/

Üç Muhafazakâr Burke’çü: Hayek, Strauss ve Kirk – Bradley J. Birzer

1490 görüntülenme
29 dk okuma süresi
Tibet Şahin

Tibet Şahin

Temel olarak metafizikle ilgileniyorum, metafizikle ilişkileri bakımından etik, epistemoloji ve ontoloji gibi alanlarla içli dışlıyım. Onun dışında Marksizm ve siyaset felsefesi okumaları yapmaktayım.

Kaynak metin: https://theimaginativeconservative.org/2020/03/edmund-burke-friedrich-hayek-leo-strauss-russell-kirk-bradley-birzer.html

Yazan: Bradley J. Birzer

Çeviren: Tibet Şahin

Edmund Burke, klasik, ortaçağ ve modern dünyaların arasındaki bağlantı noktasıydı ve çağdaş ideolojiye verilen en iyi cevaptı. II.Dünya Savaşı’nın ardından sonra muhafazakarlığın yükselişinde onun önemini tam olarak anlamak için Friedrich Hayek, Leo Strauss ve Russell Kirk’ün Burke hakkındaki fikirlerini dikkate almak gerekir.

Diğerlerine nazaran az çok radikal bir senatör olan Pennslyvania’dan William Maclay 27 Nisan 1790 yılında aşağıdaki anıyı kendi günlüğüne kaydetmiştir:

Senatoda hiçbir işin olmadığı bir gün. Meclis kurulmadan önce başkan yardımcımız Mr. Adams oturduğum yere gelip İngiltere’den kaç tane broşür aldığını; Fransız Devrimi konusunun İngiltere siyasetini nasıl salladığını; kendisinin Mr. Burke’ün eseri dışındaki tüm eserleri hor gördüğünü ve aynı şekilde Mr. Burke’ün de Fransız Devrimi’ni hor gördüğünü anlattı. Bravo, Mr. Adams!

Maclay’ın Adams’a karşı hiçbir sevgisi yoktu ve Adams, Maclay’in Braintree’li adama yönelik olan bu yoğun kişisel antipatisini Burke’ün en güncel fikirlerini ve Fransız Devriminin muhaliflerini benimseyerek gözler önüne sermişti. Günlük kaydındaki “bravo”, hayal kırıklığına uğramış bir alay etme amacını göstermiştir. Dürüst olmak gerekirse, Senatör Maclay güleryüzlü ve liberal bir ruh imajını çağlar boyunca aktarmakta başarısız olur. Onu diğer her şeyden çok acılarıyla hatırlıyoruz.

Yine de Burke ve Adams arasındaki bağlantı hafife alınmamalıdır. Devrimci neslin Amerikalılarının çoğu, eğer yalnızca Amerikan davasına olan inancını hiçbir zaman kaybetmemiş olsaydı, Burke’e yönelik derin bir sevgiye sahiptiler. Nitekim Birleşik Krallık’ın tamamında hiçbir kişi Amerikan davası için Burke’den fazlasını yapmadı. Ne yazık ki, sol ve sağın modern akademisyenleri – aynı şekilde üstündeki, altındaki, yanındaki, yakınındakiler vb. de- neredeyse her zaman Burke’ün Amerikan isyanını desteklemede oynadığı önemli rolü unutuyorlar. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Amerikalıların Burke’e karşı hissettiği duygusal yakınlık, düşünür kimliğinden çok insani kimliğineydi.

Ancak, 2020 yılında Edmund Burke hakkındaki görüşlerimiz konusunda halâ çok ama çok dikkatli olmamız gerektiğine inanıyorum. Burke’ün rolü üzerine 1950’lerin tartışmalarına girmek oldukça kolay olurdu. Sonuçta, solda olmayan en büyük üç figür – Friedrich Hayek, Leo Strauss ve Russell Kirk – Burke’ü dünyayı belirli bir şekilde yorumlamanın bir sembolü olarak öne sürmeye çalıştı.

