Hayek ve Bireysel Özgürlükler -Richard Ebeling

1696 görüntülenme
29 dk okuma süresi
Kualia Analitik Felsefe

Kualia Analitik Felsefe

Çeviri: Arda Bahçekapılı

Sosyalizme hevesin ve inanışın yeniden doğmasının yanı sıra önemli sayıdaki akademisyen, aydın, genç ve seçilmiş yetkiliyi ilgilendiren devlet planlamaları; özgürlük, kitle kontrol, pazar rekabeti ve siyasi otoriteleri çevreleyen birçok temel sorunu gün yüzüne çıkarıyor.

Bu sefer “Yeni Yeşil Mutabakat” adıyla bir kez daha özel girişimden kurtulma haykırışları duyuluyor. Bu görüş insanoğlunun toplumun geleceğini kontrol altına alması ve bu geleceği bazı formları göz önünde bulundurarak yeniden şekillendirmesini hedefliyor. Formlardan kastedilense, kamu yararının ve genel refah düzeyinin gelişmesinden ziyade kişisel kârı hedefleyen kapitalizmin, toplumda kontrolsüz şekilde uygulandığında ortaya çıkardığı sonuca kıyasla daha “rasyonel” olanlar.

Toplumsal adaletin, arz ve talebin serbest kalmasının sonucunda ortaya çıkan gelir eşitsizliklerinden kurtulmayı hedeflediği söylenir. Çünkü serbest piyasaya dayanan sonuçların tamamı, çoğunluğun zararına yol açacak şekilde, servetin büyük kısmını kısıtlı bir zümre arasında pay edilmesiyle son bulmuştur. Kapitalist sistemin amacı işçileri, azınlıkları ve diğer baskılanan grupları sömürmektir. Böylece zenginler daha zengin hale gelebilir.

Özgürlük adına en sinir bozucu unsur, geçtiğimiz iki yüz yılda bu konuşulanların ne kadarlık kısmının tekrar ve tekrar duyulduğudur. Bu tarz ifadelerin modern örnekleriyle 19. Ve 20. Yüzyılda söylenmiş olanlar arasında neredeyse hiçbir fark yok.

Yeni sayılabilecek tek yön devletlerin aldığı kararlara bazı talepleri karşılaması yönünde ısrarcı olmak. Bu taleplerin karşılanmaması halinde atmosferdeki insan kaynaklı kirliliğin Dünya’nın sonu anlamına gelebileceğini biliyoruz. Geçmişte Marksistler zincirleri dışında başka kaybedecek hiçbir şeyleri olmadığından dünyadaki bütün işçilerin bir araya gelmesi gerektiğini söylüyorlardı. Fakat, şu anda edilen feryatların tümü insanlığın küresel ısınma karşısında bir ana planın parçası olması gerektiği başlığı altında toplanıyor.

Bu sosyalist planın yeni örneklemesinde tıpkı önceki hükümeti kontrol çağrılarında olduğu gibi çeşitli temel varsayımlar var. Bunların arasında, toplumun kendi haline bırakıldığından daha iyi sonuçlar verecek şekilde yeniden oluşturulabileceği ve inşa edilebileceği fikri vardır. Bir diğer varsayımsa gelirin rekabetçi bir piyasada pay edilmesi adaletsiz ve haksızdır. Bu gelir piyasa tarafından oluşturulan sistemden daha etik bir şekilde kanıtlanabilir şekilde dağıtılabilir. Ayrıca bir diğer varsayım en iyi hükümetin, çoğunluğun taleplerinin ifade edilmesini engelleyen anayasal sınırları bulundurmayan hükümet olduğudur.

İlericiler ve Yeni Yeşil Mutabakat savunucuları 21. Yüzyıl Amerika’sında bu tarz görüşlerin en katı iki savunucusu olarak görülse de Birleşik Devletler ’deki, hatta dünya genelindeki, birçok parti ve siyasi akım bu üç varsayıma inanıyor. Her şeye rağmen müdahaleci bir refah devleti kolektivist ve planlı bir toplum yolunda yalnızca bir başlangıç adımı niteliğinde. Ne yazık ki dünyanın herhangi ülkesinde bu üç varsayımı sorgulayan ve üstüne kafa yoran çok az sayıda insan var.

