskı, bir insanın eylemleri kendisinin değil bir diğerinin amacı için ve bu insanın iradesine hizmet etmek üzere yapıldığında ortaya çıkmaktadır (1960 [2011: 133]).

Bireysel faaliyet için özel bir alan tanımlanarak ve devletin gücü sınırlanarak bu baskı gücü kontrol altında tutulmaktadır (Caldwell 2004: 289). Friedman da benzer şekilde düşünmektedir. Liberalizm anlayışı, sadece insanların piyasada gönüllü olarak iş birliği yapmalarına izin veren yasal yapıyı korumakla sınırlı ve gücü dağıtılmış bir hükümetin benimsenmesi olarak anlaşılmaktadır (Butler 1985: 22).

Friedman’a göre liberaller, toplumsal düzenlemeleri değerlendirmede bireyin veya belki de ailenin özgürlüğünü nihai hedef olarak belirlemektedir (Friedman 1962b [2017: 22]).

Bir başka ifadeyle, özgürlüğü, bir kişinin başka bir kişi tarafından zorlanmaması olarak tanımlamaktadır (1987 [2017: 185]).

Neoliberaller özgürlüğün yalnızca olumsuz tanımlarını benimsememektedir. Hayek’in (1960 [2011: 11]) özgürlük anlayışı, kişinin keyfi müdahalelerden ari olduğu sürece özgür olduğu görüşü, cumhuriyetçi olarak yorumlanabilir; zira Hayek çoğu kez hükümetin insanların uzun vadeli planlar yapmalarına engel olan nedensiz müdahalelere kalkışacağından endişelenmektedir. Bu, bir toplumun ancak hukukun üstünlüğü ile yönetildiğinde özgür olabileceği konusundaki ısrarını da kısmen açıklamaktadır; çünkü hukuk da insanların hayatına kural olarak zorlayıcı bir şekilde ancak keyfi olmayan ve öngörülebilir bir şekilde müdahale etmektedir (1960 [2011: 21, 153]). Buchanan, Hayek’in cumhuriyetçiliğe bu şekilde olumlu yaklaşımını paylaşmasa da, genel kuralların özgürlüğü mümkün kıldığı konusunda hemfikirdir. Kritik olarak, Nozick (1974) gibi liberteryenlerin aksine bu üç düşünürden hiçbiri, özgürlüğün bir kişinin haklarına saygı duyulmuş olması için bir koşul olduğunu öngören ahlaki bir özgürlük anlayışını benimsememektedir.

Hukukun üstünlüğünün önemi, başta Hayek olmak üzere çoğu neoliberalce dikkat çekilen güçlü bir vurgudur. Tüm bireyler, toplumlarındaki yasal, idari ve siyasi kurumlar tarafından eşit muamele görme hakkına sahiptir. Hiç kimse, sosyal etki derecesine, sosyal gücüne veya babadan kalma statüsüne göre kayırılamaz. İnsanlar hukukun üstünlüğü ile korunmadığında özgürlükleri tahammül edilemez bir şekilde kısıtlanmaktadır çünkü hayatlarına keyfi olarak müdahale edilebilmekte ve bu sebeple geleceklerini planlayamamaktadırlar. Bu, şu anda sahip oldukları özgürlükleri engelsiz kullanamayacakları anlamına gelmektedir. Neoliberaller hukukun üstünlüğünü argümanlarında, hem sosyal demokrat liberaller hem de sosyalistler dahil olmak üzere geniş devletleri tercih edenlere karşı, geniş idari devletlerin karakteristik faaliyetlerini yerine getirmek için hukukun üstünlüğünü ihlal etmek zorunda olduğunu ileri sürerek kullanmaktadırlar. Hayek, mutlakiyetçiliğin (absolutism), profesyonel yönetici sınıfının halkın ana yöneticileri haline geldiği güçlü ve merkezi bir idari mekanizmadan doğduğunu ileri sürmektedir (1960 [2011: 193]). Büyük bürokrasiler keyfi bir şekilde her zaman bireylerin hayatına karışmaktadır. Bürokrasinin bu tehlikeli mantığı, Buchanan’ın araştırma programının temel bir özelliğidir ve çözümü ise hukukun üstünlüğüdür. Bu nedenlerle neoliberaller, yasa önünde eşit muamelenin, kişilerin yalnızca mahkemede değil devlet baskısına maruz kaldıklarında da sahip oldukları merkezi bir usul özgürlüğü olduğunu düşünmektedir. Neoliberaller, kanun önünde eşit muamelenin ancak hükümeti sınırlandırarak ve sözleşme özgürlüğü gibi kapitalist ekonomik özgürlükleri benimseyerek sağlanabileceğine inandıkları için, sınırlı hükümeti kısmen benimsemektedirler, çünkü her iki kurumsal uygulama da diğerinin genel kurallar uygulamasına ve keyfi bir otoriteden onay aramaktan kaçınmasına izin vermektedir (1960 [2011: 205, 230]).

Hayek ve Friedman için özgürlüğün en yaygın gerekçesi cehalettir; “haklı olduğumuza emin olamayız” (Friedman 1987 [2017: 185]). Görüldüğü gibi, Friedman özgür bir toplumdan yana olduğunu çünkü kendi temel değerinin özgürlüğün ta kendisi olduğunu söylerken, yine de sormaktadır, “Bu tercihi nasıl savunurum? … Günahın ne olduğunu gerçekten bilseydim, onu savunamazdım” (1987 [2017: 185]). Hayek de benzer şekilde, bireysel özgürlüğün esas olarak amaçlarımıza ulaşmak ve refahımızla ilgili pek çok unsura ilişkin kaçınılmaz cehaletimizin kabulüne dayandığını söylemektedir (1960 [2011: 29]; Caldwell 2004: 347).

Hayek şöyle devam etmektedir: “Özgürlüğün nasıl kullanılacağını bilseydik, onu savunmamıza gerek kalmazdı.” (Hayek 1960 [2011: 31]) Bireysel özgürlüğün amacı, her insanın bilgisini, özellikle zaman ve mekanın belirli koşullarına ilişkin somut ve çoğu zaman özgün bilgisini, tam olarak kullanmasını sağlamaktır (1960 [2011: 156–7]).

Friedman ahlaki gerçeklerden cehalete odaklanırken, Hayek ahlaki cehaletin yanında insanların hayatlarının nasıl düzenleneceğine dair cehalete de odaklanmaktadır, ancak bu, her iki durumda da cehaletin özgürlüğün başlıca gerekçesi olduğunu değiştirmemektedir.

Belli bir tür epistemik alçakgönüllülük, özellikle toplumun nasıl organize edileceği ve tercih ettiğimiz politikaların sonuçlarının ne olacağı üzerine bilgimize dair alçakgönüllülük, neoliberal düşünce için esastır. Bununla birlikte, görüldüğü üzere, neoliberaller kimi zaman ahlaki gerçekleri kavrayışımızı şüpheye düşüren daha geniş bir şüphecilik benimsemektedir. Normatif olmayan çok çeşitli toplumsal gerçekler hakkındaki epistemik alçakgönüllülüğü neoliberal öğretinin temel bir özelliği olarak görmek şart iken, ahlaki gerçekler hakkındaki alçakgönüllülük neoliberalizmin ne olduğunu anlamak için nispeten daha az önemlidir. Dolayısıyla neoliberalizm, bu daha geniş ahlaki şüphecilik biçiminden ayrı olarak formüle edilebilmektedir.

Neoliberaller özgürlüğün farklı amaçlara sahip insanların iş birliği yapmasına ve barış ortamı yaratmasına izin verdiğini de vurgulamaktadır (Hayek 1978: 111–136). Bu, Buchanan (1975) düşüncesinde önemli bir temadır. Bir sözleşmeci olarak Buchanan, anayasal kurallar üzerinde anlaşmanın amacının Hobbes’un açıkladığı savaş durumunu sona erdirmek ve barışı değiş tokuştan karşılıklı kazançlar tesis edecek kadar güvence altına almak olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle, kapsamlı negatif özgürlüklerin ikinci bir gerekçesi, bunların iş birliği ve barış için araç olmalarıdır.

Neoliberaller yalnızca kişinin kendi tüketimi için mal ve hizmetlere yönelik güçlü özel mülkiyet haklarını benimsemekle kalmamakta, aynı zamanda sermayeye yönelik hakları da savunmaktadır (Hayek 1988: 35; 1973: 107). Özel mülkiyet haklarının gerekçesi, daha önce liberal özgürlükler hakkında tartıştığımız genel duruma benzemektedir. Hayek (1988: 35; 1973: 107; 1960 [2011: 35]) ve Friedman (1962a [2002: 8–9]) ekonomik özgürlüğü diğer özgürlüklerden kavramsal olarak bile tam olarak ayırt edemeyeceğimizi ileri sürmektedir. Her ikisinin de, siyasal ve ekonomik özgürlüğün pratikte de birbirinden ayrılamayacağını savundukları bilinmektedir. Bu, Kapitalizm ve Özgürlük‘ün ana temasının bir parçası ve kuşkusuz Kölelik Yolu’nun da merkezi bir konusudur. Buchanan (1993: 230) ve Hayek (1960 [2011: 141]) ayrıca, özel mülkiyet insanların para biriktirmesine ve dolayısıyla işverenlere ve bürokratlara kısmen daha az bağımlı hale gelmesine olanak tanıdığı için, özel mülkiyet haklarının kişilerin plan yapmasına izin verdiğini vurgulamaktadır. Özel mülkiyet ayrıca gücün geniş çapta dağıtılması ve baskının önlenmesi için temel bir koşul olarak da düşünülmektedir (Hayek 1960 [2011: 140]). Sözleşme özgürlüğü de benzer nedenlerle benimsenmektedir. Bir toplumun bu haklara uymak için kapitalizmi benimsemesi gerekecektir, çünkü bu hakların kullanılması, sermayenin hem sermaye sahipleri hem de işçiler tarafından tutulduğu kapitalist ekonomik düzenlemelere mecburen yol açacaktır.

4. Kapitalizm

Kapitalizmi, sunulan mal ve hizmet yelpazesinin güçlü bir özel mülkiyet hakkıyla ve fiyatların özel kuruluşlar tarafından belirlendiği bir sistemle uyumlu olarak yönetildiği bir ekonomik sistem olarak anlayabiliriz. İnsanlar, birkaç kısıtlama haricinde sözleşme serbestisi çerçevesinde mal ve hizmetleri değiş tokuş etmekte tamamen özgürdür. Neoliberaller, kapitalizmi her zaman bu isimle savunmasalar da, bu anlayışı desteklemektedirler.

Kapitalizmi savunurken, neoliberaller, önerdikleri kurumlara en etkili alternatifleri sunduğunu düşündükleri iki düşmanı yenmeye odaklanmaktadırlar: sosyalizm ve Keynesyenizm. Sosyalizm, neoliberaller tarafından hedefe konulduğu haliyle, tipik olarak sermayenin toplumsal olarak hükümet tarafından sahiplenildiği ve sermaye stokunun merkezi hükümet tarafından üretildiği, organize edildiği ve çıktılarının dağıtıldığı, kısaca ekonominin merkezden planlandığı bir ekonomik sistemdir. Neoliberaller en sert şekilde Marksist sosyalizme saldırmaktadır ancak Marksistler onların tek hedefi değildir; Hayek, neoklasik iktisadın bazı yönlerini benimseyen yirminci yüzyıl sosyalisti Oskar Lange’nin (1936) düşüncelerini de eleştirmektedir. Neoliberaller ayrıca demokratik sosyalizme de saldırmaktadır; örneğin, Hayek (1944 [2007: 163–4]) Kölelik Yolu’nda Fabian sosyalistlerini hedef almaktadır.

