/

Duyu Verileri – Michael Huemer

2384 görüntülenme
20 dk okuma süresi
Fatih Buharalı

Fatih Buharalı

Bilkent Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans eğitimine devam ediyor. Marksizm, psikanaliz, yapısalcılık ve yapısöküm gibi konular üzerine okuma yapmayı seviyor.

Kaynak: https://fakenous.substack.com/p/sense-data

Bu yazıda duyu verilerine neden inanmadığımı açıklayacağım. Duyu verilerini daha önce Kuşkuculuk ve Algının Örtüsü’nde (Skepticism & Veil of Perception) ve Stanford Felsefe Ansiklopedisi’ndeki ‘Duyu Verileri’ girdimde tartışmıştım. (https://plato.sydney.edu.au/archives/spr2005/entries/sense-data/

(Ben bu girdiyi yazdıktan sonra, girdiyi düzenlememi ve güncellememi isteyip durdular. Bu girdiyi yazarak ömür boyu sürecek bir yazma projesini üstlenmemin beklendiğini anlamamıştım. Böylesi bir projeyi istememiştim. Belli bir noktada, onlara artık yazıyı bir daha güncellemeyeceğimi söyledim. Ardından, birkaç sene sonra bir başkasına tamamen yeni bir girdi yazdırdılar. (https://plato.stanford.edu/entries/sense-data/). Yeni girdi çok daha tarihseldir ve daha az tartışma niteliğindedir.)

1. Duyu Verileri Nedir?

Duyu verilerini birkaç farklı şekilde anlayabilirsiniz, zira terimi ortaya atanlar terimin anlamını çok da tutarlı bir şekilde açıklamadılar. Fakat benim anladığım kadarıyla, ‘duyu verilerinin’ 3 temel karakteristiği var:

  1. Duyu verileri algınızın doğrudan farkında olduğu şeylerdir;
  2. Zihne bağlıdırlar;
  3. Tam olarak sahip olur gibi göründükleri karakteristiklere sahiptirler. 

Örnek: Bir domatese baktığınızı düşünün. Duyu verileri teorisyeni tam olarak algıladığınızı düşündüğünüz renkte ve şekilde, kırmızı ve yuvarlak bir şey olduğunu, bunun zihninize bağlı olduğunu ve doğrudan farkında olduğunuz şeyin de bu olduğunu söyleyecektir.

Benim reddettiğim de tam olarak budur. Bence farkında olduğunuz kırmızı, yuvarlak bir şey vardır fakat bu domatesin kendisidir, zihninizdeki bir görsel (ya da her neyse) değildir. Ortada bir zihinsel durum (duyusal bir deneyim, bir domatesi algılıyor gibi görünme durumu) olduğunu da düşünüyorum, fakat bu farkındalığınızın objesi değildir, kırmızı ve yuvarlak da değildir.

2. Duyu Verileri Lehine Argümanlar

Duyu verilerinin varlığını neden varsaymalı? İnsanlar geleneksel olarak şu türden fenomenleri neden sayar:

Perspektifsel Varyasyon

Hume bir masadan uzaklaştıkça, baktığınız masanın daha küçük göründüğünü söyler. Fakat masanın kendisi küçülmez. Bu nedenle, gerçekte gördüğünüz şey zihinsel bir imge olmalıdır, masanın kendisi değil.

Karşı argüman: Öncelikle, hayır, masa daha küçük görünmez. Daha uzakta görünür.

İkincil olarak, Thomas Reid’in de belirttiği gibi bu argüman geçersizdir. “Daha küçük görünüyor” ve “aslında daha küçük değildir” söylemleri kesinlikle birbiriyle uyumludur. Yani gerçek masayı gördüğünüzü ve bunun daha küçük göründüğünü ama gerçekte küçülmediğini söylemekte hiçbir problem yoktur. Alternatif, gerçekten de küçülen ‘zihinsel’ bir masanın varlığını varsaymak için bir nedenimiz yoktur.

İllüzyon

Suda yarı batık bir halde olan bir sopaya baktığınızı varsayın. Bükülmüş vaziyette bir şey görürsünüz fakat gerçek sopa gayet de düzdür. Bu nedenle, gördüğünüz şey zihinsel bir imge olmalıdır, sopanın kendisi değil.

Karşı argüman: Hayır, bükülmüş görünen, fakat gerçekte düz olan fiziksel bir sopaya bakıyorsunuz. Bunda tutarsız olan hiçbir şey yoktur ve gerçekten de bükülmüş olan bir şeyin varlığını varsaymak için bir neden yoktur.

Halüsinasyon

Halüsine olduğunuzu ve pembe bir fil gördüğünüzü varsayın. Pembe, fil şeklindeki bir şeyi doğrudan algılıyorsunuzdur. Fakat fiziksel dünyada böyle bir şey bulunmaz. O halde algıladığınız şey zihinsel bir obje olmalıdır.

Karşı Argüman: Algıladığınız veya farkındalığında olduğunuz pembe veya fil şeklinde bir şey yoktur. Sadece, pembe ve fil şeklinde bir şey algılıyor gibi görünme yanılgısı vardır.