Planlamadan kaynaklanan tehlikeler üzerine Hayek

Ancak bu fikirlere karşı çıkmakla kalmayıp bunu makul ve anlayışlı yollarla yapanlar da oldu. Bunların en önemlisi Avusturyalı Nobel ödüllü ekonomist Friedrich A. Hayek (1899–1992). Hayek, ilk Ludid von Mises tarafından formüle edilen Avusturya para teorisini ve konjonktür döngüsünü geliştiren para teorisyeni olarak uluslararası tanınırlık kazandı. Bu rolde, 1930’larda ve 1940’larda ortaya çıkan Keynes Devrimini eleştiren önde gelen isimlerden birisi oldu.

Savaş döneminde, Hayek’in ilgisi git gide kayarak bir soruyu yanıtlamaya yöneldi. 19. Yüzyılda serbest piyasa liberalizminin monarşi despotluğunu yıkması ve batı toplumlarındaki artan sayıdaki insanın refah düzeyini arttırmasına rağmen 20. Yüzyılın ilk yarısında nasıl oldu da kolektivizm ve totalitarizm fikren ve siyasi olarak bu kadar başarılı oldu?

Hayek’in bu konu üzerine açıklaması 1944 yılında yayımladığı The Road to Serfdom’da yer buldu. Bu çalışmayla beraber Hayek Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’da daha geniş kitlelere ulaşarak kısa sürede ün kazandı. Almanya gibi medeni ve gelişmiş bir milletin nasıl olur da Adolf Hitler’in ve Nazi harekatının demagojisine yenik düşebileceğine dair yorumunu sundu. Hayek’in uyarısı kültürel veya politik açıdan Almanları bu duruma duyarlı hale getiren eşsiz bir etkenin var olmadığı yönündeydi.

Aynı kolektivist ve sosyalist fikirler Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerde de çok yaygındı. Bu fikirlerin Almanlar üzerindeki albenisi ve etkisi diğer ülkelerdekinden birkaç on yıl ilerdeydi. Eğer kimse tehlikeyi sezmiyorsa, topluma uygulanan ekonomik kontrol yaşamın bütün yönlerini siyasi komutanın avuçları arasına bırakabilir.

Özgürlük ve özgürlüğün temelleri

1950’lerde Hayek ilgisini, özgür bir toplumun temelini oluşturan ve onların noksanlığında özgür toplumun uzun vadede devam ettirilemeyeceği politik ve sosyal fikirlere yöneltti. Bu ilgi 1960 yılında yayımlanan The Constitution of Liberty adlı muhteşem kitabında doruğa ulaştı. Bu kitapta Hayek, doğa ve bireysel özgürlüğün yönlerini, hukukun üstünlüğünün anlamı ve anayasaların rollerini, özgür bir toplumdaki refah devletinin mantığını ve sınırlarını inceledi.

Law, Legislation, and Liberty: A Restatement of the Liberal Principles of Justice and Political Economy ana başlığı altında, 1. Cilt “Rules and Order” (1973); 2. Cilt: “The Mirage of Social Justice” (1976); and, 3. Cilt: “The Political Order of a Free People” (1979) olarak adlandırıldı. Görüldüğü üzere bu yıl, Hayek’in sosyal, ekonomik ve siyasi felsefeye yaptığı katkılarını tamamlamasının 40. Yıl dönümü.

Sosyalist fikrin yeniden canlanmasının üzerine, devletin toplumu kontrolü altına alması için yapılan son çağrıdaki varsayımları ve yanlış izlenimleri tespit etmek adına dikkatimizi bu ciltlere çevirmenin gerekli olduğu görülüyor.