Zira 1950’lerin muhafazakarlığı -gelenekçiden özgürlükçüye her çizgide- Burke’ü Alexis de Tocqueville ile birlikte sahiplenmek istedi. Ve elbette, bunun için yarışan sadece Hayek, Strauss ve Kirk değildi. 1950’ler ve 1960’lar boyunca, Robert Nisbet, Peter Stanlis, Ross Hoffman, Francis Canavan ve Harvey Mansfield gibi çeşitli figürler büyük İngiliz-İrlandalı devlet adamını bir filozof ve politik bir düşünür olarak incelediler. Pek çok yönden, günümüz muhafazakarlığının varlığı, dolaysız kökenini İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki tartışmalara borçludur. Savaştan sonra akademide muhafazakarlığın yükselişinde onun önemini anlamak için Hayek, Strauss ve Kirk’ün Burke’e ilişkin düşüncelerini dikkate almak gerekiyor.

Hayekyan Burke

Hayek, Burke’ün Kelt özelliklerini sevdiği için, Hayek’in Burke’ü kavraması en kolay olanıdır. Bu Hayek’in David Hume, Adam Smith ve Edmund Burke’ün çalışmalarını birbirine bağladığı anlamına gelir. Her biri, yalnızca onsekizinci yüzyılın İskoçları ve İrlandalılarının anladığı şekilde, kendiliğinden doğan düzen teorilerini, keşif sürecini ve toplumsal kurumların evrimini benimsediler. Kabul edilen akademik mitin aksine (siyasi eğilimlerden bağımsız olarak tüm akademide) Burke, doğal haklar kavramını şiddetle destekledi, kendisi basitçe herhangi bir kişinin veya herhangi bir neslin böylesi hakları bir listede veya bir programda tanımlayabileceğine inanmayı reddetti. 1783’de “İnsanlığın doğal hakları gerçekten de kutsal şeylerdir”; diye savundu. Onları tam olarak anladığını iddia etmenin Tanrı’yı oynamak olduğundan ve insana bilemeyeceği bir güç vermesinden korkuyordu. Bu inançta, bu Kelt Aydınlanma düşünürleri neredeyse Romalı görünüyordu. Adaletin, belirli bir zaman ve yerde sınırlı olarak herhangi bir acil duruma nasıl uygulanabileceği konusunda kökten fikir ayrılığına düşerken onun var olduğu bilinebilirdi. Ek olarak, Burke, konu hükümet ve ekonomi ilişkisi söz konusu olduğunda, yakın arkadaşı Adam Smith’in çok ötesine geçen, neredeyse anarşik bir siyaset anlayışına sahipti. 1795’de Burke, Ulusların Zenginliği’ne cevap olacak – ama asla olmayan – yazısında şöyle yazdı: “Devlet piyasada göründüğü anda, piyasanın tüm ilkeleri altüst olacaktır”. Ayrıca, bir asır sonraki Avusturyalı iktisatçıları öngörerek, “Piyasa, tüketicinin ve üreticinin, karşılıklı olarak birbirlerinin isteklerini keşfettiklerinde buluşması ve görüşmesidir” dedi.