Analoji 1: Yanlış bir inanca sahip olduğunuzu varsayın. Bu inanca sahip olarak bildiğiniz şey nedir? Cevap: Hiçbir şey. Yanlış inanç bilgi değildir. Bu sözde bilgidir, size asılsızca bilgiymiş gibi görünebilecek bir zihin durumudur. Benzer şekilde, halüsinasyon görmek bir şeyin farkındalığında olmak veya algılamak değildir; size asılsızca bir şeyin farkındalığında olduğunuzu veya algıladığınızı düşündürten zihinsel bir durumdur.

Analoji 2: Birisinin geçen hafta vuku bulan bir cinayet hakkında bir haber yazdığını varsayın. Fakat haber asparagas olsun, haberin aktardığı biçimde bir cinayet dünyada gerçekleşmemiş olsun. Birisinin bu haberin fiziksel dünyada gerçekleşmediğine göre alternatif, zihinsel bir alemde yer alan ‘zihinsel bir cinayetin’ tutarlı bir tasviri olması gerektiği sonucuna ulaştığını varsayın. Bu çok saçmadır değil mi? Bu, duyu verileri teorisyeninin yaptığı şeye benzerdir. O türden bir cinayet vuku bulmamıştır; sadece vuku bulduğunu söyleyen yanlış bir haber vardır. Benzer şekilde, halüsinasyon senaryosunda da görünürde bu tür bir fil yoktur, sadece asılsız olarak var olduğunu söyleyen bir deneyim vardır.

3. Duyu Verileri Aleyhinde Argümanlar

Duyu verilerine karşı beğendiğim iki temel argüman var.

Duyu Verileri Nedir?

Duyu verileri varlarsa eğer, tam olarak nerede bulunurlar? Buna tatmin edici bir cevabın bulunmadığını düşünüyorum.

Duyu verilerinin onlara neden olan fiziksel objeyle aynı yerde bulunduğunu söylemeyi deneyebilirsiniz. Fakat bu gariptir: Neden bu fiziksel objenin önüne geçmezler? Eğer gece vakti gökyüzüne bakarsanız 1000 ışık yılı uzaklıkta bir yıldız görürseniz, deneyiminiz 1000 ışık yılı ötede, o yıldızın yüzeyinde duyu verisinin oluşmasına mı yol açar? Bu ışık hızını geçen (süperlüminal) bir tesir gerektirmesi sebebiyle özel görelilik yasasını ihlal ederdi.

Duyu verilerinin görünür gibi oldukları (tıpkı sahip olur gibi göründükleri diğer karakteristiklere sahip oldukları gibi) yerde olduğunu söyleyebilirsiniz. Belki de 1000 ışık yılı uzakta olan o yıldız gerçekten 1000 ışık yılı uzakta gibi görünmüyordur; belki de birkaç yüz metre uzakta görünüyordur, böylece süperlüminal etki probleminden kaçınmış oluruz. Fakat o zaman da herhangi bir belirli lokasyonda değilmiş gibi duran duyu verileri problemiyle karşılaşırsınız. Örneğin halüsine olduğunuzu ve alternatif bir dünyada kendinizi bulduğunuzu varsayın —gerçek bir yer olmayan Orta Dünya’da olduğunuzu varsayın. Duyu verileri Orta Dünya’da bulunamaz, zira burası gerçek bir yer değildir. 

Duyu verilerinin kafanızda veya beyninizde bulunduğunu söyleyebilirsiniz. Fakat bir domates gördüğünüz zaman kafanızda ufak domates şeklinde bir şeyin belirdiğini öne sürmek kulağa oldukça safça geliyor. Bu şeylerin neden beynimizdeki materyallerin yoluna çıkmadığını merak edebiliriz. Duyu verileri sahip olur gibi göründükleri karakteristiklere sahip olduklarından ötürü, bu eğer katı gibi hissettiren bir nesneye dokunduğunuz zaman, beyninizde katı bir nesnenin belirmesi gerekir demektir. Böyle bir şey beyninize zarar vermez miydi?

Duyu verilerinin fiziksel mekanla uzamsal bir bağlantısı olmayan bir ‘fenomenal mekanda’ bulunduğunu söyleyebilirsiniz. Eğer umrunuzdaysa, bu da izafiyeti ihlal eder (bir şey fiziksel mekanda boşluk kaplamadan fiziksel zamanda olamaz zira izafiyete göre zaman ve mekan birbirinden ayrı şeyler olarak var olamazlar). Bu aynı zamanda oldukça abartılı ve tuhaf bir varsayımdır. Sırf normal fiziksel objeleri görebilmemizi açıklamak için tamamen ayrı bir mekanın varlığını varsaymak zorunda mıyız? Fiziksel mekandaki nesnelerin alternatif bir mekandaki nesnelerle nasıl etkileşimde bulunduğunu açıklamak oldukça zor olurdu.