İnsan niyetinin sonucu değil

Özellikle “Rules and Order” olmak üzere Hayek’in 1930’lara dayanan düşünce sisteminin merkezinde var olan bir düşünce vardı. Bu düşüncede insanın gelişimine ve amaçlarına hizmet eden sosyal oluşumların çoğu insanların niyeti ve fikirleri sonucunda ortaya çıkmaz.Dil, gelenek, görenek, günlük etik kurallar, görgü kuralları, adetlerin yanı sıra ticaret ve girişimler de dahil olmak üzere teamül hukuku 18. Yüzyıl İskoç filozof Adam Fergurson’ın da ima ettiği gibi “insan eylemlerinin sonucudur, insanın niyetinin değil.” Bunların neredeyse hepsi karşılıklı çıkarlar elde etmek pahasına birbirleriyle etkili bir ilişki kurmaya uğraşan birçok nesil boyunca çok sayıdaki insanın birbirleriyle olan ilişkisinin evrimi sonucunda ortaya çıkan ürünleridir.

Çoğumuz lise veya üniversite zamanlarında William Shakespeare’in bir oyununu okumakla ödevlendirildiğimizi hatırlarız. Genellikle, bu ozanın sözcükleri kullanış biçimini ve deyimlerin kıvrak kullanımlarını zorlayıcı bulmuşuzdur. Ancak Shakespeare’in öldüğü yıl 1616’yla aramızda bizi ayıran yalnızca 400 yıllık bir süreç var. Shakespeare’in İngilizceyi kullanımı bizimkinden farklılıklar barındırıyordu ve birçok yönden değişti. Ancak bunların hiçbiri devlet kararnameleri veya bildirileriyle tasarlanıp emredilmedi. 400 yıl boyunca İngilizceyi konuşanlar her bir gün kelimler söyledi, cümleler yazdı, bazı imlaları değiştirdi, bazı noktalama işaretlerini unuttu veya ekledi ya da dilin nasıl konuşulduğunu ve fikirlerin nasıl karşı tarafa aktarıldığını kümülatif olarak değiştiren telkinlerde bulundular.

1616, 1716, 1816, veya 1916 yılındaki hiç kimse bugün konuşulan dildeki değişikleri bilip önceden tahmin edemezdi. Aynı şekilde hiçbirimiz İngilizceyi 100 yıl sonrasında bekleyen değişikliklere dair gerçek bir sezgiye sahip olamayız.

Konuştuğumuz dil veya sürdürdüğümüz gelenek ve göreneklerin veya başkalarıyla ilişkilerimizde uyguladığımız görgü kuralları ve etik davranışların hepsi önemli bir toplumsal bütünleyici görevi gördüğüne hiç kimse itirazda bulunmaz. Ayrıca bunlar olmadan karmaşık ve sürekliliğini koruyabilecek insan birlikteliği de neredeyse imkansız olurdu. Bunların temelleri ve geçirecekleri değişimler bu yapıların nasıl ve hangi amaçlı kullanılacağını kontrol eden bir avuç insana bağlı olsaydı toplum düşünülebilecek her alanda daha fakir olurdu.

Seçim ve özgür toplum

Hayek’in toplumsal oluşumlar argümanının merkezini özgürlüğün tüm insanlığı dünya genelindeki etkileşimlere teşvik ettiren yapısı oluşturuyor. Bu etkileşimlerle her birimiz dünya çapındaki insan topluluğuna katkıda bulunurken kendi kişisel çıkar ve amaçlarımıza da yaklaşmayı deniyoruz.

Bu sosyal oluşumların doğası ve yapısındaki bir diğer unsur başkalarının seçim ve eylemlerine saygı gösterirken her birimizin kendi hedeflerine göre hareket edebileceği bağlamda yöntemsel kurallar olarak evrimleşmiş olmalarıdır. Bu tarz yöntemsel kurallara örnek olarak yol kuralları gösterilebilir. Bu kurallar bir arabanın hangi hızda sürülebileceğini, sürücülerin kırmızı ışıklarda durması gerektiğini ve sirenlerini öttüren bir polis arabası yaklaştığında kenara çekilmesi gerektiğini belirtir. Ancak yalnızca bu kurallara uyulduğu takdirde herkes istediği yere istediği zamanda ve istediği amaçla gitmekte özgürdür.

