İlkel Komünizm – Manvir Singh

1300 görüntülenme
42 dk okuma süresi
Kualia Analitik Felsefe

Kualia Analitik Felsefe

İlkel Komünizm

Yazar: Manvir Singh

Çevirmen: Yusuf Enes Karataş

Kaynak: https://aeon.co/essays/the-idea-of-primitive-communism-is-as-seductive-as-it-is-wrong

Marx’ın tarım öncesi toplumların doğal olarak eşitlikçi olduğu ve komünal bir yaşam sürdüğü fikri geniş ölçüde etkili olsa da büyük ölçüde yanlıştır.

Marx, 14 Mart 1883’te hayatını kaybetti. Friedrich Engels, vefatından üç gün sonra gerçekleşen cenazesinde 40 yıllık dostluklarından kısaca bahsedip Marx’ın mirasına odaklandı. “Tıpkı Darwin’in organik doğanın gelişim yasalarını keşfetmesi gibi Marx da insanlık tarihinin gelişim yasalarını keşfet[miş]ti” Engels’e göre. Arkadaşı, “Sibirya madenlerinden Kaliforniya’ya, Avrupa ve Amerika’nın her bir karışındaki milyonlarca devrimci yoldaşı tarafından sevilen, saygı duyulan ve ölümü ardından yas tutulan biriydi. Adı ve eserleri çağlar boyunca yaşayacak!”

Engels bundan emindi. İlerleyen yıllarda kendisini Marx’ın fikirlerini derleyip yayınlamaya adadı. 1885 ve 1894 yıllarında bölümleri bir araya getirip gözden geçirdikten sonra Kapital’in ikinci ve üçüncü cildini yayınladı. Dördüncü cildi de yayınlamaya niyetlenmişti ancak bu niyetini gerçekleştiremeden aramızdan ayrıldı. (bu cilt daha sonradan Theories of Surplus Value adıyla yayınlandı.) Marx’ın notlarından doğan ve hala en kendine has projelerden biri olan Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Marx’ın ölümünden bir yıl sonra yayınlandı. Yazının devamında bu eserden kısaca Köken olarak bahsedeceğim.

Köken, Yuval Noah Harari’nin satış rekorları kıran Sapiens (2014) kitabı ile benzerlikler gösterir ancak bir 19. yüzyıl sosyalisti tarafından yazılmıştır: mülkiyet, ataerkillik, tek eşlilik ve materyalizmin doğuşuna kapsamlı bir bakış atar. Çağdaşlarının birçoğu gibi toplumları vahşilikten barbarlığa, barbarlıktan da medeniyete uzanan bir evrim merdiveni üzerine yerleştirmiştir. Birçok açıdan yanlışlıkları olsa da çağdaş bir tarihçi Köken’in “Marksist kanondaki en önemli ve politik açıdan en uygulanabilir metinler arasında” olduğunu ve feminist ideolojiden Maoist Çin’in boşanma politikalarına kadar her şeyi şekillendirdiğini iddia etti.

Metnin bize miras bıraktığı en popüler fikir ise ilkel komünizm fikridir. Bu fikre göre bir zamanlar özel mülkiyet bilinmiyordu. Gıda ihtiyaç sahiplerini dağıtılıyordu. Herkesle ilgileniliyordu. Sonrasında tarım gelişti ve bununla birlikte toprak, emek ve vahşi kaynaklar üzerindeki mülkiyet ortaya çıktı. Organik toplum, rekabetin ağırlığı altında paramparça oldu. Bu hikâye, Marx ve Engels’ten önce gelir. Kapitalizmin koruyucu azizi Adam Smith ve 19. Yüzyılda yazan Amerikan antropolog Lewis Henry Morgan da benzer bir hikâye ortaya attı. Eski Budist metinler dahi devlet öncesi toplumu mülkiyetsiz bir toplum olarak tanımladı. Fakat Köken, bu fikrin en önemli tedvinidir. İlkel komünizmi savundu, geniş çevrelere yaydı ve Marksist ilkelerle kaynaştırdı.