Son olarak, duyu verilerinin bir konumları olmadığını söyleyebilirsiniz. Fakat algımızda, boşlukta yer kaplayan şeyleri görme eğilimindeyizdir. Duyu verileri aynı zamanda boyutlar ve şekiller gibi farklı uzamsal özelliklere sahip gibidirler ve hiçbir şey mekanda yer kaplamadan uzamsal özelliklere sahip olamaz. Ve hiçbir şey herhangi bir belirli konumda olmadan mekanda bulunamaz.

Görünüşe göre duyu verilerinin nerede bulunduğuna dair iyi bir cevap bulunmuyor.

Belirlenemezlik Argümanı

Bu duyu verilerine karşı favori argümanımdır. Tekrarlıyorum, duyu verilerinin tam olarak sahip olur gibi göründükleri özelliklere sahip olmaları gereklidir. Bükülmüş gibi duran bir şey gördüğünüzde, duyu verileriniz de aynı yönde bükülmüştür.

Buradaki problem objelerin belirsiz görünümlere sahip olabilmeleridir. Bununla kastettiğim, bir objenin bir değer kümesine bir boyutta düşebileceği, fakat o kümede herhangi bir değer karşılığının olmayabileceğidir. Örneğin bir obje kırmızı gibi görünüp kırmızının herhangi spesifik bir tonunda olmayabilir. Aynı şekilde bir obje belli bir şekildeymiş gibi görünüp, herhangi bir spesifik, tam şekle sahip olmayabilir.

Örnek: Renklerin farklı tonlarına baktığınız zaman, ayırt edebileceğiniz ton sayısı sınırlıdır. Eğer bir objenin spektral yansımasında yeterince ufak bir değişiklik yapılırsa aradaki farkı hissetmezsiniz. Bu da iki rengin birbirinin aynısı mı olduğunu yoksa biraz farklı tonlarda mı olduklarını ayırt edemeyeceğiniz anlamına gelir. Aynı renk olup olmadığını söyleyemememizin açıklaması kusursuz bir rengi algılayamayacağımız olmasıdır. Bu aynı zamanda niçin birbirinden kesinlikle ayırt edilebilir olduğu halde çift halindeyken birbirinden ayırt edemeyeceğimiz renk tonlarının var olduğunu açıklamak için gereklidir.

Bir başka örnek: Uzaktan bir levhaya baktığınızı farz edin. Üstünde bir şeyler yazdığını görebilirsiniz, ama ne yazdığını okuyamazsınız. Levhadaki yazılar size tam olarak ne şekle sahipmiş gibi görünür? Bu sorunun cevabı yoktur; eğer tam olarak öyle bir şekil var olsaydı, onu (levhadaki şekiller dilinizdeki birtakım kelime dizilerine karşılık geldiği takdirde) okuyabilmeniz gerekirdi. Aynı şekilde, eğer görünen şekiller kendi dilinizdeki kelime dizilerine karşılık gelmiyorsa, o zaman (a) levhanın yabancı bir dilde yazıldığı ve (b) levhadaki harflerin siz ona yaklaştıkça şekil değiştirdiğinin deneyimine sahip olmanız gerekirdi.

Tabii ki bunların hiçbirisi gerçekleşmez. Levhayı okuyamazsınız. Okuyamadığınız gibi yabancı bir dilde de yazılmamıştır ve siz ona yaklaştıkça üzerindeki şekiller değişir gibi görünmez ya da halüsinasyon görmüyorsunuzdur. Bu durumu açıklamanın tek yolu, levhayı uzaktan gördüğünüzde harflerin şekillerinin belirsiz olduğudur. Yani deneyiminiz, karşınızdaki şekilleri olduğu gibi yansıtmakta başarısız olur.

Algısal görünüm hakkında iki kuram vardır. Bunlardan birisi olan yönelimsellik teorisine göre bir obje size algısal olarak F olarak gözüktüğünde, bu o objeyi F olarak temsil eden bir zihinsel duruma sahip olmanızdandır. Diğeriyse duyu verileri teorisidir: Bir obje size algısal olarak F olarak gözüktüğünde, bu F olan bir zihinsel objenin doğrudan farkındalığında olmanızdandır.

Bu kuramlardan ilki belirsiz görünümlere yer verir çünkü temsillerin belirlenemezliği gayet mümkündür. Birisinin kolaylıkla bir şeyin hangi renkte olduğunu bilmeden o şeyin bir renge sahip olduğuna inanabileceğini aklınıza getirin. Bir objenin F veya G olarak temsil edilmeksizin (F veya G) gibi olarak temsil edilmesi mükemmel bir şekilde mümkündür.

Fakat duyu verileri teorisi belirsiz görünümlere yer vermez. Bunun nedeni bir objenin gerçekte belirsiz özelliklere sahip olmasının imkansız olmasıdır. Hiçbir şey F veya G olmadan gerçekte (F veya G) olamaz. Bundan ötürü, duyu verileri teorisine göre bir obje F veya G olarak görünmeden (F veya G) olarak görünmesi imkansızdır.

Yani duyu verileri teorisi dünyanın algısal olarak nasıl göründüğünün yanlış bir açıklamasını sunar. 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Neden Rousseau Okumalıyız? -Matt Mcmanus

Önceki Makale

Eşcinsel İlişkide Yanlış Olan Şey Nedir? – Stephen Law