Hayek bu devlet düzenlemelerinin, kontrollerinin, emirlerinin ve yasaklarının insanların ne zaman, kiminle, hangi amaçla ve hangi koşullar altında hareket edebileceği konularında tezat oluşturduğunu vurgulamaktadır. Bunlar uygulandığında, insanların özgürlükleri yalnızca devletin onlara söyledikleriyle sınırlanmaz ayrıca kontrol ve emirleridüzenleyenlerin bilebilecekleri ve hayal edebilecekleriyle de sınırlanmış olurlar. Hepimizin hareketleri planlayıcı ve düzenleyicilerin zihinlerinin idrak edebildikleriyle sınırlanmış olur. İnsanlığın gelişiminin yanı sıra insanların özgürlükleri siyasi gücü elinde bulunduran birkaç kişinin bilgisi ve kararları tarafından baskılanmış olur.

Toplumsal adalet illüzyonu

Sosyalistler ve müdahaleciler toplumu ve oluşumlarını yeniden tasarlamadaki nihai hedeflerinin “toplumsal adaleti” sağlamak olduğunu sıklıkla ifade ederler. Bu adalet kavramının önceki ve geleneksel algılanma biçiminden farklı olduğu söylenir. Başkasının hayatına, özgürlüğüne, özel mülkiyetine saygıdan veya özgürce girdiği sözleşme ve anlaşmalara uymasından farklı bir şey ifade edilmektedir.

Toplumsal adaletin savunucuları herkesin “adil bir şekilde” hak ettiğini elde etmesini veya neyi dağıtacağına “hakkı” olmasını talep ederler. Ancak her bireyin serbest ve rekabetçi piyasa mübadelesinde elde edebileceğinden arta kalan adil şekerlemeler nelerdir?

2. cilt olan Law, Legislation, and Liberty’de Hayek’in gösterdiği şey toplumsal adaletin uzaktan bakılınca kesin ve net gözüken ancak yakınlaştıkça bütün gerçekçiliğini ve nesnel anlamını kaybeden bir illüzyon olduğuydu. “Adil” ücret nedir? “Makul” yaşam standardı veya verilen hizmetler için “adil kazanç” nedir? Adil bir toplum için her birine yeniden dağıtım nasıl tanımlanır?

Hayek toplumun hareket etmediğinden ve kimseye fayda veya zarar sağlamadığından dolayı toplumun adaletsizliği karşısında duran “toplumsal adaletin” bir karşılığının olmadığını iddia ediyor. Toplum sadece bütün bireysel eylemleri, etkileşimleri ve piyasada bireyler arasında yapılan birbirine ilişik ticaret ve değiş tokuşu kapsayan bir terimdir. Herkes kendisine biçilen role ve iş bölümünün toplumsal sistemdeki katılımına göre diğerlerine verdiği hizmetten bir gelir elde eder.

Süpermarkette alışveriş yaparken rafların birinden mısır gevreğini alıp alışveriş sepetime koyduğumda o paketin yapımında kimlerin pay aldığını sormam. Aynı şekilde bu pay sahibi kişilerin “gerçekten” ne hak ettiğini veya ürünün fiyatında bu kişilerin liyakatinin söz sahibi olup olmadığını da irdelemem. Aslına bakarsak, zaten bu kimsenin yapabileceği bir şey değil.

Piyasa mı siyaset mi?