Bugün, birçok yazar ve akademisyen hala ilkel komünizmi bir tarihsel gerçek olarak kabul eder. Nüfuz sahibi bir örneği ele alalım: Ekonomistler Samuel Bowles ve Jung-Kyoo Choi 20 yıl boyunca mülkiyet hakkı ile tarımın birlikte evrim geçirdiğini savundu. Onlar için soru özel mülkiyetin tarımdan önce gelip gelmediği değil, özel mülkiyetin neden tarımın yükselmesiyle ortaya çıktığıdır. 2017 yılında The Atlantıc’de yayımlanan ve çalışmalarından yararlanan bir makale çalışmalarını ayan beyan destekliyordu: “İnsanlık tarihinin büyük bir diliminde özel mülkiyet diye bir şey yoktu.” Önde gelen bir antropoloji ders kitabında geçen “Özel mülkiyet kavramı evrensel olmaktan uzaktır ve yalnızca toplumsal eşitsizliğin olduğu karmaşık toplumlarda ortaya çıkma eğilimindedir” ifadesi mülkiyete yönelik sözde konsensüsü yakalar.

Tarihsel anlatılar önemlidir. Rutger Bregman çok satan kitabı Humankind’da (2019) “atalarımızın, neredeyse hiç özel mülkiyet anlayışına sahip olmadığı” gerçeğini temel insani iyiliğin kanıtı kabul etti. Christopher Ryan, Civilized to Death’te (2019), tarım öncesi toplumların “asgari mülkiyetin zorunlu paylaşımı, yaşam gereksinimlerine tam erişim ve ihtiyaç duyulanı sağlayan çevreye karşı şükran duygusuyla” ile tanımlandığını yazdı ve şu sonuca vardı: “Hayal ettiğim gelecek (iyi bir günde) atalarımızın yaşadığı dünyaya çok benziyor…”

İlkel komünizm albenisi olan bir fikir. Doğal iyilikle bezenmiş pastoral bir insanlık imgesini destekler ancak modernite bu imgeyi bozmuştur. Ancak tam da bu yüzden bu fikri sorgulamalıyız. İnsanlık üzerine 150 yıldır yapılan çalışmalar bize bir şey öğrettiyse o da baştan çıkarıcı olana şüpheyle bakmamız gerektiğidir. Irk biliminden soylu vahşilere kadar, antropoloji tarihi, ideolojik hedefleri ilerletmek için insan cinsini yanlış yansıtan kullanışlı hikayeler ve anlatılarla doludur. Peki ilkel komünizmin bunlardan bir farkı var mı?

Paraguay’da yaşayan eski avcı-toplayıcılar Achélere göre, Kim Hill ile ilk kez o çocukken tanışmışlar. Onu sahiplenmişler, büyütmüşler ve ona kendi dillerini öğretmişler. Buna karşın Hill ilk karşılaşmalarını farklı bir şekilde hatırlar. 1977 yılının Noel’iydi. 24 yaşındaydı. Barış Gücü’nü kendisini, yeni bağlantıya geçilen avcı-toplayıcılara yönelik bir Katolik misyonuna götürmeye ikna etmişti. Bir rahip Hill’i karşıladı ancak “Brezilya’da sınırın ötesinde birçok görevi vardı” dedi Hill. “Bu yüzden beni görev alanına götürdü, bıraktı ve ‘İşte evimin anahtarları” dedi ve sonrasında 2 haftalığına oradan ayrıldı. Böylece “hayal edebileceğimden bile daha heyecanlı ve eğlenceli macera” başladı.

