/

Zombi Argümanına Getirilen Eleştirilerin Değerlendirilmesi – Onur Göksel Yokuş

2440 görüntülenme
187 dk okuma süresi
Onur Göksel Yokuş

Onur Göksel Yokuş

Zihin felsefesi, etik ve siyaset felsefesi ağırlıklı bir çalışma alanına sahiptir.

 

 

ZOMBİ ARGÜMANINA GETİRİLEN ELEŞTİRİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

                                                                           ONUR GÖKSEL YOKUŞ

Argümanın Tanıtımı

Zombi argümanı zihin felsefesi içerisinde fizikalist geleneğe karşı geliştirilmiş anti-fizikselci argümanlar ailesinin en önemli üyelerinden birisidir. Argümanın temel olarak göstermek istediği şey bilinç dediğimiz, her gün içerisinde olduğumuz algılayış şeklinin fiziksel süreçlerden gelmediğini ve fiziksel süreçler ile açıklanamadığını göstermektir. Zombi argümanını ilk olarak aslında bir fizikalist olan Robert Kirk (1) 1974 senesinde ortaya atmış ve bilincin işlevi olup olmadığı sorusuna dikkatleri çekmiştir. O seneden itibaren Kirk’ün felsefe dünyasında bilinirliğine rağmen zombi argümanı tezi çok fazla dikkat çekmemiş, ancak bir başka filozof olan Moody’nin (2) Kirk’ün ortaya attığı zombi argümanına yönelik eleştiri getirmesi ve ardından da David Chalmers’ın Moody’ye yönelik cevap olarak alınabilecek zombi argümanının değiştirilmiş halini sunmasının ardından bu cephede tartışmalar iyice alevlenmiştir. Argümana eleştiriler temel olarak iki şekilde gerçekleşmiştir. İlk olarak belirli bir zihin teorisinin geçerliliğini gösterdikten sonra, o teorinin zorunluluklu olarak zombi argümanına karşı geliştirdiği tavır ile argümanın kendi yapısından çıkan hataları gösteren argümanlar.

Bu yazı her iki türde de literatürde yer alan eleştirileri verecektir. Peki ama zombi argümanı nedir? Zombi argümanı, isminden anlaşılacağı üzere belirli bir zombi tasavvuru üzerinden hareket eden bir argümandır. Argüman için tasarlanan zombi bizim filmlerden bildiğimiz şekilde bir Hollywood Zombisi (3) değildir, aksine, bir insan gibi, kanlı canlı, gündelik işlerde bir insan olmadığının emaresini hiçbir şekilde anlayamayacağımız türde bir zombidir. Argümanın orijinal halini tasarlayan veya günümüzdeki savunucularına göre argüman zombisi böyle tasavvur edilir ve bu tasavvurda hiçbir problem yoktur. Çünkü bilinç dediğimiz kavramı kendi başına düşündüğümüz taktirde sadece kendisinin getirdiği bir fonksiyonu, bağlı olduğu evrimsel yapıyı bulamayız. Gerçekten de bir insanı bilinçten tam olarak yoksun olmasına karşın aşk dolu sözcükler kullanması, duygusal bir insan gibi tavır ve hareketlerde bulunması veya yüksek düzey bilinç gerektirdiğini düşündüğümüz zeka işlemlerini yapması imkansız değildir. Kendi anılarımızdan yola çıkarak bile bunun imkanını düşünebiliriz. En basitinden tam olarak bilinçli olmayan şekilde araba ile bir A noktasından bir B noktasına seyahat etmek mümkündür ve çoğu insanın karşılaşabildiği bir durumdur. İki nokta arasındaki rotadayken algımızı yönelttiğimiz pek çok dikkat unsuru olmasına karşın (trafik ışıkları vb.) bilinçli dikkatimiz o unsurların kendisine yönelik olmamasına rağmen unsurların gerektirdiği davranışsal kalıplara uyabiliriz. Bu durum pek çok yere genellenebilir de, az önce verilen motor kontrolü daha çok içeren davranışlar dışında kompleks düzeyde zeka gerektiren davranışların bilinçsiz yapılabildiği pek çok olayda raporlanmış ve zaman zaman pek çok insanın kendisi tarafınca da deneyimlenmiştir. Uyur gezer birisinin planlı şekilde, hiçbir bilinçliliğe sahip olmamasına karşın, planlıymış gibi bir insanı öldürmesi durumuyla alakalı pek çok vaka rapor edilmiştir (4). Bu vakalar tepeden alta olacak şekilde bizim direkt  deneyimlerimize ve yaşadığımız/yaşayabileceğimiz olaylara bağlı incelemeye tabidir. Bir diğer yaklaşım şekli var ki, filozoflarca bu argümana destek bağlamında kullanılmaktadır. Bilincin direkt kendisinin fiziksele indirgenememesi yukarıdaki tepeden alta gerçekleşen yaklaşımın tersi güzergahta gerçekleşir. Alttan tepeye. Yani bilincin herhangi bir işlevi olup olmadığı bulunmaya çalışılır. Bilincin fiziksel yapı veya işlevlere direkt bağlanamaması neticesiyle bir insanın tıpa tıp aynı zombileri hayal etmek bu nedenle, filozoflarca, yapılması gereken şeydir. 

Bu tarz alttan tepeye gerçekleşen bir anlayış Robert Kirk’ün de vaktiyle çığır açıcı makalesinde kullandığı bakış açısıydı. Bugün ise bu bakış açısının çok daha nüanslı formu üzerinden tartışmalar yürütülmektedir. Tez içerisinde anlatılacak tartışmalar zombi argümanının iki boyutlu semantik formu üzerinden geliştirilmiş tartışmaları içermektedir. Bu durumun avantajı ise iki boyutlu semantik üzerinden reforme edilen zombi argümanının düşüncemizin sınırlarını mantık kurallarıyla birleştirerek çok daha net tartışmalar ve buna bağlı sonuçlarını üretmiş olmasıdır. Aynı zamanda kullanım şekli açısından ilk halinden çok daha geniş bir tartışma alanı yaratmıştır. 

O zaman ikinci soruya gelelim. Reforme edilmiş veya iki boyutlu semantiği dahil ettiğimiz zombi argümanı nedir? Bu sorunun cevabı ilk olarak iki boyutlu semantiğin anlaşılması ve daha sonra zombi argümanıyla nasıl birleştiğinin gösterilmesiyle mümkün olacaktır. Öncelikle iki boyutlu semantik model mantığın içerisinde bulunan bir mantık alanıdır (5). Model mantık olası olma, imkansız olma durumlarını olası dünyalarda inceleyen mantık alanıdır. İki boyutlu semantik ise model mantığa kimlik ilişkilerinin eklemlenmiş halidir. Ne demek istenildiğini biraz daha açalım. Bizim olası dünyamız içerisinde varlığının zorunlu olarak diğer olası dünyalarda da aynı olması gereken varlıklar vardır. Bu varlıklar sayılar, kavramlar ve varlığı a priori olarak ortadan kaldırılamayacak bir çok alternatifi içermektedir. Diğer dünyalarda olmasının zorunlu olmadığı ise iki türlü varlık şekli olabilir. İlkinde bizim evrenimizde su dediğimiz içilebilir sıvının H2O kimliğine sahip olmasının tamamen olumsal olması örneği verilebilir. H2O kimliği bir başka dünyada, mesela bir ikiz dünyada, XYZ kimliğine sahip olabilirdi. Ama yine aynı şekilde gölleri ve denizleri dolduran sıvı olarak ondan bahsediyor olurduk. Diğer olası olma durumu ise az önce örneği verilen suyun kimliğinin bir başka tanıma sahip olabilmesinden daha farklı olarak bizim evrenimizin olumsal koşullarınca zorunlu tanıma sahip olan varlıktır. Mesela karadelik dediğimiz fenomenler tam olarak böyle bir kategoriye girmiş olsun diyelim. Karadeliklerin ortaya çıkması bizim evrenimizde belirli koşullarda tanımlanıyor olabilir ama bir başka evrende karadeliklerin, mesela yıldız patlamasından değil de yıldız oluşması sonucu ortaya çıkması düşünülebilir mi diye sorarsak bu düşünülebilir olmayabilir. Çünkü biz karadelikleri belirli olumsal koşulların zorunlu sonucu olarak kabul ettiysek bir ikiz dünyada karadelik oluşumu tamamen farklı bir tanıma sahip olması sıkıntıya düşebilir. Bu son seçenek tartışmalıdır. Ama ilk iki seçenek üzerinden gidildiği taktirde zombi argümanı pekala yapılandırılabilir. İki boyutlu semantiğin kimlik ilişkileri üzerinden olasılık ve imkan ilişkilerine eklediği görünüm ile kimliğin bağlılığı, zorunlu ve zorunsuz olmak üzere bağların kurulabilir olduğu iddiasını meydana getirmiş olmasıdır. Az önce verilen su örneği ile bilinç örneği üzerinden karşılaştırma yaparak düşünelim. Suyun kimliğinden bahsederken daha önce de dediğimiz gibi bir ikiz dünyada suyu oluşturan maddelerin H2O yerine XYZ olarak tasarlanabileceğini söylemiştik. H2O kimliği ile suyun görünümü (suyun saydam, içilebilir, gölleri ve okyanusları doldurması gibi pek çok görünür özelliğe sahip olması) arasında zorunlu bir bağ yoktur. Bu nedenle olası bir dünyada bizimkiyle aynı  görünüşe ve görevlere sahip olmasına karşın bir başka kimliğe sahip suyumsu şey (wattery stuff) hayal edilebilir. Ne var ki eğer suyun görünümü ile kimliği arasında ayrılmaz bir bağ bulursak bizim hayal edebileceğimizi söylediğimiz XYZ kimliği artık ortadan kalkmış olur. Prima facie kavranabilir olmuş olsa da nihayetinde XYZ kimlikli bir su düşüncesi kavranabilir değildir. Tabii bu yine su görünümünde olabilen ama farklı kimliğe sahip olan suyumsu şeylerin varlığını ortadan kaldırmaz. Sadece onlar ile bizim H2O olduğunu keşfettiğimiz su aynı şey değildir. Onlar su değildir. Burada görünüm ile kimlik arasında prima facie kavranabilirlik olduğu tespitini yaptık. Ne var ki bu tespit daha sonra eklemlenen bilgiler ile kavranabilir olmaktan çıkabilmektedir. Şimdi bilinç örneğine gelelim ve çarpıcı bir soru soralım: Bilinç olası evrenlerin herhangi birinde bir başka tanıma sahip olabilir mi? Cevap hayır gibi gözükmektedir. Bunun sebebi, yukarıda tanımı ile görünüşü arasında ilk bakışta bağ bulunamayan suyun ikincil düzeyde kavranabilir olduğunu görmemize karşın bilincin görünüşü zorunlu olarak hep aynıdır. Daha doğrusu bilinç hangi dünyaya gidersek gidelim hep aynı şeydir. Bir şeyin bilincinde olmak, farklı canlılar tarafından olsa bile, derece farklarıyla değişerek hep aynı şey olacaktır. Suyun kimliğinin keşfedilmeden önce H2O olmayabileceğini düşünebilirken bilincin bilinçli şey olmadığını düşünmemiz çelişkilidir. Bilincin tanımı bir anlamda kendisinde bulunmaktadır. Bir anlamda ifadesini kullanıyorum, çünkü bilinçlilik durumlarımızın tanımını yaparken direkt bilinçli durumun kendisi, tanımı teşkil ederken bilincin kendi saf halinden bahsetmek bir başka tartışmadır. Mesela mor renkli bir kalem gördük diyelim. Bu mor renkli kalemin kendi bilinçli algımızda tanımlanışı nasıldır? Morluk niteliğine sahip şey diye tanımlarız.  Veya çok daha derinden hissettiğimiz bir fenomenal durum olarak acıdan bahsederken, acımsı şey nedir diye sorduğumuzda da acının kendisi nedir diye sorduğumuzda da aynı döngüsel ama anlamlı tanıma ulaşırız. Acı çekme durumu acımsı fenomenal ifadeye sahip olmak veya acı niteliğinin kendisidir. Dış dünyadakinden farklı olarak, döngüsel bir tanımlaması olmasına karşın bilinçli ifadeler bize açıklayıcı görünürler. 

İki boyutlu semantiğin eklemlendiği model mantık da zombi argümanına böyle uyarlanabilmektedir. İlk başta kavranabilir olan şey ikincil düzey bir sorgulama veya araştırmada artık belirli sebepler nedeniyle kavranabilir değilken bilinç durumunun kendisi zaten kendi içerisinde kendi tanımına sahip olduğu için tanımsal bağında değişiklik olmayacaktır argümanın savunucularına göre. Dolayısıyla su örneğinde olduğu gibi suyu ilk bakışta ve sonraki değerlendirmemizde farklılık olabiliyorken bilinç için bu mümkün değildir. Bilinç ilk bakışta fiziksel değil ise ikinci bakışta da fiziksel olmayacaktır. Fizikalizmin sorunu da tam olarak buradadır. Fizikalizmin doğru olabilmesi adına mikro fiziksel yapıdan makro fiziksel yapıya geçişte bilincin açıklamasına a priori ulaşmamız gerekirdi. Ama zombi argümanı bu olasılığı, daha hiçbir bilimsel araştırma olmadan, ortadan kaldırmış gözükmektedir.

O zaman argümanın orijinal hali ve ikincil halini sırayla aktaralım:

P1- Düşünülebilir olan şey olasıdır.

P2- Bilincin fiziksel olmadığı düşünülebilirdir.

P3- Bilincin fiziksel olmadığı kavranabilir/düşünülebilir ise bilincin fiziksel olmadığı olasıdır.

C- O halde, bilinç fiziksel değildir.

Şimdi ikinci formuna geçelim:

P1- Düşünülebilir olan şey birincil derece/prima facie olasıdır.

P2- Bilincin fiziksel olmadığı düşünülebilirdir.

P3- Bilincin birincil ve ikincil kavranabilirliği aynıdır.

P4- Bilincin fiziksel olmadığı ikincil dereceden de kavranabilir ise bilincin fiziksel olmadığı ikincil derece olasıdır.

C-  O halde, bilinç fiziksel değildir.

Argümanın ikinci formu iki boyutlu semantiğin eklemlendiği ve bilincin görünüşü ile kimliğinin ayrılamaz olduğunun gösterildiği halidir. Daha doğrusu Chalmers tarafınca bu iddia edilmiştir. Şimdi, daha önce de denildiği gibi, argümanın kendisine iki ayrı kategoriden eleştiri getirilebileceği söylenmiştir. Ama içerik olarak da argümana gelen eleştirilerin belirli kaynakları vardır ki bunlardan da bahsedilmesi genel hatların aktarılması açısından önem arz etmektedir. İçerik olarak bilinçsel deneyimin içeriğinin kendisinin kaynağı üzerinden bir tartışma dönmektedir ki bu alternatife iki eleştiride yer verilecektir. Bu alternatifte kualia dediğimiz deneyimin yapı taşı olarak tanımlanabilecek, Türkçe’ye nitelik algısı olarak çevrilen kavramın aslında evrende hali hazırda bulunuyor olması ve niteliksel özelliklerin ya büyük ölçekte ya da küçük ölçekte evrene içkin olduğu iddia edilir. Bir diğer yakın yaklaşım niteliksel olma durumunu aslında evrende pek çok şeyde gözlemlediğimizi ve nitelik algısı olarak bahsi geçen şeylerin maddenin kendisine içkin olduğunu söyler. 

Diğer alternatiflerin kaynağı değişebilmektedir. Sağ duyuya yakınlık açısından ilk iki seçenek daha olası durmakla birlikte yan argümanlar işin içine karıştığında bu tartışmalıdır. Kaynağını aslında nitelik algısı durumlarının (kualia ile nitelik algısı birbirlerinin yerine geçebilecek şekilde kullanılmaktadır.) fiziksele indirilebileceğini  iddia eden görüşlerden alan eleştiriler de vardır. Bu eleştiriler üç türlü olabilir: 1- Bütün bilinçli durumların önermesel olarak aktarılabileceğini ve yine tüm bilinçli durumların bu sayede fiziksele indirgenebileceğini ifade eden eleştiriler. 2- Bütün bilinçli durumların a priori olmasa da a posteriori olarak fiziksele indirgenebileceğini söyleyen eleştiriler. 3- Bütün bilinçli durumların bilimsel gelişme yoluyla, gelecekte tamamiyle fiziksel ifadelere indirgenebileceğini söyleyen eleştiriler.

