Çeviri: Aliberk Akbulut
Amerikan başkanı Donald Trump’tan Avrupa’daki Milliyetçi siyasi partilerin yükselişine ve genel olarak terimin son yıllarda yeniden canlanmasına bakacak olursak; milliyetçilik revaçta görünüyor. Milliyetçilik, uyruklarını farazi zararlardan korumaya adanmış kuvvetli bir hükümeti, ticarette korumacılığı ve göç sınırlamalarını vaaz ederek, son yıllarda ilerlemeler kaydetmiş bir siyasi harekettir. Ancak belli başlı siyasal pozisyonların ve yönetim biçimlerinin yanı sıra, popüler söylemde yaygın olarak kullanılmakta olan iyi işler bir milliyetçilik tanımı yok ve milliyetçiliği vatanseverlikten (patriotism) ayıran neredeyse hiçbir teşebbüs bulunmuyor. Temel varsayımım, milliyetçiliğin kaba şoven kabileciliğin ötesinde bir şey olması gerektiğiydi fakat bunun ötesine geçebilen pek az girişim oldu. İşte bu nedenler beni meseleye dair binlerce sayfa okumaya itti—ve oldukça çok şey öğrenmiş bulundum. Aşağıda öğrenmiş olduğum bazı derslerin ve farklı milliyetçilik türlerinin kullanışlı bir sınıflandırması bulunmaktadır.
Öğrendiğim ilk şey, milliyetçilik üzerine yapılan araştırmaların çoğunun korkunç derecede tezat olduğuydu. Bu konuyla ilgili yazarların çoğu kendi kavramlarını ya zayıf bir biçimde tanımlamaktadır ya da o kadar geniş bir biçimde tanımlamaktadırlar ki kavramlar manasız hale gelir. Keşke zamanda geriye gidip kendimin geçmişteki bir versiyonuna pek çok makaleyi ve kitabı es geçmesini söyleyebilseydim. Daha da beteri, milliyetçilik çalışan akademisyenlerin geneli ya kavramın eleştirmeni ya da destekleyicisidir ki, bu da onları Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin milliyetçi bir siyasi parti olmadığını iddia etmek gibi ipe sapa gelmeyen ifadeleri savunmaya zorlar. Bu da benim gibi meseleye yabancı olanların milliyetçiliğin ne olduğunu anlamasını zorlaştırmaktadır.
Öğrendiğim ikinci şey milliyetçilik ve vatanseverlik arasında basit bir ayrımın söz konusu olmadığıdır ancak aşağıda George Orwell’in yaptığı ayrım muhtemelen şimdiye kadarkilerin en sağlıklısı:
“Milliyetçilik vatanseverlik ile karıştırılmamalıdır. Her iki kelime de normalde o kadar müphem kullanılır ki herhangi bir tanımlama muhtemelen bir anlamda sakat olacaktır, ancak iki farklı ve hatta zıtlık içinde olan fikirler söz konusu olduğundan bunları birbirlerinden ayırmak gerekir. ‘Vatanseverlik’ ile dünyanın en iyisi olmaya inanmayı ancak diğer insanları buna zor kullanarak inandırmayı arzulamayan, belirli bir yere ve belirli bir yaşam şekline kendini adamışlığı kastediyorum. Vatanseverlik kendi doğası gereği hem askeri hem de kültürel açılardan savunmacıdır. Milliyetçilik ise güç/iktidar istenci ile etle tırnak gibidir. Tüm milliyetçilerin değişmez amacı benliğinden feragat ederek bu benliği içine gömdüğü ulus veya başka tür bir bütünlük/birlik için daha fazla güç/iktidar ve daha çok saygınlığı güvence altına almaktır.”
Diğer bir deyişle, vatanseverlik ülke sevgisiyken, milliyetçilik başka ülkelerin, insanların, veya kültürlerin sevilmemesi ile harmanlanmış bir ülke sevgisidir. Milliyetçilik kendi vatandaşlarından farklı olanları bile sevmemeye kadar uzanır; bu sebeple milliyetçiler, vatandaşlarını devlet tarafından belirlenmiş kaidelerle, ulusal dillerle ve etnik, dini, yahut başka tekdüzelik biçimleri yaratmanın diğer yollarıyla tektipleştirmek için sıklıkla devlet tekelli eğitimin ulus-inşası kampanyalarını desteklerler.
Öğrendiğim üçüncü şey, en azından beş tür milliyetçilik olduğudur. Açıktır ki, George Washington ve Edmund Burke’nin milliyetçiliği, Adolf Hitler’in kana tapan milliyetçiğinden farklıdır ancak yalnızca geç dönem Amerikan Tarihçisi Carlton J. H. Hayes milliyetçilik türlerini kullanışlı olan beş parçalık bir sınıflandırmaya ayırmıştır.
