//

Muğlaklık ve Bilincin Evrimi: Aynanın İçinden – David Papineau

2521 görüntülenme
31 dk okuma süresi
Mert Erçetin

Mert Erçetin

Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden mezun olmuştur. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Felsefe Anabilim Dalı yüksek lisans programını, “Estetik Sanat Rejimi ve Yüce: Jacques Rancière Estetiğinin Bir Eleştirisi” adlı tezi ile 2016 yılında tamamlamıştır. Hâlen aynı üniversitenin Felsefe Anabilim Dalında doktora yapmaktadır. Ayrıca, 2015-2016 akademik yılını Almanya’daki Johannes Gutenberg Universität’te değişim öğrencisi olarak geçirmiş ve Altınbaş Üniversitesi Sosyal Hizmetler Programında Öğretim Görevlisi olarak çalışmıştır. Profesyonel ilgi alanlarını etik, sanat felsefesi ve sanatla siyaset arasındaki ilişki oluşturur.

Muğlaklık ve Bilincin Evrimi: Aynanın İçinden

Yazar: David Papineau

Çevirmen: Mert Erçetin

Bilinç muğlak mıdır? Bazen canlılardan hangilerinin bilinci olduğuna karar vermek kesinlikle zordur. Solucanları ele alalım. Hareket ederken belli bir amaç gütmelerine rağmen ilkel bir sinir sistemleri ve dar bir davranış repertuarları var. Solucanların bilinci olup olmadığına kim karar verebilir ki? Ya da dilsel açıdan zeki bilgisayar botlarının hızla gelişen dünyasını düşünelim. Çok geçmeden kimi kerli ferli yorumcuların, bu yapay sistemlerden bazılarının bilinçli varlıklar olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceğine dair bariz çözümler üretmeyecek bir anlaşmazlığa düşmelerini bekliyorum.

Gene de belirlenemeyen bilincin kendisi mi, yoksa sadece bilincin ne olduğu sonucuna varma yeteneğimiz mi? Bilincin kendisinin muğlak olduğu düşüncesini anlamak kolay değil. Ya kafamızda şimşekler çakar ve bunu anlarız, ya da içerisi kapkaranlıktır. Bazı durumlarda bilincin parıltısı biraz sönmüş olabilir, ancak loş bir ışık, kuşkusuz bir ışıktır hâlâ.  Bir karaltı ya da karanlık değildir. Düşününce, bir sınır bilinç durumunu (borderline state of consciousness) düşlemek gerçekten biraz zordur. Bu da marjinal bilinç olgularının yarattığı herhangi bir belirsizliğin sözkonusu olguların kendilerinden ötürü değil de bunlara dair bilgimizin sınırlı oluşundan kaynaklandığını akla getirmektedir.

Ancak sadece bilince dair bilgimizin değil, aynı zamanda bilincin kendisinin de belirsiz olduğunu düşünmek için iyi bir nedene sahip gibiyiz. Pek çok çağdaş filozofun düşündüğü üzere fizikalizm (physicalism) haklıysa, bilinç bir tür fiziksel durum tarafından belirlenmektedir. Bilincin fiziksel temelleri için önerilenler arasında küresel çalışma alanı etkinlikleri (global workspace activities),[1] beyin dalgası frekansları, sinirsel yeniden giriş döngüleri (re-entrant neural loops)[2] , tümleşik bilgi işleme, eylem güdümlü zihinsel temsil ve türevleri var. Her hâlükârda, bu cephedeki herhangi bir kuram haklıysa, sınır bilinç olgularının varlığı kaçınılmazdır. Küresel etkinlikler ve benzerleri aşama aşama gerçekleşmektedir. Bu yüzden, tam olarak ne zaman bilinçli varlıklar olduğumuzu belirten keskin herhangi bir kesiş noktası keyfi olacaktır. Bariz çıkarım, bazı bilişsel durumların bilinçli olmak ile olmamak arasında belirleyici olmadığıdır.