Eğer bir devlet toplumun her bir üyesi için hak ve liyakat dağıtıcısı rolü almış olsaydı, devletin her birimize hak ettiğini doğru ve tarafsız bir biçimde dağıtması için toplumun her bir üyesi hakkında yeterli bilgiye sahip olması gerektiğini varsaymak zorunda kalırdık. Bu yalnızca tüm insanlık hakkında tanrısal bir bilgi birikimi gerektirmez ayrıca pek azımızın içinde yaşamak isteyeceği insanın maddi ve sosyal kaderini baskısı altına alan totaliter bir kontrolü de içermesi gerekirdi.

Serbest piyasada, gerçekten neyi hak ettiğim veya sahip olmam gerektiği konusunda ne kimsenin onayına ne de devletle uzlaşmaya ihtiyacım yok. Benim hayatım beni bağlar. Vereceğim en iyi kararlar tutarında kendi kendime yaşarım. Varlığıma anlam ve mutluluk katacağını düşündüğüm değerler ve hedeflerle hayatımı yönlendiririm.

Evet, ne kadar kazandığım ve böylece hayat standartlarım diğerlerinin kendi çıkarları doğrultusunda piyasada yapabileceğim işe biçtikleri değere doğrudan bağlıdır. Ancak piyasada diğerlerinin gözü önünde kendi değerimi arttırabileceğim yeteneklerimi ve becerilerimi geliştirme olanakları bulunmakta.

Fakat benim “adil kazancım” siyasi gücü elinde bulunduranlar tarafından belirlenecek olursa benim etkim ve kontrolümün bu kazanca etkisi kalmaz. Serbest piyasada gelirimi ve kazanma yetimi arttırabileceğim yollar bulmakta özgürüm. Ancak kazançları yeniden dağıtan “toplumsal adalet” rejimi adı altında politize edildiğinde elimden gelen bir şey kalmaz. Bu durumda gidebileceğim tek yol sınıf, ırk, cinsiyet veya cinsel yönelime dayanan içinde bulunduğum sosyal gruba daha fazlasını vermek için pres yapacak baskıcı siyasi gruplara katılmak olur. İstesem de istemesem de kaderim bana başkaları tarafından dayatılacak bir kümenin üyeliğine bağlı olacak.

Bu sebepten dolayı, Hayek bir noktada şöyle diyor,

•           Cadı ve hayalet konseptlerinin geçerliliğiyle örneklersek, bir görüşün evrensel olarak kabul görüyor olması onun geçerli ve hatta anlamlı olduğunu kanıtlamaz… Toplumsal adaletin eninde sonunda, tıpkı insanlığın geçmişte gelişime ilham vermiş olan değerlerin birçoğunu terk etmesine yol açan bir mit gibi anılacağına inanıyorum…

Ulaşılamayacak bir amacın peşinden koşma girişimlerinin çoğu gibi, toplumsal adalet için çabalamakta kesinlikle istenmeyen sonuçlar doğuracaktır. Özellikle geleneksel değerlerin gelişebileceği ortamın, yani kişisel özgürlüğün, yok edilmesine yol açacaktır.

Özgürlük kısıtlanmış yönetim gerektirir

“The Political Order of a Free Society” cildinde Hayek özgür topluluğun saf ve sınırsız bir siyasi demokrasi sistemi girişimleri tarafından tehlikeye atıldığı konusunda uyarılarda bulunuyor. Demokrasi doğru anlaşılmadığı takdirde özgürlüğün düşmanı haline gelebilir. Demokratik ideallerle gün yüzüne çıkan birçok tarihi özgürlük– ifade ve basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, din özgürlüğü, geniş seçim özgürlüğü yelpazesi– yalnızca çoğunluğun elindeki seçeceklerinin sınırlanmasıyla korunabilir. Ekonomik özgürlükte bunların içerisindedir.

Çoğunluk geçmişin en kötü mutlak monarşileri kadar hatta daha da fazla tahammülsüz ve zalim olabilir. Hayek’in yanıldığı nokta bu tarz bir demokrasi fikri değildi. Onun yanıldığı nokta geçtiğimiz 200 yılda gelişen bu demokratik sistemde, bireysel yaşamın; özel çıkarları olan grupların toplumun geri kalanına empoze ettiği fikirlerden giderek daha fazla etkilenmesiydi.