Sosyalizme karşı neoliberal argümanlar sosyalizmin üç sorununa dayanmaktadır: verimsizlik, çatışma ve güç. Sosyalizm verimsizdir, sosyal çatışma yaratmakta ve gücü tehlikeli yönlerde yoğunlaştırmaktadır. Verimsizlikle başlayalım, sosyalist ekonomilerin toplumu kapitalizm karşısında yoksullaştırdığını öne süren tanıdık argümanla.[5] Hayek’in ünü ilk olarak sosyalist planlamacıların sermaye mallarının üretimini ve dağıtımını bir fiyat sistemi kullanmadan nasıl planlayabilecekleriyle ilgili sosyalist hesaplama tartışmasındaki rolüyle duyuldu. Sosyalistler, planlamacıların vatandaşlardan tercih ve üretim bilgilerini toplayarak plan yapabileceklerini savundu. Ludwig von Mises (1922 [1936/1951]), ekonomiyi planlamak için ihtiyaç duyulan bilgilerin bir fiyat sistemi olmadan mevcut olmayacağını savunarak tartışmaya katıldı. Ona göre, bir fiyat sistemi olmadan, planlamacıların toplayıp hesaplayabileceği hiçbir bilgi yoktu. Oskar Lange (1936), sosyalist firma yöneticilerinin piyasa fiyatlarını taklit edebileceği yanıtını verdi. Hayek (1945) Lange ile aynı fikirde değildi, ekonomiyi planlamak için ihtiyaç duyulan bilgiler mevcut olsa bile bu bilgilerin değişmeden önce toplanması ve hesaplanması neredeyse imkansız olurdu. Sorun şu ki, ekonomiyi planlamak için gerekli bilgiler hiç kimseye verilmemektedir. Hayek’e göre, ancak ilgili tüm bilgilere sahipsek, belirli bir tercihler sisteminden yola çıkabiliyorsak ve mevcut araçların tam bilgisini kontrol edebiliyorsak ekonomiyi planlayabiliriz. Ancak, toplumun karşı karşıya olduğu ekonomik sorun kesinlikle bu değildir (1945: 519). Aksine, ekonomik hesaba dayanak olacak veriler toplumun tamamı adına çözüm üretecek tek bir zihne asla verilmez ve verilemez.

Piyasa ekonomisi ise bu bilgiyi fiyat sistemi aracılığıyla kullanabilmektedir. Fiyat sistemi sayesinde, etkin bir şekilde mal ve hizmet üretmek için her bir bireyin yerel ve genellikle örtülü bilgileri, tek bir yere aktarılmayacak şekilde toplanabilmektedir. Bir hammadde kıtlığı olduğunda, aylarca süren araştırmalarla bile kimliği tespit edilemeyecek on binlerce kişinin malzemeyi veya ürünleri daha tasarruflu bir şekilde kullanmaya yönelmesi piyasanın “mucizesi”dir ve bu, herhangi bir emre gerek kalmadan ve insanların çoğu bunun sebebini bile bilmeden gerçekleşir (1945: 527).

Hayek’in zihnin bilgiyi nasıl işlediğine (Caldwell 2004: 261–285) ve ticari toplum ile kültürel ve ahlaki norm sistemlerinin nasıl geliştiğine ilişkin analizi, çalışmasının belki de ana odak noktasıdır (2004: 286–321). Friedman (2000 [2012: 234]) ve Buchanan (1969: 87–8) da Hayek’in değerlendirmelerine katılmaktadır.[6]

Neoliberaller, piyasayı haklı çıkarmak için, piyasa mekanizmasının yaratıcılığı ve yaşam standartlarını yükseltme kapasitesi gibi bilgisel argümanların yanı sıra bir dizi değerlendirmeye de başvurmaktadırlar. Eamonn Butler (1985: 22), Friedman’ın Kapitalizm ve Özgürlük‘te öne sürdüğü kapitalizm savunusunun, piyasada bulunan çeşitlilik, hızlı uyum, yenilik ve deneyime dayandığına işaret etmektedir.

Tercih Özgürlüğü‘nde Friedman, hükümet merkezden planlamaya çalıştığında sıradan vatandaşların yaşam standardının düştüğünü savunmaktadır (Friedman & Friedman: 54–5). Öte yandan piyasa, özgürlükleri korumanın yanı sıra, olağanüstü bir şekilde fiziki koşulları diğer tüm sistemlerden daha hızlı yükseltme gücüne sahiptir (Butler 1985: 197). Hayek (1978: 67), kapitalizmin rekabeti koruduğunu ve bunu, piyasayı denge seviyesine ulaştırmanın bir yolu olarak değil, yeni fikirlerin ve buluşların ortaya çıkması için bir “keşif prosedürü” olarak gördüğünü vurgulamaktadır. Buchanan ise, piyasaların insanlara hükümetçe sunulanlardan daha iyi teşvikler sağladığı argümanına odaklanmaktadır. Ona göre, politikacılar ve bürokratlar, tıpkı bizler gibi sıradan insanlar olarak görüldükleri için (Buchanan 1979: B4 [1984: 20]), sosyalist bir planı uygulamak için bile gerekli motivasyonları yoktur. Aksine, ekonomik yetkileri kısmen dahi olsa bencil amaçları için kullanacaklar, bu da, tüm bilgi sorunları çözülebilse bile, sosyalist hükümetin etkinliğini baltalayacaktır.

Sosyalizme karşı diğer temel eleştiri, sosyalizmin gereksiz bir çatışma yarattığına yöneliktir. Hayek, sosyalizmin, farklı sosyal amaçların görece önemi hakkında aslında var olandan daha yakın bir uzlaşma öngördüğünü ve bunun sonucu olarak planlayıcı otoritelerin, insanlara yoksun oldukları detaylı bir değerler sistemini dayatmak zorunda olduğunu belirtmektedir. (1997: 193; ayrıca bkz. 1944 [2007: 109, 166])

Friedman da benzer şekilde, serbest piyasada sürdürülen faaliyetlerin kapsamı ne kadar genişse, haklarında siyasi kararlar alınması ve dolayısıyla anlaşmaya varılması gereken konuların da o kadar sınırlı olduğunu ileri sürmektedir (1962a [2002: 24]).

Piyasalar, aynı fikirde olmayan kişilerin, farklı değerlere sahip olmalarına rağmen birbirlerine fayda sağlamalarına imkan vermektedir. Sosyalizm ise, tam aksine, merkezi bir planlamayı gerektirmektedir ve bu nedenle herkese aynı tartışmalı ve tutucu değerleri ve amaçları dayatmak zorundadır. Bu çatışmaları çözmek ve merkezi bir plan dayatmak için sosyalist hükümetler siyasi gücü yoğunlaştırmaya mecburdur.

Sosyalizm, gücü aşırı derecelerde başka şekillerde de yoğunlaştırmaktadır. Sosyalistlerin sık ​​sık kapitalist ekonomik gücün üretim araçlarını topluma devrederek dizginlenebileceğini iddia etmelerine rağmen, Hayek (1944 [2007: 165]), sosyalizmin bu gücü bastırmadığını, sadece tek bir yerde yoğunlaştırdığını ileri sürmektedir. Friedman (1955 [2017: 4]) da, siyasi gücün doğası gereği yoğunlaşma eğiliminde olduğunu, oysa ekonomik gücün kişiler üstü bir piyasa aracılığıyla organize edilmesi durumunda yüksek oranda dağıtılabileceğini savunmakla Hayek ile aynı fikirdedir. Gücü siyasi kurumlarda yoğunlaştırmanın tehlikesi, hükümetin yoğunlaşmış çıkar gruplarına daha fazla tabi olması iken, diğer yanda piyasalar, milyonlarca bireysel tüketicinin yaygın baskısı tarafından değiştirilmektedir. Benzer şekilde, tekelleri hükümetler teşvik ederken piyasa yıkmaktadır (Butler 1985: 223). Piyasaların bir avantajı, insanların istemedikleri alışverişe katılmayı reddedebilmeleridir; oysa sosyalizmde herkes bir güç mücadelesinin içine düşmektedir. Bunlara ek olarak, Hayek (1978: 99), sosyalizmde siyasi gücün bireylerin ve grupların sosyal konumunu belirlediğini ve bunun, amacı iktidarı dağıtmak olan bir öğreti için ironik bir sonuç olduğunu ileri sürmektedir. Buchanan (1993: 246), kısmen farklı gerekçelerle olsa da aynı fikirdedir.

Neoliberaller, kapitalizmi, insanlara hak ettiklerini verdiği gerekçesiyle savunmamaktadırlar. Friedman ve Buchanan bu tür iddialarda bulunmamakta, Hayek ise bunlara karşı çıkmaktadır. Hayek (1978: 70), piyasa sonuçlarında liyakat olmadığını, bu nedenle piyasa gelirinin adil veya adaletsiz olarak değerlendirilemeyeceğini tekrar tekrar ifade etmektedir. Hayek, Friedman ve Buchanan, piyasa sonuçlarının ahlaki bir bakış açısından bakıldığında genellikle gelişigüzel olduğunu belirtmektedirler. Piyasalar bazı hak etmeyen insanları zengin, hak edenleri ise fakir yapmaktadır.

Belirtildiği gibi, Keynesyenizm neoliberalizmin diğer büyük düşmanıdır. Keynesyenizmi, makroekonomik düzeyde sözde piyasa başarısızlıklarını düzeltmeyi amaçlayan bir dizi politika önerisi ve özellikle iş döngüsünü yönetmek ve ekonomiyi canlandırmak için bütçe açığıyla finanse edilen harcamaların yönetimi olarak tanımlayalım. Bu politikalar, kendisi her zaman tutarlı bir şekilde benimsemese de, John Maynard Keynes’den (1935 [1965: 2011]) esinlenmiştir.[7]

Her üç düşünür de Keynesyen devlet müdahalesi argümanlarına cevap vermek için büyük çaba sarf etmektedir. Hayek’in (1941 [2007]) argümanları, hükümet harcamalarının ve para politikasını düzenlemekle görevli organın eylemlerinin ekonomi genelinde sermaye mallarının yapısını nasıl etkilediği ile ilgilidir. Keynes’in (1935 [1965: 37–45]) Genel Teori‘deki istatistiksel toplamlarının aksine, Hayek (1941 [2007]), basit ekonomik toplamlara güvenmenin ekonomi genelinde sermaye ve yatırımın yapılandırılma şeklini gizlediğini iddia etmektedir. Hayek ayrıca, durgunlukların başlıca nedeninin banka kredisini çok kolaylaştıran ve böylece bir iflasta tasfiye edilmesi gereken kötü yatırımların yapılmasına yol açan politika olduğunu düşünmektedir. Bu arada, Hayek’in Keynes eleştirisinin yirminci yüzyılın ikinci yarısında etkili olmadığını belirtmek gerekir. Buchanan’ın ve özellikle Friedman’ın fikirleri daha ağır basıyordu.