Hill’in karşılaştığı ilk Achéler ile kısa süre önce temasa geçilmiş ve görevin kapsamına alınmışlardı. Toprağı nasıl işleyeceklerini bilmiyorlardı bu yüzden düzenli olarak eşyalarını toplayıp ormana gidip bazen haftalarca orada kalıyorlardı. Rahip, Hill’i onlara katılmaması hususunda uyardı. “Şöyle demişti: ‘Gerekli becerilere sahip değilsin, bu yolculuklar fazlasıyla zordur, yürüyerek çok uzaklara gidiyorlar ve yemek yemeye bile vaktin olmuyor’ vs.” Haliyle “yaptığım ilk şey tavsiyesini tamamen görmezden gelmek oldu.”

Yolculuk zorluydu. Achéler kıyafet giymiyordu, bu yüzden Hill yalınayak yürüdü ve üstünde jimnastik şortu dışında hiçbir şey yoktu. Orman ayağını parçaladı. Sarmaşıklar ve dikenli bitkiler bacaklarını yaraladı. Sonradan günlüğüne şöyle yazacaktı: “Her Allah’ın günü kendi kanımı görüyordum.” Geceleri Achéler yerde uyuyordu. Isınmak için mücadele eden çocuklar Hill’e sokuluyordu ve bu da 10 dakikadan fazla uykuya dalmayı zorlaştırıyordu. Av etinden hoşlanmıştı ancak açlıkla onun arasında duran yüzlerce besili palmiye larvasına karşı pek de hazırlıklı değildi.

Erkeklerin kendi avladıkları etten yemekleri yasaktı, eşleri ve çocukları da bu etten diğerlerinden daha fazla nasiplenemiyordu.

Hill, ilk yolculuklarında Achélerin etlerini paylaştığını görmüştü. Avdan dönen erkek, avladığı hayvanı yere, kampın ortasına bırakmıştı. Kasap ise eti pay etmişti. Üçüncü bir kişi ise bu payları dağıtmıştı. “O an bu sistem bana mantıklı görünmüştü” dedi Hill. Kampın ortasındaki sahne ona herkesin bir tabak kaptığı aile barbekülerini hatırlatmıştı.

Ancak Achéler ile birlikte yaşadıkça yemek paylaşımı ona gittikçe şaşırtıcı görünüyordu. Erkeklerin kendi avladıkları etten yemekleri yasaktı, eşleri ve çocukları da bu etten diğerlerinden daha fazla nasiplenemiyordu. Daha sonra ayrıntılı soy kütükleri oluşturduğunda, beklentilerinin aksine grup arkadaşlarının birbirleri ile alakasız, kan bağı olmayan insanlardan oluştuğunu keşfetti. En önemlisi ise yemek dağıtımı sadece özel günlerde gerçekleşmiyordu. Aché toplumunun psikolojik ve ekonomik çekirdeğini oluşturan günlük bir meşgaleydi.

Başka bir deyişle farkına varmaya başladığı şey “neredeyse saf ekonomik komünalizmdi.” “Bunun mümkün olduğunu daha önce düşünmemiştim.”

Hill’in Paraguay’a ilk seyahati antropoloji ile hemhal olmaya başlamasına sebep olan şeydi. Barış Gücü görevinden sonra Birleşik Devletlere döndü ve Aché avcılık-toplayıcılığı üzerine bir doktora tezi yazdı. Bugün, 40 yıl sonra, Arizona State Üniversitesi’nde antropoloji profesörü ve avcı toplayıcı, medeniyetten uzak halklar üzerine yürüttüğü çalışmalarla tanınıyor. CV’sine bakarsak, ömrünün 190 ayını – neredeyse 16 yılını – saha çalışması yürütmeyle geçirmiş.