Birinci ile üçüncü arasında, ilk türden eleştirinin herhangi bir bilimsel gelişmeye gerek duymadan, salt içgözlemsel uslamlamalar ile bilinçli durumları fiziksele indirgeyebileceği iddiasıdır. Bu türden eleştiri yönelten kişiler kendilerini analitik fonksiyonalist olarak tanımlarlar. Üçüncü şıkkı seçen kişilerin farkı ise birkaç noktada belli olmak ile birlikte bu eleştiriyi farklı şekillerde dile getirebilirler. İlk olarak eleyici materyalistler (6) bilinçle ilgili genel kanının kendisinde sorun olduğunu dile getirmektedirler. Onlara göre bilinçle ilgili inanışın kendisi sorunludur, bilince gelmemiz gerekli bile değildir. Diğer yandan işin kavramsal boyutu ele alındığında Chalmers’ın Tip C materyalist (7) olarak tanımladığı grup, kavram gruplarının yeni ortaya çıkan bilimsel bulgularla şekillenebileceğini söylerler. Aslında pek çok eleyici materyalist bu iddiaya entegre olarak bilinçle ilgili inanışın sorunlu olduğunu savunmaya devam edebilir. Yine de vurgu farkı vardır ve bir Tip C materyalistinin zorunlu olarak bilinç ile ilgili inanışta veya kanıda sorun olduğunu söylemesi gerekmez. Bilinç ile ilgili genel inanış sorunsuz olmasına karşın yeni bilimsel keşifler kavramlara bakışımızı değiştirerek bize şuan ki bilinç algımız ile fizikseli kaynaştırmayı sağlayacak bir şablon sunabilir.İkinci alternatif ise çok temel bir yere parmak basmaktadır. Bilincin a priori olarak fiziksele indirgenmesi, belirli savunularla gereksiz gösterilmeye çalışılmış ve önemli ölçüde yol kat edilmiştir.

Diğer eleştirilerin içerikleri daha pek çok şeye dayandırılabilir. Bu eleştiriler olabildiğince etraflı ele alınmaya çalışılacak ve zombi argümanına ne kadar sağlam bir pozisyonda oldukları değerlendirilecektir.

Zombi Argümanı Eleştirileri

1- Biyolojik Natüralizmden İtiraz

Bu itirazın meşhur iki temsilcisi vardır. Onlardan birisi Jaegwon Kim, diğeri de John Searle’dür. Biyolojik natüralizm itirazına göre kendi başına fizikalizme indirgenmeye çalışılan bilinç fenomeni kendi içerisinde ciddi sıkıntılar barındırmakta ve bu görüşleri, özellikle Searle tarafından ciddi bir çabayla gösterilmeye çalışılmaktadır (8). Burada Searle ve Kim’e göre bilinçsel özelliklerin fiziksel durumlara indirgenmeye çalışılması (daha doğru bir tabirle, tıpkı bir patika izler gibi bilinçli olma durumundan nöral durumlara inildiği bir açıklama aynı şekilde nöral durumlardan atomlara kadar devam edecektir.) saçma olmak ile birlikte bilinç durumları ciddi nöral korelasyonlara sahip gözükmektedir (9). Searle ve Kim de bunu onaylamaktadırlar. Burada nöral korelasyonlardan bahsederken oldukça spesifik örnekler verilebilir, mesela major depresyonda  olan kişilerin beyinlerindeki anti ödül sistemine (bu sistem yapmamamız gereken davranışları (ucunda ödül olmayan davranışları) bize hatırlatan sistemdir) ketamin enjekte edildiği zaman bütün hastalarda major depresyonun  emareleri birkaç saatliğine de olsa ortadan kalkmaktadır (10) veya insanların çok büyük bir kısmında, beyinlerindeki yüz tanıma bölgesi aynı yerde bulunmaktadır.

Bu tarz tonla örnekten kaynaklanarak Searle ve Kim hem bilinci fiziksele indirgemeyecek hem de fiziksel ile dolaylı bağı olacak bir bilinç görüşü tasarlamaktadırlar. Onlara göre bilincin ortaya çıkabileceği durum, karbon temelli biyolojik hayattır. Bu görüşte olmalarının belirli sebepleri vardır. Öncelikle her iki filozofun da bir emergentist, yani ortaya çıkmacı görüşü savunduklarını belirtelim. Bu görüşe göre bilincin fiziksel ile bağı olsa bile fiziksel yapılar öylesine karışık bir birliktelik oluşturmuşlardır ki artık kendi içinde yeni yasaları olan ayrı bir duruma geçmişlerdir. İki filozofun da savunduğu görüş esasında bu emergentist görüştür. Diğer emergentistlerden farklı olarak ise bilinçli durumu biyolojik yapımıza entegre etmeye çalışmaktadırlar. Diğer pek çokları için böyle bir gereklilik yok iken Searle ve Kim belirli bilimsel sebeplerden argümanlar üreterek emergentist teorinin kendi biyolojik görüşlerinde ortaya çıkacağını ifade etmektedirler. Bu tartışmalar oldukça uzun ve burada öneminden kaynaklı girmek istemediğim tartışmalardır. Bu tartışmaları geçerek, biyolojik natüralist görüşün zombi argümanına nasıl bir bakış geliştirdiğini iki boyutlu semantiğin eklemlendiği zombi argümanı üzerinden anlamaya çalışalım.

Biyolojik natüralist görüşe göre bilinç hem biyolojik yapımıza indirgenebilir hem de bilincin indirgenmesini, nedensel zincir içerisinde gözlemleyemeyiz. Bunun sebebi hem nöral korelasyonlardan kaynaklı (doğa bilinçcilik ile dualizm türlerini belirli sebeplerden reddetmektedirler.)  bilincin fiziksel ile ilişkisi olduğu argümanlarından, hem de fiziksele indirgemeye çalışan argümanların başarısızlıklarından ve fizikselci bilinç düşüncesinin kendisine gelen eleştirilerinden kaynaklanır. Onlar için bilincin nedensel zincirinin gözlemlenmesine gerek yoktur. Nedensel gözlem ile ontolojik indirgenebilmenin kendisi, bilincin ontolojisinin epistemolojisine zorunlu bağlı olmasını gerektirir ki bunun a priori doğru olduğu daha gösterilememiştir (11). Bu kabullerden hareketle iki filozof, birincil kavranabilir olma ve ikincil kavranabilir olma durumlarının bilinç durumlarında ortaya çıkamayacağını söyleyeceklerdir. Çünkü, bilinçli bir durumun tanımı her ne kadar yine döngüsel kalsa da, zaten bilinçli olma durumunun iki ayrı tanımı olması gerektiği teorilerince gösterilmiştir. Bir yanda biyolojik yapıları oluşturan fiziksel ilk tanım, diğer yanda ise karmaşık biyolojik yapıdan oluşan kendi kurallarına sahip bilinçli tanım. Dolayısıyla Searle ve Kim bilincin döngüsel tanıma sahip olmasında veya görünüşü ile kimliğinin aynı şey olmasında sıkıntı görmemektedirler. Onlar açısından iki tanımın uyuşturulması önemlidir, uyuşturma işlemi de pek çok karmaşık sistemin kendi iç kurallarını oluşturduğu durumlardan örnekle verilebilir. 

Burada sosyolojiden argüman üretilebilir. Ufak toplulukların hareketleri, normalde insan doğasını teşkil eden biyolojik yapılarınca kolayca ölçülebiliyorken büyük toplumları oluşturan insan yapıları kendi içlerinde yeni sosyolojik kurallar ve fenomenler yaratmaktadır (Hayek 12). Ne var ki bu örneklere çeşitli itirazlar geliştirilebilmektedir. Mesela big data sayesinde toplulukların içindeki insanların ve toplulukların dinamiklerini ayrı ayrı ölçebilen yapay zeka programları oldukça başarılı gözükmektedirler. Bu ölçümlerin başarılılığı aslında bizim kompleks görüp kendi yasalarını ve fenomenlerini oluşturduğunu düşündüğümüz durumların ve yapıların sadece bizim açımızdan öyleymiş gibi yorumlanması olabilir. Searle ise başarının sadece ölçüm üzerinde sağlanmış olduğuna vurgu yapar. Big data sayesinde yorum yapan yapay zeka nedensellik zincirinde bir ileri bir geri hareket edebilmektedir. Hareket imkanının olması ise ayrı bir fenomenin olmadığı anlamına gelmemektedir. Bir yapay zeka her ne kadar toplum içindeki insanların hareketlerini ve toplumun dinamiklerini başarılı şekilde ölçebilse bile bu kompleks kuralların olmadığı anlamına gelmemektedir. Nasıl ki psikolojik fenomenlerimizin kendileri direkt fiziksele indirgenemiyor olsa da onlar arasında açıklamasal bir bağa sahibizdir. Üzgün olmamız bizi aynı zamanda belirli koşullarda sinirli bir insan yapabilir. Yine aynı şekilde mutluyken insanlarla çok daha fazla paylaşımda bulunma eğiliminde olabiliriz. Mesela bir bebeğinin olduğunu barda, içki içerken öğrenen bir baba bu mutluluğunu insanlara da saçma eğiliminde olabilir. Barda bulunan herkese içki ısmarlama eyleminde bulunabilir. Bu durumlar bizim açımızdan da çok hesaplanabilir gözükmektedirler. Ama hesaplanabilir olmaları kendi başın onları kompleks kurallara sahip olmaktan çıkarmaz.

Buradaki sıkıntı ise ayrı yasalara sahip yapıların arasında nedensellik zincirinin bilinç fenomeninde niye kurulamıyor olduğudur. Sosyolojik bir kurallar bütünü düşündüğümüzde, bu kuralların nedensel incelenmesinin bağlı oldukları evrimsel temelden ayrı olduğunu ve incelenemez olduğunu düşünmemiz zorunlu değildir. Ayrı kurallar bütününe sahip olunup yine, yukarıda değinildiği gibi, nedensellik ilişkileri arasında geçiş yapılabilir. Burada bilinç fenomenlerinin kendisine has durumunun niye diğer durumlardan ayrık olduğu açıklanmalıdır. Bunun için, bilincin emergent bir özellik olduğu gösterildikten sonra niye nedensellik zincirinin takip edilemediği bir durum olduğunu açıklamaya çalışan ek bir argüman gerekmektedir. Searle ve Kim, bu argümanı başarıyla sağlayamıyor gibi gözükmektedir. Bilincin ortaya çıkma bir özellik olduğuna yönelik argümanları da ortaya çıkma olduğunu savundukları bilinç durumunun niye nedensel geçişliliği sağlayamadığını vermemektedir.

Biyolojik natüralizm açısından bir sıkıntı daha vardır ki, fizikalizmden kaçıp emergentizme yönelmelerinin sebebi olan bulguların kendisinden gelmektedir. 

Nöral korelasonlar, yukarıda da denildiği gibi Searle ve Kim için emergentizme yönelmede önemli bir faktör olmuştu. Nöral korelasyonların ise tam olarak hangi koşullarda belirli bilinç durumlarına eş çıktıklarını es geçmiş gibi gözükmektedirler. Şöyle ki bu beynin hangi bölgesi için olursa olsun, belirli bilinç durumlarının belirli nöral bağlantılarla eş çıkması, o nöral bağlantıların belirli bir yapıya ve fonksiyona bağlı olmasıyla alakalı gözükmektedir (13). Dolayısıyla iki türlü düşünce deneyi bu görüş için tasarlanabilir.

İlk olarak belirli nöral yapıya ve işleve sahip durumdayken bir bilinç durumunda olduğumuzu düşünelim. Bu nöronları, işlevi ve nöron grubunun yapısını değiştirmeden, biyolojik temelli olmayan silikon çipler ile ikame edelim, yani biyolojik temelli nöronların yerine yavaşça yapay çipler koymaya başlayalım. Bu çiplerin boyutu da sahip olduğumuz nöronlar ile aynı ebatta olsun. Bu durumda biyolojik natüralizm savunucusu aynı bilincin temelini biyolojik olanda görmesine karşın, dikkatin dağılmadığı, ama bilincin aynı kaldığı senaryoyu kabul etmek zorunda kalacaktır. Sarı renginin bilincinde olan kişi dikkatini zorunlu olarak ona verir. Bu örnek üzerinden gidelim. Eğer dikkat dediğimiz durumun kendisi bilinçli olmanın zorunlu etmenlerinden birisi ise (kendi bilincimi algıladığımın dikkatine sahip olmamam tezat bir durumdur.) ve nöral olarak dikkati değiştirmek adına hiçbir şeyi değiştirmiyorsak bulgulardan çok ayrı bir sonuca gitmiş oluruz. Sarı renginin kendisinin bilinçli algılanması, analitik olarak sarı rengine olan dikkati gerektirecektir. Cümlesel olarak bile bilincinde olma durumunu, ‘-ın’ bilincinde olmak şeklinde kullanmak zorundayızdır, dolayısıyla bilinçli olma ifadesinin kendisinin hem zorunlu olarak bir şeye yönelik olma hem de bilincine eriştiği durumun veya nesnenin kopmaz bağına sahip olması gerekmektedir. Bu durumda nöral bağları fonksiyon ve yapı olarak değişmeyen ama yapı taşı olarak değişen kişi dikkati aynı kalmasına rağmen aynı şeyin bilincinde kalmaya devam edecektir ki bu oldukça tezattır. Dikkatin güle kaydığı ama sarının bilincinde olduğu bir durumu düşünün. Burada odak noktasından başka olarak bilincinde olunan nesneyi diğerlerinden soyutlayarak algılama durumu söz konusudur. Böyle bir durum kavramsal olarak çelişkili olduğuna göre biyolojik natüralizm tasavvuru aslında destek aldığı en önemli bulgudan en büyük darbeyi yemiş gözükmektedir.

Hoş, Searle’ün bu itiraza kıvrak zekası ile vereceği cevap dikkatin bilinçsiz formunun incelenip incelenmediği üzerine odaklanacaktır. Ama kaçırdığı nokta, deneyler tasarlanırken dikkatin bilinçsiz formundan öte, bilinçli olunan herhangi bir durumun (bilincinin bilincinde olunan, yani hiç değilse kendilik bilincinin minimal gerekliliğini karşılayan bilinç durumunda olan) zaten analitik olarak dikkatini birlikte getirdiği kabulüdür. Searle dikkatin bilinçsiz formundan saldırmayı düşünmekteydi. Ama burada ikisi ayrılmaz olarak birlikte gelmektedirler. Bilincin değişme koşulu olarak yapı ve işlev ikilisine baktığımız zaman aynı şekilde dikkatin de nöral korelasyonunu görmüş oluruz. Burada Searle bu kez de dikkatin ve bilincin teorik olarak ayrı yerlerde gerçekleşebileceği itirazı ile gelecektir. Ama teorik olarak ayrılmasının bir önemi pratik açıdan yoktur, teorik olarak önemli olsa bile, pratikte, nöral ağlarda yapılan işlevsel bir değişiklik zaten dikkat yapısında bir derece farkı yaratacak veya dikkati tamamen farklı bir bilinç durumuna çekecektir. 

Sonuç itibariyle, bu silikonlar yavaşça eklendiği bir senaryoda dikkatin aynı kalmasına karşın değişen bilinç durumunu gözlemleriz. Ki bu elimizdeki bulgularla uyuşmadığı gibi felsefi soruşturmaya tabii tutulduğu taktirde de olumsuz sonuç verecektir.

Bir diğer düşünce deneyi, herhangi bir nöron grubu aktif değilken o nöron grubunun yanına o grubun kopyası olan, aynı işlev ve yapıya sahip silikon bir nöron grubu eklenmesini tasarlar. Bu deneyde bu iki eşleşik nöron grubu aynı bilinç durumuna tekabül ederken aralarında geçişi sağlayan bir on/off tuşu vardır. On/off tuşuna basıldığında rastgele bir taraf sönerken diğer taraf aktif olur, aktif olan taraf silikon bazlı taraf da olabilir biyolojik bazlı grup da. Sıra belirli bilinç durumuna tekabül eden  nöron grubunu uyarmaya geldiği zaman beyni dışarıdan elektirikle uyaran bir bilim insanı o bölgeye şok verir. İlk olarak da biyolojik bazlı grup aktif olur. Aktivitenin devam ettiği esnada, tuşa basan bilim adamı nöron aktivitesini bir diğer gruba aktarır, yani bilincinde olunan şeyin nesnesi ve o nesneye yöneltilen dikkat ile birlikte aktivite silikon gruba kayar. Yine bu durumda, bilincinde olunan şey tamamen ortadan kaybolmalıyken (çünkü bilinç biyolojik temelliydi) dikkat kesintisiz şekilde aynı kalmaktadır. Burada özellikle dikkatin kendi yapısı da işin içine dahil olmaktadır. Dikkatin kendisi aynı zamanda benlikteki gibi kendi içinde refleksif şekilde tasarlanabilmektedir.

Searle’ün bu yanıtlara verebileceği son cevap, nöral korelasyonlarda aslında dikkatin gözlemlendiğidir. Yani nöron gruplarının spesifik yapı ve işlevi, dikkatinde olunan şeyin bilinçli algısından ziyade dikkatin yapısı ve işleyişini içerirken bilinçlilik durumuna farklı şekilde bağlıyızdır. Bilincin kendisi evrene içkin veya maddenin en küçük zerresinde bulunan bir sabittir. Ne var ki bu durum, Searle’ü biyolojik natüralizmi savunmaktan çıkartır. O nu bir doğa bilinçci veya Nüfuzlu Özellik savunucusu yapar. Burada Searle’ü kurtarabilecek tek şey ihtimali çok düşük olacak halde elde ettiğimiz bulguların birden yanlışlanmasıdır. Bu ihtimal de evrim teorisini yok etmekle aynı derecede imkansız olacaktır.

2- Anti-Zombi İtirazı

Keith Frankish (14) anti-zombi argümanında aslında ilk argümantasyonun tersini kurgulamıştır. Önerme yapısı şu şekildedir:

P1- Düşünülebilir olan şey olasıdır.