Friedman ve Buchanan, durgunlukların toplam talepteki düşüşlerden kaynaklandığı ve ancak borçla finanse edilen ağır mali teşvikler sayesinde çözülebileceği yönündeki Keynesyen iddialarla ilgilenmektedirler. (Halbuki Keynes borçla finanse edilen konjonktür karşıtı (zıttı) politikaları her zaman savunmamaktadır.) Friedman (1959), enflasyonun her zaman ve her yerde parasal bir olgu olduğunu savunan parasalcılık (monetarizm) doktrinini geliştirmiştir. Buna göre, enflasyon ve konjonktür döngüsü para politikası tarafından kontrol edilebilmekte ve bu nedenle mali bir müdahale gerektirmemektedir. Anna Schwartz ile Friedman (Friedman & Schwartz 1963), Büyük Buhran’ın toplam talepteki düşüşten değil, ironik bir şekilde durgunlukları yönetmek için oluşturulan Federal Rezerv Sistemi’nden kaynaklandığını, çünkü Fed’in parasal tabanın çökmesine izin verdiğini savunmaktadır. Fed para arzının büyümesini sağlamış olsaydı Büyük Buhran önlenebilirdi. Bu, piyasa lehine savların merkezindedir çünkü Büyük Buhran’ndan dolayı çoğunlukla kapitalizm suçlanmaktadır. Büyük Buhran hükümetin bir başarısızlığı ve yanlış para politikası yönetiminin bir sonucu ise, kapitalizme karşı çıkmak için bir temel sağlamamakta, hatta onu benimsemek için bir gerekçe sunmaktadır.

Friedman’a (1959) göre merkezi politika tepkisi, iş döngüsünün yönetimini Kongre’den Federal Rezerv’e kaydırmak ve Federal Rezerv’i, büyük hatalar yapmasını önlemek için, parasal genişleme kuralına bağlamaktır. Para politikalarını oluşturanlar, iş döngüsünü yönetmek için para politikasını kullanacak kadar bilgili değildirler. Bunun yerine, Keynes’in aksine (1935 [1965: 231-7]), hem inatçı nominal ücretlerin neden olduğu sarsıntıları azaltarak döngüsel işsizliği hem de yüksek enflasyonu önleyerek yumuşak enflasyona yol açacak bir kurala bağlı olmaları gerektiğini düşünmektedir. Yalnızca parasal tabanı büyütmeye odaklanmak para arzında bir çöküşü de önleyecek ve böylece durgunluktan koruyacaktır.

Birbirlerini pekiştirir nitelikte olsa da, Buchanan’ın ve Friedman’ın Keynes eleştirileri birbirlerinden farklıdır. Buchanan (1987, 1999), Keynes’in resesyon teşhisi doğru olsa bile, önerdiği tedavinin hükümetler gerçek dünyadan insanlarla donatıldığı sürece işe yaramayacağını düşünmektedir. Pek çok politikacı ve hükümet yetkilisi, kamu yararını artırmak yerine kendilerine ve özel çıkar gruplarına menfaat sağlamakla ilgilenmektedir. Bu nedenle, bir hükümet borçla finanse edilen ekonomik teşvike yöneldiğinde, bu para büyük olasılıkla en çok ihtiyaç duyulan yerlere değil, politikacıların tercih ettiği gruplara yönlendirilecektir. Keynesyen maliye politikası için temel bir zorluk, genellikle kendi çıkarlarını gözeten ekonomik aktörlerin neden olduğu yaygın hükümet başarısızlığı riskidir. Bu tema, The Calculus of Consent‘te (Buchanan & Tullock 1962) kapsamlı bir şekilde işlenmektedir. Ayrıca, insanlar bir kez doğrudan transferin tadını aldıkları için durgunluk sona erdikten sonra da açığı kapatmayı zorlaştıracaklar, uzun vadeli borçlara ve daha düşük ekonomik refah ve büyümeye yol açacaklardır.

5. Demokrasi

Neoliberaller demokrasiyi benimsemektedirler. Daha spesifik olarak, seçme, seçilme ve eşit oy haklarını destekler ve yasama organı olarak parlamenter demokrasiyi kabul etmektedirler. Hayek, barışçıl değişimi mümkün kılmak için şimdiye kadar keşfettiğimiz tek etkili yöntem olan demokrasinin temel ilkelerine samimiyetle inandığını söylemekte (1979: xiii) ve arzu edilen bir yönetim şekli olarak demokrasi konusundaki hayal kırıklığıyla ilgilendiğini ileri sürmektedir. Hayek’e göre, piyasa sistemi, işe yaraması isteniyorsa, bir dizi sosyal kuruma derinden yerleştirilmelidir. Hukukun üstünlüğüne tabi demokratik bir yönetim de bu kapsamdadır (Caldwell 2004: 348). Kölelik Yolu’nda anlatılmak istenen, liberal demokratik sosyalizmin istikrarsız olduğunu ve sosyalizmin ya demokratik olmaktan ya da sosyalizm olmaktan çıkması gerektiğidir. Dolayısıyla, ekonomiyi planlamaya yönelik herhangi bir girişim yalnızca liberal hakları yok etmekle kalmayacak, kaçınılmaz olarak demokrasiyi de yıkacaktır.

Hayek’in demokrasi lehine savları araçsal olma eğilimindedir; ona göre demokrasinin gerçek değeri, gücün kötüye kullanılmasını engelleyen bir sıhhi önlem işlevi görmesi ve bir hükümeti daha iyi bir hükümetle değiştirmemizi sağlamasıdır (1979: 137).

Aynı zamanda demokrasi, özgürlüğün en önemli güvencelerinden biridir (1979: 5). Yine de Hayek, demokrasi bir amaçtan çok sınırlar gerektiren araç olsa bile, kişileri eşit kabul etmenin kanun önünde eşitliğin yanında tüm insanların kanun yapmada eşit paya sahip olmasını da kapsadığını düşünmektedir (1960 [2011: 103, 107-8]).

Bu söz, Hayek’in kurduğu Mont Pelerin Cemiyeti üyelerince de kabul edilmektedir. Angus Burgin, serbest piyasa ile demokratik siyaset arasında olduğu düşünülen ilişkinin, kuruluşundan sonraki ilk on yıl boyunca cemiyetin tartışmalarına hakim olduğunu ve birçok üyenin tartışmalara katkısı için temel bir ön kabul teşkil ettiğini ileri sürmektedir (2012: 117).

Friedman, piyasaların özgürlüğünü hep siyasal özgürlüğe ve demokrasiye katkıda bulunduğu gerekçesiyle savunmaktadır; bu iki özgürlük yakından ilişkilidir (Butler 1985: 207). Friedman (1962a [2002: 9]), büyük ölçüde siyasal özgürlüğün damgasını vurduğu ancak ekonomik faaliyetin büyük kısmının serbest piyasaya benzer bir şekilde düzenlenmediği bir toplumu hiçbir zaman ve hiçbir yerde görmediğini sıklıkla söylemektedir.

Friedman’ın demokrasinin çok hayırlı olduğunu düşündüğü açıktır ancak bunun nedenlerini tahmin etmek bize düşmektedir. Friedman’ın demokrasi lehine argümanlarının büyük ölçüde özgürlüklerin korunması ve kötü hükümetlerin barışçıl bir şekilde değiştirilmesine ilişkin olduğu ileri sürülebilir, ne var ki külliyatında bu soruya şu veya bu şekilde değindiği çok az kısım vardır.

Buchanan, üçü arasında en demokratik olanıdır. Demokrasinin toplumsal barış ve refah için gerekli olduğunu kabul etmekle birlikte, hükümetin halkın rızasına dayanmasının siyasi eşitlik için zaruri olduğunu vurgulamaktadır. Demokrasi, onun bireyselciliğinin bir uzantısıdır. Yaklaşım demokratik olmalıdır; ki bu, bireyselciliğin bir çeşit tanımsal kuralından başka bir şey değildir. Her insan bir sayılır, hepsi bu kadar (Buchanan 1975: 2).

Buchanan anayasal kurallar koymak için oybirliği olmasında ısrar ederken (çarpıcı bir şekilde ideal olmayan kişiler arasında), anayasaların kanun koyucunun koyduğu kurallar için oybirliğinden daha az bir çoğunluğun, örneğin oy çokluğunun yeterli olarak kabul edebileceğini düşünmektedir. Doğrusu, Buchanan (Buchanan ve Tullock 1962: 85-96), yasama kurallarının çoğunlukçu olmaktan ziyade nitelikli çoğunlukçu olması gerektiğini savunmaktadır, ancak bu, özellikle bir bütün olarak halkın rızasıyla desteklendiğinde, demokrasinin yine de benimsenmesidir.

Bununla birlikte, birçok klasik ve çağdaş demokrasi teorisyeninin aksine, neoliberaller demokrasiyi ne toplumsal bir değerler sistemi veya milli bir kültür olarak ne de tek başına özgürlüğün bir dışavurumu olarak görmektedir. Hayek’in (1979: 5) belirttiği gibi, demokrasinin kendisi özgürlük değildir. Friedman, özgürlüğün negatif olarak anlaşılması gerektiğinde ısrar etmektedir, öyle ki siyasi süreç özgürlüğü kısıtlayan ve bazen de koruyan bir şey olarak görülmektedir. Fakat özgürlüğü ihtiva eden bir şey olarak görülmemektedir. Buchanan da, halkın iradesinin demokratik bir hükümetin eylemlerinde ifade edildiğini öngören esasen “romantik” bir demokrasi görüşü olarak nitelendirdiği şeyi eleştirmektedir.

Neoliberallerin, demokrasinin özü yerine sınırlarını tartışmak için zaman harcadıkları dikkat çekmektedir. Kısmen bunun nedeni, faşizm yenildiğinden beri hem neoliberaller hem de onların muhatapları tarafından demokrasinin iyiliğinin kanıksanmasıdır. Bu sebeple, Hayek, Friedman ve Buchanan sınırsız demokrasiyi eleştirmeye odaklanmaktadır. Hayek (1944 [2007: 111–2]), sınırlandırılmamış bir demokrasinin hukukun üstünlüğünü baltalayacağından ve tiranlık yaratabileceğinden endişe duymakta, her geçici çoğunluğun yetkilerinin sınırlandırılması gerektiğini söylemektedir (1960 [2011: 106]). Sınırsız güç, “demokrasinin yaygın biçiminin ölümcül kusurudur” ve tüm hukukun “yasama organlarından kaynaklandığı” şeklindeki hatalı önermeye dayanmaktadır (1979: 3-4). Sınırsız demokrasinin bir başka sorunu da, demokratik meclislerin, etkin bir şekilde kullanabileceklerinden daha fazla güç elde edecekleri ve bu nedenle belirli hedeflere ulaşmakla görevli yöneticilere yetkilerini devretmek zorunda kalacaklarıdır (1960 [2011: 116]).