Tüm çalışmaları Achéler üzerine değil. 1985 yılında, Venezuela’da topraklarında yaşayan Hiwi halkı üzerine çalışmaya başlamış ve Aché halkıyla aralarında dramatik farklar olmasını beklemiyordu. Hiwiler de avcı toplayıcı bir halktı, onlar da Güney Amerika’da yaşıyordu. Ancak Hiwiler ile karşılaştığında yeni bir dünyaya giriş yaptığını hissetti. Achéler 20-30 kişilik daha mobil gruplar halinde yaşarken Hiwiler, yılın büyük bir bölümünde nüfusu 100’ü geçen köylerde yaşıyordu. Achélerin ne uyuşturucu kullandığı ne de dans ettiği görülürken Hiwiler, halüsinojenleri burnundan çekiyor ve neredeyse her gün kabile dansları yapıyordu. Achéler günün büyük bir kısmını bıkmadan usanmadan yemek aramakla geçirirken Hiwiler bu işe sadece birkaç saat ayırıyor ve hamakta rahatlamayı tercih ediyorlardı. Achéler ikide bir boşanıyordu, Hiwiler ise neredeyse hiç boşanmıyordu.

Bir de yemek dağıtımı konusu var. Achélerin ilkel komünizminde avcının, dağıtım üzerinde minimal kontrolü vardı: kendi ailesini kayıramazdı ve yemek ihtiyaca göre dağıtılırdı. Bunların hiçbiri Hiwiler için geçerli değildi. Et, bir Hiwi köyüne geldiğinde avcının ailesi büyük payı kendisine ayırır ve kalan eti 36 aile içinden ihtiyacı olan 3 aileye dağıtırdı. Başka bir deyişle Hill ve çalışma arkadaşlarının 2000 yılında Human Ecology dergisinde yazdığı gibi “birçok Hiwi ailesi, köye getirilen gıdadan nasiplenemezdi.”

Avcılar, dağıtım üzerinde kontrol sağlayarak eti ilişkilere dönüştürür.

Hiwilerin yemek paylaşımı bize ilkel komünizm hakkında önemli bir şeyler söyler: Avcı toplayıcılar çeşitlilik gösterir. Birçoğu Achélerden çok daha az komünaldir. Avcı toplayıcı toplumları incelediğimizde çoğu toplumda avcıların özel haklara sahip olduğunu görürüz. Ödüllendirirler. Organları ve kemik iliklerini dağıtımdan önce tüketirler. En lezzetli parçaları kendilerine ayırırlar ve ölen hayvanın yavrusunu sahiplenme hakkına sahiptirler.

Avcıların sahip olduğu en önemli ayrıcalık eti kimin alacağını seçmekti. Seçici paylaşım kudretli bir uygulamadır. Verici ve alıcı arasında, vericinin ihtiyaç duyduğunda çekebileceği bir bağı genişletir. Paylaşımı reddetmek, bir bakıma, arkadaşlığın reddidir, husumetin dile getirilmesidir. Richard Lee, Kunglar arasında yaşarken Nleisi adlı bir avcının Afrika yaban domuzunun etini dağıtırken kız kardeşinin kocasını görmezden geldiğini fark etti. Nleisi’ye nedenini sorduğunda sert bir biçimde cevapladı: “Bu seferki arkadaşlarımla yemek istediğim bir avdı.” Nleisi’nin eniştesi mesajı aldı ve üç gün sonra eşlerini ve çocuklarını da yanına alıp kamptan ayrıldı. Avcılar, dağıtım üzerinde kontrol sağlayarak eti ilişkilere dönüştürür.

Bir şeye sahip olmanın, ötekiyi ondan yararlanmaktan alıkoymak olduğunu söyleriz. Bir elmayı yiyebiliyorsam ve sen o elmayı yiyemiyorsan bir elmaya sahibimdir. Senin kullanabildiğin ancak benim kullanamadığım bir diş fırçası varsa bir diş fırçasına sahipsindir. Avcıların özel ayrıcalıkları, tamamen kamusal bir mülkiyet anlayışından tamamen özel bir mülkiyet anlayışına doğru bir kayışa sebep oldu. Ödüllerden organlara, sosyal sermayeye kadar ne kadar çok faydayı tekellerine alırlarsa etlerine o kadar sahip oldukları söylenebilir.