P2-  Anti-zombiler düşünülebilirdir, o halde anti-zombiler olasıdır.

P3- Anti-zombiler olası ise bilinç fizikseldir.

C-  O halde bilinç fizikseldir.

Argümanın temel olarak odaklandığı düşünülebilir olma ile olası olma bağının rastgeleliğidir. Bu rastgelelelik içeriği teşkil eden önermeleri umursamadığı için sonuç bağımsız değiştirilebilirdir. Dolayısıyla Frankish’in saldıracağı şey, ana önerme yapısını istediği gibi kontrol altına aldıktan sonra onun devamı olan iki boyutlu semantik formuna da saldırmak olacaktır. Anti-zombiler, fizikalizmin mutlak şartta gerekli olduğu düşünülebilir bir durumda zorunlu olarak var olacaklardır. Yani bilinçli bir insan olan anti-zombiler zorunlu olarak var olacaklardır. Farkedildiği gibi anti-zombi argümanındaki vurgu bilincin kendisinden çok fizikalist evren anlayışından gelmektedir. Hatta bu anlamdaki olumsallık bile argümanın yapı olarak içerik serbestliğinin ne raddede olduğunu göstermektedir. 

Frankish, fizikalizmin mutlak olduğu düşünülebilir ise ve biz de bilinçli varlıklarsak, fiziksel bir evrende yaşayan bütün canlıların bilinçli olabileceği, daha doğrusu bu şartlara sahip tüm canlıların bilince sahip olmasının zorunlu şart olduğunu söyler. Argümanı kimlik/görünürlük durumundan ilerleyen geliştirilmiş olan zombi argümanına aynı formattan saldıracaktır. 

Burada Frankish’e getirilebilecek ilk eleştiri aslında sezgilerimizden geliyor. Bilinç ile ilgili sezgilerimize kulak kabarttığımızda bilincin hiç de fiziksel olmadığını düşünüyoruz. Bu sezimizi profesyonel argümanlarla da destekliyoruz üstelik. Chalmers ve geliştirilmiş argümanın diğer savunucuları bu durumdan hareketle Frankish’in anti-zombi argümanının sadece yapıdan ibaret olduğunu, içeriksiz ve bu nedenle de anlamsız olduğunu ileri süreceklerdir (15). Bir argümanı güçlü yapan şey yapısı olduğu kadar savunduğu metaryalden gelmektedir. Tıpkı Kant ahlakına gelen, aşırı biçimci olmasından içeriği tamamen unutması eleştirisi gibi Frankish’in argümanı da aynı şekilde saldırıya uğramıştır. Ne var ki burada muğlak olan bir şey vardır. Sezgi olarak adlandırdığımız, bizi belirli yönlere bakmaya yönelten eğilimlerimiz gerçek ile ne kadar uyumludur? Evrimsel amaçlardan tamamen saptırılacak bir anlamda doğa üstüne, aklın yapısına, hakikat bilgisine erişimi ne kadar güvenceye alınabilir? Sezgiler konusunda 2013 senesinde filozoflar arasında yapılan bir anket, belirli alanları çalışan kişilerin sıradan vatandaşın sezgilerinden daha farklı geliştiğini ima etmektedir (16). Bir konuyla alakalı yapılan uslamlama aslında o konuya karşı genel algıyı değiştirebildiği gibi açığa çıkamayan belirli sonuçlarla ilgili sezgiye dayalı tahminler arka plan düşünceleriyle önemli ölçüde şekillendirilebilir durmaktadır. Nitekim yukarıda verilen kaynakta bilinç çalışan filozoflara bakıldığında çok önemli bir kısmının fizikalist olduğu sonucuna varılacaktır. O zaman buradan nereye varmalıyız? Konu üzerine düşünmüş kişilerin sezgilerine yönelik mi hareket etmeliyiz? Bir anlamda genel halk sezgisi ve anlayışı varken onun tam karşısında ona yakın bir karşı çoğunluğu yakalayan felsefeciler vardır. O halde burada sezgisel veya içerik olarak yaklaşmamız gerekecekse iki tarafın arasında kalmak durumundayızdır. Chalmers her ne kadar fizikalist olsalar da bilinç çalışan felsefecilerin içten içe aykırı sezginin taraftarı olduğunu hala iddia etmektedir (17). Burada sezgiler ile işimiz olmayabilir, ne var ki bu tartışmalıdır. Gündelik hayatta sürekli olarak bilinçli deneyime sahip olan biri ile bu deneyim üzerine düşünmüş kişi arasındaki sezgisel farkın gerçekten öneminin olup olmadığı merak konusudur. Tıp veya  bir başka uzmanlık isteyen alandaki gibi alanın içeriğine uzaklık hiçbirimiz açısından söz konusu değildir. Bu argümanın zombi argümanı üzerindeki etkisi belirsiz olmakla birlikte daha önce ele aldığımız ilk itiraza nazaran daha dengeli gözükmektedir.

3- Analitik Fonksiyonalizm İtirazı 

Yukarıda kimi eleştirilerin direkt zihin teorilerinden geldiği birkaç kez belirtilmişti. İlk eleştirimiz gibi analitik fonksiyonalizm eleştirisi de teoriden hareketle getirilmiş zombi argümanı yorumudur. Analitik fonksiyonalizmin günümüzde pek taraftarı olmasa da incelemeye değer. 

Görüşe göre, bütün zihinsel ve bilinçsel kavramlar aslında kavramsal olarak incelenebilirdir (18), en azından analitik fonksiyonalistin iddiası bu şekildedir. Ve analitik fonksiyonalistler, fonksiyon koşulunu da ekleyerek bütün zihinsel ve bilinçsel durumların önermesel düzlemde aktarılabileceğini söylerler. Bu durumda benim burnumla aldığım spesifik koku algısının bir tür kavramsallaştırılması vardır ve önermesel duruma aktarılabilirdir. Önermesel zincirin nasıl gelişeceği ise bizim spesifik bilinç durumlarımızın veya bilinç mekanizmasının (genelleyici bir bilinç algılayışı ile düşünüldüğünde) tam olarak hangi fonksiyonlara bağlı olduğunun gösterilmesidir. Burada kavramsal olarak bilince bakışımızı değiştirecek bir Kopernik devriminden bahsetmiyoruz, sadece bilinçlilik durumumuz ile onun fonksiyonunu ortaya çıkartıcı bilimsel keşiflerden bahsediyoruz. Dolayısıyla burada analitik fonksiyonalist ile Tip C metaryalist karıştırılmamalıdır. Analitik fonksiyonalistin tek istediği şey işlevsel arka planı tam olarak aydınlatacak çeşitli antropolojik ve evrimsel biyolojiye dayalı araştırmalar olabilir. Bu araştırma önemli ölçüde tamamlandıktan sonra zombi argümanı gibi, onlara göre, farazi argümanların işlevi tamamen ortadan kalkacaktır çünkü bilincin tüm fonksiyonları ortaya çıktıktan sonra kavramsal olarak fiziksele bağlanmasında herhangi bir sıkıntı kalmayacaktır.

Analitik fonksiyonalizmin temelinde pek çok arka plan motifi bulunmaktadır, öncelikli olarak davranışsalcılığın reddedilemez başarısızlığı sonucu fizikalistlerin akıllarına gelecek ilk limana demir atması gösterilebilir. Bu düşünülebilecek bir örnektir, ama daha da açıklayıcı olanı özellikle analitik felsefenin 1960’lı yıllara kadar devam eden bilimden aşırı yararlanma motifidir. Bu motifin pek çok sebebi vardı. İlk olarak Quine gibi büyük bir filozofun ortaya çıkması ile analitik sentetik ayrımından duyulan şüphe ve neticesinde gelen analitik olarak ele alınan kavramların bile araştırmalardan ortaya çıkanlar ile yapılarında önemli değişikliklerin olabileceği düşüncesidir. Bu etmene hali hazırda, savaştan kaçan Yahudi bilim insanlarının ABD’de büyük bir bilimsel ivme yaratmasını da örnek gösterirsek, analitik fonksiyonalistlerin kendi düşüncelerini bu denli ön plana atmaları normal karşılanacak bir durumdur.

Motifler bir yana, kendi başına on seneliğine de olsa ciddi taraftar toplayan görüşün zombi argümanına geliştirdiği yorumu öğrenmek gereklidir, aynı zamanda zombi argümanını kavramsal inceleyişimizde üstünde durulması gereken bir ihtimal olarak yer almaktadır. Peki o zaman, böylesi popüler bir görüş niye şuan herhangi bir ağırlığa sahip olmamakta? Şimdi bunu inceleyelim.

Analitik fonksiyonalizmin pek çok sıkıntısı vardır. Bunlar kronolojik olarak verilecek ise ilk olarak Tersine Çevrilmiş Renk Spektrumu itirazı ile Çin Odası itirazıdır (19). Her iki itirazın da değindiği farklı noktalar vardır ve ikisi de analitik fonksiyonalizmin fonksiyon tarafına karşı bir saldırı gerçekleştirseler de aynı zamanda farklı imaları da içlerinde barındırmaktadırlar.

Eğer ki bu itirazları kategorilerine ayıracaksak analitik tarafına ve fonksiyon kısmına gelen eleştiriler olarak ayırabiliriz. Zombi argümanını çürütmek adına eleştirilerinin başarılı olması gerektiği için hem fonksiyon kısmının hem kavramsal bütünlük kısmının birlikte olması gerekmektedir. İtirazların analitik kısmına saldıran taraf ise daha sonra yine Chalmers tarafından getirilecek Absence of Analysis (20) yani analizin yokluğu itirazıdır. Bu itiraz Chalmers tarafından yeterince tasnif edilmemiş olsa da burada daha detaylı şekilde o itirzı açmaya çalışacağım.

Şimdi ilk itiraz grubumuzdan başlayalım. Tersine Çevrilmiş Renk Spektrumu (kısaltımı için TÇRS) bizim mor olarak algıladığımız şeyler veya nesneler grubunun aynı fonksiyonalitede farklı bir renk olarak algılanabileceğini ve hayatın aynı şekilde devam edeceğini ima eder. Benim sarı olarak algıladığım güneş pek ala benim yeşil olarak algıladığım çimen ve diğer pek çok nesne grubunun renksel olarak yerine alabilir. Almasına rağmen aynı şekilde dilsel farklılık yaşamadan güneşe sarı dediğim zaman karşımdaki insan onun bilinciyle güneşe sarı dediğimi anlayacak ve benim güneşi yeşil renkte gördüğümü anlamayacaktır, hayatın kalanı bu şekilde yer değiştirmesine karşın kimsenin haberi olmayacaktır diyecektir eleştirinin savunucuları.

Bu eleştiriye gelen birkaç karşı eleştiri vardır. İlk olarak fonksiyonun beyinde ve dışarıya yönelik gerçekleşeni olarak bir ayrım yapabiliriz. Bu ayrıma göre bizim illa ki farkında olmamızı gerektirmeyecek ama beynimizin içinde gerçekleşerek belki de hayati veya çok kullanılan bir davranışımızın altında yatan fonksiyonların geçiş basamağı olan ara fonksiyonlardan ve direkt fonksiyonlardan bahsedebiliriz. İkisi arasındaki ayrım birisinin direkt gözlemlenebilirken diğerinin hemen gözlemlenemeyeceğidir. Hemen gözlemlenemeyecek olan ara fonksiyonlar ise daha sonra, belirli keşifler sayesinde ortaya çıkacak ve aydınlatılacaktır. Burada eleştiriyi getirenlerin devamında ekledikleri suçlama, TÇRS’yi getirenlerin, bütün fonksiyonlardan zaten haberdarmış gibi konuşmalarıdır. TÇRS savunucusu dışarıya yönelik (yani insanlar ve ilişkilerimizle ilgili) bütün fonksiyonları, insana dair fonksiyonların tamamı olarak sayarak renklerin belirli şekilde algılanmasının bilinmeyen ara fonksiyon karşılığına denk gelebileceği ihtimalini baştan, ön yargılı şekilde reddetmişlerdir. Burada TÇRS savunucusu bütün fonksiyonların dışa dönük olması gerektiğini söyleyebilir. Pek ala evrimsel geçmişimiz bütün yaşantımızın bir şekilde ‘dışarı’ ile ilgili olması gerektiğini hatırlatır. Ama karşı olanların dediği yine bu olabilir. Burada bütün yaşantının dış fonksiyonlara göre ayarlanabilir olmasıysa da dış ortama uyumun nasıl ayarlandığı otomatikman bir başka içsel veya ara fonksiyona tekabül etmektedir. TÇRS savunucusu bu itirazı kabul edebilmekle birlikte bir başka düşünce deneyinden güç alınabileceğini söyler. Ned Block’un geliştirdiği Çin Ulusu düşünce deneyi (21) daha spesifik bilinç durumlarından ziyade bilinçlilik durumunun direkt kendisine yönelik bir fonksiyonalite arayışındadır. TÇRS savunucuları kendi savunularını genelden özele giden bir bilinç durumunun fonksiyonel karşılığının olup olmaması fikriyle güçlendirebilirler. Çin Ulusu deneyine göre bütün bir Çin ulusuna basit iletkenliğe sahip olan ve nöronların gördüğü her görevi görebilecek silikon parçalar verilecektir. Bütün bir Çin halkına bu silikon parçalardan verilir ve kendi aralarında tıpkı beyinde olduğu gibi muntazam bir yapılanma kurulur. Bu bağlantı, beyinle yapısal ve fonksiyonel olarak aynı gerçekleşmektedir, buna karşın Çin ulusunun kendi başına bir bilince sahip olduğunu söyleyebilir miyiz? Block’un sorduğu soru tam olarak budur. Burada TÇRS savunucuları spesifik bir bilinçlilik durumu üzerinden, bu bilinç durumunun fonksiyonelliğini tartışarak aslında genel çerçevede  olmayan şeyi, yani bilinci gözden kaçırmıştır. Dolayısıyla bilincin kendisini ve bilinçli olunabilecek durumları başlangıç sırasına koyacaksak ilk başta bilinç durumunun kendisinin fonksiyonel karşılığı olup olmadığına bakmak gerekir. TÇRS savunucuları bilinçlilikten önce bilinç durumlarını kontrol ederek aceleci davranmış gibi durmaktadırlar.

Ne var ki Çin Ulusu’na karşı da benzer itirazlar vardır. Lycan (22) kurşunu ısırarak, Çin ulusunun bilinçli olduğunu kabul edecektir. Tersine bir düşünce deneyi ile yaklaşarak bizim tüm nöronlarımız altına yerleştirilen minimoylardan bahseder ve düşünce deneyinin yapısını tersine çevirir. Bizim Çin ulusunda ortaya çıkan bir bilinci hakir görmemizin sebebi aslında üstünde durulmamış sezgilerimizin yan ürünleridir.

Analitik fonksiyonalizmin fonksiyon kısmında duran bir diğer eleştiriye geldiğimizde, bu eleştirinin aslında ilgili olduğu tarafın sentaktik ile semantik ayrımı üzerine olduğunu görürüz. Önceki itirazdan farklı olarak algı üzerinde değil de algının ifade edilişi ve bu algının anlamı üzerine odaklanmaktadır. Bu itirazımız, bir oda içerisinde tıkılı kalan bir insanı hayal etmemizi ister. Bu insanın önünde Çin’ce yazılmış bir sözlük vardır ve belirli Çin’ce sorulara karşılık olarak hangi cevapların verilmesi gerektiğini yazar. Odanın aynı zamanında bilgisayarlardaki girdi çıktı veri durumunu temsil eden bir bilgi girişi ve bilgi çıkışı noktası vardır. Bu noktalardan ilkinden Çin’ce bir soru gelmekte, daha sonra Çin’ce bilmeyen odanın içindeki kişi de sözlüğe bakarak bu sorunun karşılığı olan cevabı bir başka kağıda yazıp çıktı noktasından atmaktadır. Kutunun içinde ne olduğunu bilmeyen dışarıdaki herhangi birisi ise kutunun gerçekten kutunun ona iletilen soruyu anladığını düşünmektedir. Çin odası itirazı böylelikle bilinçli anlama ile cümle düzeni, yani fonksiyonu arasında direkt bir bağ olmadığını gösterir. Searle’ün bu deney ile iması daha çok bilişsel bilimlerde bilinçli robotların uygun sentaks ile çalışıyor olmasına rağmen aslında bilinçli olmayabileceğidir. Algıdan sonraki aşama olarak algının kullanılması üzerinden fonksiyon kavramının bilincin zorunlu eşleniği olmadığı gösterilmiştir. 

Çin Odası deneyine karşı pek çok itiraz bulunmaktadır. Bunlardan en meşhuru olan Sistem İtirazı, Çin Odasının kendisinin içerisinde Çin’ce bilmeyen kişinin üzerine vurgu yapılarak aslında kutudaki kişinin Çin’ce bilmediğini göstermeye çalışmıştır denmektedir. Halbuki sistemin kendisine odaklanılırsa, kitap ve cevapları kağıda yazan insan ile birlikte bütün bir sistem Çin’ceyi biliyor gözükmektedir. Burada Searle’ün itirazı, sistemin yapısının değiştirilerek, tamamen insanın kafasına aktarılabileceğidir. Kitabı ezberleyen bir insanı düşünelim.  Bu insan, Çin Odasındaki kitabı baştan sona ezberlemiş olsun ve ona sisteme atıldığı gibi sorular sorulduğunu düşündüğümüzde, sadece kitabı ezberlemiş kişinin kitapta yazanlardan faydalanması ve ona göre cevap vermesi düşünülebilecek bir şeydir. Bu kişinin Çin’cedeki bir harfin kendi dilindeki harfsel karşılığını bilmesi bile gerekmez. Sadece ezberlediklerini söylemesi, o kişinin Çin’ce bildiği algısının oluşması için yetecektir.