Sınırsız bir demokraside, takdir yetkisi sahipleri, yetkilerinin oylarına bağlı olduğu belirli grupları kayırmak için bunları ister istemez kullanmaya zorlanmaktadır (1979: 139).

Hukuk, Yasama ve Özgürlük‘ün üçüncü cildinin amacı demokrasi üzerindeki sınırlamaları savunarak demokrasiye olan inancı yeniden tesis etmektir.

Friedman (1962b [2017: 26]), siyasal özgürlüğün “bir insana hemcinsleri tarafından baskı yapılmaması”ndan ibaret olduğunu ve buna yönelik temel tehdidin, ister bir diktatörün ister geçici bir çoğunluğun elindeki “baskı gücü” olduğunu vurgulamaktadır. Friedman ayrıca, “katılımcı demokrasi” yerine “bürokratik demokrasiye” sahip olmamız durumunda demokrasinin gereksiz düzenlemelere, verimsizliğe ve kontrole yol açma eğiliminde olacağından da endişe etmektedir.[8]

Buchanan’ın (1962: 131-146) demokrasi üzerindeki anayasal kısıtlamalara ilişkin gerekçesi, Hayek’in ve Friedman’ınkilerden daha zengin ve daha mantıklıdır. Öne sürdüğü sözleşme teorisi, basit çoğunluk kuralının çeşitli sorunlara, özellikle serveti birinden diğerine aktararak seçmenlerin veya yasa koyucuların koalisyonlarını değiştirmenin risklerine yol açabileceğini, herkes için Pareto-inferior sonuçlarına yol açabileceğini savunmaktadır. Sınırsız demokrasiyle ilgili bir başka sorun da, en uygun koşullar altında bile, demokratik sürecin işleyişinin bütçesel aşırılıklar yaratabilmesidir. Anayasal sınırların koyulmadığı ve uygulanmadığı durumlarda demokrasi kendi Leviathan’ı haline gelebilmektedir. (Buchanan 1975: 204–5)

“Çoğunluğun zorbalığı” azınlığın eşit haklarına yönelik bir tehdit olduğundan ve özellikle tek önemli olanın katılım olduğu şeklindeki idealist yanılsamadan beslendiği için tehlikeli olabileceğinden, demokrasi üzerindeki sınırlamalar bizatihi siyasi eşitlik için de zorunludur (Buchanan 1993: 259). Sonuç olarak, Buchanan (1999: 75-88), federalist düzenlemeler gibi insanların aşırı demokrasiden kaçmasına izin veren çıkış mekanizmalarını savunmaktadır.

Bölümü bitirmeden önce dört konuda şerh düşmek gerekmektedir: Birincisi, neoliberaller sınırsız demokrasi konusundaki endişelerine rağmen demokratik hakları korumak istemektedirler. Neoliberallerin geniş devletlere eleştirilerinden biri, büyük devletlerin her bir kişinin oylarının etkinliğini azaltmasıdır. Bunun nedeni, büyük hükümetlerin çok sayıda görevlerini dengeleyememeleri ve en önemli öncelikleri üzerinde anlaşmaya varamamalarıdır. Hayek, ortaya çıkacak sonucun diktatörlüğe yol açan bir demokratik istikrarsızlık olacağını savunmaktadır. Daha eşitlikçi (egalitarian) liberallerin aksine, neoliberaller demokratik süreci demokratik müzakere yoluyla tasarlamaya çalışmamaktadırlar. Bunun yerine, sonradan demokratik süreç içinde anayasal kısıtlamaları benimseyerek, örneğin yasama yetkisini kısıtlayarak, demokratik hakları korumayı ummaktadırlar. İkincisi, neoliberaller demokrasi üzerindeki kısıtlamaları desteklemekle birlikte, siyasi gücün ademi merkezileştirilmesini, toplum geneline dağıtılmasını ve idari ve kurumsal yağma ve tahakküme karşı korunmasını da güçlü bir şekilde desteklemektedir. Friedman’ın belirttiği gibi, ticari şirketler serbest girişim için bir hami değildir, aksine, tehlikenin temel kaynaklarından biridir. (Burgin 2012: 202)

Ne var ki, neoliberaller bunun kurumsal olarak nasıl sağlanacağı konusunda eşitlikçi liberallerle aynı fikirde değildir. Yukarıda belirtildiği gibi, neoliberaller, örneğin piyasaları kullanarak, kurumları yozlaşmış ve otoriter kurumların hükümet içinde veya dışında ortaya çıkamayacakları şekilde tasarlamayı vurgulamaktadır. Ancak bunun yanında, baskı ve yolsuzluğu sınırlamak için çoğunluk kuralları (Buchanan & Tullock 1962) ve federalizm (Feld 2014) gibi anayasal mekanizmalara da başvurmaktadır. Bu nedenle neoliberaller, insanların aşırı siyasi kontrolden korunmasına çok önem vermekle birlikte, bunun güvence altına alınmasında kamusal müzakerenin şart olduğunu vurgulamamaktadırlar. Siyasal iktidarın kullanımını kısıtlamak için “ses” mekanizmaları yerine “çıkış” mekanizmalarını tercih ettikleri söylenebilir (Hirschman 1970). Üçüncüsü, neoliberaller demokrasinin anayasal sınırlarını savunmada yalnız değildirler, gerçi solda yer alan çoğu demokrasi teorisyeni neoliberallere göre daha az sınırlama önermektedir.

Son olarak, siyasal düşünce tarihçileri, söz konusu neoliberallerin kimi zaman Şili’deki Augusto Pinochet diktatörlüğü ile ilişkilendirildiği gerçeğine dikkat çekmişlerdir. Ancak Buchanan (Farrant & Tarko 2018) ve Friedman (Burgin 2012: 205) bu rejimle olsa olsa çok sınırlı bir bağlantıya sahiptir ve bu rejimi eleştirmektedir. Ne yazık ki, Hayek’in durumu farklıdır. Hayek, liberal bir diktatörün sosyalist sonuçlardan kaçınması ve bir toplumu liberal bir demokrasiye dönüştürmesi için kısmi bir “geçiş diktatörlüğü” teorisine sahiptir ve bu, Pinochet rejimine yönelik bazı olumlu söylemlerini açıklamaya yetmektedir (Farrant, McPhail ve Berger 2012; Biebricher 2018: 142–7; Slobodian 2018: 277). Hayek’in bu rejime desteği neoliberallerin demokratik bağlılıklarını baltalamasa da, Hayek demokrasiye karşı kesinlikle fazlasıyla şüpheciydi. Liberalizmi demokrasiden keskin bir şekilde ayırmanın, kişiyi demokratik sosyalizm yerine liberal diktatörlüğü seçmeye götüren tehlikesi ise açıktır.

6. Refah Devleti

Neoliberaller, hükümetin yalnızca insanları yabancı güçlerden ve yerli suçlulardan koruduğu, kamu malları ürettiği ve fakirler için sınırlı hizmetler sunduğu bir devletten biraz daha geniş bir devleti benimsemekte ve mütevazı vergilendirmeyi, servetin yeniden dağıtılmasını, kamu mallarının tedarikini ve sosyal sigorta uygulamasını desteklemektedir. Örneğin, Hayek (Caldwell 2004: 291), Friedman (Butler 1985: 206) ve Buchanan (1975: 35–52), piyasalar kamu mallarını yetersiz üreteceği için kamu mallarının kimi zaman başarısız da olsa devlet tarafından sağlanmasından yanadır (Butler 1985: 206).

Elbette neoliberaller, ekseriyetle düzenleyici kurumların iyi amaçlardan kötü amaçlara kayma eğiliminde olduklarını düşündüklerinden dolayı hükümet düzenlemelerine şüpheyle yaklaşmaktadırlar (2007: 93). Bu, Friedman’ın (1962a [2002: 137–160]) çalışmasında, özellikle mesleki ruhsatlandırma eleştirilerinde kapsamlı bir temadır. Buchanan’ın Gordon Tullock ile birlikte ana fikirlerinden biri, rant arayışının analizidir. Geniş bürokrasiler çok fazla yetkiyi yöneticilere devretmekte ve bu yetkiler pratikte özel menfaatler için kötüye kullanılmaya başlanmaktadır (Butler 1983: 209). Elbette tüm neoliberaller Keynesyen maliye politikasına, özellikle borçla finanse edilen teşviklere karşı çıkmaktadırlar (Buchanan 1987: 456; Butler 1985: 186) ancak bu kaygılar refah devletini benimsemekle tutarsız değildir.

Hayek, çeşitli devlet müdahalelerine karşı oldukça yakındır. Kölelik Yolu‘nda (1944 [2007]), konjonktür karşıtı para politikalarını, hükümetin ulaşım altyapısı inşasını, doğal afetler için sosyal sigortayı, kamusal sağlık sigortasını, asgari temel geliri ve sağlık, iş güvenliği, çalışma saatleri, zehirler, ormanların yok edilmesi, zararlı tarım yöntemleri, gürültü, duman ve doğal tekel niteliğindeki mal ve hizmetlerin fiyatlarına karşı katı düzenlemeleri savunmaktadır (1944 [2007: 22, 43–4, 133–5, 217]; Burgin 2012: 90–1). Özgürlüğün Anayasası’nda da benzer şekilde, hükümetin ekonomik buhranları önlemesi ve emekli maaşı, tıbbi bakım ve eğitim için kuponlar şeklinde para sağlaması gerektiğini ileri sürmektedir (1960 [2011: 264, 276, 286, 294, 379]). Hayek, eski laissez faire veya müdahale etmeme formüllerinin, özgür bir sistemde neyin kabul edilebilir neyin kabul edilemez olduğunu ayırt etmek için yeterli bir kriter sağlamadığını tekrar tekrar vurgulamaktadır. (1960 [2011: 231]; ayrıca bkz. Hayek 1944 [2007: 71]; 1973: 62; 1979: 41)

Hayek, temel bir geliri bile desteklemektedir: “… herkes için belirli bir asgari gelir güvencesi … yalnızca herkes için ortak bir tehlikeye karşı tamamen meşru bir koruma değildir, aynı zamanda bireyin artık içinde doğduğu belirli küçük grubun üyelerinden bir şey talep edemeyeceği bu Büyük Toplumun gerekli bir parçası niteliğindedir” (1979: 55).

Hayek’in “meşru” terimini kullanımı terimin çağdaş siyaset felsefesindeki kullanımıyla bir şekilde örtüşebilmesine rağmen ne anlamda kullandığı kesin değildir ancak hükümetlerin ahlaki olarak refah devleti önlemleri almaları gerektiğini düşündüğü açıktır. Hükümetler, yalnızca faydalı olduğu için değil, aynı zamanda doğru olduğu için de yoksulluğun giderilmesini sağlamalıdır. Hayek, sosyal güvenlik ağlarının kontrolden çıkabileceğinden endişe duymaktadır ancak yine de desteklemektedir (Caldwell 2004: 291).