Achéler ile kıyaslandığında birçok hareketli, gruplar halinde yaşayan avcı toplayıcı toplumun mülkiyet yapısı özel mülkiyete daha yakındır. Filipinlerdeki Agta toplumu çiftçilerle ticaret yapmak için et kullanır. Orta Afrika’da yalnız başına yaşayan bir Efe avcısı tarafından getirilen etin “tahsisi tamamen ona aitti”. Ve Achélerin konuştuğu dile çok yakın bir dil konuşan Sirionólarda, insanlar yiyecek istifleme konusunda “dışarı çıkıp kendi yiyeceklerini aramak dışında” çok az şey yapabilirlerdi. Achélerin gıda paylaşımı, ilkel komünizmi cisimlendiriyor olabilir ancak Hill’in de ifade ettiği gibi “Achéler muhtemelen en uç örnektir.”

Avcıların ayrıcalıkları ilkel komünizmler hakkındaki anlatılar için elverişsizdir. Bununla birlikte bu anlatılar için daha da zararlı olan daha çıplak, daha basit bir gerçek vardır. Tüm avcı toplayıcılar özel mülkiyet kurumuna sahipti, Achéler bile.

Aché toplumunu oluşturan bireyler; yaylara, oklara, baltalara ve yemek alet edevatlarına sahipti. Kadınlar topladıkları meyvelerin mülkiyetine sahipti. Et bile bir kere dağıtıldıktan sonra özel mülkiyet biçimini alırdı. Hill bu durumu şöyle açıklamıştı: “Armadillo bacağımı [bir eğreltiotu yaprağının üzerine] koyup işemek için bir dakikalığına uzaklaşıp geri geldiğimde biri onu aldıysa? Evet, bu hırsızlıktı.”

Bazı ilkel komünizm savunucuları, avcı toplayıcıların küçük ıvır zıvırların mülkiyetine sahip olduğunu kabul etseler de vahşi kaynaklar üzerinde bir kontrolleri olmadığı hususunda ısrarcılar. Ancak bu da yanlış bir kabul. Shoshone aileleri kartal yumurtalarının mülkiyetine sahipti. Bearlake Athabaskanları kendi kunduz deliklerine ve balık tutma alanlarına sahipti. Ağaçların mülkiyeti ise bu halklar arasında görülen yaygın bir pratikti. Andaman Adalı bir adam kano yapmak için uygun bir ağaca rastlayıp grup arkadaşlarına durumu aktardığı anda o ağaç artık yalnızca onundu. Benzer kurallar Alaska’da yaşayan Deg Hit’anlar, Büyük Havza’da yaşayan Kuzey Paiute halkı ve Paraguay ovalarında yaşayan Enlhetler arasında da mevcuttu. Aslına bakarsak, bir ekonomistin tahminine göre, avcı toplayıcı toplumlarının yüzde yetmişinden fazlası toprak veya ağaç üzerindeki özel mülkiyeti tanımıştı.

Mülkiyet hakkına yönelik saygının en net göründüğü zaman onların ihlal edildiği andır. Bu iddiamızı doğrulamak için, Orta Afrika’nın kısa boylu (“cüce”) avcı toplayıcılarından biri olan Mbutilere bir göz atalım.

Colorado’da yaşayan Uteler hırsızları kırbaç cezasına çarptırırdı. Japonya’da yaşayan Ainular ise hırsızın kulak memelerini keserdi.