Bu karşı itiraz makul gözükmektedir. Searle’ün karşı itirazına karşı bir itiraz geliştirmek isteyen birisi bilinçli canlıların hareketsel olarak esnekliğe sahip olması üzerinden iddiayı devam ettirmek isteyebilir. Yani sadece ona sorulduğu zaman cevap veren bir sistemin bilinçli olduğunu düşünmek hareket kabiliyetine ters bir durumdur. Bilinçli canlılar pek çok şekilde uyaranlara tepki gösterebildikleri gibi kendi iradeleri doğrultusunda belirli uyaranlar da yaratırlar. Yani belirli, hiç alakası olmayan konularda konuşup eyleyebilirler. Esneklik üzerinden giden kişi de sözlüğü ezberlemiş kişinin aslında bu esnekliğe sahip olmadığını iddia edecektir. Bu eleştiri, sözlük yine esneklik sınırlarında, sohbet yaratabilecek hatta davranışsal esneklik yaratabilecek şekilde geliştirilebilse bile davranış bütünlerinin gelişiminin olasılıksal olarak çok fazla şekilde olmasından kaynaklı sıkıntı yaratabilir. Bu tartışmalıdır. Çin Odası deneyinin daha pek çok itirazı bulunmaktadır. Steven Pinker, bir keresinde bilişsel bilimin gelişimini, ‘’Çin Odası deneyini çürütmek üzerine gelişen bir bilimsel alan.’’ Olarak tanımlamıştır. Çin Odası deneyinin etkileri bu denli büyük olmuştur. 

Analitik fonksiyonalizme son itiraz türü analitik kısmına gelmektedir. Chalmers, bir gün bilimsel noktada çok uç bir yere gelsek bile, bilincin bilimsel anlamda onaylanmasının hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini söylemiştir. Bunun sebebi bilimde bir teori ortaya atıldıktan sonra, o teorinin incelenmesi, deneme yanılma yoluna sokulması ve en sonunda da bir kez daha test edilerek sınanmasının yapılmasından gelmektedir. Bilim insanları bir gün bilince dair çok iyi bir teori geliştirdiklerini iddia ederek ortaya çıksalar dahi bilincin test edilmesi ve daha sonra sınanması mümkün olmayacak, dolayısıyla kendi teorilerinin sonucu bilimsel olarak hiçbir zaman sınamalara tabii tutulamayacaktır. Chalmers’ın bu beyanının hangi koşullardan kaynaklı olduğuna bakmaya çalışalım. 

Yukarıda yazdığı gibi, bilince dair çok iyi bir teori geliştirmiş bir bilim insanı olduğunu düşünelim. Bu kişi bilinci bir robot üzerinde etkinleştirmeye çalıştığı taktirde, denemeyi yapması için gerekecek iki seçenek vardır. Kendi bilincini robotun bünyesine aktarabildiğini kabul ettiğimiz bir seçenekte, bilim insanı bilincini aktardıktan sonra, robotun bünyesinde olan bilincin kendi bilinci mi yoksa robotun kendi bilinci mi olup olmadığını nasıl anlayabilir? Bilincin bağlı olduğu benliği bir diğer benlikten ayırt edici başka hiçbir şey yok gibi gözükmektedir. Çünkü benlik denilen kavram kullanıldığı taktirde sadece bilinçli durumların bağlı olduğu taşıyıcı veya sabitleyici olarak gözükmektedir. Bilincin ontolojisinden kaynaklı, bu kişi robotun bedeninde olduğu zaman benlikleri ayırt edebilmesinin hiçbir yolu yok gibi gözükmektedir. Sadece ‘bilinçlerin’ tek benliğe sahip olmadığı bir durum hayal edilmesi istenebilir. Burada ya benlik bütünlüğünün ortadan kalktığı diğer bilinçle birleşmenin mümkün olduğu durumda deneme yapılacaksa, benliğin dışına çıkan bilinç tanımının kabul edilmesi gerekir. Bu kabulün benlik bilinç ilişkisi çerçevesinde makul olmayacağını görmüştük. Kabul edilse bile, aynı bünyede bulunan iki ayrı bilincin verilerinin de aynı olduğunu hatırlatmak gerekir. Belki veriyi yorumlama olarak ayrılacaklardır, ayrıldıkları durumda veriyi algılama şeklindeki bütünlüğü olmayacağını düşündüğümüz için, bölünmüş bir benlikte iki ayrı anlayış, anlayışı bir merkezde oturtmayan bilinç için ne kadar birleşmezse de bütünlüğe sahip gibi gözükebilir. İki ayrı bilincin birleşebildiği senaryo  düşünüş şekillerini de birleştirecek dolayısıyla farklı düşünceler birbirleriyle uyumsuz olsa bile birlikte düşünülüyor algısı oluşacaktır. Bilinci bağlı olduğu benliğinden ayırdığımız taktirde bilinç yine kendisini bir olarak algılamaya çalışacaktır. Normalde yaşamadığımız, ama birleşik bilinç durumu içerisinde yaşanılan bu aykırı düşünceler kanıt olarak gösterilmeye çalışılabilir. Bu tarz bir iddia beraberinde iki karşı itirazı getirecektir. İlk olarak bilimsel anlamda, üçünül kişi bakışının dahil olmadığı, olayın başından beri dahil olmadığı hatırlatılır. İkincil olarak ise gündelik hayatımızda da bu tarz pek çok çelişik düşüncenin insanlarda olduğu söylenmektedir. Robotun bedenindeki düşünsel uyumsuzluğun anlık ve sürekli olmasından hareket eden kişi ise bu itiraza karşı çıkar. Gündelik olarak düşüncelerimizdeki uyumsuzluk genelde anlık olmayan, genel düşünce sistemiyle veya önceki inanışlarımıza uyumsuzluğu olarak vardır. Robotun bedenindeki şekliyle anlık ve sürekli olabilecek tarzda düşünsel uyumsuzluk yaşamayız. 

Peki bu durum gerçekten bilincin ayrı bir bilinç ile etkileşime geçtiğini ve nihayetinde o bilinci kanıtladığını gösterir mi? Cevap bana kalırsa bir Hayırdır. İlk olarak zaten bilimsel olarak üçüncül kişi bakış açısının gözlemlemediği bir veriyi kanıtlanmış mahiyette alması bir yana, bilinci hali hazırda parçalara ayrılan, bütünlükten yoksun insanlar zaten vardırlar. Şizofreninin belirli türlerinde ve Dyxsecutive sendromu gibi durumlarda bilinç bütünlüğü ortadan kalkar. Kişi kendisine ait olmadığını düşündüğü bilinçsel durumlara veya algıladığı şeydeki parçaların bütünlüğünden mahrum olabilir. Robotun bedenine aktarım yapmaya çalışan bilim insanının teknik sorunlardan ötürü bu durumlardan birisine dahil olabileceği düşünülebilir. Bilincin çeşitli şekillerde denemeye tabii tutulması ve sonucunda gözlemlenilebilecek bir takım fenomenler hali hazırda olabilecek şeylerdir.

Şimdi analiz yokluğu itirazının bir diğer kısmına geçelim. Önceki kısım aslında iki parça olarak alınabilecek analiz yokluğu eleştirisinin birincil ve üçüncül kişi bakış açısına dayalı incelenemezliğine dayalıdır. Bilincin kendi ontolojisinden kaynaklı bir itiraz daha gelmektedir. İtiraza göre, bilincin koşullarının kendisi bilinçli olma durumunun kendisi değildir. Bizim aradığımız bilinçli olma koşullarının bilinci ortaya çıkartıp çıkartmadığı ise bu koşulların bilinçli şekilde denenmesi gereklidir. Ama koşulların, sonucun kendisi olmadığını kabul ettikten sonra bu ihtimal ortadan kalkar. Bu durumu düşünmek adına kendi nöral bağlantılarında geçiş yapabilen ve gözlemleyebilen bir süper insan düşünelim. Bu süper insan beynindeki nöronların tek tek işleyişini gözlemleyebildiği gibi aynı zamanda bilinçlilik durumunu bir olgu olarak alarak gözlemleyebilmekte ve dereceleri arasında atlayabilmektedir. Süper insanın bilincinin açık olduğu maksimal noktadan bilinçliliğin en düşük olduğu, REM uykusu benzeri bir bilişsel ifadeye geçebildiğini düşünelim. Geçiş esnasında bilinçliliğin ortadan kaybolduğu, bilincin koşullarından doğduğu bir noktaya gelinecektir. Bu noktada, bilinçlilik koşulu veya koşullarının kendisinin olduğu nöral bağlantılara inildiğinde, bilinçlilik durumu koşullar hizasında veya öncesinde bulunmadığı için, bilinçlilik koşul/larını bilinçli şekilde, bilinçlilik koşulu olup olmadığını sınayamayız, bize gereken bilinçli şekilde bilinci ortaya çıkartan etmenlerin bilinçli şekilde bilinci ortaya çıkartıp çıkartmadığıydı. Nasıl araba motoru araba olmanın şartı ise ama kendi başına araba olmuyorsa aynı şekilde bilinçlilik koşullarının kendisi bilinç durumunun kendisi olmadığından bu tefekkür mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla birincil kişi bakış açısından bile bir bilinç bilimi mümkün gözükmemektedir.

Bu tespit analitik olarak kavramlar ve önermeler arası geçiş sağlanabileceğini iddia eden analitik fonksiyonalizmin önüne çıkan en büyük engeldir. Fonksiyonel olarak paçayı kurtarabilecekse bile geçişlilik süresince kavramların bütünlüğünün sağlanması gerekmekteydi. Bu sağlanamadığından ötürü analitik fonksiyonalizm, zombi argümanı itirazında başarısızdır.

4- Yablo’nun İtirazı

Yablo’nun getirdiği itiraz esasında zombi argümanının önermelerinden çıkmaz, ama önermeler içerisinde kullanılan kavram ilişkileriyle alakalı olup, argümanda kullanıldığı haliyle kavranabilirlik olasılık arası ilişkiye farklı şekilde yaklaşır.

Şimdi asıl önermelerin ne olduğunu hatırlamamız gerekiyor. İki boyutlu semantik formunda kavranabilirlik ile olasılık arasındaki ilişki şu önerme ile sağlanıyordu.

P*- Bilincin birincil ve ikincil kavranabilirliği aynıdır.

Chalmers burada bilincin kimliği ile görünümü arasındaki bağı zorunlu hale getirmişti.  Aynı zamanda 2011 senesinde derlediği kitabında (23) ikincil kavranabilirliğin yerine metafiziksel olası olma durumunu getirmiştir. Chalmers’ın kurduğu ilişki kavranabilir olma durumlarını belirli koşullara böldüğü gibi olası olma durumlarını da birkaç çeşide ayırır. Bu ayrımları net verdikten sonra ikincil kavranabilir olma ile metafizik olasılığı nasıl bağladığı daha net gözükecektir.

Modal mantıkta iki boyutlu semantikten bahsederken suyun kimliğinin ilk başta XYZ olmasının kavranabilir olduğunu söylemiştik. Kavranabilirdi, çünkü kimlik ile suyun arasındaki bağı ortaya çıkarmamıştık. Çıktıktan sonra ise kimlik arasında Stalnaker’ın dediği gibi hayalet özellikler (24) olsun veya olmasın su artık belirli bir kimliğe sahip olmuştu. Bundan kaynaklı, mantıksal olarak olası bir durum, belirli a posteriori keşifler yapıldıktan sonra metafiziksel anlamda olanaksız olmuştur. Burada olasılık tipleri, Chalmers tarafından üçe ayrılmış ve yukarıda sayılana ilaveten fiziksel olasılık durumu da eklenmiştir. Mantıksal olasılık derken üçgenin dört kenarlı olamaması gibi prima facie, daha en başından başka hiçbir şekilde kavranamayacak önermeleri alırız. Metafizik önermelerde, eklemli zombi argümanında bahsedilen kimlik ve görünürlük ilişkilerinin fazladan tefekkür edilmesinin gerektirdiği, başka düşünce yollarının en baştan kapalı olmadığı senaryolar vardır. Dolayısıyla kesinliğin düştüğü gibi, kesinliğin düşmesinin modal mantıkta incelenen varlıklar ve varlık türleriyle alakası vardır.  Son seçenekte ise sadece bizim dünyamızda keyfi olarak var olan varlıkların kendi iç dinamiklerinin tutarlılığıyla alakalıdır. Mesela bir arabayı uçarken hayal edemiyoruz. Çünkü bizim dünyamızda geçerli olan yer çekimi kanununa tezat bir hareket içerisinde yer  alıyor, yani fiziksel olarak olanaksız bir durum oluşturuyor. Burada Chalmers aynı zamanda kavranabilirliği olası olma durumları ile eşlemiştir. Çünkü zombi argümanının esas geliştirildiği yerde, metafizik kavranabilirlik alanında, suyun prima facie başka bir kimlikte kavranabilir olması mümkünken suyun kimliği ortaya çıktıktan sonra bu durum hem olası değil hem kavranabilir değil. Bilincin kimliği her dünyada aynı olacağı için de metafizik kavranabilirlik metafizik olasılığın yerine kullanılabilmektedir.

Yablo, yeni zombi argümanını buradan kurar:

P1- Zombiler kavramsal olarak olasıdır.

P2- Zombi dünyası kavramsal olarak olası ise,

P3- Zombi dünyası metafizik olarak olasıdır.

Burada yapılandırılmış zombi argümanında, Yablo’nun iddia ettiği şekilde mantıksal olasılık ile metafizik olasılık arasında bir geçişlilik söz konusu değildir. P1’in desteklediği zombi dünyasının kavramsal olarak olası olmasıdır. Kavramsal olarak olası zombi dünyasının var olduğu değildir. P3’e  ulaşmak  için zombi dünyasının kavramsal zombi dünyasının var olması gereklidir. Yani mantıksal olasılıktan, metafizik olasılığa geçiş yapılamamıştır. Yablo’nun itirazı, dolayısıyla zombi dünyasının en başında metafiziksel olarak gösterilmediği, kurgusal olarak yaratılan bir zombi dünyası üzerinden gidildiğidir ve argüman da esasında mantıksal kavranabilirlikten dolayısıyla mantıksal olasılıktan çıkamamıştır. Burada ilave tartışmalar olmasına karşın bunları anlamsız buluyorum. Yablo’nun gördüğüm kadarıyla ele almadığı şey esasında bilincin kendi doğası üzerinden gidiyor oluşumuz. Yani en başından beri zaten metafiziksel kavranabilirlikteydik ve metafizik kavranabilirlikten olasılığa geçerken önermeler arası herhangi bir boşluk olmayacak şekilde bilincin kimliğinin olası her dünyada aynı olması durumunu gösterdik. Bunlara karşın tartışma bilincin doğasından çok zombi dünyasından devam etmektedir. Çünkü Yablo (25), her ikisinin de aynı olduğunu öne sürmüştür. Bilinci olmayanlar zombilerdir ve zombi dünyası üzerinden argüman yeniden modifiye edilebilir.

Yablo burada kavranabilirliğin olası olmaktan farklı olduğunu göstererek olası olmanın kavranabilir olmadaki gibi salt mantıksal parçalar ile değerlendirilemeyeceğine dikkat çeker. Burada mantıksal parçalar aslında olmayan ama olası bir evrende ortaya çıkabilecek parçalardır. Olası olma durumu ise hali hazırda kendi bileşenlerin içeriği veya uyumundan hareket ediyor gibi durmaktadır. Evimde bir hırsızın kavranabilir olup olmadığını sorsam bu kavranabilir olur ama o anda evimdeki koşullardan kaynaklı olası olmaz. Olasılık dahilinde hırsızın evde olması adına hırsızı ima edebilecek herhangi bir işaret gereklidir. Mesela ufak bir tıkırtı, evin içinden gelmesi zorunlu olmasa da içerden gelme olasılığı olan, dolayısıyla ev sakinlerinden bir başkasının evin içerisinde olduğu olasılığını bize verir. Burada Chalmers Kavranabilirlik Önermesi’ni de zombi argümanına modifiye ederek kavranabilirliği olası olmaya entegre etmeye çalışır. Kavranabilirlik Önermesi, varlığı mantıksal çelişki içermeyen her Q’nun en az bir dünyada olması gerektiğidir. Bu gereklilik Kavranabilirlik Önermesi savucularına göre her Q’nun kavranabilir olması adına onun doğruluk koşullarının bağlı olduğu olası dünya içerisinde değerlendirilmesinden gelir. Doğruluk koşulu da olası dünyalara bağlanabilecek bir ibaredir. Bu ibare var ise Q’nun doğruluk koşulunun nasıl olabileceği ile ilgilidir, nasıl olduğu önermesiyle ilgili olabilse de bu önermeyi gerektirmez yani bir dünyaya bağlamamız gerekmemektedir. Buradaki düşüncenin Q’nun doğruluk koşulundan, Q’nun olduğu dünyanın varlığına geçilmesi için gerekli ek önermesi mevcut değildir. Sonuçta Q’nun olsahangi doğruluk koşullarını gerektirebileceğini konuşuyoruz, Q’nun hangi doğruluk koşullarını gerektirdiğini değil. Buradaki ayrım makul duruyor. Yine de Yablo, zombi dünyası olarak modifiye edilen yeni zombi argümanını bilincin doğası üzerinden eşlenebileceğini göstermiştir diyemeyeceğim. Bu konuda Yablo’nun haklı olduğunu düşünüp tartışmayı genişleten önemli sayıda isim vardır, dolayısıyla, argümanın zombi argümanına karşı güvenilirliği net değildir. İleri tartışma için Geke Pals, 2016, The Zombie Argument.