Friedman üçü arasında en özgürlükçü olan olsa da (Burgin 2012: 213), hükümetin “akut sefalet ve sıkıntıyı hafifletmesi” gerektiğini iddia etmekte ve servetin yeniden dağılımının bazı amaçlarla kaldırılmasını asla savunmamaktadır (Friedman 1951 [2012: 7]). Hükümet, toplumun sorumlu birey olarak kabul edilemeyecek üyelerini, başta çocuklar ve deliler olmak üzere, korumalıdır. (Butler 1985: 206) Aynı şekilde, liberaller, hükümetin yoksullara yardımını, miskinlerle ilgilenmesini esasen koruyuculuk (paternalistic) gerekçeleriyle destekleyecek ve memnuniyetle karşılayacaktır (Friedman 1974b [2012: 23]).

Friedman’ın en ünlü politika önerilerinden biri, zengin ve orta sınıf üzerindeki pozitif gelir vergileriyle finanse edilen ve geliri yeterince düşük olan yoksullara nakit olarak dağıtılan negatif bir gelir vergisidir (Friedman 1962a [2002: 191–4]). Friedman (1960 [2002: 191–2]), saf hayırseverlik bedavacılığa davetiye çıkarabileceği için, bu politikanın yoksulluğu azaltmak için meşru olduğunu düşünmektedir. Friedman (1962a [2002: 85–107]) aynı zamanda okul kuponları politikasının mucidi olmakla birlikte, zorunlu eğitimi de okullar devlet tarafından kontrol edilmediği sürece desteklemiştir (1974b [2012: 20]).[9] Ancak Friedman, refah devletinin fazla bürokratik ve otoriter olacağından endişe etmektedir, bu sebeple çoğu refah devleti programını nakit transferleriyle değiştirmeyi tercih etmiştir.

Yoksullukla mücadele üzerinde Friedman hakkında belirtilmesi gereken iki nokta daha vardır. Birincisi, Friedman mülkiyete dair hiçbir doğal kural veya tanım olmadığını, bu belirlemenin tamamen keyfi bir unsura dayalı olarak yapıldığını düşünmektedir (1974a [2017: 86]). Bu, mülkiyet haklarının doğal değil geleneksel olduğu ve dolayısıyla servetin yeniden dağıtımına ahlaki bir engel teşkil etmediği gerekçesiyle liberteryenizm eleştirmenleri tarafından genellikle vurgulanan bir noktadır (Murphy & Nagel 2002). Bu yazı, Friedman’ın siyaset felsefesinin, yeniden dağıtıma engel olarak doğal bir özel mülkiyet hakkını içermediğini ileri sürmektedir. İkincisi, Friedman refah devletini savunmasını ideal değil, ideal olmayan teorisinin bir parçası olarak görür. Kuponları ve negatif gelir vergisini, bunlar onun ideal ütopik toplumumun bir parçası oldukları için değil, mevcut durumda ulaşmak istediği sonuca doğru ilerlemede en etkili adımlar oldukları için desteklemektedir (Burgin 2012: 175).

Doğrusu Friedman (1974a [2017: 79]) anarşizme sempati duymaktadır ancak bunun “uygulanabilir bir sosyal yapı” olmadığını düşünmektedir. Bu düşünce, neoliberalizmi ideal olmayan bir teori olarak tanımlamakla tutarlıdır. İdeal teoride Friedman bir liberteryen (veya en azından çoğu neoliberallerden daha liberteryen) iken, onun ideal olmayan teorisi neoliberalizmdir.

Buchanan, hem refah devleti hakkındaki tutumunu tespit etmesi en zor hem de en eşitlikçi olandır. Hükümetin yoksulluk yardımı hakkında neredeyse hiçbir şey söylememektedir. Bununla birlikte, Buchanan’ın sözleşmeciliği yeniden dağıtımı bir dereceye kadar benimsemektedir çünkü sosyal sözleşmesinin, vergilerle finanse edilen birçok mal sağlayan ve aynı zamanda sosyal sigorta da sağlayabilecek olan “üretken” bir devlete sahip olma konusunda oybirliğiyle bir anlaşma sağlayacağını düşünmektedir (Buchanan 1975: 124). Buchanan, fırsat eşitliği ilkesini de savunmakta ve bu ilkenin bir aristokrasinin oluşumunu önleyecek yüzde yüz oranda bir veraset vergisi gerektirdiğini düşünmektedir. Bu ilke, diğer yeniden dağıtım biçimlerine de gerekçe olabilmektedir.

Neoliberaller, refah devletinin en yaygın gerekçelerinden birini, yani eşitlikçi bir sosyal adalet anlayışını şiddetle reddetmektedir. Hayek’in, ekonomik sistemin işleyişini bir bütün olarak düzenlemese de ekonomik kaynakların belirli şekilde dağılmasının haklılığını belirleyen bir dizi ahlaki ilke olarak alışılmışın dışında bir şekilde değerlendirdiği sosyal adalet fikrini bu üç düşünür arasında en açık şekilde tamamen reddetmektedir. Hayek (1978: 78), sosyal adalet fikrinin karıştırıldığını, belirli piyasa sonuçları doğrudan ve bilinçli seçimlerin sonucu olmadığı için bu piyasa sonuçlarına adaletin uygulanamayacağını düşünmektedir. Sosyal adalet, tıpkı “ahlak taşı” fikri gibi tutarsız bir fikirdir. Hayek, kesin bir gelir dağılımına ulaşmak için devletin kullanılmamasının zorunlu olduğunu düşünmektedir (Caldwell 2004: 350); şöyle ki, doğrudan doğruya temel bir dağıtım adaleti idealini hedefleyen bir politika, hukukun üstünlüğünü ister istemez yok etmektedir (1944 [2007: 79]).

Gerçi Hayek’in kendine has bir sosyal adalet anlayışı vardır. Ona göre, sosyal adalet, bir toplumun ahlaki, hukuki ve siyasi kurallarını herkesin yararına işlemesini gerektirmekten ziyade belirli ekonomik sonuçların dayatılmasını gerektirmektedir. Hayek ise ilk gereksinimi desteklemektedir. “En arzu edilen toplum düzeninin”, bu düzendeki ilk konumumuzun (hangi ailede doğacağımız gibi) tamamen şans eseri belirleneceğini bilseydik seçeceğimiz düzen olduğunu söylemektedir (1978: 132).

Hayek’in bu düşüncesinin Rawls’unkine benzer görünmesi tesadüf değildir. Hayek’in Rawls’un eski makalelerini (Bir Adalet Teorisi’ni değil) okuması, Rawls’la hiçbir çatışması olmadığına inanmasına neden olmuştur, çünkü Rawls, arzu edilen şeylerin dağıtım sistemlerini seçme işinin tamamen terk edilmesi gerektiğini kabul etmektedir (1978: 100).[10]

Dolayısıyla Hayek, Rawls’un sosyal adalet tanımına katılmakla birlikte sosyal adalet anlayışını kabul etmemektedir. Bu sosyal adalet tanımı ise özgürlükle uyumludur. Sosyal adalet arayışı tek başına hukukun üstünlüğünün yok edilmesi anlamına gelmemektedir, meğerki sosyal adalet anlayışımız belirli ekonomik sonuçları kurcalamamızı gerektirsin (Hayek 1960 [2011: 85]). Hayek’in savunucuları tarafından bu noktalar artık iyice anlaşılmıştır (Tomasi 2012: 142–150).

Buchanan ve Friedman, sosyal adaleti reddetmek ile daha az uğraşmakla birlikte Hayek’inkine yakın bir konum almaktadırlar. Sözleşmeci olduğu için Buchanan, bir toplumun dağıtımlarının, herkesin kabul ettiği kurallara uygun olması durumunda adil olduğunu, aksi takdirde adil olmadığını savunmaktadır. Bu nedenle, üzerinde anlaşmaya varılan anayasal kuralları çiğnemek anlamına geldiği takdirde, dağıtım adaletinin peşinden gitmek sorunludur. Ancak sosyal sözleşmelerin yeniden dağıtım kuralları olabilmektedir. İnsanların bu kuralları kabul etmeleri halinde ise yeniden dağıtım adil hale gelmektedir. Bu bakımdan, Buchanan Rawls’a Hayek’ten daha yakındır.

Friedman sosyal adalet hakkında çok daha az şey söylemektedir. Çoğunlukla vurguladığı düşünce, sadece bazı eşitlik türlerinin arzu edilir olduğudur. Örneğin, (1980 [2017: 144]), sonuç eşitliği yerine yalnızca fırsat eşitliğini aramamız gerektiğini tekrarlamaktadır (Butler 1985: 218). Ancak, piyasaların aşırı eşitsiz sonuçlar üretmeye yönelik doğal bir eğilimi olmadığını da savunma ihtiyacı hissetmektedir. Friedman (1955 [2017: 14]), eşitsizliğin, aldatıcı ve geçici servet paylaşma yöntemiyle değil, piyasanın işleyişinin iyileştirilmesi, rekabetin güçlendirilmesi ve bireylerin niteliklerinden yararlanma fırsatlarının artırılması yoluyla azalacağını söylemektedir.

Ekonomik güçteki farklılıklar, yeniden dağıtımcı bir devlet lehine değil, daha fazla kapitalizm lehine bir kanıttır: Serbest girişim kapitalizminin yararı iş insanlarını birbirlerine düşürmesidir ve bu nedenle kontrol için en etkili araçtır. (1974a [2017: 84])

Hükümetler tekelci ekonomik güç yaratırken serbest piyasa bu gücün altını oymaktadır (Butler 1985: 210).

7. Neoliberalizm Eleştirileri

Bu bölümde neoliberalizme yönelik eleştiriler işlenmekle birlikte bunların çoğu kapsam dışı bırakılmaktadır. Bunun nedeni, neoliberalizme yönelik yaygın eleştirilerin çoğunun aynı zamanda kapitalizmin eleştirileri olmasıdır. Dolayısıyla, bu bölüm sadece doğrudan neoliberalizme yönelik eleştirilere odaklanmaktadır.

7.1 Değer Eleştirileri

Çoğu kişi, neoliberalizmi, toplumu piyasa çevresinde yapılandırdığı, piyasa ilişkilerini metalaştırdığı ve genel olarak insanları ticaret veya ekonomik üretim için en iyi olana hizmet etmeye yönlendirdiği için eleştirmektedir. Bu bakımdan neoliberalizm, toplumu bir nakit bağı etrafında inşa etmektedir. Ancak tam kapitalizmden farklı olarak, neoliberalizm bunu, kanıtlamak için ciddi bilimsel çalışma gerektiren gizli kapaklı bir şekilde yapmaktadır. Neoliberalizmin kendisi yukarıda belirtildiği gibi bir değerler sistemi değildir, ancak kişiler arasında aşırı kapitalist/sözleşmeye dayalı (transactional) ilişkilere yol açar mahiyette görülebilmektedir. Neoliberalizmin bu şekilde nitelendirilmesini reddeden Jessica Whyte, Wendy Brown (2015) gibi birçok kişiyi takip ederek, neoliberalizmin genellikle tüm değerleri ekonomik bir rasyonaliteye indirgeyen ahlak dışı bir ekonomik ideoloji olarak nitelendirildiğini ileri sürmektedir (2019: 19). Bu analiz ağırlıklı olarak neoliberalizmin pratik rasyonaliteyi ekonomik mülahazalara indirgediğini, otoyol kurallarının ihlali ile önceden tasarlanmış bir cinayet arasında hiçbir farkın olmadığını söyleyen Foucault’ya (2010) dayanmaktadır (2015: 253–4).