Bilincin muğlaklığına dair bu paradoks, son günlerde zihin filozoflarından artan bir rağbet görmektedir. Biraz da bu rağbet yüzünden, Michael Tye’ın bu konuyu en son kitabının odak noktası haline getirmiş. Ancak Tye’in önerdiği çözüm, önceki çalışmalarına aşina olan birçok kişiyi şaşırtacak gibi görünüyor. Tye bu açmazı çözmenin tek yolunun tümruhçuluğu (panpsychism) benimsemek olduğunu savunmaktadır. Kendisine göre sınır bilinç vakaları gerçekten hiçbir anlama gelmez. Bunun nedeni, bilinçli olmayan fiziksel sistemlerden bilinçli sistemlere geçerken bir yerde keskin bir çizgi olması değildir. Daha çok böylesi keskin bir çizginin olmaması yüzündendir. Fiziksel gerçekliğin en temel bileşenleri bile zaten doğuştan bilince sahiptir.

Kendisinin yeni görüşünü tümruhçuluğun bir çeşidi olarak tanımlamaktan hoşnut olsa da Tye’ın görüşü bu yaklaşım cinsinin mevcut türlerinden önemli ölçüde ayrılır. Özellikle Tye, çağdaş yorumların çoğunun altında yatan Russellcı tekçilikten (monism) uzak durmaya özen gösterir. Ama Russellcı görüşün temelindeki, fiziksel kuramlarca ortaya konan temel yatkınlık rollerini olumsal olarak dolduran kategorik özellikler olan, “nelik” (quiddity) metafiziğine karşı çıkması bu uzak duruşun nedeni değildir. Nelik, Tye’ın tümruhçuluk yorumunda pay sahibidir. Ancak Tye’ın bilinç vakalarının türlerine ilişkin çokça sevilen Russellcı açıklamalara ayıracak zamanı yok. Russellcılar bilinç vakalarını, temel fiziksel neliklerin belirli düzenlemeleriyle özdeş ya da temellendirilmiş olarak kabul ederler. Ama Tye, bu tür herhangi bir fiziksel düzenlemenin varlığına, tekrar bir aşamalandırma sorunun olması ve Russellcı tekçiler, bilincin keskinliğini fizikalistlerden daha iyi açıklama verememesi yüzünden karşı çıkar.

Tye’ın bu paradoksa sunduğu çözüm, iki bilinç türü arasında bir ayrım getirmektir. İlk olarak, temel, içeriksiz ‘o şeye benzerlik’ olarak bilinci fermiyonlar ve bozonlar gibi basit fiziksel yapıtaşlarını andıracak şekilde kategorik bir temel olarak koyutlar. Bununla birlikte, insanların ve diğer karmaşık varlıkların sahip olduğu bilinç daha gelişmiştir. Bilincin kendisi, eylemi ve tasarıları güdümlemek üzere “hazırlanmış” herhangi bir temsil evresine temel fiziksel bileşenlerimiz aktarılınca ortaya çıkar. Tüm karmaşık fiziksel sistemler böylesi büyük ölçekli bir bilince sahip değildir. Örneğin, kayalar ve ağaçlar hazırlanmış temsil evrelerinden (poised representational states) yoksundur. Bu nedenle, kendilerinin temel bileşenlerinin bilinci onların büyük ölçekli evrelerinden hiçbirine aktarılmaz. Tye, bir piyesin her bir sahnesindeki zarafetin, bütün bir piyesi zarif kılabileceği benzetmesini yapar, ancak bunun çok da gerekli olmadığını söyler. Böylesi bir zarafet aktarımı, parçaların bütün içinde nasıl düzenlendiğine göre değişir. Benzer şekilde, tek tek bilinçli olan fiziksel parçaların her bir düzenlenmesinin bilinçli bir bütüne yol açması gerekmez. Bu sonuç, yalnızca bütünler hazırlanmış temsiller olunca ortaya çıkar.