5- Çift Değerli Önerme İtirazı

Önermenin kendi içerisinde doğruluğu kadar doğruluğunun bağlı olduğu koşulların da değerlendirilmesi gerektiği Katalin Balog (26) tarafınca iddia edilmiştir. Aslında o direktman koşul kelimesi üzerinden gitmemekteydi. Ama ele alınış şekli olarak kurguladığı eleştiri bu kapsama sokulabilir. Balog’un eleştirisi herhangi bir önermeye direkt saldırıyor gibi gözükmemektedir. Bundan dolayı Chalmers da zombi argümanına yönelik eleştirilerini tasnif ederken Balog’un eleştirisini ‘kategorize edilmesi zor’ kısmına almıştır. Şimdi bu eleştiri neymiş bakalım.

P1- Zombilerin dünyasında kavranabilirlik argümanı geliştirilebilir.

P2- Kavranabilirlik argümanını geliştiren zombiler kendi fiziksel evreninde fizikalizmin yanlış olduğu sonucuna varırlar.

P3- Zombilerin içerik bağımsız olarak ele aldığı argüman kendi içinde çelişkilidir.

C-  O halde, zombi argümanı çelişkilidir.

Argüman prima facie makul durmaktadır. Yine de ikincil bir düşünüşte sıkıntıları göze batar. İlk olarak asıl zombi argümanının yapısının içeriği ile bağlantısız tasarlanamayacağı söylenebilir. Daha önce de gördüğümüz şekilde bilincin kimliğine, yani bir içeriğe sıkı şekilde bağlıdır. Peki burada içeriğin boşlukta olduğu yargısına nasıl vardık? Zombilerin de bilinçli bir insanın yaptığı her şeyi pek ala yerine getirebileceği düşüncesiyle yola çıkmıştık ve boşluğa neden olan etmen de tam olarak buydu. Bu etmen ile içeriğinden kopamaz argümanı kıyasladığımızda bir dilemmaya gideriz. Dilemma, aslında görünürdedir. Zombilerin, argümanı kurguladığında tıpkı bir insan gibi aşk içeren sözler sarf etmesini, bilinçliymiş gibi esnek sözel becerilere ve davranış kalıplarına sahip olduğunu ve ciddi zeka gerektiren problemleri yine, bilinçli olmadan, çözebileceğini söylemiştik. Burada tıpkı kelimesi çok önemlidir. Çünkü zombiler aslında o eylemlerin kendilerini yaparlar ama bilinçli olarak yapmazlar. Bütün insanların bilinçsiz bir zombi olduğu dünyada bu nedenle bilinç kelimesinin ortaya çıkmasında herhangi bir sorun yoktur. Eyleme bağlı bilinç ile bilinçsiz aynı eylem arasındaki farkı Balog atlamıştır. Dolayısıyla zombilerin kendisinin işaret ettiği şey bilincin kendisi değildir ve kurdukları argüman bundan dolayı yapısal olarak aynı kalabilse bile kast edilen şeyin farklılığından kaynaklı kendi dünyalarında geçerli değildir.

Bir başka itiraz ise daha basit bir sıkıntıya dikkat çeker, kavranabilirlik argümanı fizikalizm bağlamında zihni yeterince açıklayamayacağımızı, fizikalizmin çıkarsanarak bilince ulaşamayacağımızı söyler, ve bilincin olduğu her yerde evrenin tamamen fiziksel olmadığının altını çizer. Ama fizikalizmi bütünüyle ortadan kaldırma derdinde değildir, argüman bilincin fiziksel olmadığını göstermektedir. Ondan çıkarsanarak fizikalizmin kendi başına yeterli olmadığı sonucuna varsak bile fizikalizm öğelerini dışlamış olmayız. Dolayısıyla burada bilincin fiziksel olmaması üzerinde dururuz. Önerme sisteminin sonucunun vurgusunu değiştirerek Balog’un argümanından kurtulmuş oluruz.

Daha sonra Balog’un bu argümanı terk edip Fenomenal Konsept itirazına yönelmesi kendisinin de argümandaki sorunları gördüğünün işaretidir.

6- Russell Monizmi İtirazı

Bu itiraz aslında güzel bir noktaya dikkat çeker ve argümanın birinci önermesine gelen bir itirazdır. Russell monizmi bize kalıpların dışında düşünmeyi öğütler, aslında bilimsel temelde ele aldığımız mikro fizik ile makro fizik arasındaki geçişliliği farklı bir yoldan sağlayarak bilincin fiziksel kaynaklı olduğunun (27) (Russell’ın kendisi aslında fiziksele yakın olarak bahsetmektedir.) mümkün olabileceğini söyler. Bilincin fiziksel olmaması kavranabilirse de olası olmayacaktır. Russell bizim bilinci incelerken direkt nedensellik alanından bakmaya muhtaç olduğumuzu söyler, nitekim bütün bir kapasitemiz buna yöneliktir. Dolayısıyla bütün bir bilimsel teoriler yığını da nedensellik ilişkileri üzerine kuruludur. Nedenlerin neden öyle oldukları, yani yönelimleri üzerine değil. Dolayısıyla Russell bizden kırılan bir camı kafamızda canlandırırken camın kırılma eğilimini düşünmemizi ister. Camın kırılıyor olmasının içsel eğilimi ile ilişkisi vardır ve bizim gözlemlediğimiz; ‘cam düşerse kırılır.’ Tarzı önermeler camın nedensel ilişkisinin bulunduğu kırılma yüzeyiyle ilgilidir. Camın ve yüzeyin kendi iç dinamiklerinden kaynaklı ortaya çıkan sonuçla ilgili değil. Dolayısıyla bilincin kendisini nedensellik alanında bulmamızın zorunlu olmadığına dikkat çeker. Bilinç tamamiyle eğilimler alanında kalma ve oradan ortaya çıkan bir fenomen olabilir.

Russell’ın ortaya attığı monizmin pek çok şekli vardır. Dolayısıyla argümanını tek format halinde eleştirememekteyiz. Orjinali üzerinden gidersek, bizdeki gibi bir bilincin ortaya çıkması yönelimsel yoğunlaşma ile olur. Bu sürecin birikimli olarak gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Russell’a göre, bilinci en küçük parçalarına ayırdığımızda bir maddede bilincin temel yapı taşı olan ilksel bilinç durumuna ulaşırız. Bütün bir organizma nihayetine erdiğinde tam bilinçlilik için gerekli ortam hazırdır denebilir.

Bu yaklaşımdaki sorun, zombi argümanının çok az değiştirilmiş versiyonunun kendisine uygulanabilir oluşudur. Sonuçta bilinci tasavvur ederken bütünlüğü ve keyfi olmaması üzerinden alırız. Bilinç sayıca keyfi olan entiteden ortaya çıkmış olmamalıdır. Kurucu monizmde keyfi olmamaya ulaşmamız açısından, belirli sayıda parçanın niye bildiğimiz anlamda bilinci ortaya çıkardığını zorunlu olarak göstermemiz gereklidir. Zorunluluğunu gösteremediğimiz taktirde bin atom parçasından oluşan mini beynin bilinçli olmadığı, bin bir parçalı beynin ise birden bilince geçtiği durumları tasarlayabiliyoruz. Burada bilinçliliğin hep olduğu, sadece seviye olarak artarak bizim bildiğimiz haline geldiği söylenebilir, ne var ki buradaki sorun seviyesinin nasıl arttığıdır. Tek atomdaki bilinçlilik insanlardaki en düşük bilinçlilik düzeyine tekabül ediyorsa insan benzeri bir atomal bilinçlilik alanı yaratırız. Eğer atomların hepsi böyleyse birleştiklerinde birçok bilinç olacağı yerde tek bir bilincin olacağının garantisi nedir? Russell monizmi bu geçişlilikleri ve keyfiliği bertaraf edememektedir.

Alternatif olarak bilincin kurulumda olmadığı, bilincin tekil halde var olduğu varyasyonlarına girmemiz gerekmekte. Eğer bilincin tek bir atomda insan düzeyinde veya ona yakın olduğunu savunursak literatürde iki tane alternatif ile karşılaşıyoruz (28). Leibniz’ci monizm ve Kuantum monizmi. Bu iki monizmi de kısa geçeceğim. Zira savunucusu olmamakla birlikte kurucu monizmdeki benzer eleştirilere tabilerdir.

Leibniz’ci monizmde veya monad monizminde bilinçli olan tek bir atomu tasarlıyoruz. Atomun hegamonya kurduğu beynin içerisindeki diğer atomlar arasında yaşatıcı ve uygulayıcı olmak üzere ikili bir ilişki geçekleşmekte. Bilinçli olan tek atom diğer atomlardan bilgileri almakla birlikte diğer atomlara kendi emirlerini buyuruyor. Esasında Leibniz’in anladığından farklı olan monizm şekli bilinci en küçük parçaya atfetmekten kaynaklı bu ismi almaktadır. En küçük parçaya atfedilen bilinç görüşünde oldukça pratik bir soru sorarak o atom insan sisteminden atılırsa (insan fizyolojisinin hücre ölümü ve hücre bölünmesiyle kendisini sürekli değiştirdiğini hatırlarsak) bilincin ne olacağıdır. Acaba herhangi bir insan bir anda bilincini kaybetmiş midir? Veya beynin spesifik bir N142 bölgesinde olan bilinçli nöronun bir anda cerrahi müdehale ile yerinden alınmasıyla bilinçlilik organizasyonu nasıl ortaya çıkmaktadır? Burada kurucu monizmdekinden daha fazla keyfilik vardır. Az önceki örnekte ortaya çıkacak sorundan hareketle bilinç organizasyonunun nasıl ayarlanacağı keyfiliği veya bilinçli olan bütün tek atomlardan hangisinin gerçek bilinçli olacağı keyfiliği. Bütün bu keyfilikler ve diğer alternatif keyfiliklere karşın bu monizm şeklinde benliğin ortaya çıkması keyfiliğinin kurucu monizmdeki halinden muhaf görünmektedir.

Kuantum monizminde ise beyne Leibniz’ci monizmden ayrı olarak bilinci bütünleyici bir görev atfedebiliyor oluşumuzdur. Beyindeki bütünlüklü işleyişi sağlayacak şey ise kuantum dolanıklığı dediğimiz, atomlardaki elektronların hiçbir bağıntıları yok gibi gözüken diğer elektronlar ile ortak hareket edip kendilerini düzenleyebilmeleridir. Bu sayede bütünsel olarak pek çok atomdaki elektron birbirleriyle iletişim kurabilir ve beynin tamamına bilinçlilik durumları atfedilebilir. Burada da pek çok keyfilik sorunu ile karşılaşırız. Elektronlarda olan bilinç durumu niye protonda olamasın? Dolanıklık sisteminin kendisi mi yoksa dolanıklığın bağladığı atomların kendi içindeki birliği mi benliği oluşturacak? Ve daha nicesi. 

İki ayrı minimal monist şeklinde ortak olan hata ise bilinç durumunu tekil atomlardan başlatmalarıdır. Tekil atomlarda, bizim dış dünyayı algılamamızı sağlayan duyum organlarımızdaki sistemler olmadığı için onlardaki bilinçlilik düzeyi algı öncesi aşamadan başlamalı, ama tek parçalı monizmlerde bildiğimiz anlamda bilinç en ufak zerreden başladığından bu amprik bilgiye uymamaktadırlar.

Tek parçalı monizmden tek ama genel monizme geçiş yapılırsa bilinç fenomeni tek bir parçaya indirgenmez, ama parçasız halde evrenin geneline nüfuz etmiştir. Buradaki ihtimalimiz ise dekompozisyon eleştirisiyle ciddi bir tehdit altındadır. Kurucu monizme uygulanabilecek kompozisyon eleştirisinin tam tersi olarak genele yayılan bilincin burada nasıl bölüneceği sorunu vardır. Ayrıca bütün canlılar tek bir kaynaktan bilince erişebiliyorsa bu denli büyük kişilik farklılıkları nasıl meydana gelir? Bu soruya belki basit bir analojiyle cevap verebiliriz. Tıpkı televizyon piksellerindeki üç rengin bütün diğer renkleri türetebilmesi gibi bilinç de kendisinden nemenalan organizmaların durumuna göre farklılık gösterebilmektedir. İhtimal dahilinde olan cevabımız, ilk soruya karşı dayanıklılığı olmayan genel monizmin savunulmasını zorlaştırmaktadır.

Ele alınan, kurucu monizme yani Russell ‘cı monizme yakın olan diğer tüm alternatifleri incelediğimizde zombi argümanı bu eleştiriden, monizmlerin kendi iç tutarlılıkların tam olarak sağlanamamasından kaynaklı bağışık gözükmektedir. Zombi argümanı bu eleştiri açısından sıkıntıya sokulmamıştır.

7-  Epifenomenal Kualia İtirazı

Zombi argümanını ortaya atan Kirk’ün daha sonra kendisine yönelik eleştirisi kualianın atıl olma durumuna dikkat çeker ve sınıflandırılması zor olan eleştirilerden birisidir. Sınıflandırılamaz, çünkü ilk elden hiçbir önerme ile bağıntı kurmamasına karşın önermelerin bağının olduğu nitelik algısının doğası üzerine bir tartışmaya sahiptir. Nitelik algısı, zombi argümanına göre atıl şekilde tasarlanmıştır. Çünkü bizim bilinçli olarak yaptığımızı düşündüğümüz eylemler aslında bilinçsizce taklit edilemez değildir. Bilinçli durumlar bu nedenle eylemlerinin sebepleri olarak alınamazlar. Diş doktorunda dişimiz çekildiği zaman canımız acıdığı için irkilmeyiz. Veya mutlu olduğumuz için havalara sıçramayız. Kualiaların hiçbiri eylemlerimizde rol oynamamaktadır. Kirk zombi argümanını tam da buradan eleştirmektedir. Sezgilerimiz bize bütün bilinçlilik durumlarımızın iyi kötü edimlerimizde rol oynadığını söylemekteyken zombi argümanının bilinç konusunda bizi sürüklediği istikamet epifenomenalizm olacaktır. 

Daha önce sezgisellikten savunuya karşı çıkmıştık. Dolayısıyla bütünselliği korumak adına epifenomenalizmin değerlendirilmesi gerekiyor. Epifenomenalizm, yani bilinçli durumların aslında herhangi bir edimsel rol oynamadığı senaryosunda bazı sıkıntılı pratik durumları da kabul etmek zorunda kalıyoruz. İlk olarak kualia, tamamen etkileşimsiz şekilde, evrimsel süreçte bir şekilde beynin yan ürünü olarak peydahlandıysa onun inanılmaz şekilde pek çok fizyolojik eşiyle uyumlu çıkması gereklidir. Mesela kaplandan korkmamızın ve neticesinde kaçmamızın evrimsel sebebi vardır. E-kualia (epifenomenal kualia) savunucularına göre ise fizyolojik olarak kaçınma tepkimiz bize mutluluk hissi getirebilirdi. Bilinçli durumların algısal eşleri, onlarla evrimsel süreçte şekillenmemesine karşın tam bir uyum içerisinde gözükmektedirler. Aç olunduğunda aç olduğunu hissetmek, depresyonda olunduğunda herhangi bir edimde bulunmama isteği, kendisi veya bir sevdiği kişiye zarar verildiğinde ortaya çıkan intikam isteği gibi evrimsel sürece oldukça ilintiliymiş gibi duran pek çok kualiayı evrimsel bağından ayırmış oluruz. Özellikle evrimsel köken vurgusunun yapılmasının sebebi ise nitelik dualistlerinin evrimsel olarak şekillenen fizyolojimiz ile belirli bilinç durumlarını uyumlu olarak eşleyebileceklerini kabul ederken e-kualiada böylesi bir durum söz konusu değildir.