Doğrusu, neoliberalizmin bencil tutumlardan daha çok mutaassıp, hiyerarşik ve geleneksel tutumlara yol açtığına dair daha endişe verici bir argüman öne sürülebilir (Brown 2019: 7, 37).

7.2 Eşitsizlik

Neoliberalizmle ilgili temel endişelerden biri, ekonomik büyümeyi hızlandırsa bile, ekonomik eşitsizliği de artırmasıdır, ki bu birçok şekilde sorunludur. Genellikle iki tür eşitsizlik eleştirisi sunulur. Daha yaygın bilinenler ampirik eleştirilerdir. Bu eleştiriler, neoliberal rejimlerin sadece verilerden hareketle tehlikeli eşitsizliklere yol açtığını ileri sürmektedir. Thomas Piketty’nin ekonomik eşitsizliğin büyüdüğünü ve demokrasi için bir tehdit olduğunu savunduğu Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital (2014) kitabı ve Martin Gilens’in (2014) eşitsizlik ve en zengin %10’a demokratik politika oluşturma ile cevap verilebilirlik üzerine çalışması, bu eleştirilere örnektir.

Neoliberalizme karşı diğer tür eşitsizlik eleştirisi Rawls’un çalışmasından türetilmiştir. Bilindiği gibi Rawls, refah devleti kapitalizmini ve doğal özgürlük sistemi olarak adlandırdığı daha sağlam bir kapitalizm biçimini, savunduğu iki adalet ilkesini karşılamadıkları gerekçesiyle reddetmektedir (Rawls 2001; O’Neill ve Williamson 2014). Rawls, refah devleti kapitalizminin bile siyasal özgürlüğün değerini koruyamayacağını veya üstünlüğünü sağlayamayacağını savunmaktadır (Rawls 1993 [2005]), çünkü refah devleti kapitalizmi sermayenin çok az kişinin elinde toplanmasına izin vermekte, dolayısıyla ekonominin siyasette egemen olmasına yol açmakta ve birçok kişinin, anayasal özgürlüklerinin bir değer ifade etmesi için ihtiyaç duydukları asgari bir miktar sermayeye sahip olmalarının önüne geçmektedir.

Neoliberal toplumlara bir eleştiri olarak ortaya sürülen bir başka eşitsizlik türü ise, firma içinde patronlar ve işçiler arasında siyasi güç dengesizliğidir. Örneğin Elizabeth Anderson (2019), bunun bir tür despot “özel hükümet” olduğunu ve (bu terimi kullanmasa da) neoliberaller tarafından savunulan kurumların, kapitalistlerin ve işçilerin özgürlüklerini dengelemek için yetersiz olduğunu savunmaktadır.

7.3 Demokrasiyi Zayıflatmak

Neoliberalizme yönelik çok yaygın bir eleştiri, onun demokrasiyi zayıflattığı yönündedir. Bunun nedeni, Martin Gilens’in (2014) Affluence and Influence‘da ileri sürdüğü ve Larry Bartels’in (2008 [2016]) de savunduğu gibi, yüksek ekonomik eşitsizliğin demokrasiyi baltalaması olabilir. Ayrıca neoliberalizm, özel mülkiyet hakkı gibi klasik liberal ekonomik özgürlüklerin korunmasına öncelik vermek suretiyle de demokrasiyi zayıflatabilir. Bu özgürlüklerin, demokratik vatandaşların servetin yeniden dağıtılmasını tercih etme yetkileri üzerinde kısıtlamalara yol açması mümkündür. Bu sorun, Hayek’in Şili’deki Pinochet rejimine olumlu yaklaşması göz önüne alındığında, özellikle vahimdir. Hayek, Şili’nin bir demokrasi olacağını ummuş ancak Pinochet’nin selefi Salvador Allende tarafından savunulan demokratik sosyalizm kurşunundan Şili’nin kurtuluşunun da Pinochet darbesi sayesinde olduğuna inanmıştı. Neoliberalizm içindeki demokratik görüşler ile Liberalizm arasında bir gerilim mevcuttur ve bu, demokrasinin pratikte zarar görmesine yol açmaktadır.

7.4. Ekonomik İrrasyonalite

Neoliberal rejimler büyük ölçüde piyasa mekanizmalarına dayanmaktadır ve neoliberaller piyasaların verimli (veya en azından ekonomik olarak oldukça üretken) olduğunu iddia etmektedirler. Neoliberaller, piyasa üretkenliği ve verimliliğinin nasıl belirleneceği ve tanımlanacağı konusunda mutabık değildirler. Ancak davranışsal ekonomistler (Kahneman 2013; Ariely 2010), insan muhakemesinde, neoliberallerin ekonomik kalkınmayı modellemek ve tahmin etmek için kullandıkları söylenen homo economicus modelinin zayıflamasına neden olan çeşitli önyargılar ortaya koymuşlardır (ancak, yukarıda açıklandığı üzere, neoliberallerin homo economicus ile ilişkileri daha inceliklidir).[11]

7.5 Keynesyen Çürütmeler

Belirtildiği gibi, Neoliberalizm kısmen Keynesyen makro-ekonomik politikanın egemenliğine bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Ancak Keynesyenler, özellikle de Paul Krugman (2012), Keynesyen politikaya yönelik neoliberal eleştirilerin başarısız olduğunu öne sürmektedirler. Bu iddia, özellikle maliye politikasının parasal teşvik karşısında etkisiz kaldığına yönelik neoliberal eleştiriler için doğrudur. Krugman, Büyük Durgunluk sırasında Federal Rezerv’in faiz oranlarını o kadar fazla düşürdüğünü ki daha fazla parasal teşvikin işe yaramayacağını ve bu nedenle maliye politikasının müdahale etmek zorunda kaldığını ileri sürmektedir.

Büyük Durgunluk sırasında hükümetin harcama kesintilerini eleştirenler genellikle bu kesintilerin yoksulların ekonomik beklentilerine zarar verdiği düşüncesine dayandıkları için, Büyük Durgunluk sırasında “kemer sıkma politikası” uygulayan neoliberal rejimlere yönelik eleştirilerin çoğu da temeldeki Keynesyen teoriye dayanmaktadır. Oysa neoliberallere göre, durgunluk sırasında hükümet harcamalarını kısmak birçok sebepten dolayı yoksullar için zararlı değildir.[12]

7.6 Damlama Ekonomisi

Neoliberalizme karşı ortak suçlamalardan biri de, ekonomik büyümenin zenginlerden yoksullara damlama yoluyla fayda sağlayacağı vaadinin yanlış olduğudur (Quiggin 2012). Açık konuşmak gerekirse, ne damlama ekonomisi gerçek bir ekonomik düşünce okuludur ne de Hayek, Friedman veya Buchanan görüşlerinin bu şekilde tanımlanmasını kabul ederdi. Gerçekten de serbest piyasa yoluyla sağlanan refahtan herkesin yararlanacağını savunmaktadırlar ancak bunun için ilk önce zenginlerin yararlanmasını şart görmemektedirler. Hayek (1960 [2011]), üreticilerin zaman içinde piyasaya girişi artırabilmek için fiyatları nasıl düşüreceklerini bulmalarının, mal ve hizmet fiyatlarında bir tür damlama etkisi yaratacağını savunmaktadır; öyle ki, zenginler için lüks olan mallar fakirler arasında bile yaygın hale gelecektir. Bunun yanında, işletmelerin, sermaye biriktirdikçe, çalışanlarına daha fazla ödeme yapabilecekleri ve böylece diğer şirketlerdeki işçileri de alabilecekleri ana akım ekonomide tartışmasız kabul edilmektedir. Bu süreç genellikle ücretlerin artırılmasını sağlamaktadır, dolayısıyla zenginlerin elindeki daha fazla sermaye, oldukça basit sebep sonuç ilişkileri aracılığıyla, yoksullar için daha yüksek ücretleri de beraberinde getirmektedir. Buna karşın, birçok neoliberal yetkilinin yoksullar için vadettiği kazanımlar çoğu zaman gerçekleşmemiştir.

7.7 Liberteryen Eleştiriler

Neoliberalizm ve liberteryenizm, bağlantılı olmakla birlikte ayrı görüşlerdir. Bazı açılardan, neoliberaller belirli koşullar altında liberteryendir. Doğrusu Buchanan, anarşinin, pratikte uygulanabilir olmasa bile ahlaki açıdan en iyi rejim olduğunu düşünmektedir. Ancak, liberteryenler daha ılımlı liberteryenleri yine de Murray Rothbard (1973, 1982 [2002]) ve Robert Nozick (1974) gibi zenginliğin yeniden dağıtımını destekledikleri için veya Jason Brennan (2016) gibi daha epistokrat veya elit-eğilimli siyasi karar alma mekanizmalarındansa demokrasiyi tercih ettikleri için yaygın olarak eleştirmektedirler.

7.8 Sömürgeci Eleştiriler

Bazı çevrelerde yaygın olarak, neoliberal rejimlerin tipik olarak sömürgeci olduğu alışılmadık derecede doğrudan bir şekilde iddia edilmektedir. Bunun gerekçesi, neoliberalizmin İngilizce konuşan ülkelerde ve Batı Avrupa’nın çoğunda benimsendiği ve dünya çapında ekonomilerin nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda elit bir uluslararası mutabakat oluşturduğudur. Bu durum, gelişmekte olan ulusların demokratik yönetimine karışan, eşitsizliği artıran ve yoksulları daha da yoksullaştıran siyasi müdahalelerine neden olan bir “Washington Mutabakatı”na yol açmaktadır. Kapsamlı bir tartışma için bkz. Whyte (2019: 3 ila 5. bölümler).

7.9 Popülist/Milliyetçi Eleştiriler

Sağ görüşlü popülistler arasında neoliberal politikaların eleştirilmesi gitgide daha yaygın hale gelmektedir. Eleştirilerin dayanağı bu politikaların desteklediği serbest ticaret ve göç serbestisinin, örneğin Patrick Deneen (2019) tarafından ileri sürülüp savunulan ABD gibi zengin demokratik ülkelerin endüstriyel kapasitelerinin daralması gibi, bir çok zararlı sonuçlara yol açmasıdır. Bu eleştirinin daha güçlü bir biçimi ise, farklı kültürlerden gelen göçmenlere vatandaşlık verilmesinin o ülkenin kültürüne ve siyasetine zarar verdiğine veya ayrıştırdığına ilişkindir.