Şimdi Tye’ın paradoksa sunduğu çözümü verdik. Bilinç keskindir. Basit fiziksel yapıtaşlarından insanların ve diğer canlıların büyük ölçekli durumlarına aktarılsa da aktarılmasa da bilinç, bilhassa, keskindir. Dolayısıyla sınır bilinç vakaları yoktur. Gerçi, fizikselliğin ruhuna uymayan hiçbir şey yok. Doğru, artık bilinci basit fiziksel yapıtaşlarının doğasına katkıda bulunan bir şey olarak anlıyoruz. Gene de bu durum, tüm basit fiziksel yapıtaşlarının tek biçimli özelliğidir ve fiziksel yasanın işleyişini baltalamaya çalışmaz.

Dürüst olmak gerekirse, Tye’in geleneksel fizikalizm ve Russellcı tekçilik karşıtı kendi itirazlarından kaçınmak için neden böyle konumlandığını kavramakta zorlandım. Ancak bu konuya geri dönmeden önce, temsilciliğin (representationalism) Tye’ın yeni kuramındaki payı hakkında yorum yapmak istiyorum. Tye deneyimlerin bilinçli özelliklerini, bu deneyimlerin temsili içerikleriyle aynı kefeye koyan temsilci bir bilinç açıklamasını epeydir savunmaktadır. Bu açıklama, yeni kuram tarafından gölgelenmez, ama yeni kurama katılır. Tye her ne kadar temsillere bağlanan herhangi bir bilincin yalnızca tek biçimli, yapılandırılmamış ‘o şeye benzeliğine’ katkıda bulunuyor olsa da çeşitli büyük ölçekli bilinçli evrelerinden her birinin nasıl kendi görüngübilimine sahip olacağını açıklamak için kendine özgü temsil yorumundan yararlanır. Örneğin, kırmızı bir şeyi gördüğümüzde ayırt edici bilinç, yalnızca bu görsel durumun bilinçli olmasından değil, aynı zamanda beynimizde temsilini kurduğu kırmızılıktan da kaynaklanır.

Buna uygun olarak Tye, kendi mevcut temsil yorumuna bu ince cildin üçte birinden fazlasını ayırıyor. Duygular, bulanık görme, bilişsel görüngübilim, varsanısal gerçeklik koşulları gibi konuları yeniden ele alıyor ve kendi yorumuyla bu konuların en yetkin açıklamalarına dair en son düşüncelerini ayrıntılandırıyor. Gene de tuhaf bir şekilde Tye, kuramının karşı karşıya olduğu daha temel zorlukları ele almak için oldukça az çabalamıştır.

Tye, temsilin beyindeki izinin doğalcı (naturalist) biçimde sürüldüğü bir yaklaşımı salık verir. Bazı içsel sinirsel araçlar tarafından gerçekleştirilen düşünsel evreler, aynı araca göre eş değişkenlik gösteren P özelliğini temsil edecektir (66, 90). Böyle temsil edilen P’ler paradigmatik olarak sıradan nesnelerin sahip olduğu renkler ve şekiller gibi uzak çevresel özelliklerdir. Tye’a göre bunun sonucu, bir temsil evresinin ayırt edici olan bilinçlilik özelliğinin, içsel aracının sinirsel yapısıyla değil, aracın eş değişkenlik gösterdiği uzak evreyle sabitlenmesidir. Eğer aynı sinirsel araç farklı bir uzak P’yi temsil edecek şekilde evrilmiş olsaydı, bu değişikliğin bilincinde olurduk. Aynı P’yi temsil etmek için farklı bir sinirsel araç evrim geçirmiş olsaydı, bu değişikliğin bilincinde olmazdık.

Bilinçle ilgili bu radikal dışsalcılık (externalism) tutarsız değildir, ama kesinlikle tuhaftır. Yine de Tye dışsalcılığı açıkça savunmaz. Bunun yerine, dışsallığın ana nedenine, yani duyusal deneyimin sözde “şeffaflığına”, renkler ve şekiller gibi uzak özelliklerin duyusal deneyimde ayırdında olduğumuz (yegâne) özellikler olduğu düşüncesine odaklanır.

Ancak bu sözde şeffaflığın kendince zorlukları vardır. Bir nesnenin kırmızı olduğunu sandığımız bir yanılsamayı ele alalım. Tye için bu yanılsama deneyimi, kırmızı bir nesnenin gerçek deneyimiyle aynı bilinçsel özelliklere sahip olacaktır. Ancak yanılsamadaki hiçbir şey aslında kırmızı değildir. Öyleyse yanılsamanın öznesi, nasıl kırmızılığın ayırdında olabilir?