Epifenomenalistler bu iddiaya karşı kendi düşündükleri bilinç anlayışını revize ederek kurtulabileceklerini düşündüler. Jackson gibi zamanında epifenomenalist olan insanlar epifenomenalizmi, büyük dalgalar neticesinde ortaya çıkan köpükleri, etkisizliği bağlamında bilince benzetirlerken bilinci bir tür yansıtıcıya çevirdiler. Tıpkı kişinin kendisine aynada baktığı esnada ortaya çıkan görüntü gibi aslında basit bir yansıtıcı özelliği olan e-kualialar yansıttığı içeriği ile uyumlu bilinç içerikleri üretebiliyordu. Bu sayede evrimsel gelişim ile ortaya çıkan belirli bilinç durumlarını açıklamaktan da kurtuldular ve yansıtıcı misyonunda olup bilinçli temel niteliği içinde bulunduran yansıtıcı fikrine geçiş yaptılar. E-kualia savunuclarının yansıtıcı olarak aldığı bilinç aynı zamanda kendisine has bir yansıtmaya sahip ve bu özelliği ile de görüntüde kendi ilavesi oluşmaktadır. Ama fizyolojik sürecin işleyişinde herhangi bir değişiklik yaratamaz. Epifenomenalistler bu ibareyi değiştirmediler. E-kualiayı olduğu gibi, tamamen etkisiz bıraktılar ve özel bir nöron grubu içerisinde gerçekleşebileceğini söylediler. Bu teorileri aynı zamanda belirteççi algı kuramıyla uyumludur. Belirteççi kurama göre algımız kırmızımsı şekilde algılar. Niteliğin kendisi dışarıda nesnesine bağlı yüzey özelliklerinde değil bizim algılama şekillerimizde ortaya çıkan durumlardır demektedirler.

Kirk’ün russell monizminde getirilen keyfilik eleştirisine benzer bir eleştirisi bu formattaki epifenomenalizme getirilebilir. Bir değil de birden çok yansıtıcı olma ihtimalinde kaç tane bilinç durumumuz olacaktır? Birden fazla yansıtıcı olduğunda ikincil ve sonraki yansıtıcılar meta bilinç olarak alınıp bilinçliliğin üstel düzeyi olarak mı anlaşılacak? Öyleyse bilinçliliğe yeni bir özellik eklenmeyeceğinin garantisi yan savunular ile desteklenmelidir. Çünkü meta bilincin kendisinin bilincin farkında olunmasıyla gerçekleştiği genel bir kabuldür ki epifenomenalistler zaten kendilerini kualianın etkisiz bir zihinsel durum olduğu tespitiyle savunulması güç bir duruma sokmuşken şimdi bir başka savunulması güç durumu daha omuzlanmaları gerekir. Farkındalığın kendisinin meta bilinçte dahil olmadıklarını, farkındalığın zaten bilinçle hep birlikte hareket ettiklerini hatırlatırlar. Ne var ki,  ‘bilinçli olduğumun bilincindeyim.’ Gibi cümleler tek bir bilinçlilik ve bu bilincin farkındalığından ibarettir. Ve bu özelliğin değişme ihtimali keyfiliğe bağlı gibi de durmamaktadır. Farklı yansıtıcılar ile bilincin bilinç dışında farklı bir algısal özellik kazanmayacağının keyfi olmayan bir açıklamasını yapmaları gerekmektedir.                                                                                                                Aynı şekilde benliğin farklı yansıtıcılar ile bölünmediğini ve niye bölünmediğini savunan argümanlar geliştirmelidirler.

Bütün bu fazla koşullara ve savunulmasının zorluğuna bakıldığında epifenomenalizm sezgilerimiz ile oldukça uyumlu gözükmektedir. Dolayısıyla Kirk’ün saldırısı anlamsız değildir. Eğer zombi argümanı bizi epifenomenalizme götürüyorsa, sırf sonucu nedeniyle zombi argümanının kendisinde bir hata olmalıdır. 

Burada Kirk’e yönelik iki itiraz vardır. İlki etkisi ile ayrılamayan kualia itirazı ikincisi de yetersizlikten imkansızlığın çıkmadığı itirazıdır. İlk itiraza göre kualianın nedensel olarak fiziksele etki ettiği ama etkisinin gözlemlenemediği hatta ilaveten aynı etkiye sahip olan bir fiziksel nedeni birlikte alıyoruz. Fiziksel neden ortaya çıkabiliyorken ve nedeni ile etkisi gözleme tabii iken aynısı kualianın etkisinde ortaya çıkmaz. Bu oldukça tartışmalı bir model olmakla birlikte kavramsal olarak mümkündür. İkinci eleştiri bu modele bağlanabilecek, yetersizliğin kavramsal çelişkiye götürmediği eleştirisidir. E-kualianın edimsellikle bağı yetersiz kalmaktadır ama bunu söylemek, hamburgerin içerisinde et olmadığı için içerisinde marul, domates ve soğan olan ekmeklerin hamburger olmasının imkansız olduğunu söylemek gibidir. Dolayısıyla çelişkiden ziyade tamamlanması gereken bir eksiklik olarak yaklaşılabilir.

İkinci eleştiri ilkine bağlandığı zaman hayata geçebilir. Ama kendi başına alındığında Kirk’ün amacının zaten içeriğin gelebileceği bütün yolları kapamaya çalıştığını ve başardığını unutan bir eleştiri olur. İlk eleştirinin getirdiği model dışında başka alternatif zihin kuramımız var mı? Hayır. O zaman ilk modele bağlı kalarak Kirk’ü eleştirebiliriz. Bu haliyle Kirk’ün eleştirisi güçlü gibi dursa d ilk eleştirinin sonucuna bağlı olarak zombi argümanına etki edecektir.

8- Davranışçılıktan İtiraz

Davranışçılık, analitik fonksiyonalizmden daha sıkıntılı bir konumdadır. Günümüzde davranışçılığın direkt savunucusu olan bir filozof bulmak çok zordur. Peki ona rağmen niye bu eleştirilerde yer alması gerek diye sorulursa, davranışçılığın zihin üzerine düşünülürken çoğu insanın aklına gelebileceği bir alternatif olduğu anlaşılmalı. Zihin üzerine vakıf olmayan pek çok kişi zihni çok özel bir yere koyabileceği gibi tamamen fiziksel, hatta incelenmeye bile değer olmayan entite gözüyle bakabilir. Bu yanlış bakışı düzeltmek adına davranışçı zihin teorisinin ne olduğunu ve davranışçılığın zombi argümanına yaklaşımını incelemekte yarar var.

Davranışçılık ortaya çıktığında soluk kesen bir orjinalliğe sahipti ve tarihsel ilk zihin felsefesi problemi olan Descartes’in zihin-beden problemine çok ilginç bir cevap öneriyordu. Bu cevap davranışçılığın aslında zihni sadece davranışlar olarak alması ve potansiyal davranış durumlarının da zihin durumları olarak kabul edilebileceği savunusunu içerir. Bu savunuya göre ayrı bir töz olduğu durumunu telafi etmeye çalışan fizikalistler bile, teorilerinin başında zihin-beden problemini kabul ettiklerinden temelleri hatalıdır. Gilbert Ryle’ın tabiriyle kategori hatasına (29) düşmüşlerdir. Ryle için bu hata pek çok analojik durum ile hayata geçebilir. Kendisinin verdiği üç tane önemli örnek vardır. İlk örneği olan kampüs örneğinde, mesela Hacettepe’ye gelen okul dışından bir öğretim görevlisi üniversiteyi gezmek istediğini, kendisine eşlik edecek görevlilere beyan eder. Görevliler öğretim görevlisine fakülteleri, üniversitenin kütüphanesi ve yemekhanesine götürür, bununla birlikte rektörlük gibi diğer resmi binalara da eşlik ederler. Üniversitedeki gezilecek bütün yapılara gittikten sonra araştırma görevlisi: ‘’Ee, üniversiteyi görmek istemiştim. Nerede üniversite?’’ diye sorduğu zaman ona verilebilecek cevap nedir? Hali hazırda üniversitenin tarafınca zaten görülmüş olduğudur. Üniversiteyi kafasında içindeki bütün yapılardan ayrı bir kategori yaratarak algılayan öğretim görevlisi kategori hatasına düşmüştür. Üniversite denilen şey içerisinde bilgi paylaşımının olduğu, çeşitli gerekli yapıları barındıran bir oluşumdur. Kendi bileşenlerinden fazla bir şey değildir. Aynı şekilde, bilinci düşünürken de kendi davranışlarımızdan fazlasıymış gibi bilinci düşündüğümüz için kategori hatasına düştüğümüzü söyler Ryle. Bu hataya fizikalistler de dahildir çünkü hatayı telafi edebilecekleri düşüncesiyle ortaya çıkarlar. Ama zaten hata yoktur. Ve bu bağlamda hatanın sadece tespiti yapılabileceği için zihne karşı ne fizikalist ne de dualist olunabilir. İki pozisyon da Ryle açısından hatalıdır.

Burada orijinal bir görüş ile karşı karşıyayız. Bu görüş daha zihin beden ayrılığında sorunu olmadığını beyan ederek ortadan kaldırdığı için zombi probleminin de aslında olmadığını söyleyecektir. Şuanda yaptığımız bütün davranışlar ve potansiyal tüm davranışlarımız zihin durumlarının kendileridir. Tıpkı dışarıda yağmur yağdığı için şemsiyeyi almamız gibi, bütün davranışların belirlenebilir öncel nedenleri vardır. Mesela annesi tarafından para cezası  konulan bir çocuğun motivasyon kaynağı ortadan kalktığı için, çocuğun herhangi bir şey yapmayı istememesi, daha doğrusu yapmıyor olarak görünmesi normaldir. Çünkü davranışlar için gerekli neden olan istekten yoksundur. Veya depresif olan birisi yine herhangi bir edimde bulunmayacaktır. Çünkü aynı şekilde depresyon motivasyonun olmamasıdır. İçsel bir zihinsel durum değil. Zihni davranış olarak aldığımızda belirli sorunlar hemen göze çarpıyor. Öncelikle epifenomenal kualiadan bile daha sezgilerimize aykırı bir pozisyon olduğunu söyleyebiliriz. Kualianın herhangi etkisinin olmadığını söylemek, kualianın direkt olmadığını söylemekten daha az güçlük gerektiren bir savunudur. Sezgizel sorunu geçtikten sonra, belirli zihinsel durumların niye bizim davranışlarımız ile eşlenik olduğunun cevabını aramalıyız ki, ortada yoktur. Mesela uzaylıların niye bizimkine benzer zihin durumları olmasın diye sormak makuldür. Burada Ryle’ın cevabı, uzaylıların da belirli zihinsel durumları olabileceğidir. Neden olamasın? En başında davranış ile zihinsel durumları bir tuttuğu için uzaylılarda zihinsel durumların olmadığını söylemek aslında uzaylıların davranışlarda bulunmadığını iddia etmek diyecektir Ryle’ın kendisi. Bu itirazında haklı olurdu. Ama başarısız olacağı pek çok diğer itirazla yüzleşecektir. Onlardan bir diğeri aynı davranışsal eğilim yaratan olguların adlandırılmasal olarak ayrılamayacaklarıdır. Mesela minor depresyona giren kişi potansiyal olarak davranışsız kalır ve o kişinin minor depresyonda olduğunu, davranışta bulunmadığı kısa zaman zarfından çıkarabiliriz diyen davranışçı minor depresyonun anlık atıl kalma veya hissetme durumundan ayırdını yapamayacaktır. Ayırdını yapamadığı gibi çok daha temel bir soruna da kapı aralarız: sadece davranışla eşitlenen zihin teorisinin kabulünde atıl olma kelimesi veya depresyon kelimesinden birisi ortadan kalkardı. Halbuki kişi, davranışlardan veya tutumlarından ayırt edememesine karşın hangi mental durumda olduğunu gayet iyi bilmektedir. Davranışçıların bu duruma getireceği bir eleştiri yoktur.

Bir diğer eleştiri eğilimlerin çokluğudur. Zaman zaman içerisinde bulunduğumuz durumların doğası gereği ya karar verilmesi mümkün olmayan ya da çatışan nedenlerden kaynaklı bariz bir hareket sebebimiz yoktur.  Karar verilmesi mümkün olmayan durumların daha naifi olarak vereceğimiz kararın sonucunun alternatifine avantajı gözlemlenemeyecek kadar az olan veya hiç olmayan durumlar kafamızda canlanabilir. Mesela yan yana olan iki bardakta da su vardır. Hangisinin içilmesi gerektiği kararına varmam için bir sebep olmaz. Belki bardaklardan birisi, enerjiden tasarruf etmem adına bana bir cm daha yakındır. Ama bir cm dikkate alınabilecek, enerji ekonomimiz açısından kayda değer bir avantaj değildir. Bu durumda davranışımın sebebi olan etkeni bulamayız. Bu davranışta bulunmamın tek nedeni kompleks zihinsel durumlarımdan gelebilmektedir. Karmaşık durumlara da benzer örnekler getirilebilir.

Davranışçının bu eleştirilere net bir cevabı yoktur. Üstüne üstlük bir sille daha yer. İmgelem yeteneği herhangi davranışsal bir kalıpla ilintili değildir. Hayal gücünde belirli imgeler olan kişi o imgeleri yoktan türetebilir veya imgelerin kendisinin davranışsal karşılığı olmaz. Sonsuzluğu düşünen Spinoza’nın sonsuzluk düşüncesi onda herhangi bir tutumsal karşılığa veya davranışa sebebiyet vermez. Yarattığı tutum, eğer varsa, sadece sonsuzluktan büyülenmenin etkisiyle yüzündeki ufak tebessüm olabilir diyelim. Bu kadar detay bir düşünceyi bu davranışsal özelliğe bağlamak için herhangi bir sebep yoktur. Detay düşünce ve imgelemler, a priori bağlı olmadıkları davranışsal durumlar yaratırlar. Bu davranışsal durumların niye bağıntılı olduklarını davranışçı açıklamak zorundadır.

Kendi içerisinde çok fazla sorundan muzdarip davranışçılık, içsel tutarlılığı sağlayamadığı için zombi argümanına herhangi bir eleştiri getiremez.

9- Nüfuzlu Özellikler İtirazı

Bu eleştiri Russell monizminde olduğu gibi doğanın yapısına inerek argümanı eleştirmeye çalışır. Nüfuzlu özellikler esasında metafizik temelli bir görüş olup sonucu tüm niteliksel durumlara bağlandığı için zombi argümanı üzerinde de konuşma bağlamına sahiptir. Nüfuzlu özellikler var olanların özellik doğasıyla ilgili bir tartışmadır. Şöyle ki bütün özellikler ya yönelimsel ya da niteliksel olarak ele alınabilirler. İki seçenek bağlamında özelliklerin doğasını tartışırken toplamda dört seçenek mevcuttur. Bunlar tüm özelliklerin yönelimsel doğada olduğunu savunanlar, tüm özelliklerin niteliksel olduğunu savunanlar, tüm özelliklerin yönelim ve niteliğin hibridi olduğunu savunanlar ve tüm özelliklerin aslında aynı kimliğe sahip yönelim ve nitelikten oluştuğunu savunanlar. Son seçenek öncekiyle karıştırılabilir. Ama aralarındaki fark, son seçenekte yönelim ile niteliklerin (eş olanlarının) aynı kimliğe sahip olduklarıdır. Genel olarak tüm yönelimler ve nitelikler de aynı doğadadırlar böylece. Üçüncü savunu şekli ise yönelimleri nitelikten ayırıp ikisinin de çeşitli şekilde dahil olabileceği bir metafizik savunudur.

Burada yönelim derken veya nitelik derken neyi kast ediyoruz, o da önemlidir. Yönelim mesela bir camın kırılmaya nedensel eğilimi olmasıdır. Nitelik ise bu özelliklerin belki ilk nedeni belki de direkt kendisidir. Henry Taylor (29), Heil ve Martin ile birlikte nüfuzlu özelliklerin güçlü bir savunucusu olarak kendi metafizik görüşünün cazibesini belirli nedenler ile aktarır. O nedenler: 1- Sadece yönelimlerin dahil olduğu bir senaryoda özellikleri hareketler bütünü olarak almamız gerekmektedir, bir anlamda hareketlerin kaynağını belli edemeyen (ayırt edici özellikler olmadığından) sürekli hareketler alanı olarak tasarlanan bir dünya söz konusu olmasıdır. 2- Sadece özelliklerin olduğu durumda, uygulamalı alan olarak doğa yasaları etkinliğini kaybeder. Çünkü doğa yasaları kendi doğa içeriklerinden bağımsız olarak sadece yönelimsel alan olarak gözükmektedir. 3- Hibrid görüş hangi alanda niteliğe hangisinde yönelime yer vereceği konusunda keyfilikten muzdariptir, a priori argümanlar geliştiremez.

Bu nedenlerden kaynaklı yukarıda geçen üç kişi yönelimlerin niteliklere eş olduğu dördüncü bir teorik alan üretirler. Bu teorik alana geçmelerindeki nedenler arasında ikinci sebep, aynı zamanda onların doğa yasalarında niteliksel durumu yaratmasını zorlaştırmaktadır eleştirisi gelebilir. Burada onların karşı tezi zaten bu nedenin nitelikler kendi başına tek özellik kaynağı olarak alındığında ortaya çıktığını ifade eder. Onun dışında kimi özellikler belirli taraflarını (kimi yönelimsel kimi niteliksel tarafı) belli edecek şekilde var olabilir. Bu durumda, nüfuzlu özellik savunucularınca tezat içeren bir durum bulunmamaktadır.