Mbuti halkı hakkında bildiğimiz çoğu şey Britanyalı-Amerikan bir antropolog olan ve 1950lerin sonuna dek Mbutiler ile yaşayan Colin Turnbull’un yazıp çizdiklerin gelir. Turnbull nazik, güçlü ve yürekliydi. 1959’dan ölümüne dek geçen sürede eşcinsel ve ırklar arası bir ilişkiyi açık bir biçimde sürdürdü ve sonunda kendisine ve partnerine karşı ayrımcılık suçlamasıyla Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nden istifa etti. Sonraki yıllarını idam mahkumlarına yönelik kampanyalar yürüterek geçirdi ve vasiyetnamesinde tüm emlak varlığını ve biriktirdiği parasını United Negro College Fund’a bağışladı. Bir biyografi yazarı şöyle yazmıştı: “Turnbull, yaşamı boyunca ezilenlerde veya alay edilenlerde iyilik, güzellik ve güç bulmaya ve bu nitelikleri dünyaya tanıtarak Batı medeniyetinin kötülüklerini ortaya çıkarmaya yönelik derin bir arzuyla motive oldu.”

Bazıları için bu motivastonlar Turnbull’un Mbuti betimlemelerini tartışmalı kılıyordu. Mbutilere yönelik “idealize edilmiş bir resim” çizmekle eleştirildi. Bu resmen göre Mbutiler “bereketli yağmur ormanlarında romantik ve uyumlu bir hayat yaşayan basit ve çocuksu canlılar idi. Çizdiği resim idealize edilmiş bir resim olsa dahi yazıları, ilkel komünizm iddialarını çürütür. Hırsızlığın yasak olduğu ve toplumun en çaresiz üyelerinin bile mülkiyet hakkını ihlal ettiğinde cezalandırıldığı bir toplum betimledi.

1958 yılında 19 yaşında olan ve hala evlenmemiş olan Mbuti erkeği Pepei’yi ele alalım. Birçok bekarın aksine Pepei ateşin yanında uyur ve erkek kardeşiyle birlikte bir kulübede yaşardı. Ancak inşaat malzemelerini toplayarak değil çalarak elde etti. Geceleri gizlice dolaşır, bir kulübeden yaprak, diğerinden bir fidan koparırdı. Aynı zamanda yemek de aşırırdı. Ne de olsa yetim ve bekardı, bu yüzden çevresinde yemek hazırlamasına yardım edecek çok az insan vardı. Ne zaman bir yemek gizemli bir şekilde kaybolsa bir köpeğin yemeği kapıp kaçtığını gördüğünü iddia ederdi.

Turnbull “Pepei’nin hırsızlık yapmasına gerçekten kimse aldırmadı” diye yazmıştı “çünkü o doğuştan bir komedyen ve harika bir hikâye anlatıcısıydı. Ancak yaşlı Sua’dan çalarak çok ileri gitmişti.”

Yaşlı Sau sıska, hakkını arayan bir duldu. Pepei’den birkaç kulübe uzaklıkta yaşıyordu ve bir gece onu kulübesinde sinsice dolaşırken yakaladı. Bir çanağın kapağını kaldırırken kadın ona bir tokmakla vurdu, kolunu tuttu, arkadan büktü ve onu açıklığa doğru itti.

Adalet acımasızdı. Erkekler hemen dışarıya koştu ve Pepei’yi tuttu. Gençler dikenli dalları kırıp onu dövdü. Sonunda Pepei ellerinden kurtuldu ve ağlayarak ormanın derinliklerine doğru koştu. 24 saat sonra, kampa geri döndü ve direkt kimseye görünmeden kulübesine gitti. Onun kulübesi benim ve Sau’nun kulübesi arasındaydı ve kulübeye girip sessizce ağladığını duydum. Zira kendi erkek kardeşi bile onunla konuşmuyordu” diye yazmıştı Turnbull.