Tye bu zorluğa değiniyor (65-6), ancak verdiği yanıt sorunu sadece derinleştiriyor gibi. Diyor ki: “Katılıyorum; orada olmayan şeye dikkat edemezdiniz. Ama benim görüşüme göre, kötü vakalarda somut olarak gözlemleyemeyeceğiz (un-instantiated) bir nitelik var.” Tye, yanılsama deneyimlerinde somutlaşmayan bir özelliğin nasıl “orada” olabileceğini anlamamıza yardım etmek için ölçüm aletleri üzerinden bir benzetme yapar. Hatalı bir hız göstergesinin, bu hızı o anda gerçekten gözlemleyemesek bile, bir arabanın 60 mil hızla gittiğini yanlış bir şekilde gösterebileceğini gözlemler. Bu örneğin ne işe yaradığını anlamadım. Elbette hızölçerler, deneyimlerle birlikte somut olarak gözlemlenemeyen özellikleri de temsil edebilirler. Ancak sorun, yanılsama deneyimlerinde, gerçek anlamda, kendi içlerinde somutlaşmayan özelliklerin var olup olmadığıdır (“somut olarak gözlenemeyen bir nitelik vardır”). Anladığım kadarıyla, “60 mil hızla gitmenin somutlaşmayan özelliği, gerçek anlamda, hatalı hız göstergesinin içindedir” denmek istenmediğini göz önüne alırsak, yapılan bu benzetme geri tepiyor gibi. Sonuçta, Tye’ın temsilci yaklaşımı tuhaflığın ötesine geçip tutarsızlığa kayıyor. Çeşitli büyük ölçekli bilinç evrelerinin ayırt edici görüngübilimlerine dair açıklamanın da Tye’ın bu yaklaşımıyla birlikte çürüdüğü duygusuna kapıldım (Karşılaştırın; Papineau 2014, 2016, 2021).

Herhangi bir büyük ölçekli bilincin, küçük ölçekli basit yapıtaşlarından büyük ölçekli bütüne aktarılmasına bağlı olduğu düşüncesine geri dönelim. Dediğim gibi, bu öyküyle Tye’ın nasıl fizikalizm ve Russell’cı tekçilik ile ilgili kendine yönelebilecek suçlamaları düşürdüğünü anlamadım. Bilinçli ve bilinçsiz büyük ölçekli sistemler arasında keskin bir ayrım oluşturabilecek ya da bu ayrımı temellendirebilecek küçük ölçekli ilkel canlıların herhangi bir keyfi olmayan düzenlemesini bu seçeneklerin tanımlayamadığını söyleyerek itiraz eder.[3] Yine de Tye’ın kendisi oldukça benzer bir zorlukla yüzleşmek zorunda. Doğru, Tye büyük ölçekli bilincin alttaki bölümlerin çeşitli düzenlemelerinden oluştuğunu ya da bu düzenlemelerde temellendiğini benimsemez. Ancak, bu bölümler özellikle bilişsel bir ayrım yaratacak “hazır” temsil evreleri biçiminde düzenlenince, bilincin parçalardan bütüne “aktarıldığını” benimser. Ve Tye’ın kendisinin de kabul ettiği gibi (89), parçaların bu şekilde düzenlenip düzenlenmediği muğlak bir durum olabilir. Dolayısıyla, yine, bu türden bir sınır düzenlenmesi ile bazılarının bilincin parıltısıyla kutsanıp bazılarının kutsanmaması açıklaması oldukça keyfidir. Böyle bir keyfilik neden fizikalistler ve Russellcı tekçiler için vahim olurken, Tye’ın yaklaşımı için değildir, bunu anlayamadım.