7.10 Feminist Eleştiriler

Nancy Fraser (2017) gibi bazı yazarlar, neoliberalizmin, feminist ideali sözde piyasa temelli meritokrasiye katkı sunan bir ideal haline getirerek, feminizmi kendi kapsamı içine sokmasından endişelenmektedir; ona göre neoliberalizmde feminizmin hedefi, örneğin, iyi ücretli bir kariyer sahibi veya en iyi ihtimalle girişimci ve bir şirketin yönetim kurulu başkanı olan kadındır. Bu, feminizmi, neoliberalizmin zarar verdiği kadınların ihtiyaç ve çıkarlarıyla ilgilenemez hale getirmektedir.[13]

7.11 Diğer Eleştiriler

Neoliberalizm başka eleştirilerle de karşı karşıyadır ancak bunların çoğu diğer liberal demokratik teoriler hakkındaki sorunlara benzemektedir. Örneğin, liberal haklar ve demokrasi arasındaki çatışma, katılımcı demokrasi yazınındaki “usul-esas” tartışması ve örgütsel özgürlüğe liberal yaklaşımın yerel baskı olasılığı göz önüne alındığında marjinal grupların özgürlüğünü nasıl ciddiye aldığı gibi. Neoliberaller, hepsi tipik olarak olumsuz olmakla birlikte birbirinden farklı özgürlük anlayışlarına sahiptirler. Bu görüşler birçok farklı eleştiriyi de beraberinde getirmektedir. Ayrıca, Hayek ve Buchanan’ınki gibi bir neoliberalizm, kurumları savunmak için sözleşmeci bir çerçeve benimsediği için sözleşmeciliğe karşı eleştirilere de maruz kalmaktadır.

8. Özet

Bu yazı, “neoliberalizm”in tek gerçek anlamını belirlemeyi değil, neoliberalizmi, genellikle neoliberal olarak adlandırılan figürler tarafından benimsenen şekliyle insicamlı bir felsefi öğreti olarak açıklamayı amaçlamaktadır. Ayrıca, bu yazıda son tarihsel araştırmalarda bu terimin daha tarafsız ve daha az aşağılayıcı kullanımlarına öncelik verilmektedir. Bu, neoliberalizme karşı daha tarihsel ve dinamik yaklaşımları küçümsemek anlamına gelmemektedir. Bu yaklaşımlar da oldukça ferasetlidir. Ancak bu yazının amacı, neoliberalizmi felsefi bir konum olarak tanımlamak etmek olmuştur. Bunu yaptığımızda, neoliberalizmi, güçlü liberal kapitalizmi, anayasal demokrasiyi ve ılımlı bir refah devletini kapsayan bir siyasi-ekonomik öğreti olarak anlayabiliriz.[14]

Kaynakça

Anderson, Elizabeth, 2019, Private Government: How Employers Rule Our Lives (and Why We Don’t Talk about It), Princeton, NJ: Princeton University Press.

Ariely, Daniel, 2010, Predictably Irrational: The Hidden Forces That Shape Our Decisions, New York: Harper Collins.

Bartels, Larry, 2008 [2016] Unequal Democracy: The Political Economy of the New Gilded Age, Princeton, NJ: Princeton University Press; ikinci baskı 2016.

Biebricher, Thomas, 2018, The Political Theory of Neoliberalism, Stanford, CA: Stanford University Press.

Brennan, Geoffrey ve James Buchanan, 1981, “The Normative Purpose of Economic ‘Science’: Rediscovery of an Eighteenth Century Method”, International Review of Law and Economics, 1(2): 155–166. doi:10.1016/0144-8188(81)90013-2

–––, 1985, The Reason of Rules: Constitutional Political Economy, New York: Cambridge University Press. doi:10.1017/CBO9780511895937

Brennan, Jason, 2016, Against Democracy, Princeton, NJ: Princeton University Press.

Brown, Wendy, 2015, Undoing the Demos: Neoliberalism’s Stealth Revolution, New York: Zone Books.

–––, 2019, In the Ruins of Neoliberalism: The Rise of Antidemocratic Politics in the West, New York: Columbia University Press.

Buchanan, James, 1969, Cost and Choice: An Inquiry in Economic Theory, Chicago: University of Chicago Press.

–––, 1975, The Limits of Liberty: Between Anarchy and Leviathan, Chicago: University of Chicago Press.

–––, 1979 [1984], “Politics without Romance: A Sketch of Positive Public Choice Theory and Its Normative Implications”, IHS-Journal, 3: B1–11; İçinde yeniden baskı: James Buchanan ve Robert Tollison (ed.), 1984, The Theory of Public Choice–II, pp. 11–22, Ann Arbor: University of Michigan Press.

–––, 1987, “Budgetary Bias in Post-Keynesian Politics: The Erosion and Potential Replacement of Fiscal Norms”, Deficits içinde, James Buchanan, Charles Rowley ve Robert Tollison (ed.), New York: Blackwell, 180–198.

–––, 1991, The Economics and Ethics of Constitutional Order, Ann Arbor, MI: University of Michigan Press.

–––, 1993, Property as a Guarantor of Liberty, Northampton: Edward Elgar Publishing.

–––, 1999, The Logical Foundations of Constitutional Liberty, Indianapolis, IN: Liberty Fund.

Buchanan, James ve Gordon Tullock, 1962, The Calculus of Consent, Ann Arbor, MI: University of Michigan Press.

Burgin, Angus, 2012, The Great Persuasion: Reinventing Markets since the Depression, Cambridge, MA: Harvard University Press.

Butler, Eamonn, 1985, Milton Friedman: A Guide to His Economic Thought, New York: Universe Books.

Caldwell, Bruce, 2004, Hayek’s Challenge, Chicago: University of Chicago Press.

Deneen, Patrick, 2019, Why Liberalism Failed, New Haven, CT: Yale University Press.

Farrant, Andrew, Edward McPhail ve Sebastian Berger, 2012, “Preventing the ‘Abuses’ of Democracy: Hayek, the ‘Military Usurper’ and Transitional Dictatorship in Chile?: Preventing the ‘Abuses’ of Democracy”, American Journal of Economics and Sociology, 71(3): 513–538. doi:10.1111/j.1536-7150.2012.00824.x

Farrant, Andrew ve Vlad Tarko, 2019, “James M. Buchanan’s 1981 Visit to Chile: Knightian Democrat or Defender of the ‘Devil’s Fix’?”, The Review of Austrian Economics, 32(1): 1–20. doi:10.1007/s11138-017-0410-3

Feld, Lars P., 2014, “James Buchanan’s Theory of Federalism: From Fiscal Equity to the Ideal Political Order”, Constitutional Political Economy, 25(3): 231–252. doi:10.1007/s10602-014-9168-9

Foucault, Michel, 2004 [2010], Naissance de la biopolitique: cours au Collège de France (1978–1979), Paris: Gallimard. Tercüme: The Birth of Biopolitics, Graham Burchell (çev.), New York: Picador, 2020

Fraser, Nancy, 2017, “From Progressive Neoliberalism to Trump—and Beyond”, American Affairs, 1(4): 46–64.

Freeman, Samuel, 2011, “Capitalism in the Classical and High Liberal Traditions”, Social Philosophy and Policy, 28(2): 19–55. doi:10.1017/S0265052510000208

Friedman, Milton, 1951 [2012], “Neo-Liberalism and Its Prospects”, Farmand, February 17: 89–93; Yeniden baskı: Friedman 2012: 3–10.

–––, 1955 [2017], “Liberalism, Old Style”, 1955 Collier’s Year Book içinde, New York: P. F. Collier & Son, 360–363; Yeniden baskı: Friedman 2017: 1–16.

–––, 1959, A Program for Monetary Stability, New York: Fordham University Press.

–––, 1962a [2002], Capitalism and Freedom, Chicago: University of Chicago Press; Yeniden baskı: 2002.

–––, 1962b [2017], “The Relation between Economic Freedom and Political Freedom”, Friedman 1962a içinde: 7–21; Yeniden baskı: Friedman 2017: 17–34.

–––, 1974a [2017], Interviewed by Tibor Machan, Joe Cobb, and Ralph Raico, Reason, December 1974, pp. 4–14; Yeniden baskı: Friedman 2017: 69–92.

––– 1974b [2012], “Schools at Chicago”, University of Chicago Record, 3–7, Remarks at the 54th annual Board of Trustees dinner for faculty, University of Chicago, 9 January 1974; Yeniden baskı: Friedman 2012: 11–24.

–––, 1980, “Created Equal”, M. Friedman ve R. Friedman 1980 içinde: 128–149; Yeniden baskı: Friedman 2017: 139–164.

–––, 1987 [2017], “Free Markets and Free Speech”, Harvard Journal of Law & Public Policy, 10(Winter): 1–9; Yeniden baskı: Friedman 2017: 177–188.

–––, 2000 [2012], Commanding Heights Interview, 1 October 2000; Yeniden baskı: Friedman 2012: 233–254.

–––, 2012, The Indispensable Milton Friedman: Essays on Politics and Economics, Lanny Ebenstein (ed.), Washington: Regnery.

–––, 2017, Milton Friedman on Freedom: Selections from the Collected Works of Milton Friedman, Robert Leeson ve Charles Palm (ed.), Stanford, CA: Stanford University Press.

Friedman, Milton ve Rose Friedman, 1980, Free to Choose: A Personal Statement, New York: Harcourt.

Friedman, Milton ve Anna Schwartz, 1963, A Monetary History of the United States, Princeton, NJ: Princeton University Press.

Gilens, Martin, 2014, Affluence and Influence: Economic Inequality and Political Power in America, Princeton, NJ: Princeton University Press.

Harvey, David, 2005, A Brief History of Neoliberalism, New York: Oxford University Press.

Hayek, Friedrich A., 1929 [1933/2012], Geldtheorie und Konjunkturtheorie, Wien und Leipzig. Almanca’dan Nicholas Kaldor ve H.M. Croome tarafından tercüme: Monetary Theory and the Trade Cycle, London, Toronto: Jonathan Cape, 1933; Yeniden baskı: Eastford, CT: Martino Fine Books, 2012.

–––, 1941 [2007], The Pure Theory of Capital, Chicago: University of Chicago Press; Yeniden baskı: Lawrence H. White (ed.), Collected Works of F. A. Hayek içinde bölüm, sayı 12, Chicago: University of Chicago Press, 2007.

–––, 1944 [2007], The Road to Serfdom, London: Routledge. Tam baskı: Bruce Caldwell (ed.), Collected Works of F. A. Hayek içinde bölüm, sayı 2, Chicago: University of Chicago Press, 2007.

–––, 1945, “The Use of Knowledge in Society”, American Economic Review, 35(4): 519–530.

–––, 1960 [2011], The Constitution of Liberty, Chicago: University of Chicago Press. Tam baskı: Ronald Hamowy (ed.), Collected Works of F. A. Hayek içinde bölüm, sayı 17, Chicago: University of Chicago Press, 2011.

–––, 1973–79, Law Legislation and Liberty, Chicago: University of Chicago Press.

1973, Volume 1: Rules and Order

1978, Volume 2: The Mirage of Social Justice

1979, Volume 3: The Political Order of a Free People

–––, 1988, The Fatal Conceit: The Errors of Socialism, W. W. Bartley (ed.), Collected Works of F. A. Hayek içinde bölüm, sayı 1, Chicago: University of Chicago Press.

–––, 1997, Socialism and War: Essays, Documents, Reviews, Bruce Caldwell (ed.), Collected Works of F. A. Hayek içinde bölüm, sayı 10, Chicago: University of Chicago Press.

Kahneman, Daniel, 2013, Thinking, Fast and Slow, New York: Farrar, Straus, and Giroux.

Keynes, John Maynard, 1935 [1965], The General Theory of Employment, Interest, and Money, New York: Harcourt, Brace. Harbinger edition, New York: Harcourt, Brace & World, 1965.