Diğer avcı toplayıcılar da hırsızlığı cezalandırıyordu. Colorado’da yaşayan Uteler hırsızları kırbaç cezasına çarptırırdı. Japonya’da yaşayan Ainular ise hırsızın kulak memelerini keserdi. Ateş topraklarında [Tierra del Fuego] yaşayan Yaghanlarda birini hırsızlıkla suçlamak “çok ağır bir hakaret” idi. Yıllarca Kunglar ile yaşayan Lorna Marshall, bir keresinde bir adamın bal çaldığı için öldürüldüğünü not etmişti. Avcı toplayıcılar, suçlulara yönelik şiddet aracılığıyla mülkiyeti somutlaştırdılar.

İlkel komünizm baştan çıkarıcı ama yanlış antropolojik mitlerden biri mi? Bir yandan hiçbir avcı toplayıcı toplum özel mülkiyetten yoksun değildi, her ne kadar hepsi yiyecekleri paylaşsa da bu paylaşım özel haklardan azade değildi, özel haklar ile olabilecek en uyumlu paylaşımdı. Öte yandan Achéler gibi bir toplumda yaşamak, gıdanın yeniden paylaşımı hususunda bir masterclass idi. Bu ölçekte ihtiyaç temelli yeniden dağıtım yapan çiftçileri hayal etmek zor.

Nasıl adlandırırsak adlandıralım, Hill’in Achélerde gözlemlediği paylaşımcı ekonomi bir çeşit kayıp Tanrısal bir iyilik değildir. Tersine, daha basit bir kaynaktan filizlenmiştir: karşılıklı bağımlılık. Aché aileleri hayatta kalmak için birbirine muhtaçtı. Elimizdekileri bugün sizinle paylaşıyoruz, bu sayede önümüzdeki hafta, hastalandığımızda veya hamile kaldığımızda da siz bizimle paylaşabileceksiniz. Hill, bir defasında ağaçtan düşen ve kalçasını kıran bir adam gördü. “Üç ay boyunca yürüyemedi ve bu üç ay boyunca hiç gıda katkısı olmadı” diye yazmıştı Hill. “Elbette kendisinin ve ailesinin açlıktan öleceğini düşünürdünüz ancak böyle bir şey gerçekleşmedi çünkü herkes bu süreç boyunca o adama göz kulak oldu.”

Bu kısmen karşılıklılık meselesidir ancak daha derin bir şeye de işaret eder. İnsanlar karşılıklı bağımlılık esasına dayanan çevrelerde bulunduğunda birbirinin refahına yatırım yapar hale gelirler. Eğer beni hayatta tutmaları ve benim elimden gelmediğinde bana yiyecek sağlamaları için başka üç aileye güveniyorsam derdim sadece onlarla bağları sürdürmek değil, onların sağlıklı, güçlü ve ehil olmalarıdır da.

Karşılıklı bağımlılık imrenilecek bir şey gibi görülebilir. Yine de ilkel komünizm hakkında konuşurken genellikle gözden kaçan bir gaddarlığa yol açar. Bir insan artık yaşayan bir varlık olarak değil de uzun vadeli bir yük olarak görüldüğünde onları hayat tutan sebepler ortadan kaybolabilir. Hill ve antropolog Ana Magdalena Hurtado, Aché Life History kitaplarında öldürülen, terk edilen ve canlı canlı gömülen birçok Aché insanını listelediler: dullar, hasta insanlar, kör bir kadın, çok erken doğan bir bebek, eli felç olan bir oğlan, “komik bir görünüm”e sahip bir çocuk, ciddi bir basur problemi olan bir kız. Böylesi bir oportünizm tüm sosyal etkileşimleri kaplar. Ancak işbirliğinin gerekli olduğu ve boşa harcanan çabaların ölümcül olabileceği gerçeği, geçim sınırında yaşayan avcı toplayıcılar için akut bir durumdur.

Hayatta kalma ihtiyacı bir kez ortadan kalktığında, arkadaşlar bile tek kullanımlık bir peçeteye dönebilirdi.