Başını ne kadar ağrıttığı düşünülünce, Tye’ın yorumunu bilincin keskin olduğu savına bu kadar çabuk katılması şaşırtıcıdır. Bu varsayım olmadan, tüm sorunlar ortadan kalkacaktı. Bilinci hazır temsille ya da benzeri bir evreyle aynı kefeye koyabilir ve sınır bilinç vakalarının kuşkusuz sınırdaki hazır temsil evreleri ile bilincin muğlak olduğunu benimseyebiliriz. Böylece, sınır bilinç vakaları, örneğin, marjinal davranış veya zekâ örneklerinden daha fazla sorunlu olmayacaktı ve tümruhçuluğun ve bilincin tüm kıvrımları ortadan kalkacaktı.

Tye, ikileminin bu kısmını araştırmak için çok az zaman harcar. Kendisi herhangi bir sınır bilinç vakasını gözümüzde canlandıramayacağımızı, elimizdeki en iyi açıklamanın bilincin keskinliği olduğunu öne sürer. Bana göre bu iddia zorlayıcı bile değil. Sınır bilinç vakalarını gözümüzde canlandırmak kolay değildir, doğru. Ancak, bilincin muğlak olduğu varsayımı sözkonusu olduğunda bile tartışmalı da olsa sınır bilinç vakalarını kanıtlamanın yolları var. Alternatif varsayımın yol açacağı tüm zorluklar göz önüne alındığında, bu kanıtlar dikkate alınmaya değerdir.

Thomas Nagel uzun zaman önce bilinç evrelerini gözümüzde canlandırmanın değişik yolları olduğunu ortaya koydu. Bu evreleri, deyim yerindeyse sempatik bir şekilde, içeriden ya da dışarıdan, algısal ya da simgesel olarak, düşleyebiliriz.[4]Tye, bu iç ve dış bakış açılarını ayırt etmekle oyalanmaz, ama biz onları sırayla ele alalım.

Nagel, bir bilinç evresini sempatik olarak düşlediğimizde, “kendimizi nesnenin kendisine benzeyen bilinçli bir duruma soktuğumuzu” söyler. Bir sınır bilinç vakasını sempatik bir şekilde düşlemeye çalışan birini düşünün. Eğer düşlemlerinin hedefi bir sınır bilinç olsaydı, o zaman büyük olasılıkla “şeyin kendisine benzeyen” düşünceleri de sadece sınırda bilinçli olurdu. Belki de bu, Tye’ın “sınır bilinç vakalarına dair net örnekler veremiyoruz” (15) iddiasına bir yanıt sunar. Bu tür sınır vakalar mevcut olsa bile, onları sempatik bir şekilde bilme girişimlerimiz en iyi olasılıkla sınırda başarılı olacaktır.[5]

Peki ya bir sınır bilinç vakasını dışarıdan tasarlamaya ne kalkarsak? Bu çabanın neden bir zorluk çıkarması gerektiği hemen belli değildir. Diyelim ki, hazır bir temsil evresini bir sınır bilinç vakası bir hakkında düşünüyorum ya da bu vakayı gözümde canlandırıyorum. Bu çaba, neden bir sınır bilinç vakasını tasarlamak anlamına gelmez ki? Tye, bilinç kavramımızın keskin olduğunu, bu nedenle bilincin sadece bir hazır temsil sorunu olmadığını belirterek buna karşı çıkacaktır. Ama bu da nereden çıktı? Hayat kavramını düşünün. On dokuzuncu yüzyılda pek çok kişi, yaşamın hayati bir güçten kaynaklandığını ve bir varlığın bu hayati güce ya sahip olduğunu ya da sahip olmadığını gerekçe göstererek, sınırda yaşam vakalarının (borderline cases of life) var olamayacağına inanırdı. Ancak şimdi bu tutumun arkasındaki metafiziği reddediyoruz ve virüsleri ve diğer varlıkları sınırda canlı olarak kabul etmekten hoşnutuz. Belki de bilincin keskin olduğuna dair inancımız benzer şekilde tartışmalı bir ikici (dualist) metafiziğe dayanıyor olabilir.