Straussyan Burke

Leo Strauss, beklendiği gibi Burke’ün çok daha karmaşık bir portresini sundu. 1953’de yayınlanan başyapıtı olan kitabı Doğal Hak ve Tarih, Burke’ün asil başarısızlıklarının bir analiziyle sonlanmaktadır. Strauss, Burke’ün kadim insanları iyi anlayarak, erdem arayışlarına saygı duyarak ve Katolikler, İrlandalılar, Kızılderililer ve Amerikalılar için hak savunuculuğunda tutarlı olarak, iki tehlikeli düşünceyi çok kolay bir şekilde benimsediğini ve birleştirdiğini ileri sürdü. İlk olarak Burke, Adam Ferguson ve Adam Smith gibi İskoç Aydınlanması’nın büyüklerinden çok fazla şey aldı. Tabii ki, Hayek’in Burke hakkında sevdiği şey de budur. Strauss, “onun için son tahlilde sağlam siyasi düzen, tesadüfi nedenselliğin niyet edilmemiş sonucudur” demektedir. Kendisi modern politik ekonominin kamusal refahın üretimi hakkında söylediği şeyleri sağlam siyasal düzenin üretimine uyguladı: ortak fayda, kendilerinde kamu yararı doğrultusunda düzenlenmemiş faaliyetlerin ürünüdür” diye yazmıştır. Strauss, Burke’ün o dönemin Aydınlanma düşüncesine tamamen direnecek kadar klasisizm sürdürdüğünü ileri sürdü. Yine de Burke, sistemden o kadar korkuyordu ki, insanı erdemin kısıtlamalarından kurtararak, romantik bir birey kavramını benimsedi. Strauss, Burke hakkında, “Doğal olan bireydir ve evrensel olan, anlamanın bir yaratımıdır” diye yazmıştır. Burke, böylelikle irrasyonel, tikel, dogmatik ve düzensiz olanı kucakladı, klasisizminin büyük bölümünü ve simetri arzusunu bertaraf etti. Bununla bağlantılı olan, Strauss’a göre onun ortaçağdaki ilahi takdir anlayışının sekülerleştirilmiş bir versiyonundan biraz daha fazlası olan, kendiliğinden doğan düzene Keltik bakış açısı olarak Burke’ün insanın sınırları ve Tanrı’nın ezici gizemli yollarına ilişkin anlayışıydı. Klasiklere göre, en iyi anayasa, aklın icadı, yani bilinçli faaliyetin veya bir ya da birkaç bireyin planlamasının icadıydı. Burke’e göre ise, en iyi hükümet, insanın iradesini değil, zaman içinde yavaşça anlaşılan tarihin ve doğanın düzenini yansıtıyordu. Burke, bunun üretilmek veya tasarlanmaktan ziyade ortaya çıktığını veya büyüdüğünü iddia etti. Strauss, bu yanlış anlama yoluyla, iyi niyetli Burke’ün, “tarih okulunun” yolunu açtığını iddia etti. İlahi Takdir yavaş ve yozlaşmış bir kötülük çağı ilan etse bile İlahi Takdir’i benimseyerek Strauss, “bunun Burke’ün bu düşüncesinden iyi ve kötü arasındaki ayrımı ilerici ve gerici arasındaki ayrımla değiştirme düşüncesine doğru yalnızca küçük bir adım olmasından” korktu. Doğal Hak ve Tarih’te okuyucu, başka hiçbir sonuç sunulmadan, zamanının düşünceleriyle (tamamen tarihsel) yanlış yönlendirilen soylu ve zeki Burke’ün Batı Medeniyetinde ilericiliğin kapısını açtığı izlenimini alır.

Kirkiyan Burke

Yine, kendi mit, sembol ve şiir sevgisi göz önüne alındığında şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Russell Kirk, kendi “Muhafazakâr Zihin” eseri piyasaya sürülmeden tam bir yıl önce Burkeyan “tarihsel anın” potansiyelini fark etti. Mevcut muhafazakâr akademisyenler grubu tarafından çok az bilinmesine rağmen, Russell Kirk ve en yakın akademik müttefiki Peter Stanlis, Edmund Burke’ün muhafazakar olduğu düşüncesini güvence altına almak için 1950’ler ve 1960’lar boyunca ve hatta 1980’lerin sonlarına kadar mümkün olan her şeyi yaptılar. Bu tarihin çoğu günümüz akademisinde bilinmemektedir, ancak hem düşünür hem de kişi olarak Burke ve Tocqueville’in yirminci yüzyılın ikinci yarısındaki yeniden canlanışının Kirk ve Stanlis’in omuzlarına dayandığından iddia etmek abartı olmaz. Planları cesur oldukları kadar ayrıntılıydı. Stanlis, Kirk hakkındaki 1994 retrospektifinde ilk olarak bu toplantıların etkileyici kapsamını ve açısını ortaya çıkardı. Sadece bir dizi kitap ve makale planlamakla kalmadılar, aynı zamanda akademik konferanslarda fikirlerin nasıl sunulacağını ve en kısa kitap incelemelerinde bile Burke tohumlarının nasıl ekileceğini tartıştılar. Stanlis, özellikle Kirk radyo veya televizyonda ulusal bir görünüme sahip olduğundan ve Mecosta’da veya İskoçya’da hemen bulunmayan bilgilere ihtiyaç duyduğundan, sık sık Kirk için araştırma yapıyordu. Amerika’da ve Avrupa’da birbirlerinin çalışmalarını desteklemeyi kabul ettiler ve mevcut ve potansiyel müttefikleri listeleyerek, onları ortak bir amaca en iyi şekilde nasıl dahil edeceklerini belirlediler. Stanlis akademide kalırken, Kirk dışarıdan bir bilim insanı olarak yazacaktı. İkinci hususun ne kadar ileri götürülmesi gerektiği belli değildir. Bununla birlikte, ikilinin, Kirk’ün Michigan Eyaletinden istifasını kesinlikle beklediğini ve hatta muhtemelen planladığını veya en azından bundan nasıl yararlanılacağını planladığını belirtmek gerekir. Mart 1953 gibi erken bir tarihte, Kirk planlarını başkasına açıklamadan beş ay önce Stanlis’e şunları yazdı: “Muhtemelen yakında Michigan Eyalet Koleji’nden istifa edeceğim; standartların kademeli olarak düşürülmesi düzenleniyor ve buna istifa ederek karşı duracağım”. Kirk, Burke’ü akademinin dışından içeriden olduğundan daha kolay tanıtabilirdi.