Achélerin öksüzlere, yetimlere nasıl davrandığına bakalım. “Öksüzlerden, yetimlerden gerçekten nefret ederiz” demişti bir Aché insanı 1978 yılında. Başka bir Aché insanı ise jaguar izlerini gördükten sonra ağlamaya başlayan bir çocuğa şunları söylemişti:

Ağlama. Annenin ölmesini istediğin için mi ağlıyorsun? Ölen annenle birlikte gömülmek mi istiyorsun? Annenle birlikte mezara atılıp dışkın çıkana kadar üzerine basılmasını mı istersin? Eğer ağlamaya devam edersen annen ölecek ve bir kez öksüz kaldığında bir daha kimse seninle ilgilenmez.

Achéler şimdiye kadar rapor edilen en yüksek bebek ve çocuk cinayet oranlarından birine sahipti. Ormanda doğan erkek çocukların yüzde 14’ü, kız çocukların ise yüzde 23’ü 10 yaşından önce öldürülüyordu ve bunların neredeyse hepsi öksüz, yetimdi. Hayata geldiği yıl annesini kaybeden bir bebek her daim öldürülüyordu.

(Kültürel etkileşim başladıktan sonra Achéler çocukları ve bebekleri öldürdüklerine pişman oldular. Hill ve Hurtado, Aché Life History’de yaklaşık 20 yıl önce 13 yaşındaki bir kızı boğan bir adamla yapılan bir röportajı aktardılar. “Bizim affımızı istedi” diye yazdılar “ve görevi asla yerine getirmemesi gerektiğini ve en basit şekliyle söylersek ‘yaptığı şey üzerine düşünmediğini’ kabul etti.”)

Avcı toplayıcılar paylaştılar çünkü zorundaydılar. Yemekleri grup arkadaşlarının midesine yerleştirdiler çünkü hayatta kalmaları buna bağlıydı ancak hayatta kalma ihtiyacı bir kez ortadan kalktığında, arkadaşlar bile tek kullanımlık bir peçeteye dönebilirdi.

İlkel komünizm fikrinin popülaritesi, özellikle çelişkili kanıtları göz önüne aldığımızda, bize anlatıların neden başarılı olduğu hususunda önemli bir şey söyler. İlkel komünizm avcı toplayıcı toplumları tanımlamaktan oldukça uzaktır. Ancak basit bir fikirdir ve insanlık tarihinin eğrisi hakkındaki yaygın inançlarla uyum içindedir. Eğer toplumların küçükten büyüğe veya eşitlikçiden despotiğe doğru ilerlediğini varsaydığımız taktirde mülkiyetsiz harmoniden bencil rekabete geçiş de mantıklı bir hal alır. İlkel komünizm kabulleri hatalı olsa bile hikâye doğruymuş gibi hissettirir.

Bununla birlikte, basitliğinden ve anlatısal tınısından daha önemli olan şey, ilkel komünizmin politik açıdan amaca uygunluğudur. Mevcut kurumları eleştirmeyi umut eden herkes için ilkel komünizm, modern toplumun esasında toplum yanlısı bir öze sahip olan insan doğasından sapma sonucunda meydana geldiğini gösterir. Yine de bu hikâye anlatımı ters tepiyor. İlkel komünizm, meleksi bir geçmiş ile açgözlü günümüz arasında bir karşıtlık çizerek bizi güvenin, özgürlüğün ve eşitliğin gerçek belirleyici etkenlerine karşı kör eder. Eğer daha iyi toplumlar inşa etmek istiyorsak, ilerlemenin yolu ne avcı toplayıcılar gibi yaşamak ne de hayali bir doğa durumunun savunusunu yapmaktır. Aksine, insanlarla olduğu gibi, olumsuz yanlarını görmezden gelmeden birlikte yol almaya çalışmaktır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Liberalizm ve Neo-Muhafazakârlık: Bir Sentez Oluşturulabilir mi? -Ronald Hamoway

Önceki Makale

Feminizm ve Çokkültürcülük – Susan Moller Okin