1-İnsancıl Milliyetçilik: Hepsi de, o zamanın Avrupa’sına hakim olmuş büyük çok etnikli imparatorluklara karşıt olarak, her bir ulusun kendine özgü karakteristiklerini temel alan demokratik yönetim biçimleri yoluyla yerel özerkliği önemle belirtmiş Henry Bolingbroke, Jean-Jacque Rousseau, ve Johann Gottfried Herder tarafından etkilenen Aydınlanma felsefesinin doğal bir sonucudur.
2-Jakoben Milliyetçilik: Devrimci Fransız yönetimi tarafından iktidardaki gücünü sağlamlaştırmak için benimsenmiş, devlet ideolojisidir. Dört özelliği vardır: içerideki görüş ayrılıklarına karşı şüphe ve tahammülsüzlük, yönetimin gayelerine ulaşabilmek için militarizm ve zor kullanımına yüksek ölçüde bağlılık, devleti bağnazca destekleme ve uluslarını yaymak için misyoner gayretidir.
3-Geleneksel Milliyetçilik: Jakobenlere karşı status quo ante bellum (savaş öncesi mevcut durumu yeniden tesis etme) saikiyle hareket eden kısa ve öz bir milliyetçi tepkidir ve de en muhafazakar milliyetçilik türüdür. Edmund Burke, Frederic von Schlegel, Klemens von Matternich bu kısa ve öz milliyetçilik tarzının en bilinen destekçileriydiler. Sanayi Devrimi tarafından başlatılan kültürel değişimlerin baltaladığı bu milliyetçilik biçimi pek de uzun sürmedi.
4-Liberal Milliyetçilik: Bu Milliyetçilik tarzı Jakoben ve Geleneksel Milliyetçilik çeşitlerinin ortasındadır. Kendisi, ulus devletin mutlak egemenliğini vurgularken, görünüşte çelişkili bile olsa, devletin amacını, bireysel özgürlükleri koruma ve kamu mallarını temin etme olarak belirtir ve bu yolla hükümetin bireysel özgürlüğe müdahale etme gücünü sınırlandırmayı amaçlamaktadır. Eğer bir iktisat dersi aldıysanız, liberal milliyetçilik idealinin ekonomistlerin devletin hakiki rolü dedikleri şeye yakın olduğunu anlayacaksınız. Eğer aynı şekilde mutlak egemenlik ile bireysel özgürlüklerin korunması arasındaki gerilimi görüyorsanız, o halde milliyetçiliğin bir sonraki aşaması sizin için sürpriz olmamalı.
5.Bütünleyici/İntegral Milliyetçilik: Milliyetçiliğin bu aşaması ulusu ve devlet aygıtını tüm uyrukların yaşamının merkezine alır. Vatandaşlara kamu malları temin etmeye kendini adamış bir devlettense, bu milliyetçilik tavrı ulusun ve yönetimin menfaati uğruna bireysel fedakârlığı vurgular. Üstelik çoğunlukla kana tapınmayı memnuniyetle kabul eder (milliyetçiliğin Latince kökü, kabile, etnik grup veya doğum ile bölünme manasına gelen natio’dur) ve devleti başka bölgelerde yaşayan tüm ortak etnik kökenleri de içerecek şekilde genişletmeyi amaçlamaktadır. Hayes, diğer tüm bağlılıkların ulus devlete ve güçlü olan haklıdır (might makes right) ideolojisine sadakat şeklini aldığı bu milliyetçilik biçimini, son derece “anti-bireyci ve anti demokratik” olarak özetledi.
Öğrendiğim dördüncü şey, emperyalizmin Jakoben Milliyetçilik, İntegral/Bütünleyici Milliyetçilik, Geleneksel Milliyetçilik ve muhtemelen diğer milliyetçilik çeşitleriyle de çok içli dışlı olduğu ve Lenin’in düşündüğü gibi kapitalizmin değil milliyetçiliğin en yüksek aşaması olduğu yönündedir. Milliyetçiler uluslarını genişletmeyi amaçladılar ve emperyalizm bu hedefe ulaşmanın yollarından birisiydi. 19. Yüzyıl liberal milliyetçilerinin bir çoğu sömürgelerini genişletirlerken, integral/bütünleyici milliyetçiler daha da ileri gitti.
Öğrendiğim beşinci şey ise Fransız Devrimi’nin milliyetçiliğin yükselişi ile nasıl bir bağlantı içerisinde olduğudur. Çoğu yazar, özellikle de muhafazakârlar, Fransız Devrimi’ni akla tapınma adına kurumları ve gelenekleri silip süpüren azgın bir Jakoben delilik diye karalarlar. Bahsi geçen bu şeyler, Fransız Devrimi ve onun kaotik sonuçlarının birer parçasıydı, ancak aynı zamanda da 17. Ve 18. Yüzyıllarda, Ancien Regime’in mecburi askerlik hizmeti maliyetini düşürmek için bir “ulus kültü” yaratmasıyla desteklenen son derece milliyetçi bir devrim ve hareketti de. Modern Muhafazakârların, popülizmle olan yakın zamandaki flörtleşmelerinde, bir yandan Jakoben Milliyetçililiğin oldukça benzer ürkütücü bir biçimini benimserken, diğer yandan Fransız Devrimi’ni eleştirmelerini izlemek oldukça eğlendiricidir.