Kirk ve Stanlis, İrlandalı’;nın klasik, ortaçağ ve modern dünyalar arasındaki en iyi tek bağlantı noktasını temsil ettiğine inanıyordu. Yirminci yüzyılın ideologlarına, ideolojinin varlığını herkesten önce veya terim ortaya çıkmadan önce anlayan insandan daha iyi kim cevap verebilir? Burke sembolü aracılığıyla, mevcut problemler üzerine argümanlar sunabilirler, ancak aynı derecede önemli olan ve Burke’ün düşüncelerini şekillendiren Sokrates, Platon, Aristoteles, Cicero, St. John, St. Augustine, Thomas Aquinas, Petrarka Thomas More’da bulunan hümanist mirasta da hak iddia edebilirlerdi. Başka bir deyişle Burke, Batı geleneğinin en iyilerinin tamamının doruk noktası oldu. Bir tür yaşayan, nefes alan Büyük Kitap’tı. Stanlis, 1994’te şöyle yazdı: “Modern siyasal muhafazakârlığın felsefi kökenleri, Burke ve doğal hukuk yoluyla Orta Çağlara ve klasik antik çağlara kadar birçok nesile uzanır”. Burke ile birlikte Kirk ve Stanlis yalnızca adil ve insani bir muhafazakarlığı değil, belki daha da önemlisi, canlı, yaşayan bir Hıristiyan Hümanizmini teşvik edebilirlerdi. “Bu, Batı sivil toplumundaki her tarihsel çağda her zaman bazı muhafazakarların var olduğu anlamına geliyordu.”

Burke düşüncesini yaymadaki başarılarını abartmak zor olurdu. Abartılı şekilde övülen birisi olan Peter Gay (Columbia Üniversitesi) bu konuda bir keresinde şöyle şikayet etmişti: “Whiggism ve Marksizm’in düşüşüne, Toryizm ve Kozmik Şikayet’in yükselişi eşlik etti. Muhafazakârların eline bırakılamayacak kadar önemli bir muhafazakar olan Tocqueville’e ilişkin aşırı övgüyü ve onun istismarını düşünün; Kurnaz tahminleri ve yararlı kavrayışları; kötü niyetli anlayışı, kafası karışmış siyaseti ve utanmaz cehaletinin önüne bir incir yaprağı gibi yerleştirilen Burke’ün absürt derecede şişirilmiş itibarını düşünün”. Gay ve Maclay iyi arkadaş olurlardı.