Hayek yönetilenlerin “demokratik bir şekilde” siyasileri seçebileceği bir tür “serbest yönetim” kurmanın mümkün olabileceğini umuyordu. Fakat bu sistemde bireyler kendi bildiklerini okuyarak diğerlerinden kopuk biçimde serbest kalıyordu.

Donanımlı bir klasik liberal veya liberteryen şüphesiz ki Hayek’in devletin rolü ve sınırlaması hakkındaki argümanlarında birçok tutarsızlık ve çelişki bulacaktır. Ancak bu, benim fikrime göre, asla Hayek’in özgürlüğün önemi ve özgür bir toplumun doğası hakkında geliştirdiği esaslı temel bileşenleri asla eksiltmez.

Hayek’in Law, Legislation, and Liberty’de tartıştığı her şeyin özü, 1. ciltte prensipler ve amaca yönelik tartışmaya ayrılmış aşağıdaki bölümden çıkarılabilir.

•           Özgürlüğün başarılı savunması dogmatik olmalı ve bunu göstermek mümkün olmadığında bile amaca yönelik hiçbir taviz vermemelidir. Bunun ihlalinden ortaya çıkacak zararlı sonuçların yanı sıra bilinen yararlı etkileri de olacaktır.

Özgürlük özel koşullarda uygulanması hiçbir gerekçe gerektirmeyen genel bir ilke olarak kabul edildiğinde egemenliğini sürdürecektir. Bu yüzden klasik liberalizmi çok fazla kuramsal olmakla suçlamak bir yanlış anlaşılmadır. Kusuru bazı ilkelere körü körüne bağlı olması değil, yeterince keskin ilkelerin yoksunluğundan kaynaklanıyordu…

 Belirli ilkelere güçlü bir inanç yoksa, insanlar karşılarında duran bir kötülüğün çaresi olarak beliren bireysel özgürlüklerinin üzerindeki bu kısıtlamalardan kaçınmayacaklardır. Başarısız hükümet merkezli planlama sistemine geri dönmek isteyen kişiler tarafından özgürlüğün bir kez daha doğrudan saldırıya uğradığı bir dönemde, Friedrich A. Hayek’in katkılarına ilişkin anlayışımızı ve takdirimizi yeniden canlandırmak özgür bir toplum için iddialarımızı

1 Comment

  1. Hayek’in anlamadığı, kendisinin aslında insan vücudundaki tek bir hücre gibi olduğu.

    Vücudumuzdaki hücreler merkezi bir sistem tarafından yönetilmekte ve her birinin atanmış görevleri bulunmakta. Eğer hücrelerden bazıları keyfi hareket etmek ister ise tüm sistem zarar görür, kanser vb. arızalar ortaya çıkar.

    Ya da hücrelerin bazıları kandaki besin ve oksijeni gasp etmeye başlasaydı diğer hücreler besinsiz kalıp ölürdü, sonucunda sistemin tamamı çökerdi.

    Bu açıdan, sistemden bağımsız olmak isteyen hücreler ya da bireylere aslında virüs ya da parazit diyoruz.

    İkinci mevzu Hayek’in zamanında bilgisayarlar ve yapay zeka yoktu. Dünyadaki kaynakların belirli kişilerin elinde toplanmasını sınırlamak ve eldeki kaynakların azami kişinin temel ihtiyaçlarını karşılamak ve ızdırabını gidermek için kullanılması ancak yapay zekaya bağlı merkezi bir planlama ile gerçekleşebilir. Öbür türlü bazı insanlar fıtratı gereği sistemi ele geçirip kaynakları gasp etmeye çalışacaktır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

“Hoşgörü Paradoksu” İfade Özgürlüğüne Karşı Çıkmak için Neden Bir Mazaret Teşkil Etmez?

Önceki Makale

Adam Smith ve Amerika’da Dini Çoğulculuk – Drew Liquerman