Öğrendiğim altıncı şey Milliyetçiliğin komünizmden sonra 20. Yüzyılın en ölümcül ikinci siyasal ideolojisi olduğudur. Geç Dönem Siyaset bilimci RJ Rummel zaman içinde farklı hükümetler tarafından öldürülmüş insanların sayısına dair bir tahmin yürüttü. Tahminine göre, Komünist Yönetimler yaklaşık 150 milyon insanı öldürmüştü. Miliyetçiler ise yaklaşık 92 milyon insanı öldürmüştü. Bu 92 milyon, Sömürgecilik Döneminde, Çinli Milliyetçiler, Japon Milliyetçileri, Türk Milliyetçileri ve Avrupalı Milliyetçiler tarafından öldürülen insanları içeriyor. Komünizm öncesi Rusların, Meksikalıların ve Pakistanlıların yaptıkları katliamları diğer rejimlerden görünüşte daha az milliyetçi olmaları nedeniyle hesaba katmadım. Amerikan muhafazakarları ile liberteryenler, ideolojilerinin mirası olan katliamlar sebebiyle komünistleri sık sık, yüksek sesle ve haklı olarak eleştiriyorlar. Zaman hepimizin milliyetçileri ideolojilerinin Komünizm kadar kötü olmayan ancak yine de oldukça kötü olan gaddarlık mirası sebebiyle eleştirmeye başlama zamanıdır.
Thierry Baudet gibi kimi milliyetçiler, milliyetçilerin emperyalist olamayacakları gibi saçma sapan şekillerde milliyetçiliği yeniden tanımlamayı hedefliyorlar, ki bu doğru olsaydı, Avrupa milliyetçiliği çağının, sömürge kolonilerinden çekilmenin büyük ölçüde tamamlandığı 1997 yılına kadar, başlayamayacağı anlamına gelirdi. Her ne olursa olsun, milliyetçi yönetimlerin acımasız insani mirası, komünistlerin kendi suçlarını mazur göstermek için Sovyetler Birliği’nin gerçekten komünist olmadığını savunmaya yeltendiğindeki gibi tanımları değiştirmeye çalışmak yerine, ciddi milliyetçi düşünürlerin üzerine uğraşması gereken bir şeydir.
Milliyetçilik, milyonlarca seçmen ve birçok hükümetle beraber muazzam bir nufusa sahip olan basit ve göreli bir siyasal ideolojidir. Milliyetçiliğin, çoğu yerel koşula uyum sağlama yeteneği onun serpilip gelişmesine imkân vermektedir. Özellikle yurt içinde ve yurt dışında gücünü genişletmek isteyen devlet kararlılığıyla destekleniyorsa. Milliyetçilik, siyasi liderler için oldukça cazip bir ideolojidir. Zira artan siyasal güç için hazır ve yaygın olarak inanılan bir gerekçe sağlar: Ulusunu Tekrar Büyük Yap.
Kaynak: https://www.cato.org/blog/what-nationalism-what-does-it-mean-liberty
Çevirmen: Aliberk Akbulut
Milliyetçiliğin psikolojik olarak özünde xenophobia yani kendi kabilesinden olmayana duyulan güvensizlik, şüphe ve paranoya var olsa gerek.
Kişi kendinden bilir işi misali, milliyetçi birey, başka kabilelerin üyelerinin daima diğer kabilelere üstün gelmek, onları yok etmek niyeti ile hareket ettiğinden şüphe eder zira kendisi, diğer kabilelere karşı böyle niyetler beslemektedir. Herkesi de kendisi gibi zanneder.
Dolayısıyla milliyetçilik, özünde milleti tanımlayan değerler (dil, kan/soy) üzerinden yaratılan kabile/güç birlikteliğidir.
Vatanseverliğin farkı ise, kişi milliyetçi olmadan da vatansever olabilir ama vatansever olmadan milliyetçi olamaz. Yani, vatanseverlik, milliyetçiliğin alt niteliklerinden biridir ama milliyetçilik ideolojisine de mahsus değildir, zira komünizm ya da sosyalizmi benimseyen kişilerin de vatansever olmasına engel bir durum yoktur.
Vatanseverlik daha ziyade, kabileyi/komünü koruma görev bilinci ile alakalıdır, duruma/bağlama göre kolektifin çıkarlarını, kendi çıkarlarından üstün tutma tavrıdır. Kişiler vatansever olmaya zorlanamaz, kendi istekleri ile olabilirler ya da vatansever rolü yaparlar.