Nüfuzlu özellik savunucularınca, yukarıdaki cam örneğinden devam ettireceksek, camın kırılma yöneliminin olması aynı zamanda camın kırılabilir nitelikte olmasıdır. Ama ondan kaynaklı değildir. Nüfuzlu özellik savunucusu niteliği yönelim gerekçesi olarak kullanırsa, ikisini aynı şeyin iki farklı yüzü olarak eşlememiş olur. Cam örneği gibi pek çok özellik yapısı, yönelim ve niteliğin kimliksel birlikteliği için doğal uygunluğa sahiptir. Doğal uygunluk alanı ve eşlik eden diğer yan argümanlar, özelliklerin metafiziğinin tartışılmasında nüfuzlu özellikler savunucularına baskın olma imkanı vermiştir. Argümantatif gerekçeler neticesinde bu alanı çalışan filozofların önemli kısmı, kendisini nüfuzlu özellik savunucusu olarak adlandırır.

Nüfuzlu özellik, zombi argümanına özelliklerin doğada hali hazırda bulunduğunu gerekçelendirerek saldıracaktır. Bilinçsel özellikler de özelliklerin alt kümesine dahildir, dolayısıyla, yöneliminden ayrı nitelik düşünülemediği gibi, maddesinden ayrı bilinçlilik durumu da düşünemeyiz.

Yaklaşımın zombi argümanına eleştirisi temelden, dip dalgası şeklindedir. Zombi argümanının çektiği setlere karşı yıkıcı etkidedir.

Peki içsel tutarlılığı sağlam olan bir teoriyi karşı olduğu argüman bağlamında nasıl zayıflatabiliriz? Bu noktada yine Taylor’un kendisi gelecektir (30). Nüfuzlu özelliklerin bilinçle ilgili bağlantısında önceki görüşlerine yaptığı eleştiri taktire değerdir. Özellikler ile ilgili görüşünü bırakmamasına karşın bilinç ile bağlantısında sorunlar olduğunu tespit etmiştir. Nüfuzlu özellikler, kendi iç tutarlılığı içerisinde olmasa bile, bağlantısal tutarlılığına eleştiri getirilerek eleştirilebilir. Burada ilk olarak Russell monizmi ile farkının olmadığı söylenerek aynı eleştirilerin gelebileceği söylenecektir. Ama Russell monizmi ile farkı, Russell’ın bilinçlilik durumunu yönelimlere entegre etmesidir. Russell bildiğimiz anlamda bilinci doğaya işlemekte bu nedenle zorlandı. Nüfuzlu özelliklerden çıkartılabilecek bilinç kuramının kendisinde ise, bilinçliliğe farkındalık rolü verilerek bilincin, özelliklerin farkına varma durumu olarak tanımlamasıdır. Benlik veya daha üst düzey yapılar belirli bilişsel durumlar neticesinde ortaya çıkmış, ve kompleks niteliksel durumları bir özneye atfetme sonucu bizim tarafımızca adlandırılıp öne sürülen mefhumdur. Dolayısıyla eleştiri Russell monizmine gelen eleştirilere karşı bağışıktır.

Diğer eleştiri a posteriori zorunluluklardan gelir. Sonradan ortaya çıkan belirlenimler, bizim metafizik tasavvurumuzu ekarte ederler ve nüfuzlu özellikleri savunmamıza pratik engel teşkil edebilirler. Bu itiraz olası dünyalarda, tıpkı zombi argümanının bilinci ele alışı gibi,  yönelimlerin de nitelikler ile eş çıkmayabileceği ihtimalinden yürür. Bu itirazdaki sorun, tartışmanın temel varlık alanlarından birisi ile ilgili olmasıdır. Özelliğin tartışma alanı zaten bütün olası evrenlerde geçerli olacaktır, dolayısıyla bütün olası evrenlerde mantıksal zorunluluk olarak özelliklerin yapısıyla ilgili yaptığımız tartışmaların sonucu yapısal olarak aynı olacaktır. Özelliklerin içeriği, yani tekil haldeki özelliklerin ne olduğu tartışmanın içeriği değildir. Ama varlık alanının en temelinde, olmadığını düşünemediğimiz özellik kavramının doğası, bizim dünyamızdaki içeriğinden bağımsız argümanlar geliştirilerek nüfuzlu özellik doğasına sahip olma ihtimali yüksek olduğu gösterilen durumdadır. İhtimali yüksektir çünkü çok fazla kişi savunduğu için değil, ama savunanların zaten şu ana kadar tartıştıkları argümanların istikametinin nüfuzlu özellikler olmasıdır. Sonra çıkacak argümanlar bilinmediği için olasılıksal olarak, daha güçlü, karşıt argümanlar çıkana kadar bu özellik doğası en iyi seçenek denebilir. Varlığın kendi doğası ile ilgili olduğundan da sonradan keşfedilebilecek, yani amprik verinin tartışma alanına girmez. 

Son eleştiri kompleks zihinsel durumların nasıl belirli özelliklerin farkındalığı ile ortaya çıktığı eleşirisidir. Bu eleştiri şuana kadar ele alınanlar arasında en güçlü olanıdır. Çünkü son derece şahsi, birincil kişi bakış açısından türeyebilecek bilinçlilik durumları alanıdır. Mesela depresyonu, bizim dışımızdaki özellik alanına nasıl bağlayabiliriz? Veya mutluluk bize görece yararlı özelliklerin fark edilmesinin sonucu olarak mı alınmalıdır? Depresyon ve mutluluk gibi, bedensel algılardan soyutlanabilecek bireysel duygu durumları ve modlar, kaynaklarını özelliklerden alma ihtimalinde belirsizdirler. Nasıl bir bilişsel model belirli özelliklerden depresyonu yaratacak veya mutluluğu ortaya çıkaracaktır? Bu meçhuldür. (İleri tartışma için Heil 2010. (31))

10- Tip C Metaryalizm/Sezgi Pompası İtirazı

İki itiraz farklılıklar barındırmalarına karşın birisi daha temel olan, aynı ailesel bağa sahiptir. Daha önce açıklandığı gibi tip c metaryalizm Chalmers’ın tasnif ettiği materyalizm seçeneklerinden birisi olarak, elimizdeki bilimsel yöntem ve içerik sıkıntısından kaynaklı kavramsal becerilerimizin geliştirilmesi gerektiğini söyler. Zombi argümanının bize sorun olarak gözükmesi, bilinçle ilgili yeterli kavramsal kavrayışa sahip olmamızdan kaynaklıdır. Görüşün savunucuları, özellikler Quine’ın analitik sentetik ayrımında gösterdiği soruna dikkat çekerek, yeni kavramsal gelişimlerin mümkün olduğunu söyler (32). 

Sezgi pompası itirazı ise, Tip C materyalizme önemli ölçüde bağlı bir metafordur. Temel  olarak bilinç ile ilgili düşüncelerimizin, gündelik sezgisel hayatımıza aşırı bağlı olduğunu söyler. Neredeyse bütün temel argümanlar bu sezgilerimizin sebebiyet verdikleri anlamsız kalıplardır. Dennett, bu metaforu ortaya atan kişi olarak (33) görüşünü zombi argümanının bağlı olduğu anti fizikalist argümanlar zincirinin ilk halkası olan Mary’nin Odası düşünce deneyine getirir. Mary, siyah beyaz odada dünyaya gözlerini açan, renkler konusunda kendisini geliştirerek bilim insanı olan, hatta renkler ile öğrenilebilecek her şeyi öğrenen bir otoritedir. Buna karşın hayatı boyunca siyah beyaz bir odada tutulmuş ve renkler ile hiç karşılaşmamıştır. Bir gün, odasından dışarıya çıkarak gerçek renkler ile karşılaşan Mary, yeni bir şey öğrenmiş midir? Burada sezgisel yanıtımız, öğreneceğidir. Dennett tam bu duruma itiraz etmektedir. Sezgilerimiz, her şeyi biliyor olmanın nasıl bir şey olduğunu bize söyleyemez. Mary, dünyadaki hiçbir insanın aksine, her şeyi bilmektedir. Ve bu durum ona inanılmaz bir hareket alanı sağlamaktadır. Mary’nin renkleri biliyor olması için onlar ile karşılaşmasına gerek yoktur. Renkleri sahip olduğu geniş bilgisel ağdan çıkarsayabilir.

Burada Dennett’a gelen ilk eleştiri hipotez yokluğudur. Herhangi bir şey, ne kadar kompleks olursa olsun, medeniyetin ilk zamanlarında bile o şey hakkında bir hipotez üretilmiştir. Bilinç içinse böyle bir durum söz konusu değildir. Bilince baktığımızda, iç gözlem yoluyla değerlendirdiğimizde, Aristoteles’in zamanında akıl yürütmeler ile dünyanın ve gezegenlerin yapısını anlamaya çalışması gibi bir ilk adım bile mümkün değildir. Çünkü hiçbir aksi yönü var olamayacak şekilde sezgimiz, bütünüyle bilincin farklı bir şey olduğunu söyler. Bu ister fiziksel olsun ister başka bir şey olsun. Bundan kaynaklı, Dennett’ın niye bir ilksel hipotez ortaya atamadığımızı açıklaması gerekmektedir. Sezgi pompası itirazı, başarısız bir zombi argümanı itirazıdır.

Onun genel hali olan Tip C materyalizm için de durum farklı değildir. Birbirine yakın olan iki eleştiri türü fizikalizm içerisinde uğrak durağı olduğu söylenemeyecek fikirsel mekanlardır.

11- Fenomenal Konsept İtirazı

Zombi argümanına karşı geliştirilen, açık ara en güçlü argüman fenomenal konseptlerden gelmektedir. Üstellik fenomenal konseptler bilincin tanımlanmasıyla alakalı bir anlayış geliştirdikleri için tüm anti fizikselci argümanlara uyarlanabilmektedirler. Sadece zombi argümanı tekelinde kalan bir eleştiri alanları yoktur. Fenomenal konseptleri bu kadar ciddi bir güç kılan durum bilinç teorisiyle bilincin tanımlanma şekli arasında ayrım kurma fikrini kullanıyor olmasıdır.  Fenomenal konsept savunucuları, aykırı fizikalist görüşlerin (sezgi pompası itirazı gibi) kesinlikle yapamayacağı şekilde bilincin fiziksel olmayan taraflarını arttırma tartışmasına girmişlerdir. Levin’e göre (34) bilinci incelerken, bizim sezgimizde bilinç fenomenini fizikselden uzaklaştıran iki ayrı etmen vardır. Birincisi nitelik algısının kendisidir. Diğeri ise nitelik algısının tanımlanma şeklidir. Tanımlanma şekli döngüsel ve indirgenemez olmasına karşın döngüsel olmayıp indirgenebilir olan açıklamalar ile aynı doğruluk bilgisini vermektedir. Acıyı tanılamaya çalıştığımızda, ‘bu acıyı biliyorum.’ Deriz. Acıyı tanımladığımız terimsel ifade algıladığımız fenomenin kendi niteliksel doğasından gelir ve acıyı, acımsı niteliğe sahip bir mefhum olarak tanımlarız. Aynı şekilde ‘acıyı biliyorum’  cümlesinde, tıpkı kalemin veya bir başka nesnenin ne olduğu sorulduğu zamanki gibi indirgeme işlemine de girmeyiz. Halbuki açıklama kavramı, pratik veya soyut bir kavramı alt bileşenlerine indirgemekten ibarettir. Bütün fiziksel nesnelere karşı kullanılan ‘bilmek’ yüklemi, fiziksel nesnenin oluşturucularını ayrı ayrı bilme ve oluşturucu parçaları arasındaki ilişkiyi bilmek olarak alınır. Bilinçte böylesi bir durum söz konusu olmaz. Bilinçli spesifik bir durumu bir diğer spesifik duruma psikolojik olarak bağlayabiliriz ama hiçbir zaman oluşturucu veya parçaları arasındaki etkileşimi olarak almayız. Bizim uzun süre heyecanlı olmamız bir süre sonra bu duygu durumundan yorulmamıza sebep olabilir ve yorgun hissettirebilir. İlk durum ikincisine sebep vermektedir, ama oluşturucusu değildir. Ve parçalar arası ilişki kesin değildir. Buna rağmen, iki durumun d, kesinkes ne olduklarını biliriz. 

Bu tanımsal farklılık bize bilincin fiziksel olmaması sezgisindeki ağırlığın hangi tarafta olduğunu düşündürtür. Kualianın kendisi mi fiziksel olmadığı için fiziksel bir tanıma sahip değildir? Yoksa kualianın tanımlanma şekli gereği mi onu fizikselden ayırırız? Yoksa ikisi birden mi? Tüm seçenekleri ele alalım. Kualianın bütünüyle farklı olmasından kaynaklı tanımlanmasının fiziksel nüveler içermemesi kualiadaki açıklayıcılık durumunu ortadan kaldırır, açıklayıcılık, nedenselliğin kapalığı ve nedensel indirgenebilirlik ilkesinin bağlı olduğu fizikalizm kavramıdır. Salt mental ifadelerin birbirlerinin nedeni olmasının bildiğimiz anlamda açıklayıcı olup olmadığını düşünün. İki durumun da ne olduğunu çok iyi bilmemize rağmen onları alt bileşenlerine ayırıp inceleyemediğimiz ontolojinin üyeleri olarak tasarlarsak burada açıklayıcı olduğunu bize düşündürten olası tüm etmenleri ortadan kaldırırız. Üçüncü seçenek de böyledir. Açıklayıcılık kavramını ortadan kaldıran temel fiziksel olmayan ontolojiye bağlı olduğundan herhangi bir açıklama üretemez.

Son seçenek, şuana kadar tartışılan bütün fizikselci ve dualist görüşlerin açımlanamaz sıkıntıları da eklendiğinde, en makulü gibi durmaktadır. Bilince dair yaklaşımımız öylesine farklıdır ki, bakışımızı eşleyebileceğimiz bir başka yaklaşım bulamayız. Analojik olarak, kahvehanede sadece Amerika’nın dünyayı yönettiği komploları üzerine konuşan kişilerin dış dünya hakkındaki bilgisizliği gibi bir konseptsel yalıtıklığı olmalıdır. Kualiaya dair bakışımız, ‘’..bu denli yalıtık olmalıdır ki onu başka kavramlara eşleyemeyelim.’’ Der Bryne (35). Tüm fenomenal konsept savunucuları bu eş kabul üzerinden konsept teorilerini yapılandırırlar.

Bütün fenomenal konsept tasavvurlarının imleyicileri ya işaret etmesi gereken özellikten başka bir özelliğe işaret etmemeli, ya da konseptin kendisi diğer fiziksel ve başka türden konseptler ile nedensel ilişkiye giremez olmalıdır (36). Bunun neticesinde araba lastiğine bakan kişi onu hareketsel bir konsept içerisinde düşünüyorken, lastiğin şeklinden dolayı onu geometrik bir konsept içerisinde ele alabilir. Lastiğin tam olarak yuvarlak mı yoksa belki de patlamış olmasından hafif morfolojik bozukluğu olup olmadığını teşhis edebilir. Bir heykeltıraş kendi eserini estetik konseptlere dayalı kritiğe tabii tutarken aynı zamanda fiziksel bir konsept ile heykel içerisindeki maddelerin elementleri hakkında konuşmaya geçebilir. Gündelik hayatta ele aldığımız pek çok entitenin farklı bakış açılarını kendi içinde barındırmaya müsait oluşu bizim o entiteleri farklı açılardan değerlendirmemize olanak tanır.  Fenomenal konsept tasavvurunda ise konseptlerin farklı şekilde ele alınması söz konusu değildir. Kırmızıya ait konseptim bilgisel düzlemde ele alınsa da bu konseptin algısal tanımlanması geometrik, estetik, fiziksel veya matematiksel herhangi bir konsepte eşlenemez. Dolayısıyla tam yalıtıklık alanında algısal bir fenomeni değelerlendirmeye tabii oluruz. Yukarıda, Amerika’yı kendi tek taraflı bakış açısından değerlendiren kahvehane insanlarında, kendi bilgisinin tek kaynaklılığından kaynaklı kendini mutlak haklı konumda görmesi, kendi bilgisini parçalarına ayırıcı başka hiçbir incelemeye tabi tutmamasına rağmen bilinçlilik durumumuzdaki bir bilgiden bahsedermişçesine, dünya ile ilgili bilgilerinden bahsetmesi neredeyse aynı şeydir. 

Konseptler, bir kez daha üzerinden geçmek gerekirse, bilincin sadece tanımıyla alakalıdır. Tanım sorunu ortadan kalkan herhangi bir fizikalist teori kendi iç başarısına göre tercih edilebilirdir ama aynı zamanda yukarıda fizikalist ve dualist teorilerin tercih edilmemesinden bahsederken fizikalist teorilerin konsept strateji ile eklemlenmemiş halde sorunlarından bahsedildiğinden, konsept stratejinin eklendiği haliyle pek çok fizikalist teorinin tercih edilebilirliği önemli ölçüde artacaktır.

Fenomenal konsept düşüncesine literatürde pek çok itiraz getirilmiştir. Bunların tamamına yer verilmesi ekonomik olmayacağı için konseptleri anlayışımızı önemli ölçüde açıklayıcılık sağlayan Çift Boynuz İtirazı (37) bölüm içerisinde değerlendirilecektir. Diğer itirazlara bakmak açısından, derleyici bir kaynak olarak Michael Tye’ın Consciousness Revisited kitabı tavsiye edilebilir.