Krugman, Paul, 2012, End This Depression Now, New York: Norton.

Hirschman, Albert O., 1970, Exit, Vocity, and Loyalty: Responses to Decline in Firms, Organizations, and States, Cambridge, MA: Harvard University Press.

Lange, Oskar, 1936, “On the Economic Theory of Socialism: Part One”, The Review of Economic Studies, 4(1): 53–71. doi:10.2307/2967660

Monbiot, George, 2016, “Neoliberalism: the Ideology at the Root of All Our Problems”, The Guardian, 15 April 2016, URL= https://www.theguardian.com/books/2016/apr/15/neoliberalism-ideology-problem-george-monbiot E. T. 1 December 2019.

Mises, Ludwig von, 1922 [1936/1951], Die Gemeinwirtschaft, Untersuchungen über den Sozialismus, Jena: Fischer; İkinci baskıdan tercüme: 1932, Socialism: An Economic and Sociological Analysis, J. Kahane (çev.), London: J. Cape, 1936; Yeniden baskı: New Haven, CT: Yale University Press, 1951.

Murphy, Liam ve Thomas Nagel, 2002, The Myth of Ownership: Taxes and Justice, New York: Oxford University Press.

Nozick, Robert, 1974, Anarchy, State and Utopia, New York: Basic Books.

O’Neill, Martin ve Thad Williamson, 2014, Property-Owning Democracy: Rawls and Beyond, West Sussex: Wiley.

Piketty, Thomas, 2014, Capital in the Twenty-First Century, Cambridge, MA: Harvard University Press.

Quiggin, John, 2012, Zombie Economics: How Dead Ideas Still Walk among Us, Princeton, NJ: Princeton University Press.

Rawls, John, 1971 [1999], A Theory of Justice, Cambridge, MA: Belknap Press. Gözden geçirilmiş baskı: 1999.

–––, 1993 [2005], Political Liberalism, New York: Columbia University Press; İkinci baskı: 2005.

–––, 2001, Justice as Fairness: A Restatement, Erin Kelly (ed.), Cambridge, MA: Belknap Press.

Rothbard, Murray N., 1973, For a New Liberty: The Libertarian Manifesto, London: MacMillan.

–––, 1982 [2002], The Ethics of Liberty, Atlantic Highlands, NJ; Humanities Press; Yeniden baskı: New York: New York University Press, 2002.

Slobodian, Quinn, 2018, Globalists: The End of Empire and the Birth of Neoliberalism, Cambridge, MA: Harvard University Press.

Steger, Manfred ve Ravi Roy, 2010, Neoliberalism: A Very Short Introduction, New York: Oxford University Press. doi:10.1093/actrade/9780199560516.001.0001

Tomasi, John, 2012, Free-Market Fairness, Princeton, NJ: Princeton University Press.

Venugopal, Rajesh, 2015, “Neoliberalism as Concept”, Economy and Society, 44(2): 165–187. doi:10.1080/03085147.2015.1013356

Whyte, Jessica, 2019, The Morals of the Market: Human Rights and the Rise of Neoliberalism, New York: Verso.


[1] Bu yazı, Mises’i, devlet hakkında neoliberal sayılan herhangi birinden daha keskin sınırlar benimsediği için, neoliberalizmin bir müjdecisi olarak görmektedir. Ancak farklı bir bakış açısı için, bkz. Slobodian (2018) ve bkz. Whyte (2019: 31).

[2] Angus Burgin, Hayek ve Friedman’ın yanı sıra Buchanan’ı neoliberalizm denilen şeyin merkezine yakın bir konuma yerleştirmektedir. Bkz. Burgin 2012: 118.

[3] Benzer şekilde, neoliberalizm terimini hükümetler ve siyasi partilerin onu kullanma şekline göre tanımlamamalıyız zira bu kurumlar bu terimi sıklıkla siyasi kazanç için aşağılayıcı bir şekilde kullanmaktadırlar.

[4] Neoliberalizm kısmen faydacı değildir, çünkü faydacılık ahlaki bir teoridir, oysa neoliberalizm bir siyasal ekonomi konusudur.

[5] Daha katı bir verimlilik tanımına, örneğin Pareto verimliliği gibi bir kavrama odaklanmıyorum.

[6] Buchanan (1975: 183) kimi zaman Hayek’i bilinçsiz güçlere çok fazla dayandığı için eleştirmektedir.

[7] Keynes bir dereceye kadar kapitalizm savunucusu olsa da, Keynesyen fikirler bazı büyük ölçekli piyasa başarısızlıklarına dayanır ve bu nedenle kapitalizm eleştirisi olarak sayılırlar.

[8] Friedman, “Individuality and the New Society: The Market vs. the Bureaucrat,” 16, Mart 1968, box 50, folder 2, Friedman papers.

[9] Hayek (1979: 45) Friedman’ın önerisini beğenmişti.

[10] Hayek aslında Bir Adalet Teorisi ile ilgilenmemektedir. Bkz. Hayek 1978: 166, 179.

[11] Bkz. sınırlı rasyonalite ile ilgili yazı (URL= https://plato.stanford.edu/entries/bounded-rationality/).

[12] Bkz. ekonomi felsefesi ile ilgili yazı (URL= https://plato.stanford.edu/entries/economics/).

[13] Bkz. küreselleşmeye feminist bakış açıları ile ilgili yazı (URL= https://plato.stanford.edu/entries/feminism-globalization/).

[14] Bu yazı, neoliberallerin ulus-devletlerin örgütlenmesine yönelik yaklaşımlarına odaklanmaktadır. Ancak, küresel ekonomi teorileri ve uygun küresel siyasi kurumlar geliştirmek için neoliberaller muazzam çaba sarf etmektedir. Bu, çoğunlukla neoliberallerin nihayetinde doğru küresel ekonomi yapısı ve özellikle Avrupa Birliği’nin yapısı hakkında oldukça fazla anlaşmazlığa düşmesinden kaynaklanmaktadır. Görüşleri arasındaki çeşitliliğin bir açıklaması için bkz. Slobodian 2018: 180. Slobodian, küresel neoliberalizm projesini ve neoliberaller arasındaki farklılıkları ayrıntılı bir şekilde tartışmaktadır. Ancak, ona göre, neoliberallerin uluslararası kurumlara yönelik yaklaşımları oldukça zengin bir çeşitliliğe sahip olduğundan, küresel kurumlara yönelik neoliberal tutumlar felsefi bir analiz yapabilmek için fazlaca değişkendir. Yine de Slobodian (2018: 15) dış politika konusunda bazı anlaşma noktalarını incelemektedir. Whyte (2019), neoliberalizmi küresel bir proje olarak anlama hususunda Slobodian ile aynı fikirdedir. Ayrıca, neoliberallerin açıkça serbest ticareti, serbest göçü ve dalgalı kur rejimi gibi para politikalarını desteklediklerini ileri sürmektedir. Bkz. Burgin 2012: 182–3, 221).

2 Comments

  1. Merkeziyetçilik ile merkeziyetsizlik tartışması bu anlaşılan. Yapay zeka ve kuantum bilgisayarlar, neoliberallerin yapılamaz dediği merkezi planlama ve optimizasyonları yapabilir.

    Sosyalistler de neoliberaller de anarşistler de aynı hataya düşüyor, toplumun genelini kendileri ile aynı karaktere sahip varsayıp kendi yaşam tarzları için uygun olan modelin herkes için uygun olduğunu zannediyorlar.

    Devletin rolünün azaltıldığı sistemde devlet hakem rolünü verimli nasıl uygulayacak, bireylerin kendi içinde devletten daha kuvvetli ve fazla kaynaklara sahip güç grupları oluşturmasına nasıl engel olacak?

    Ortaya boş boş teoriler atıyorlar ama bunların savundukları neoliberal sistem nerede çalışmış, ne sonuçlar üretmiş onu konuşalım.

    En yakın neoliberal sistem corporate Amerika’da, gelir adaletsizliği had safhada, hükümetler ve merkez bankaları mali sorumsuzluk sergiliyorlar, aşırı para basıp varlık balonları yaratırken finansal bilgisi olanlar daha zengin oluyor, sıradan vatandaş enflasyona eziliyor. Bu mu ideal sistem?

    Madem liberalizm o kadar matah bir şey, sıradan Amerikalılar neden kendileri için fayda sağlayacak seçimleri yapamıyor, kendilerine faydalı örgütlenmelere gidemiyor, neden fırsatçılık prim yapıyor, fırsatçılar neden devlet mekanizmasını ele geçiriyor ve sistem bunu engelleyemiyor?

    Büyük şirketlerin topluma egemen olduğu, bir nevi devletin yerine geçtiği pek çok distopik film ve eser bulunmaktadır. Bakınız Robocop, Wall-e, Johnny Mnemonic, Alien, Idiocracy vb.

    Hayek Mayek bunlar hayal dünyasında yaşamışlar. Devleti küçültünce sistemdeki tüm insanlar fırsatçı davranmayacak, iyi niyetli hareket edecek, herkes hakkını savunacak eşit güce sahip olacak, güç dengesizliği olmayacak zannediyorlar.

    Halbuki bazı insanların fıtratında sistemi suistimal etmek ve gücü eline geçirmek var. Hangi sistemi uygularsan uygula, o insanlar fıtratı gereği gücü ele geçirmek isteyecek.

    İşin özü şu, devlet hakem olacak, futbolcu gibi sahaya inip topa girmeyecek. Ama futbolcuların birleşip dövemeyeceği kadar da güçlü olacak, ama futbolcuları dövmeye de kalkmayacak. Buna centrism deniyor. Bu nasıl sağlanır ona kafa yorup, pilot uygulamalar yapıp sonuçları ölçmek lazım.

    Ayrıca, asıl noktayı kaçırmışlar, mesele devleti büyütmek ya da küçültmek değil, mesele devlet mekanizmasını yönetecek kişilerin, sistemi suistimal etmeyecek fıtratta insanlardan seçilmesini sağlayabilmek, popülizmden uzaklaşmak ki demokrasi malesef popülizme yol açıyor.

    Bakınız aşağıdaki linkte political compass üzerinde muhtelif politik görüşlerin dağılımı bulunmakta. Merkez noktası centrism oluyor. Yatay eksen Sol-Sağ spektrumunu, dikey eksen Otoriterlik-Bireyselcilik spektrumunu gösteriyor. Neoliberaller muhtemelen eksenin sağ alt kadranına düşüyorlar (libertarian capitalism).

    https://pbs.twimg.com/media/EZFvo2vWoAAYJj3.jpg

    Merak ettiğim diğer bir konu, acaba neoliberaller babalarına karşı bir güvensizlik duyuyorlar mıydı? Babaları (otorite figürü) ile olan ilişkilerinde bir sakatlık mı vardı?

  2. All governments suffer a recurring problem: Power attracts pathological personalities. It is not that power corrupts but that, it is magnetic to the corruptible. Such people have a tendency to become drunk on violence, a condition to which they are quickly addicted.

    Frank Herbert, Chapterhouse: Dune

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Nihilizm (İnternet Felsefe Ansiklopedisi) – Alan Pratt

Önceki Makale

Savaş Meydanında Ahlak Felsefesi -Andy Owen