Tye, hayatla kurulan bu benzetmeyi doğrudan değerlendirmeye alsa da reddeder. Bilinç kavramımızdaki benzer bir evrimin, “(hiçbir zaman hayati bir güç olmadığı düşüncesinin tersine) ilk bakışta saçma görünen bilincin, diğer bir deyişle deneyimlerin ya da duyguların hiçbir zaman var olmadığı” anlamına geleceğini iddia eder. Ancak bu iddia, ispatlanması gereken bir sonucun kabulü gibi görünmektedir. Elimizdeki öneri, bilincin var olmadığının ortaya çıkabileceği değil, daha ziyade mevcut düşünce biçimimizin bilinci fiziksel olmayan şeylerle gereksizce yanlış ilişkilendirdiğidir. Bu da bilinçliliğin keskin biçimde ayırt edilmesi gerektiğine dair yanlış kanımızın kaynağıdır. Tye, bu olasılığı dışarda bırakmak için hiçbir şey yapmaz.

Açıkça, bilincin kendisinin muğlak olduğu düşüncesi hakkında söylenecek daha çok şey var. Tye’ınn bu seçeneği uzun uzadıya incelememesi üzücü. Kendi yaklaşımını bilincin keskinliği düşüncesine bu kadar çabuk katınca, parasını yanlış ata yatırdığı ve kendini gereksiz bir felsefi karmaşaya soktuğu söylenebilir.

Kaynakça

  • Hall, G. 2022 “Is Consciousness Vague?” Australasian Journal of Philosophy. https://doi.org/10.1080/00048402.2022.2036207
  • Nagel, T. 1974 “What is it Like to be a Bat?” Philosophical Review 83: 435–50
  • Papineau, D. 2014 “Sensory Experience and Representational Properties” Proceedings of the Aristotelian Society 114: 1–33.
  • Papineau, D. 2016 “Against Representationalism (about Conscious Sensory Experience)” International Journal of Philosophical Studies 24: 324–47
  • Papineau, D. 2021 The Metaphysics of Sensory Experience Oxford: Oxford University Press.

[1] (Ç.N.) Sözkonusu kuram için bakınız; Bernard J. Baars (2005),” Global workspace theory of consciousness: toward a cognitive neuroscience of human experience”, Progress in Brain Research, Cilt1 50 (s. 45-53), ISBN 9780444518514

https://doi.org/10.1016/S0079-6123(05)50004-9

[2] (Ç.N.) Sözkonusu açıklama için bakınız; Giulio Tononi, Gerald M. Edelman (2001), A Universe Of Consciousness How Matter Becomes Imagination, Penguin Books.

[3] Tye Russel’cı tekçilerin böyle bir ayrımı benimsediklerini anlar (s. 21)

[4] Nagel (1974) dipnot 11, s. 445-6.

[5] Bilincin kendi muğlaklığının, sınır durum vakalarının kesin bilgisini engelleyecek şekilde ters filtreleyeceğine öne süren ayrıntılı bir araştırma için Geoffrey Hall’a (2022) bakınız.

1 Comment

  1. Felsefeyi halk diline çevirebilecek bi baba yiğit çıksa keşke.

    Bilincin amacı organizmanın çevresini daha iyi algılayarak hayatta kalma ihtimalini artırmak olduğu varsayılırsa cansız nesnelerin bilincinin olduğu varsayımı biraz anlamsız geliyor zira hayatta kalma gibi bir güdüleri yok.

    Virüs vb. mikrokozmostaki canlıların bilinçleri kendi mikrokozmoslarında hayatta kalmak için yeterlidir ama makrokozmosta doğrudan bilinçli etki yaratma yetisinden yoksundur.

    Dolayısıyla insan bilincine kıyaslanan bilinçlerinin aynı skalada kabul edilebilmesi için makrokozmosta bilinçli etkinliğe (agency) sahip olması gerekir.

    Bizim makrokozmos olarak gördüğümüz evren ise başka varlıklar açısından ha keza mikrokozmos olabilir ve onların bilinç düzeyi bizim bilinç/algı düzeyimizin çok üstünde olabilir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Willard Van Orman Quine (Stanford Felsefe Ansiklopedisi)

Önceki Makale

“Bir Adalet Teorisi”nin Mirası – David D. Corey