Çift Boynuzlu İtiraz ismini konseptlere iki ayrı yerden saldırması nedeniyle almıştır. Argümanın başlangıcı, kavranabilirlik argümanının konseptlere uyarlanmasına dayanır. P harfi fizikalizmi imlerken C harfi konseptleri imler.

P1- P^-C kavranabilirdir, o halde C fiziksel olarak açıklanamaz.

P2- P^-C kavranabilir değildir, o halde C bizim epistemik durumumuzu açıklayamaz.

Burada argümanın ilk kısmı konsept ile bilincin zorunlu bağlandığı fikrinden hareket etmektedir. İkisini zorunlu olarak bağladığımızda kavranabilirlik argümanının bilince getirilmiş halinin aynısını konseptlere de getirebiliriz ki bu durum aynı zorlukların konseptler içerisinde meydana gelmesine vesile olur. İkinci seçenekte bilinç ile zorunlu bağı olmadığını düşündüğümüz senaryoda ise bilinci olmayan herhangi bir zombinin bizimle aynı epistemik statüye sahip olmasını kabul ederiz. Dışarıya ilk kez çıkan zombi Mary’nin normal Mary ile aynı epistemik statüde olduğunu hayal etmek makul değildir. Zombi Mary kırmızıyı biliyorum derse bile bilgisi bizimki ile kesinlikle aynı olmayacaktır.

Bu bilgilerden hareketle argümanın tamamlayıcı ikinci kısmı devreye girer:

P1*- P^-C kavranabilir değil, o halde zombiler C sahibi olabilir.

P2*- Zombiler bizim epistemik durumumuzu paylaşmaz.

P3*- Eğer zombiler C’e sahip olabiliyor fakat bizim epistemik durumumuza sahip olamıyorlarsa, o halde C bizim epistemik durumumuzu açıklamaz.

Argüman oldukça sağlam gözükmektedir. Bu argümana getirilen, literatür içinde dört adet eleştiri vardır. Bunlar sırayla; 1- P’nin C’yi açıklayamayacağını kabul etmek. 2- C’nin epistemik durumu açıklamadığını kabul etmek ama yeniden yapılandırılmış epistemik durumu savunmak. 3- Aynı epistemik durumda olduklarını savunmak. 4- Kavranabilirlik ile açıklama bağını reddetmek.

Bu seçenekler arasında ilki ve üçüncüsü rağbet edilen açıklamalardır. Ben şahsen üçüncü epistemik durumun gayet mümkün olduğunu düşünmekteyim. İlk açıklamadan başlayacaksak; P, C’yi açıklayamaz çünkü C birincil kişi bakış açısından ve üçüncül kişi bakış açısından değerlendirilebilir. Birincil kişi bakış açısından konseptlerin değerlendirilmesi niteliksel algıların öznece tanımlanması ile ilgiliyken üçüncül kişi bakış açısınca konseptler kendi varlık alanları içerisinde değerlendirilerek, diğer konseptlerden yalıtık olarak ele alınırlar. Birincil kişi açısından P’nin C’yi açıklama imkanı zaten yoktur, üçüncül kişi açısından da epistemik durumun önemi yoktur çünkü konseptlerin niteliği ile alakalıdır. Konseptlere birincil ve üçüncül kişi bakış açısıyla yaklaşmamıza göre konseptlere belirli bir bakış açısıyla yaklaşırız. Yaklaşıma göre getirilen eleştirinin malumatı değişecektir. Birincil kişi açısından epistemik durumun değerlendirilmesi zaten kişiler arası incelemeye tabi değildir, diğer bakış açısıyla da zaten epistemik durumdan bahsedilecek durum söz konusu olmaz, bu eleştirinin savunucularından olan Balog, P’nin C’yi açıklayamayacağını, çünkü zaten açıklama mekanizmasının olmadığını söyler. 

Ben bu eleştiriye katılmıyorum. Sebebi bilinci değerlendirirken yalıtık olarak tasarladığımız konsept tasavvuru gibi bir stratejik yaklaşımın bu noktada tutmayacağıdır. Bu noktada açıklayıcılık ile ontolojik bağ birbirlerinden ayrılmaz noktadadır çünkü konseptlerin kendisi zaten tanımsal mekanizmalardır. Tanımsal mekanizmanın tanımsal malzemeden yoksun olduğunu kabul etmek konseptin savunulabilitesini güçlendirmez. Burada bir diğer strateji birincil ve ikincil düzey konseptler tasarlamaktır. İlk konsept fiziksele bağlı tahayyül edilebilecek iken ikincisi, ilkine bağlı olan, fiziksele bağlı olarak tahayyül edilemez. Bu durumda ilk yalıtık konsept epistemik durumumuzu açıklamamak ile birlikte bilinçsel nüvenin yalıtık değerlendirilmesini sağlar, ikinci konsept ise bu durumun epistemik statü sağlayıcısıdır. Konsepti kendi içerisinde tanımlayarak dışarıya bir imleyici göndermez. Burada ikinci konseptin niye bilinçsel bir değer eklediği sorusu sorulabilir. Niye ikinci bir konsept belirli bir nitelik katsın? Yine de ilk stratejine nazaran daha etkili durduğu kabul edilebilirdir.

Üçüncü eleştiri ise aslında zombi ile insanın aynı epistemik durumda olduğunu kabul etmektedir. Benim özellikle savunduğum bu konsept stratejisi bilinç ile bilince dair inanç ayrımına dikkat çeker. Eliminatif materyalistlerde bilincin kendisine değil de bilinç inancına saldırmak gibi, bu strateji savunucuları, epistemik statünün, inançsal kabulle eşlendiğini kabul ederler. Zombi Mary dışarıya çıktığında gerçekten bir şey öğrenmez, ama bir şey öğrendiğine inanır, konuştuğu, bilincin yalıtık, diğer kavramlarla incelenemeyeceği beyanları aslında konseptin kendisinin bilinçsiz değerlendirilmesinden ibarettir. Zombi Mary kendi fenomenal ifadesine zfenomenal der, inanç ve getirdiği yönelimler bakımından aynı olup içerik bakımından boş olabilir. Bizim sahip olduğumuz fenomenal zenginliğe sahip olmasına gerek yoktur. Düşünüldüğünde en basit itiraz olarak bilgi enflasyonu itirazını getirmek makul durmaktadır.  Zombi Mary’nin aynı bilgisel zenginliğe sahip olduğunu düşünmek saçmalıktır, zombi Mary hiçbir zaman kırmızının farklı tonlarını hayal etmenin, o tonlar arasında geçiş yapabilmenin ne demek olduğunun zengin bilgisel durumuna erişemeyecektir. İstediği kadar inansın diyebilir bu itiraz savunucuları.

Haklı olabilecekleri nokta epistemik durum derken tam olarak neyin kast edildiğinin belli olmamasıdır. Epistemik durumumuzdan bilginin içeriğini mi yoksa bilginin eğilimlerimiz üzerindeki etkisini mi anlamalıyız? İçeriksel olarak yaklaşacaksak karşı itirazı getirenler, ikinci seçenektekine oranla savlarını daha güçlü tutmuşlardır çünkü ikinci seçenek bilginin içeriğini tartışma konusu yapmaz. Ama şöyle düşünelim: Mary, zaten renkler ile ilgili her şeyi biliyordu, burada O nun renklerin tonu arasında bilinçli geçiş yapamamış olması ama zfenomenal olarak geçiş yapması, iki Mary’nin de odalarındayken sahip olduğu terimsel bilgiyi yalıtık, konseptsel ortamda değerlendirme yeterliliği sağlıyor. Bilinç hakkında düşünürken ya bilincin yokluğu ya da varlığı üzerinden tasarlıyoruz. Ama bilinç olmayan, içeriksel karşılığı olarak bizimle aynı şeyleri yapma imkanı sağlayan bir konseptsel durumu aklımıza bile getirmiyoruz ki, bu düşünüş, üçüncü türde eleştiri getirenlerin haklılığı adına önemli bir savunu olacaktır. Daha önce de denildiği gibi, konseptler sadece yalıtık tanımlayıcılardır, tanımlanma koşullarının değişimi onları bilinçsel konsept veya bilinçsel olmayan konsept olarak ayırmamızı sağlar.

Diğer eleştirilere yer sıkıntısından kaynaklı değinilmemesine karşın getirilen itiraz, konsept ontolojisine karşın en büyük saldırılardan birisi olarak kabul edilmektedir ve önemli ölçüde etkisiz hale getirildiği, yukarıdaki sebepler uyarınca, düşünülmektedir. Fenomenal konseptin doğasına ilişkin pratik veya teorik bir engel gelene kadar zombi argümanını oldukça zayıflattığı söylenebilir.

Sonuç

Şuana kadar ele alınan eleştirilerden en başarılı olanı fenomenal konsept eleştirisi olmak ile birlikte nüfuzlu özellikler itirazı, anti-zombi itirazı ve Kirk’ün itirazlarının da kayda değer yanları aktarılmıştır. Hepsinin belirli nedenlerle rağbet görmesi olası olmak ile birlikte, konsept strateji, elimizdeki anti-fizikalist argümanları önemli ölçüde bertaraf edebileceğimiz ikili bir bilinç anlayışı geliştirmesiyle teorik olarak oldukça ekonomiktir. Occam’ın usturasını dahil edersek ciddi bir eleştiri olmadığı taktirde fenomenal konsept stratejinin en makulü olduğunu düşünmek gereklidir. Zombi argümanı, başarılı bir temelden yükselmiş, çıktığı 1995 senesinde ciddi tartışma ortamı oluşturmuş ve bu tartışmayı günümüze değin aktarabilmiş olsa da şu anki yeri Descartes’in argümanlarının iki tık üzeri olabilir.

Kaynakça

1-  Kirk, Robert, 1974, Zombies v. Materialists, Aristotelian Society Volume 48, 135-163

2- Moody, Todd, 1994, Journal of Consciousness Studies Volume 1, 196-200

3- http://consc.net/zombies-on-the-web/

4- http://news.bbc.co.uk/2/hi/uk_news/wales/8370237.stm

5- Macia, Josep & Carpintero, Manuel Garcia, 2006, Two Dimensional Semantics, Oxford: Clarendon Press

6- Ramsay, W., Mar 11 2019, Stanford Encyclopedia of Philosophy

7- Chalmers, David, (S. Stich and F. Warfield, eds) Blackwell Guide to the Philosophy of Mind (Blackwell, 2003), ve (D. Chalmers, ed) Philosophy of Mind: Classical and Contemporary Readings (Oxford, 2002)

8-  Searle, John R. 2002, Why I Am Not a Property Dualist, Journal of Consciousness Studies, 9, No.12, 57-64.

9- Tononi, Guilio & Massimini, Marcello & Boly, Malenie & Koch, Christof, 2016, Nature Review Neuroscience 17, 307-321.

10- https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC6717708/

11- Hatfield, Gary, 2007, Erkenntnis 66, 133-168

12- Hayek, Friedrich, 1948, Individualism and Economic Order, THE UNIVERSITY OF CHICAGO PRESS

13- Chalmers, David J. 2011, The Character of Consciousness, Oxford University Press

14- Frankish, Kaith, 2007, The Philosophical Quarterly, Volume 57, 650-666

15- Chalmers, David J. 2011, The Character of Consciousness, Oxford University Press

16- Chalmers, David J. 2013,  The PhilPapers Surveys Results, Analysis and Discussion

17- Chalmers, David J. 2009, The Two-Dimensional Argument Against Materialism, Oxford University Press

18- Phelan, Mark. Buckwalter, Wesley, Analytic Functionalism and Mental State Attribution, Philosophical Topics.

19- Cole, D. The Chinese Room Argument, 2004, Stanford Encyclopedia of Philosophy, mar 19.

20- Chalmers, David J. 2011, The Character of Consciousness, Oxford University Press

21- Block, N., 1978, ‘Troubles with Functionalism’, in C. W. Savage (ed.), Perception and Cognition: Issues in the Foundations of Psychology, Minneapolis: University of Minnesota Press. (Reprinted in many anthologies on philosophy of mind and psychology.)

22- Lycan, William G. 1995 Consciousness, MIT Press

23- Chalmers, David J. 2011, The Character of Consciousness, Oxford University Press

24- Stalnaker, Robert C. 2004, Assertion Revisited: On the Interpretation of Two-Dimensional Modal Semantics, Philosophical Studies 118(1):299-322

25- Yablo, Stephen, 2012,  Explanation, Extrapolation, and Existence, Mind, Volume 121, Issue 484, October 2012, Pages 1007–1029

26- Balog, Katalin, 1999, Conceivability, Possibility, and the Mind-Body ProblemThe Philosophical ReviewVol. 108, No. 4, 497-528

27- Russell, Bernard, 1924, Analysis of Mind, IndyPublish 

28-  Chalmers, David J. 2013, Panpsychism and Panprotopsychism, 

29- Taylor, Henry, 2017, Powerfull Qualities and Pure Powers, Philosophical Studies,

30- Taylor, Henry, 2017, April, Powerful Qualities, Phenomenal Concepts, and the New Challenge to Physicalism, Australasian Journal of Philosophy 96(262):1-14

31- Heil, John, 2010, Powerful Qualities, Routledge, The Metaphysics of Powers: Their Grounding and their Manifestations

32- Quine, Willard Van Orman, Two Dogmas of Empiricism, The Philosophical Review 60 (1951): 20-43

33- Dennett, Daniel, Intuition Pumps and Other Tools for Thinking, Brilliance Audio; Unabridged edition (April 8, 2014)

34- Levin, Janet, What is a Phenomenal Concept, 2007, Phenomenal Concepts and Phenomenal Knowledge, pp.87-110

35- Do phenomenal concepts misrepresent?Darragh Byrne Philosophical Psychology 29 (5):669-678 (2016)

36- Alter, Torin & Sven Walter ed. 2007, Phenomenal Concepts And Phenomenal Knowledge: New Essays on Consciousness and Physicalism 

37- http://consc.net/papers/pceg.html

 

 

 

 

1 Comment

  1. Bilinç dış ortamda hayatta kalma şansını artırmak ve avantaj sağlamak için evrilmiştir. Bunun neden bu şekilde ortaya çıktığı rastlantısal mutasyon/evrim ve elde edilen avantajın genleri bir sonraki nesle aktarma ihtimalini artırmış olması şeklinde açıklanabilir. Bu oluşumu isteyerek tetikleyemeyiz ancak son formunun benzetimini inşa edebiliriz.

    Bilinç elektro-kimyasal reaksiyonlara dayanır. İleride anakart devresi gibi ya da tamamen yazılımsal olarak modellenebilecektir.

    Zombi argümanı geçersizdir. Bilişsel mekanizmalar olmadan dış uyaranlara kompleks ve değişken tepkiler verilemez. Sadece dürtüsel ve önceden programlanmış ve rastlantısallıktan uzak tepkiler verilebilir. Bu basit organizmalarda ve robotlarda görülür.

    İnsan bilinci aslında demokratik bir parlamento gibidir. Nöral ağ ve patikalardan hangisi o an daha baskın çıkar ve daha kuvvetli ateşlenirse, o patikaya göre karar vermekteyiz. Patikaların oluşumu ise gelişme ve yaşanan deneyimler ile alakalıyken hangi patikanın hangi an baskın olacağı, beynin o anki nörokimyası ile alakalıdır. Örneğin aç olmamız, sinirli olmamız ya da mutlu olmamız, o an baskın olan nöral patikaları ya da sinaps ateşleme konfigürasyonunu değiştirecektir.

    Gelecekte, 1 yıl boyunca 24 saat kişinin beynindeki nöro-kimya ve sinaps ateşleme desenleri kayıt altına alınarak, kişinin hangi durumda nasıl düşüneceği ve tepki vereceği modellenebilir.

    Atomdan yola çıkmak çok doğru değil. Nihayetinde o atomlar, özelleşmiş beyin hücrelerine dönüştükleri için, kolektif bilinç yapısında anlamlı hale geliyorlar. Beynin belirli nöral bölgeleri çıkartıldığında, o bölgenin üstlendiği işlev yerine getirilemez hale gelir ya da yapabilirse komşu nöronlar telafi için köprü oluşturabilir ancak alınan parça çok büyük ise sanırım bunu yapamayacaktır.

    Yansıtıcılardan ne kastedildiğini anlamadım.

    Asıl merak ettiğim, virüsler kendine konak hücre bulup o hücreyi istila edip konak hücrenin içindeki çoğalma/kopyalama mekanizmalarını kendine ait kodu çoğaltmek için kullanarak kendinin yeni kopyalarını yaratan parazitik bir organizma. Acaba virüslerin bilinç düzeyi nedir, nasıl karar vermektedir, konak hücreyi nasıl bulmaktadır, burada bir bilinç var mı yoksa tamamen otomaton gibi mi hareket ediyorlar, bizim bilinç düzeyimiz ile aralarındaki fark nedir, yeterince uzaktan bakıldığında biz de onlar gibi otomaton gibi mi görünüyoruz?

    https://youtu.be/gxM79UNvKqc?t=110

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Putnam Ve Kripke’de Anlamın Dışsallaştırılması Ve Kuramlarının Eleştirileri – Onur Göksel Yokuş

Önceki Makale

Söz Edimi Kavramı Çevresinde Searl’ün Austin Eleştirisi – Didem Arzu Özay