Edmund Burke, Fahri Amerikan

Yine de son noktam olarak, Edmund Burke’ün bağımsız bir Amerika’nın varlığı –ya da en azından Amerika’nın Amerikalı olmayanlar tarafından kabulü ve meşrulaştırılması– açısından önemini vurgulamak istiyorum. Edmund Burke, İngilizlerin Parlamento’da Amerikalı kolonicilere karşı savaşa karşı çıkmasına öncülük etmişti. Parlamentoda Pul Yasası’na karşı yaptığı açılış konuşmasından, ki derhal yürürlükten kaldırılması çağrısında bulunmuştur, çatışmanın sonuna kadar Burke, İngiliz geleneğinin doğru kavramlarını açıkça -en azından kendilerine göre-savunan kadınlara ve erkeklere karşı savaştan pişmanlık duydu. 1775 baharında düşmanlıkların başlamasından itibaren Burke, çatışmayı barışçıl bir imparatorluğun yeniden kurulması için çok az umut barındıran bir iç savaş olarak gördü. Parlamentonun kendilerine karşı yenilik yaptığı, ve böylelikle onları eski özgürlüklerinden yoksun bıraktığı kolonicileri destekledi. Temmuz 1775’te “Bunlar gerçek veya anlaşılmış geleneklere, uygulamaya, tesadüfe, Hükmeden ya da hükmedilenin Dehasına bağlıdır ve oldukları haliyle sonsuza dek değiştirilebilirler”  diye yazdı. “Parlamentonun Koloniler üzerindeki gücüne hiçbir sınır konulmamıştı; çünkü bu yalnızca özel Sözleşme (Convention) tarafından yapılabilirdi. Hiçbir zaman böyle bir sözleşme olmamıştır; ama olayların nedeni ve doğası ve Kolonilerin büyümesi, Parlamentoya kendi gücünün kullanımına sınırlar koymayı öğretmiş olmalıydı.” Bir ay sonra, Burke kendi halkını hor gördü. İktidar içindeki ve dışındaki çoğu İngiliz, Kuzey Amerika’daki çatışmaya karşıydı, ancak hiçbiri krala karşı çıkmadı. Burke, bunun “kolektif bir çılgınlık”olduğunu savundu. Bu çılgınlıkta ve Kuzey Amerika’daki İngilizlere yönelik saldırıda, anavatandaki İngilizler, tüm uygun siyasi adaba uymayı unutmuşlardı. Burke 1775 Ağustos’unda şaşkın bir halde şöyle yazdı: “Bazılarının üzerine düşen umutsuzluk ve hemen hemen herkesin üzerine binen İlgisizlik şaşırtıcı ve daha çok yıkıma mahkum bir halkın güçlerini hayal edebileceğim her şeyden çok sersemleten ve etkisiz hale getiren bazı doğaüstü Sebeplerin Etkisine benziyor. İnsanlar, kamuya açık yanlış yönetimlerini ve hatalarını düzeltmek için özgür bir hükümetin kaynaklarını tamamen unutmuş görünüyorlar.” Burke, kral Amerika’daki savaşı desteklemek için oruçlu günler ilan ettiğinde bayramlar ve partiler düzenledi ve hatta protesto için Parlamentodan kısa bir süre ayrıldı. Belki de en şaşırtıcı olanı, Avam Kamarası önündeki bir konuşmada, Burke’ün, Anglikan Kilisesi’nin başı olarak Kral’ı, düşmüş meleklerin kralı ile eş tutmuş olmasıdır.

Bu durumda, Efendim, söylemesi şok edici bir şekilde, kutsanmış Kurtarıcımızın huzuru yerine, yüreğimizde savaş ve intikamla mı Yüce’nin mihrabına gitmeye çağrılıyoruz? O “Sana huzur veriyorum” dedi, ama bu oruçta, yüreğimizde ve ağzımızda sadece savaş var; kardeşlerimize karşı savaş. Kiliselerimiz bu iğrenç hizmetten arınana kadar, onları Yüce’nin tapınakları olarak değil, Şeytan’ın sinagogları olarak değerlendireceğim. Siyasi amaçları bakımından, sözde bir ulusal bağlılık eylemi olarak küfür ve kafirlikten daha rezil olmayan bir eylem- halk en ciddi ve berbat bir şekilde kiliseyi tamir etmeye, kiliseye katılmaya, ve mihrabın ayakları ucunda kutsala karşı suç işlemeye, aldatıcı “yanlışlıklar”ı ya suçlama kötü şöhretli biçimde yanlışken ya da onu yapanlar bunun doğruluğunu bilmiyorken yayarak ve Amerikalı kardeşlerini korkunç bir isyan suçuyla suçlayarak yalan yere yeminetmeye çağrıldığı zaman Yüce Tanrı’yı şahitliği için çağırmak, yanıltıcıdeğil ama en saygısız ve dine küfreden yanlışlıktır.

On sekizinci yüzyılın zaman dilimi ve kültürel normları göz önüne alındığında, Burke’ü Amerikan Devrimi sırasındaki eylemleri ve sözlerinden sonra monarşist veya muhafazakar olarak etiketlemek zor olurdu. Bir uzlaşma ve merkezi bir imparatorluktan daha “federal” bir imparatorluğa doğru bir ilerleme umudu karşısında umut etmeye devam etti. İngiltere, II. George, William Pitt ve Lord Newcastle döneminde bu yönde ilerliyordu, ancak III.George çok daha güçlü bir imparatorluğu desteklemişti. 1778 baharından sonra Burke hiçbir uzlaşmanın mümkün olmadığını anlayınca Amerika’nın bağımsız olma hakkını savundu.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Makale

Tanrı ve Politika Üzerine: Zizek ve Peterson Karşılaştırması -Matt Mcmanus

Önceki Makale

Kuram ve Biyoetik (Stanford Felsefe Ansiklopedisi)